10. Uluslararası Bilimsel Araştırmalar Kongresi
-Sosyal ve Eğitim Bilimleri-
the 10th
International ScientificResearchCongress
-Social
and Educational Sciences-
(UBAK)
(11 – 12 Nisan / April 2021)
ONLİNE / Ankara
-Sosyal ve Eğitim Bilimleri- Social and Educational Sciences-
- Bildiri Tam Metin Kitabı- Proceeding Book Editor
Dr. Esra TÜRE
Ankara 2021
Yayın Koordinatörü/ BroadcasteCoordinator•
Muhammet ÖZCAN
Yayın Yönetmeni / General Publishing Director •
Dr. Muhammet ÖZCAN
Editörs / Editedby •
Dr. Esra TÜRE
Kapak Tasarım / Cover Design
Bekir TURAN
İç Tasarım / Interior
Bekir TURAN
Birinci Basım / First Edition• ©
Nisan 2021 // Nisan 2021-Ankara
ISBN:978-625-7813-68-6
ASOS YAYINEVİ
1st Edition / 1.baskı: Nisan/April 2021
Address / Adres: Çaydaçıra Mah. Hacı Ömer Bilginoğlu Cad. No: 67/2-4/MERKEZ/ELAZIĞ
Mail: asos@asosyayinlari.com
Web:www.asosyayinlari.com
İnstagram:https://www.instagram.com/asosyayinevi/
Facebook: https://www.facebook.com/asosyayinevi/
Twitter: https://twitter.com/Asosyayinevi
KURULLAR / BOARDS
Kongre Onur Kurulu Başkanı / President of TheCongressHonorary Board
Prof. Dr. Yavuz DEMİR, Ankara Bilim Üniversitesi Rektörü
Düzenleme Kurulu / OrganizingCommittee
Prof. Dr. Pınar ÜLGEN, Tokat Gaziosmanpaşa Üniversitesi
Doç. Dr. Cemile Bahtiyar KARADENİZ, Ordu Üniversitesi
Doç. Dr. Arafat Useini Uluslararası Vizyon Üniversitesi K.Makedonya
Dr. Öğretim Üyesi Funda ERDOĞDU, Kütahya Dumlupınar Üniversitesi
Dr. Öğretim Üyesi, Yakut AKBAY, Ankara Bilim Üniversitesi
Dr. Öğretim Üyesi Volkan KARABOĞA, Süleyman Demirel Üniversitesi
Öğr. Görv. Hanife CANDIR ŞİMŞEK, Doğuş Üniversitesi
Dr. Elif ALP, Sakarya Üniversitesi
Dr. Esra TÜRE
Bilim ve Hakem Kurulu / ScienceandReferee Board
Prof. Dr. Nadia Yasseen ABED, BaghdadUniversity
Dr. Öğretim Üyesi, Handan AKKAŞ, Ankara Bilim Üniversitesi
Doç. Dr. Türkan ASKEROVA, Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi
Prof. Dr. Ebru CEYLAN, İstanbul Aydın Üniversitesi
Prof. Dr. Mesut DOĞAN, İstanbul Üniversitesi
Doç. Dr. M. Yüksel ERDOĞDU, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi
Doç. Dr. Özlem ÇAKIR, Ankara Üniversitesi
Doç. Dr. Bilal ÇELİK, Sakarya Üniversitesi
Doç. Dr. NihadaDelibegovic DZANİC, University of Tuzla
Prof. Dr. Özbay GÜVEN, Gazi Üniversitesi
Prof. Dr. Cemal İYEM, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Doç. Dr. Belgin Uçar KOCAOĞLU, Necmettin Erbakan Üniversitesi
Doç. Dr. Elvira LATİFOVA, Bakü Devlet Üniversitesi
Prof. Dr. Cem Harun MEYDAN, Ankara Bilim Üniversitesi
Prof. Dr. Meruert MUSABAEVA, EurasianNationalUniversity, Kazakaistan
Doç. Dr. Naka NİKSİC, Belgrad Üniversitesi, Sırbistan
Doç. Dr. Elif ÖNAL, Ankara Üniversitesi
Doç. Dr. Tuncay Ercan SEPETCİOĞLU, Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Doç. Dr. Galbatsova SHAHRUZAT, DaghestanStateUniversity
Prof. Dr. Gulnoz SATTOROVA, Özbekistan İlimler Akademisi
Dr. Gülzada STANALİEVA, Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi
Prof. Dr. Mucize ÜNLÜ, Ondokuz Mayıs Üniversitesi
Prof. Dr. Andrey VOLODİN, Moskova StateUniversity, Russia
Prof. Dr. Nurshat ZHUMADİLOVA, Kazakistan, KaragandaBolaşak Üniversitesi
Sekreter / Secretary
Esra TÜRE
ÖNSÖZ / PREFACE
Ülkemiz ve dünya genelinde ne yazık ki yayılımı devam etmekte olan COVİD-19 salgını
nedeniyle 10. Uluslararası Bilimsel Araştırmalar Kongresi 11-12 Nisan 2021 tarihlerinde online
olarak düzenlenmiştir. 8. Uluslararası Bilimsel Araştırmalar Kongresi’nden itibaren saygıdeğer
bilim insanlarıyla online platformda buluşmaya devam ederek teknolojinin birleştirici gücünden
istifade etmekteyiz. Multidisipliner bir özelliğe sahip olan UBAK sosyal ve eğitim bilimlerinin alt
dallarında çok sayıda çalışmaya yer vermiştir. Bu kapsamda bilim insanlarımızın sunduğu kıymetli
çalışmalar bildiri tam metin kitabı olarak okuyucuların ve araştırmacıların istifadesine
sunulmuştur. Farklı alanlardan yaklaşımları barındıran bildiri tam metin kitabıyla sosyal bilimlerin
zenginliği ortaya koyulmak istenmiş ve gelişimine katkı sağlamak amaçlanmıştır.
Kabul edilmelidir ki üretmek, yeni bakış açıları getirmek ve bilime katkı sağlamak meşakkatli bir
çalışma gerektirmektedir. Pandemi de bu süreçte bazı zorlukları beraberinde getirmesine rağmen
bilim insanlarımız çalışmalarıyla yolumuzu aydınlatmaya devam etmektedir. Unutmamak gerekir
ki, “İlim iyi zamanlarda servet, kötü zamanlarda sığınak ve iyi bir yol göstericidir.” Bu vesile ile
kıymetli akademisyenlerin katılımlarıyla gerçekleştirdiğimiz kongremizde ilim dünyasına
sağladıkları katkılarından dolayı tüm katılımcılara sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Ayrıca
kongrenin başarıyla gerçekleşmesinde emeği geçen düzenleme kurulu, bilim ve hakem kurulu
üyesi akademisyenlerimize ve desteklerini esirgemeyen Ankara Bilim Üniversitesi Rektörlüğü’ne
teşekkürü borç biliriz.
Kongrelerimizde tekrar bir araya gelmeyi arzu ederek 10. Uluslararası Bilimsel Araştırmalar
Kongresi Bildiri Tam Metin kitabının ilim dünyasına faydalı ve hayırlı olmasını dileriz.
Saygılarımızla…
Dr. Esra TÜRE
İÇİNDEKİLER/CONTENTS
Hasan Tuncer- Hı̇ tı̇ tçe Çı̇ vı̇ Yazılı Metı̇ nlerde KISLAH (Harman Yerı̇ ) ............................................... 1
Rıdvan Yiğit- Ortaçağ Dı̇ ploması̇ Araştırmalarına Bı̇ r Katkı: Şahruh Mı̇ rza İ̇le Sultan El-Eşref
Barsbay Arasındakı̇ Mektuplaşmaların Tahlı̇ lı̇ ....................................................................................... 23
İbrahim Yılmaz-Osmanlı Devleti'nde Deniz Polisi ............................................................................... 29
İlyas Akyüzoğlu- Son Dönem Osmanlı Düşünürlerı̇ nden İ̇brahı̇ m Cûdî Efendı̇ ’nı̇ n “Tarı̇ h-İ Enbı̇ ya ve
İ̇slam” İ̇sı̇ mlı̇ Eserı̇ ndekı̇ Tarı̇ h Perspektı̇ fı̇ ...................................................................................... 39
Eray Yılmaz- Atatürk Heykellerı̇ nden Barbaros Anıtı’nın Açılışına .................................................... 47
İsrafil Karataş- Millet Partisi’nin Kapatılmasının Chp-Dp İ̇lişkilerine Etkisi ........................................... 55
Mehmed Gökhan Polatoğlu- Türkı̇ ye’de 1950-1960 Dönemı̇ nde Tarım Alanında Atılan Adımlar
Ve Yaşanan Gelı̇ şmeler ....................................................................................................................... 65
Abdullah Selim Öztek-Suriyeli Mültecilerin Türkiye’de Adli Sistem Ve Suç Oranı Üzerindeki Etkisi
.......................................................................................................................................................... 75
Katende Nuha Mukııbı- An Investıgatıon of Challenges Encountered By Female Academıc Staff
Workıng From Home Durıng Pandemıc: A Case of Sakarya Unıversıty. .................................................. 84
Muhammed Ali Yetgin- Koronavı̇ rüsün Almanya’dakı̇ Bazı Sektörlere Etkı̇ sı̇ ne Yönelı̇ k Bı̇ r
Araştırma ........................................................................................................................................... 91
Özcan Günergök- Pandemı̇ nı̇ n Kı̇ ra Sözleşmelerı̇ Üzerı̇ ndekı̇ Etkı̇ sı̇ nı̇ n Aşırı İ̇fa Güçlüğü
Bakımından Değerlendı̇ rı̇ lmesı̇ ............................................................................................................. 98
Elmira Qocayeva- Развитие Туристического Сектора В Постпандемический
Период…………………………………………………………………………………………………….....107
Selim Demez- OECD Ülkelerı̇ nde Çevresel Kuznets Eğrı̇ sı̇ Hı̇ potezı̇ nı̇ n Geçerlı̇ lı̇ ğı̇ : Panel Gmm
Analı̇ zı̇ ............................................................................................................................................. 115
Emrah Göksal Sezgin- Gastronomide Yeni Trend Marijuana:Cannabidiol (CBD) ................................ 124
Mehmet Can Demirtaş-Futbol Pazarlaması Ve Futbol Kulüplerinin “Seyircisiz” Liglerde Gelir
Arttırma Çabaları: Fenerbahçe Spor Kulübü Örneği ............................................................................. 129
Muhammed Çubuk/ Emre Yakut- TRA-B-C Düzey-1 Bölgelerı̇ İ̇llerı̇ nı̇ n Ulusal Endeks
Sıralamalarındakı̇ Performanslarının Entropı̇ Temellı̇ TOPSIS Yöntemı̇ İ̇le Analı̇ zı̇ ................................ 137
Muhammed Çubuk- PROMETHEE Yöntemı̇ İ̇le TRB1 Bölgesı̇ nde Kanatlı Etı̇ Üretı̇ m Yerı̇
Seçı̇ mı̇ .…………………………………………………………
……………………………150
Gökçe Ulus- Cevat Fehmı̇ Başkut’un Tı̇ yatrolarında İ̇dealı̇ ze Edı̇ len Erkek Tı̇ pı̇ .................................... 156
Murat Dirlikyapan-Oğuz Atay'ın Tehlikeli Oyunlar'ında Diyalojik Söylem ......................................... 168
Abdulkadir Kalaylı / Hatice Özaslan / Gülümser Gültekin Akduman - Babaların Çocuk
Yetı̇ ştı̇ rme Tutumları İ̇le Okul Öncesı̇ Dönem Çocuklarının Motı̇ vasyon Düzeylerı̇ Arasındakı̇
İ̇lı̇ şkı̇ nı̇ n İ̇ncelenmesı̇ ......................................................................................................................... 177
Leyla Kodaman- Fı̇ kret Otyam’ın Kadın Portrelerı̇ nde “Göz” İ̇mgesı̇ ................................................... 187
Tülin Adanır- Almanya Ulm “Museum Brot Und Kunst” Ekmek Ve Sanat Müzesi Örneğinde,
Tahıllarla El Yapımı Sanatsal Kâğıtlar ................................................................................................ 194
Ümmügülsüm Aydın- Konaklama Yapılarında Yeşı̇ l Yıldız Belgesı̇ Üzerı̇ ne Bı̇ r Örnek İ̇ncelemesı̇ ....... 205
̇ si
̇ ni
̇ ṅ Okul Öncesi ̇ Dönem Çocuklarının Prososyal
Ayşenur Duran - Öğretmen-Öğrenci ̇ İli̇ şki
̇
̇ ṅ İncelenmesi
̇
Davranışlarına Etkisi̇ ni
………………………………………………………………………………………….215
Bektaş Güleçyüz / Tahir Atıcı Lı̇ se Bı̇ yolojı̇ Öğretmenlerı̇ nı̇ n Çevre Kı̇ rlı̇ lı̇ ğı̇ Müfredatıyla
İ̇lgı̇ lı̇ Görüşlerı̇ ve Alternatı̇ f Çevre Kı̇ rlı̇ lı̇ ğı̇ Öğretı̇ m Yöntemlerı̇ ne İ̇lı̇ şkı̇ n Durumlarının
Belı̇ rlenmesı̇ ……………………………………………………………………...………………..224
Burcu Taşkın - Türkiye'de Başkanlık Sistemine Geçiş ve Parti Sistemine Etkisi: İ̇ki Kutuplu
Sistemmi' Parçalı Partili Başkanlık Sistemi mi'………………………………………………….…234
Çiğdem Şenyı̇ğı̇t - Fen Eğı̇ tı̇ mı̇ nde Probleme Dayalı Öğrenmeye Yönelı̇ k Lı̇ sansüstü Çalışmalar:
Sı̇ stematı̇ k Bı̇ r İ̇nceleme…………………………………………………………………………….247
Gökşen Üçüncü / Selçuk Arık / Mehmet Yılmaz - Beşinci Sınıf Düzeyi Özel Yetenekli Tanısı
Almış Öğrenciler ile Tanılanmamış Öğrencilerin Canlıların Gruplandırılmasına Yönelik Kavram
Yanılgıları………………………………………………………………………………………..….257
Gülşah Gaye Fidan / Mehmet Pınarbaşı - Taşlıcalı Yahyâ Bey Dı̇ vanı’nda Osmanlı Savaş
Aletlerı̇ ……………………………………………………………………………………………....267
İ̇zel Aslan / Mehmet Yılmaz / Ferhat Karakaya - Ortaoğretı̇ m Öğrencı̇ lerı̇ nı̇ n Ekolojı̇ k Sorunlara
Yönelı̇ k Çevre Bı̇ lı̇ ncı̇ Farkındalıklarının Belı̇ rlenmesı̇ …………………………………………..…288
Kamer Arslan / Ahmet Işık - İlköğretim Matematik Öğretmenliği Öğrencilerinin Bazı
Lineer Cebir Kavramlarını Tanımlama ve İ̇şlem Becerilerinin İ̇ncelenmesi………………….…….294
Mehmet Yüksel - Yks Sonuçlarına Göre Kı̇ mya Test Sonuçlarının Değerlendı̇ rı̇ lmesı̇ ……...…….303
Özge Savaş / Perihan Tuğba Şeker - Erken Çocukluk Dönemı̇ Bı̇ lı̇ msel Süreç Becerı̇ lerı̇ ne
Yönelı̇ k Lı̇ sansüstü Çalışmaların İ̇ncelenmesı̇ ………………………………………………………312
Gürkan Özenen - Mı̇ marlık Eğı̇ tı̇ mı̇ nde Tersyüz Sınıf İ̇le Geleneksel Ders Modellerı̇ nı̇ n Öğrenme
Çıktılarına Etkı̇ lerı̇ nı̇ n Karşılaştırılması...............................................................................................320
Sefa Merve Kılıçaslan, Mehmet Yılmaz, Ferhat Karakaya - Ortaokul Öğrencı̇ lerı̇ nı̇ n Mendel
Genetı̇ ğı̇ Kavramlarının Öğrenı̇ lmesı̇ ne Yönelı̇ k Görüşlerı̇ nı̇ n Belı̇ rlenmesı̇ ......................................325
1
Presentation ID/Sunum No= 78
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Hı̇tı̇tçe Çı̇vı̇ Yazılı Metı̇nlerde KISLAH (Harman Yerı̇)
1
Arş.Gör.Dr. Hasan Tuncer1
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi
Özet
MÖ. 2. bin yıl Anadolu’sunun önemli bir siyasi gücü olan Hititler ile ilgili bilgilere, onların bizlere bıraktıkları
Hititçe çivi yazılı metinler sayesinde ulaşmaktayız. Birçok farklı dilde kelimenin bulunduğu bu metinlerde, Sumerce
bir kelime olan ve harman yeri anlamına gelen KISLAH sözcüğü de yer almaktadır. Hitit ekonomisinde önemli bir
yere sahip olan KISLAH, hasat edilen tarım ürünlerinin işlendiği yerdir. Hititler, ekonomisi öncelikle tarıma dayanan
ve toprağı işlemeyi iyi bilen bir kavimdi. Elbette bu durum, topraktan elde edilen mahsulün hasat edilmesinde de
geçerliydi. Ürünlerin ekilmesinin belli bir zamanı olduğu gibi, hasat edilmesinin de dönemleri vardı. Kısacası, yapılan
işlemler belirli bir sistem ve düzen içerisinde sürdürülmekteydi. Siyasi, ekonomik, dini gibi birçok farklı belgede
karşımıza çıkan KISLAH, hasat zamanının sonunda elde edilen ürünün değerli kısımlarının “harmanlama” yöntemiyle
ayrıldığı yerdir. Harman yerlerini yalnızca ekonomi ile ilgili belgelerde görmeyiz. Bunun dışında, siyasi anlaşma
metinlerinde, kralların, zarar görmemesini ve korunmasını amaçladığı bir yer olarak da karşımıza çıkar. Bayram
metinlerde de geçen KISLAH, kralın bayramı gerçekleştirdiği kutsal bir alandı. Mitoloji ile ilgili bir belgede, kral
tarafından bir kimseye verildiğini gördüğümüz KISLAH, bazen de bir tanrıya ait olabilir ve orada bulunan
malzemelerin güvenliğinin sağlanması daha önemli bir hale gelirdi. Harman yerleri, kraliyet ailesi üyelerine ait
olabilmekle birlikte, özel mülkiyet olarak kullanılabilmekte ve bağış yoluyla da bir kimsenin veya tapınağın bünyesine
geçebilmekteydi. Harman yerlerinde görev yapan, buraların temizliğinden ve bakımından sorumlu olan kimseler
bulunmakta idi. Bu kimselerin yaptıkları görev karşılığında alacakları ücretler belgelerde belirtilmişti.
KISLAH, Hitit ülkesinin gerekli besini üretmesi ve topraktan elde edilen ürünlerin harmanlanıp, oradan topluma
aktarılması için var olan ekonomik zincirin önemli bir halkası idi. Bir ülkenin siyasi olarak güçlü olabilmesi için,
ekonomik anlamda yeterli seviyeye ulaşmış olması gerçeğini göz önüne alacak olursak, Hitit ekonomisinin işleyişinde
kayda değer bir işlevi olan harman yerinin önemi ortaya çıkar.
Anahtar Kelimeler: Harman yeri, KISLAH, Hitit, Ekonomi, Çivi Yazısı.
Abstract
We can reach the information about Hittites, which was an important political power of Anatolia in the 2nd
millennium BC, thanks to the cuneiform texts they left us. In these texts, where there are words in many different
languages, the word KISLAH, which is a Sumerian word and means threshing floor, is also included. KISLAH, which
has an important place in Hittites economy, is the place where the harvested products cultivated. The Hittites were a
tribe whose economy was primarily based on agriculture and knew how to cultivate the land well. Of course, this
situation was valid for the harvesting crops. Just as there was a certain time for crops to be planted, there were also
periods for them to be harvested. In short, the processes were carried out in a certain system and order. KISLAH,
which is seen in many different document such as political, economic, religious is the place where the valuable parts
of the product obtained at the end of the harvest time seperated by blending method. We don’t only see the threshing
floors in documents related to economy. Apart from that, it is also appeared in political treaty texts as a place where
kings aim to be protected and not to be harmed. KISLAH, which is also mentioned in feast texts, was a sacred area
where the king celebrated the feast. In a document about mythology, KISLAH, which we saw given to a person by the
king, could sometimes belong to a god and it would be come more important to ensure the safety of the materials found
there. The threshing floors could belong to members of the royal family, but could be used as private property, and
could be acquired by a person or temple by donation. There were people working in threshing floors and were
2
responsible for cleaning and maintenance of these places. The wages that these people would get for their duties were
stated in the documents.
KISLAH was an important link in the economic chain which is existed for the Hittite country to produce the
necessary nutrients and to blend the products obtained from the soil and transfer them from there to the society.
Considering the fact that a country has reached a sufficient level in terms of economy in order to be politically strong,
the importance of the threshing floor, which has a significant function in the operating of the Hittite economy, becomes
clear.
Key Words: Threshing floor, KISLAH, Hittite, Economy, Cuneiform.
Giriş
Hitit ülkesinin ekonomisi, çoğunlukla tarıma ve ardından hayvancılığa dayanmakta idi. Elde edilen
tarımsal ürünler, günümüzde olduğu gibi, sofralara gelene kadar belirli süreçlerden geçmekteydi. Ayrıca
tarımsal faaliyetlerin belli bir düzen içerisinde sürdürülmesi için, çeşitli kanunlar mevcuttu. Hitit ekonomik
sisteminde önemli bir yeri bulunan ve Hititçe çivi yazılı metinlerde, Sumerce bir kelime olan KISLAH,
harman yeri anlamına gelmektedir.1 EZENharpa-, tahıl ve harman bayramı;2 Hurrice bir kelime olan hulluri-,
harman yerinin bir kısmı anlamındadır.3 Piškattalla/LÚBAD.DA ise, harman yerinde buğday bağlarını,
destelerini çözen işçi manasındadır.4
KISLAH, topraktan elde edilen ürünlerin “harmanlandığı” yer idi. Harman yerlerinin belirli arazileri
olmakla birlikte, buralar devlet erkanına ve tanrıya ait veya özel mülkiyete tabi olabilirdi. Metinlerden de
anlaşılabileceği gibi, harman yerlerinin düzenli, bakımlı ve temiz olması gerekliydi. Elbette bundaki temel
amaç, tarımsal üretimin aksamasına engel olmaktı. Tarımsal ürünlerin toplanmasının ardından, bu ürünler
belli bir sistem içerisinde ve demetler halinde bağlanır, ardından nakil araçlarına yüklenip, harman yerlerine
götürülürdü.
Aşağıda farklı türden belgeler üzerinden örnekler vererek bahsetmeye çalışacağımız KISLAH, Hitit
ekonomik zincirinin önemli bir parçası durumundadır. Yalnızca ekonomiyle ilgili belgelerde değil; siyasi,
dini gibi metinlerde de KISLAH karşımıza çıkmaktadır. Hitit krallarının önem verdiği bir yer olan KISLAH,
siyasi anlaşma metinlerinde yer almış, dini metinlerde de kralların, bayram kutlarken kullandığı bir yer
olarak karşımıza çıkmıştır. Bunun yanında, bolluğun ve bereketin bir göstergesi olan harman bayramı
kutlanmıştır.
Siyasi Metinlerde KISLAH ve Kullanımı
Hitit ülkesindeki harman yerlerinin birçok farklı metinde yer aldığını görmekteyiz. Bu kısımda, siyasi
metinler üzerinden konumuzu inceleyecek ve çeşitli örnekler üzerinden değerlendirmeler yapacağız.
KBo 51.1 numaralı belge, III. Hattušili’nin Tiliura halkına emirleri ile ilgili metindir. Belgenin ilgili
kısmının (Ay.IV) transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:5
Ahmet Ünal, Hititçe-Türkçe Türkçe-Hititçe Büyük Sözlük Hattice, Hurrice, Hiyeroglif Luvicesi, Çivi Yazısı Luvicesi
ve Palaca Sözcük Listeleriyle Birlikte, Ankara 2016, s. 283; Johann Tischler, Hethitisches Handwörterbuch, Innsbruck
2008, s. 238.
2
Ünal, a.g.e., s. 166; Tischler, a.g.e., s. 43.
3
H. Craig Melchert, Cuneiform Luvian Lexicon, Lexica Anatolica, Vol.2, Chapel Hill 1993, s. 72.
4
Ünal, a.g.e., s. 417.
5
Kenneth A. Kitchen-Paul J. N. Lawrence, Treaty, Law and Covenant in the Ancient Near East, Part 1, Wiesbaden
2012, s. 1054; J. M. Gonzalez Salazar, “Tiliura, un Ejemplo de la Politica Fronteriza Durante el Imperio Hitita (CTH
89)”, AuOr 12, 1994, s. 165-168; Şafak Bozgun, “CTH 89: Çiviyazılı Belgelerde Hitit Sınır Kenti Tiliura (I)”,
Archivum Anatolicum 11/1, 2017, s. 40.
1
3
8 ma-a-an-ma-[ká]n UN-aš-ma ku-iš-ki ŠA URULIM
9 A-NA LÚMEŠ [U]RUGa-aš-ga ku-iš-ki an-da dam-me-ik-ta-ri
10 ÉTUM [A?.Š]À?-kán QA-DU DAMMEŠ-ŠU-NU
11 DUMUMEŠ[-ŠU-N]U URU-ri še-er nu a-pé-e-ni-eš-šu-wa-an-da
12 UN[MEŠ] EGIR-an ša-an-hi-eš-ki-it-ten
13 ma-a[-an] šu-me-eš-ma LÚMEŠ URULIM ma-az-za-al-la-ša-du-wa-ri
14 ku[-it?]-ki šu-um-me-eš-kán ku-it ne-ia-ri
15 GU4[ HI].A UDUHI.A GIŠKIRI6 MEŠ KISLAH
16 d[a-m]a-a-iš ku-iš-ki har-ak-zi Ú-UL šu-m[e]-el
8 Ancak eğer kentten birisi veya
9 (başka) herhangi biri Kaškalara katıldığında(onlarla işbirliği yaptığında)
10 evi, tarlası, eşleri,
11 çocukları ile birlikte (ceza olarak) kentindir ve böyle
12 insanları (yakalayıncaya kadar) devamlı soruşturun!
13 Ancak eğer siz kentin adamları herhangi birine hoşgörülü davranırsanız
14 (bu ortaya çıktığında) sizlere ne olacak?
15-16 (fakat Tiliuralılar dışında) başka herhangi birinin sığırları, koyunları, bahçeleri ve harman yeri
mahvolursa (o zaman sorumluluk) sizin değildir.
Yukarıdaki belgede, III. Hattušili, Tiliura halkından olan ve olmayanlar arasında bir fark olduğunu
beyan etmiştir. Herhangi birisinin Kaškalara katılması durumunda, onun mal ve mülklerinin, bir ceza olarak,
Tiliura’ya kaldığını belirten kral, Tiliura halkı dışındaki kimselerin, harman yeri de dahil olmak üzere, mal
ve mülklerine bir zarar gelmesi durumunda, sorumluluğun Tiliuralılarda olmadığını belirtmiştir.
Mşt. 75/13 numaralı belge,6 kralın vasallara gönderdiği mektuplarla ilgili metinleri içermektedir.
Belgenin ilgili kısmının (Ay.) transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:7
11 [nu-u]š-ma-aš ma-ah-ha-an ka-a-aš
12 tu[p-p]í-an-za an-da ú-e-m[i-i]z-z[i]
13 nu I-NA URUKa-še-pu-u-ra
14 hu-it-ti-ia-at-ten
15 nu-uš-ša-an ma-a-an
6
7
Maşat Höyük’te bulunmuş olan çivi yazılı tabletler.
Sedat Alp, Hethitische Briefe aus Maşat-Höyük, Ankara 1991, s. 164-165.
4
16 hal-ki-e-eš a-ra-an-te-eš
17 na-aš-kán ar-ha wa-ar-aš-ten
18 na-aš-kán A-NA KISLAH pa-ra-a
19 ar-nu-ut-ten
20 na-aš LÚKÚR le-e [ ]
21 dam-me-iš-ha-a-iz-zi [ ]
11-12 Bu mektup size ulaşır ulaşmaz,
13-14 Kašepura’ya hareket edin.
15-16 Tahıllar olgunlaştığında,
17-18-19 hasat edilir ve harman yerine götürülür.
20-21 Düşmanın ona zarar vermesine izin vermeyin!
Yukarıdaki belge, Hitit krallarının ekonomiye ve tarımsal sistemin işlemesine verdiği önemi açıkça
göstermektedir. Öyle ki, kral, olgunlaşan, hasat edilen ve ardından harman yerine götürülen tahılların
korunmasını ve düşman tarafından herhangi bir kırıma uğratılmamasını istemiştir.
KUB 21.4 numaralı belge, II. Muwatalli ile Wiluša kralı Alakšandu arasında yapılan anlaşmayla ilgili bir
tarihi metindir. Belgenin ilgili kısmının (Ay.IV) transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:8
31 nu-kán ma-a-an zi-ik m[A-la-ak-ša-an-d]u-uš ki-i tup-pí-ia-aš
32 [A]-WA-TEMEŠ šar-ra-at-ti ku-it-kán ki-e-da-ni A-NA TUP-Pİ
33 ki-it-ta-ri nu-ut-ta ku-u-uš LI-IM DIN[GIRMEŠ] IŠ-TU SAG.DU-KA
34 DAM-KA DUMUMEŠ-KA KUR.KURMEŠ-KA URUDIDLI-HI.A-[KA] GIŠSAR.GEŠTIN-KA
35 KISLAH-KA A.ŠA A.GAR-KA GUDHI.A-KA UDUHI.[A-K]A QA-D[U MI]M-MU-KA-ia
36 ar-ha har-ni-in-kán-du nu-ut-ták-kán NUMUN-KA da-an-ku-ia-az
37 túg-na-az ar-ha har-ni-in-kán-du ma-a-an-ma ki-e A-WA-TEMEŠ
38 pa-ah-ha-aš-ti nu ku-u-uš ka-te-eš LI-IM DINGIRMEŠ DUTUŠI
39 mLa-ba-ar-na mNIR.GAL LUGAL GAL tu-ú-li-ia
40 hal-zi-ih-hu-un D[INGIR]MEŠ KUR URUHa-at-ti DINGIRM[EŠ U]RUU-lu-ša
41 DINGIRMEŠ URUPí-ha-aš-ša-aš-ši-iš ŠA SAG.DU [D]UTUŠI
8
Kitchen-Lawrence, a.g.e.,s. 562-563; Gary Beckman, Hittite Diplomatic Texts, Atlanta 1996, s. 87-88.
5
42 nu-ut-ta-kán QA-DU DAM-KA DUMUMEŠ-KA DUMU.[DUMUMEŠ-K]A
43 URUDIDLI-HI.A-KA KISLAH-KA GIŠSAR.GEŠTIN-K[A A.ŠA A.GAR-KA] GUDHI.A-KA
44 UDUHI.A-KA QA-DU MIM-MU-KA-ia aš-šu-[li pa-ah]-ša-an-ta-ru
45 nu-kán A-NA DU[TUŠI]ŠU-i an-da a-aš-[šu lu-ú-l]-a-ú
46 nu-kán A-NAD[UTUŠI ŠU]-i an-da mi-ia-[hu-wa-an-ta-a]h-hu-ut
31-32 Eğer sen, Alakšandu, bu tablette bulunan bu kaydın şartlarını ihlal edersen,
33 o zaman bu bin tanrı, seni yok etsin!
34 eşin, oğulların, toprakların, kasabaların, üzüm bağların,
35 harman yerlerin, tarlaların, sığırların ve sürülerin, diğer mülklerin ile birlikte.
36 ve senin torunların karanlık
37 dünyadan yok olup gitsin! Fakat sen bu şartlara uyarsan,
38 o zaman Güneşim,
39 Labarna’nın, büyük kral Muwatalli’nin,
40 bir araya topladığı bu bin tanrı, Wiluša tanrıları,
41 Güneşim için özel şimşeğin Fırtına tanrısı,
42 o zaman seni, eşin, oğulların, toprakların,
43 kasabaların, harman yerlerin, üzüm bağların, tarlaların, sığırların
44 ve sürülerin, diğer mülklerin ile birlikte, onlar iyi bir şekilde korusun!
45 sen Güneşimin elinde büyü/geliş!
46 ve sen Güneşimin elinde yaşlan/varlığını sürdür!
Yukarıdaki siyasi anlaşma metninde, Hitit kralı II. Muwatalli, Wiluša kralı Alakšandu’nun anlaşmaya
uymaması durumunda, harman yeri de dahil olmak üzere, bütün ailesi ve mülklerinin yok olmasını, ancak
anlaşmaya uyulması halinde ise, tanrıların, Alakšandu’nun –yine harman yeri de dahil olmak üzere- ailesi
ve mülklerini korumasını ifade etmiştir.
KBo 4.10 numaralı belge, Tarhuntašša krallarıyla yapılan anlaşmalar ile ilgili metindir. Belgenin ilgili
kısmının (Ay.) transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:9
Theo Van den Hout, Der Ulmitešup-Vertrag Eine Prosopographische Untersuchung, StBoT 38, Wiesbaden 1995, s.
42-45; Elena Devecchi, Trattati Internazionali Ittiti, Testi del Vicino Oriente Antico 4/4, Brescia 2015, s. 167.
9
6
5 nu ma-a-an zi-ik mUl-mi-DU-up-aš ke-e tup-pí-aš ud-da-a-ar na-aš-ma DUTUŠI MUNUS.LUGAL kat-tama DUMU DUTUŠ IAŠ-ŠUM ENUT-TI
6 Ú-UL pa-ah-ha-aš-ti ke-e-el-kán tup-pí-ia-aš ud-da-a-ar wa-ah-nu-ši nu-ut-ták-kán ku-u-uš LI-IM
DINGIRMEŠ QA-DU SAG.DU-KA
7 DAM-KA DUMUMEŠ-KA KUR-KA É-KA KISLAH-KA
UDUHI.A-KA MIM-MU-KA ar-ha har-ni-in-kán-du
SAR-KA A.ŠÀ A.GÀR-KA GUDMEŠ-KA
GIŠ
8 ma-a-an ke-e-el-ma tup-pí-aš ud-da-a-ar pa-ah-ha-aš-ti DUTUŠI MUNUS.LUGAL kat-ta DUMU DUTUŠ
I
AŠ-ŠUM ENUT-TI pa-ah-ha-aš-ti
9 DUTUŠI-za MUNUS.LUGAL kat-ta-ma-za DUMU DUTUŠI AŠ-ŠUM ENUT-TI i-la-li-iš-ki-ši nu-ut-ta ku-uuš NI-iš DINGIRMEŠ QA-DU SAG.DU-KA DAM-KA
10 DUMU˂MEŠ>-KA KUR-KA É-KA KISLAH-KA GIŠSAR-KA A.ŠÀ A.GÀR-KA GUDHI.A-KA UDUHI.AKA Ù QA-DU MIM-MU-KA SILIM-li pa-ah-ša-an-[t]a-ru
11 nu-kán A-NA ŠU DUTUŠI aš-šu-˹li˺ mi-hu-un-ta-ah-hu-ut
5 Ve eğer sen, Ulmitešup, tabletin veya Majestemin, kraliçenin, daha sonra hükümdar olacak oğlunun
sözlerini korumazsan (sözlerine saygı duymazsan) ve bu tabletin sözlerini değiştirirsen, bu bin tanrı, seni,
7 eşin, oğulların, ülken, evin, harman yerin, bahçen, ekili ve ekilmemiş toprağın, sığırların, koyunların ve
malın/mülkün ile tamamen yok etsin!
8 Ancak, bu tabletin sözlerini, majesteleri, kraliçeyi ve daha sonra majestelerinin oğlunu (hükümdarlığında)
koruyorsan ve
9 majestelerini, kraliçeyi, daha sonra da oğlunu hükümdarlıkta diliyorsan/istiyorsan, bu yemin tanrıları, seni,
eşin,
10 oğulların, ülken, evin, harman yerin, bahçen, ekili ve ekilmemiş toprağın, sığırların, koyunların ve
malın/mülkün ile tamamen korusun!
11 ve majestelerinin elinde güzelce yaşlansın!
Tarhuntašša kralları ile yapılan anlaşma, uzun süreli bir şekilde, barış, sükunet ve ekonomik üretimin
sürdürülmesinin amaçlandığı bir metindir. Ulmitešup’un kurallara uymaması halinde, harman yeri dahil
olmak üzere, bütün ailesi ve mülkünün yok olmasının belirtildiği bu belge, barış ve huzurun devam etmesi
durumunda, Tarhuntašša ülkesinin refah içerisinde olmasının hedeflendiği bir metindir.
KUB 1.1 numaralı belge, III. Hattušili’nin özrü ile ilgili tarihi bir metindir. Belgenin ilgili kısmının (Ay.IV)
transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:10
81 ku-iš-ma-kán xx zi-la-du-wa NUMUN mHa-at-tu-ši-li fPu-du-hé-pa
82 A-NA DIŠTAR ÌR-an-ni ar-ha da-a-i ŠA Éga-ru-pa-hi-aš-za
83 ez-za-an GIŠ-ru KISLAH ŠA DIŠTAR URUŠa-mu-ha i-la-li-ia-zi
Mary R. Bachvarova, “Relations between God and Man in the Hurro-Hittite Song of Release”, Journal of the
American Oriental Society, Vol.125, No.1, 2005, s. 53.
10
7
84 na-aš A-NA DIŠTAR URUŠa-mu-ha EN DI-NI-ŠU e-eš-du
85 ša-ah-ha-ni-ia-aš lu-uz-zi le-e ku-iš-ki e-ep-zi
81 Gelecekte Hattušili ve Puduhepa’nın çocuklarını
82 İštar’ın hizmetinden alan her kim olursa olsun
83 ya da kendisi için Šamuhalı İštar’ın tahıl ambarının samanını ya da harman yerinin bir tahta parçasını
istiyorsa,
84 Šamuhalı İštar’ın hukukuna aykırı davranır (muhalif olur),
85 kimse onları šahhan ve luzzi’ye almasın.
Yukarıdaki belgede, bir kimsenin, Šamuhalı İštar’ın kurallarına uygun olarak davranmaması, onun
ambarının samanından veya harman yerinin bir tahtasının parçasından istemesi durumunda, šahhan ve
luzzi’ye alınmayacağı belirtilmiştir.
KBo 50.280a numaralı metin, I. Arnuwanda’nın eyalet valileri için talimatları ile ilgili belgedir. Metnin
ilgili kısmının (Öy.II) transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:11
16 ha-ni-iš-šu-wa-ar-ma-kán ku-it a-wa-an kat-ta mu-um-mi-i-e-et-ta
17 na-at ku-ut-ta-aš a-wa-an ar-ha da-aš-kán-du na-aš-ta ša-ma-nu-uš
18 te-ek-ku-uš-nu-uš-kán-du nam-ma KISLAH ÉIN.NU.DA Éka-ri-im-mi
19 Étar-nu-ú-e-eš ŠA GIŠTIRHI.A GIŠMÚSAR GIŠKIRI6.GEŠTIN
20 SIG5-in ú-e-da-an-te-eš a-ša-an-du
16 Aşağı dökülen sıva,
17 düzenli olarak duvardan kaldırılsın ve temel taşları
18 ortaya çıkarılsın! Ayrıca harman yeri, samanlık, tapınak (ve)
19 meyve bağları, bahçeler ve üzüm bağları
20 iyice bakımlı olsun!
Yukarıdaki belgede, Hitit kralının kale kumandanına gönderdiği emirlerde, çeşitli eksikliklerin
giderilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bunlar arasında hasat edilmiş ürünlerin işlendiği harman yerinin
bakımlarının yapılması da bulunmaktadır.
KBo 1.11 numaralı belge, Uršu kuşatması metni ile ilgilidir. Belgenin ilgili kısmında (Öy.II), harman
yerinin lahni-maddesi ile doldurulduğu ve ardından harman yerinden bir öküz getirildiği belirtilmiştir:12
14 DUMUMEŠ la-ri-ia mla-ri-ia-aš hu-uš-ki-wa-an-te-eš ZA-MA-RA DZA.BA4.BA4 IZ-MU-RU
11
Jared L. Miller, Royal Hittite Instructions and Related Administrative Texts, Society of Biblical Literature, No: 31,
Atlanta 2013, s. 226-227; Sedat Alp, Hitit Çağında Anadolu, Ankara 2011, s. 79.
12
Jacqueline Marie Pringle, Hittite Kingship and Marriage, London 1993, s. 157-158.
8
15 KISLAH la-ah-ni-it še-hu-wa-en UR.TUR kur-zi-wa-ni-eš GUD.SAG.KISLAH
16 UB-LU-NIM LA ZI LA IT-BA-LU Pĺ-LA-QA UB-LU-NI GIHI.A IT-BA-LU KI-RA-AŠ-ŠÀ
17 UB-LU-NIM SAG.DUL IT-BA-LU ku-li-e-eš-šar MU.IM.MA mTu-ut-ha-li-ia
18 I-PU-UŠ I-NA-AN-NA AT-TA E-PU-UŠ KU-LA-Ú-TAM
14 Lariya ve Lariya’nın oğulları hareketsizken savaş tanrısı Zababa’nın şarkısını söylediler.
15 Harman yerini lahni13 ile tıkadık/doldurduk. Yavru köpekler başlık takıyor! Harman yerinden güçlü bir
öküz
16 getirdiler. Lazila’yı götürdüler. Bir mil getirdiler ve okları götürdüler. Bir saç tokası
17 getirdiler. Topuzu götürdüler. Geçen yıl Tudhaliya bir korkak gibi davrandı,
18 şimdi sen de öyle davranıyorsun!
Ekonomik Metinler ve Arazi Bağış Belgelerinde KISLAH ve Kullanımı
Hitit toplumunda, diğer eskiçağ toplumlarında olduğu gibi, iktisadi hayatın temel dayanağı tarım idi.
Toprağın verimliliği, krallığın başarısı ve ülkenin refah ve devamlılığı için çok önemliydi. Toprağın verimli
ve bereketli olması, tanrıları memnun etmenin de bir gereği idi. Ancak Hititlerin yerleştikleri Orta Anadolu
Bölgesi göz önüne alındığında, ekonomisi tarıma dayalı olan bir toplum için şartlar her zaman olumlu
olmayabiliyordu. Kuraklık, kıtlık, doğal afet, salgın vb. gibi felaketler, Hitit ekonomisini olumsuz yönde
etkiliyordu. Felaketlerde öncelikle tanrıların etkilenmesi kaçınılmazdı. Bu durumu, tanrılara yakarılan “veba
duaları” özetlemekteydi.14 Hitit ülkesinde toprağı verimli kılan da, toprağın bereketsiz olmasına sebep olan
da insanların tanrılara karşı davranışları, tanrıların da bu durum karşısında insanlara olan tepkileri idi.
KUB 38.32 numaralı belge, kült envanterleri ile ilgili metindir. Belgenin ilgili kısmında (Öy.), “zena
geldiği zaman, yılın sekizinci ayı …” tabiri geçmektedir. Bu belgeden, zena’nın hububat türündeki her çeşit
ürünün hasatının yapıldığı mevsim olduğu anlaşılmaktadır. Hitit ülkesinde, harman ve depolama işlemleri,
Ekim ayının sonuna kadar devam ederdi. Ayrıca sonbaharda kışlık ürünlerin ekim faaliyetleri başlar, tarlalar
güz arpasının ekimi için hazırlanırdı. Tohum atma ve toprağın sabanla sürülmesi işlemlerinden önce, tarlalar
yabani ot ve taşlardan temizlenirdi.15 Böylelikle tarımsal faaliyetler belirli bir düzen içerisinde
gerçekleştirilir ve ürünün en verimli şekilde üreticiye ulaşması amaçlanırdı.
Harman yerleri, Hitit ekonomik sistemindeki döngünün önemli bir parçası idi. Bir ürün, ekilip biçilir
ve sonra toplanıp harman yerlerine getirilirdi. Harman yerlerine getirilen ürünler, burada da birtakım
işlemlere tabi tutulurdu. Bu nedenle, harman yerlerinin düzenli ve temiz olmasına önem verilirdi. Aşağıda,
metinlerde yer alan KISLAH sözcüğünü, ekonomik açıdan ve arazi bağış belgeleri üzerinden inceleyeceğiz.
KBo 6.26 numaralı, Hitit yasaları ilgili bir metinde, harman yerinden söz edilmiştir. Belgenin ilgili kısmının
(Vs.) transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:16
Su ile karıştırılıp içilen bir madde.
Esma Reyhan, “Hititlerde Devlet Gelirleri, Depolama ve Yeniden Dağıtım”, Akademik Bakış, c.2, S.4, 2009, 163.
15
Gaye Şahinbaş Erginöz, “Hititlerin Astronomi Bilgisine ve Hitit Takvimine Bir Bakış”, Osmanlı Bilimi
Araştırmaları, 9/1-2, 2007-2008, s. 210.
16
Harry Angier Hoffner, The Laws of the Hittites, Documenta et Monumenta Orientis Antiqui, Vol.23, Leiden 1997,
s. 126; Johannes Friedrich, Die Hethitischen Gesetze, Documenta et Monumenta Orientis Antiqui, Vol.7, Leiden 1959,
13
14
9
6 ták-ku LÚ-aš ku-uš-ša-ni-i ti-ia-zi še-e-pa-an
7 iš-hi-an-za GIŠMAR.GÍD.DAHI.A e-ep-zi É.IN.N[U.DA]
8 iš-tap-pí KISLAH-an wa-ar-ši-ia-an-zi ITU.[3.KAM]
9 30 PA ŠE ku-uš-ša-ni-iš-ši-it MUNUS-za B[URU14-i]
10 ku-uš-ša-ni ti-ia-zi ŠA ITU.2.KAM ˹12˺ PA ŠE pa-a-i
6 Bir adam ekin demetlerini bağlamak,
7 onları nakil arabalarının üzerine koymak ve onları saman evine (ambara)
8 kapatmak (kilitlemek), harman yerini temizlemek için, ücret karşılığında işe girerse üç ay için
9 30 PA buğday; bir kadın ürün kaldırma işi için işe girerse,
10 iki ay için 12 PA buğday versin.
Yukarıdaki kanun maddesinde, elde edilen mahsulün demetler haline getirildiğini ve ardından nakil
arabalarına yerleştirilip, harman yerine taşındığını görmekteyiz. Daha sonra harman yerinin temizlenmesi
işinin belli bir ücret karşılığında yapıldığını görmekteyiz. Bütün bu işleri yapacak olan ve mevsimlik işçi
olarak görev alan işçilerden erkek kimseler, aylık 10 PA buğday, kadın ise aylık 6 Pa buğday alacaktır.
KUB 13.4 numaralı belge, rahipler ve tapınak personellerine verilen direktiflerle ilgili bir metindir. Belgenin
ilgili kısmının (Ay.IV) transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:17
12 an-da-ma ma-a-an hal-ki-in a-ni-ia-at-te-ni nu-uš-ma-aš ma-a-an LÚSANGA
13 A-NA NUMUN a-ni-ia-u-an-zi UN-an EGIR-an UL u-i-ia-zi šu-ma-a-ša-at
14 a-ni-ia-u-wa-an-zi ma-ni-ia-ah-hi nu me-ek-ki a-ni-ia-at-te-ni
15 A-NA LÚSANGA-ma-at pé-ra-an te-pu me-ma-at-te-ni na-aš-ma A.ŠÀ DINGIR-LÌ
16 mi-ia-an-za A.ŠÀ LÚAPIN.LÁ-ma-kán an-da har-kán-za nu-za A.ŠÀ DINGIR-LÌ šu-me-e-el
17 hal-zi-ia-at-te-ni šu-me-el-ma-za A.ŠÀ DINGIR-LI hal-zi-ia-at-te-ni
18 na-aš-ma hal-ki-uš ku-wa-pí šu-un-na-at-te-ni nu ták-ša-an šar-ra-an
19 me-ma-at-te-ni ták-ša-an šar-ra-an-ma-za-kán an-da ša-an-na-at-te-ni
20 nu-uš-ma-ša-an ú-wa-at-te-ni EGIR-zi-an ar-ha šar-ra-at-te-ni
21 ap-˂pé˃-zi-an-ma-aš iš-du-wa-a-ri na-an-kán UN-ši im-ma ta-a-it-te-ni UL-an-kán
22 DINGIR-LÌ-ni x ta-ia-at-te-ni nu-uš-ma-ša-at wa-aš-túl šu-me-el-ma-aš-kán
23 hal-ki-uš hu-u-ma-an-du-uš ar-ha da-an-˹zi˺ na-aš-kán DINGIRMEŠ-aš
24 [KISLA]HMEŠ-aš an-da iš-hu-wa-an-zi
25 an-da-ma ŠA KIS[LAH] GU4.APIN.LÁHI.A ku-i-e-˹eš˺ [har-t]e-ni nu ma-a-an GU4.APIN.LÁ
s. 72; İlknur Taş, “Hititlerde Ölçü Birimleri ve Bunların Hitit Metinlerinde Kullanımı Üzerine Bir Değerlendirme”,
Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, c.1, S.1, 2008, s. 77; Fiorelli Imparati, Hitit Yasaları, çev: Erendiz
Özbayoğlu, Ankara 1992, s. 148-151.
17
Aygül Süel, Hitit Kaynaklarında Tapınak Görevlileri ile İlgili Bir Direktif Metni, Ankara 1985, s. 76-81; Miller,
a.g.e., s. 262-263; Ada Taggar Cohen, Hittite Priesthood, Heidelberg 2006, s. 65-83.
10
26 uš-ni-ia-at-te-ni na-aš-ma-an-za-an-kán k[u-e]n-na-at-te-n[i]
27 na-an ar-ha e-ez-za-at-te-ni šu-ma-aš-ma-an-kán DINGIRMEŠ-aš ta-a-iš-te-ni
28 ma-ak-la-an-˹na-az˺-wa-ra-aš BA.ÚŠ na-aš-šu-wa-za du-wa-ar-ni-iš-ki-it
29 na-aš-šu-wa-ra-aš pár-aš-ta na-aš-ma-wa-ra-an GU4.NITA GUL-ah-ta
30 šu-ma-aš-ma-an ar-ha e-ez-za-at-te-ni EGIR-zi-an-ma-aš iš-du-wa-a-ri
31 nu a-pu-u-un GU4 šar-ni-ik-te-ni-pát ma-[a-an-m]a-aš UL-ma iš-du-wa-a-ri
32 nu DINGIR-LÌ-ni pa-it-te-ni ták-ku pár-ku-e[š-t]e-ni šu-me-el DLAMMA-KU-nu
33 ták-ku pa-ap-re-[eš-te-ni]-ma nu-uš-ma-ša-at SAG.DU-aš wa-aš-túl
12 Ayrıca hububatı ekeceğiniz zaman, eğer rahip size
13 tohum ekmek için arkadan bir insanı göndermezse siz
14 ekme işini (kendiniz) yönetin. (Eğer) çok ekerseniz,
15 fakat rahibin önünde az bildirirseniz ya da tanrının tarlası
16 verimli fakat çiftçinin tarlası verimsiz (ise) tanrının tarlasını sizin (ki olarak)
17 ilan ederseniz ya da kendi tarlanızı tanrının tarlası (olarak) ilan ederseniz
18 ya da siz hububatları teslim ettiğiniz zaman yarısını
19 bildirirseniz ve (diğer) yarısını gizlerseniz
20 ve bir araya gelir de arkadan (aranızda) bölüşürseniz
21 arkadan o meydana çıkarsa, onu ancak bir insandan çalarsanız
22 (fakat) tanrıdan çalamazsınız. O sizin için suç(tur) ve sizin
23 hububatlarınızın hepsini alırlar ve onları tanrıların
24 harman yerlerine boşaltırlar.
25 Ayrıca siz harman yerinin çift öküzlerini muhafaza ederseniz, eğer çift öküzünü
26 satarsanız ya da onu keserseniz
27 ve onu yiyip bitirirseniz ve siz onu tanrılardan çalarsanız (ve şöyle derseniz):
28 “O zayıflıktan öldü ya da o bacağını kırdı
29 ya da o kaçtı ya da ona (bir) boğa vurdu.”
30 Siz onu (böylece) yiyip bitirirseniz ve arkadan o meydana çıkarsa
31 o öküzün karşılığını ödeyeceksiniz. Eğer o meydana çıkmazsa
32 tanrıya gideceksiniz. Eğer suçlu iseniz sizin koruyucu tanrınız(dır).
33 Eğer suçlu iseniz sizin için ölüm cezası (verilir).
Yukarıdaki belge, hem ekonomik hem de dini bir içeriğe sahiptir. Çünkü Hititlerde tapınakların kendi
içerlerinde bir ekonomik düzeni mevcuttur. Belgede, öncelikle bir tohumun ekilmesi konusunda dikkat
edilmesi gereken hususlar belirtilmiştir. Bütün işlemler yapılırken öncelikle tanrıların gözetilmesi, onların
kurallarına aykırı davranılmaması gerektiği ifade edilmiştir. Ardından ekilen ürünün biçilmesi konusuna
değinilmiş, bu kısımda da ürünlerin tanrılardan çalınmaması hususu vurgulanmıştır. Bir kimse, eğer ki
tanrıların ürünlerini çalmaya kalkarsa, o bir suçtur ve tanrılar ceza olarak o kimsenin bütün hububatlarını
alıp, kendi harman yerlerine boşaltacaklardır. Yine harman yerinin bir çift öküzüne herhangi bir zarar
verilirse, onun karşılığı ödenmelidir. Aksi haldeki bir durumun cezası ise ölümdür. Belgede tanrıların da
harman yerlerinin olduğundan söz edilmiş, harman yerlerindeki öküzün alınıp, teslim edilmemesi
durumunda cezanın ölüm olacağı belirtilmiştir.
11
Bo 90.722 numaralı metin, arazi bağış belgeleri ile ilgilidir. Belgede, mücadeleye sahne olan tarlanın,
harman yerinin arkasında olduğu belirtilmiştir. Metnin ilgili kısmının (Öy.) transkripsiyonu ve tercümesi şu
şekildedir:18
17 I-NA MU VKAM mHa-at-tu-ši-li mKi-si-ma-pí-il5
18 ˹mHi˺-lu-u-ma mNa-ak-ki-li-it ù Tah-ru-wa-i-li
19 ˹aš-šum˺ xx IKU A.ŠÀ EGIR KIS˹LAH˺ it-bu-ú-ma it-ti I+na-ar
20 it-ta-as-ba-tu ˹um˺-ma šu-nu-ma xx ka-pu-nu A.ŠÀ A-BI LUGAL id-di-na-ak-kum
21 ù xx IKU A.ŠÀ EGIR KISLAH Ù-UL id-di-˂na-˃ak-kum I-NA URUHa-at-tiKI
22 A-NA pa-ni LUGAL.GAL iz-zi-zu-ma LUGAL.GAL V LÚMEŠ an-nu-ut-tim
23 ap-pu-na-ma uk-ta-aš-ši-id-sù-nu-ti ù xxx ka-pu-nu A.ŠÀ
24 iš-ši-ma A-NA I+na-ar-ma ú-˹te˺-er id-di-in
17 Beşinci yılda Hattušili, Kisimapil,
18 Hiluma, Nakkilit ve Tahruwaili
19 harman yerinin arkasındaki 20 IKU-tarlası için mücadele ederek
20 Inar aleyhine dava açtı. Şöyle (dediler): Kralın babası size 30 Kapunu-araziyi verdi,
21 ama harman yerinin arkasındaki 20 IKU-tarlayı size vermedi. Hattuša’da
22 Büyük Kralın huzurunda yargılandılar ama Büyük Kral bu beş adamı
23 tekrar geri çevirdi ve 30 Kapunu-araziyi
24 alıp, tekrar Inar’a verdi.
Bo 90.732 numaralı arazi bağışı ile ilgili bir metinde, harman yerinin prense ait olduğunu ve Büyük
Kral tarafından Prens Labarna’ya verildiğini görmekteyiz. Metnin ilgili kısmının (Ay.) transkripsiyonu ve
tercümesi şu şekildedir:19
57 XI ˹ka˺-pu-nu XXVII IKU A.ŠÀ I ½ IKU ˹GIŠTIR˺ V ½ IKU GIŠ˹MÚ.SAR˺
58 KISLAH ˹ŠA˺ DUMU.LUGAL XXIV ka-pu-nu A.ŠÀ ˹ŠA˺ ˹LÚ˺.MEŠAPIN.L[Á] I-NA URUHa-an-ti-še-ezzu-wa
59 XIII ka-pu-nu XX IKU A.ŠÀ KISLAH ˹ŠA˺ DUMU.LUGAL IV ka-pu-nu X IKU A.ŠÀ SIG5
60 XXXI ka-pu-nu XXV IKU A.ŠÀ ŠA HUR.˹SAG ŠA˺ ˹LÚ˺.MEŠAPIN.LÁ
61 ˹I˺-NA URUHu-uz-zi-ma-ra KUR URU˹Ta˺-a-˹pí-ik˺-kaKI
62 ŠA mHa-ap-pu-wa-aš-šu GAL DUMUMEŠ É.GAL A-NA DUMUMEŠ-šu ša-a-ra-aš
Christel Rüster-Gernot Wilhelm, Landschenkungsurkunden Hethitischer Könige, StBoTB 4, Harrassowitz Verlag,
Wiesbaden 2012, s. 92-93.
19
Rüster-Wilhelm, a.g.e., s. 146-147.
18
12
63 LUGAL.GAL iš-ši-ma A-NA la-ba-ar-na DUMU.LUGAL id-di-in
57 11 kapunu 27 IKU arazi, 1 ½ IKU ağaçlık, 5 ½ sebze bahçesi,
58 prensin harman yeri, Hantišezzuwa’daki çiftçilerin/köylülerin 24 kapunu-arazisi,
59 13 kapunu 20 IKU arazi, prensin harman yeri, 4 kapunu 10 IKU iyi tarım arazisi,
60 çiftçilerin/köylülerin dağındaki 31 kapunu 27 IKU arazi,
61 Huzzimara’da Tapikka diyarında (ki orası),
62 saray hizmetkarları şefi Happuwaššu’nun oğullarından ayrıldığı (yeri),
63 Büyük Kral alıp, prens Labarna’ya verdi.
KBo 32.184 numaralı metin, arazi bağış belgeleri ile ilgilidir. Metnin ilgili kısmında (Öy.), harman
yeri için bir araziden bahsedilmektedir. İlgili kısmın transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:20
20 ˹qa-qa-ra˺-at KISLAH ŠA mZa-˹pí-ri˺ [
20 Zapiri’nin harman yeri arazisi/arsası.
Yukarıdaki metnin devamında (Ay.), Anzara’da kaçak bir zanaatkarın sahip olduğu şeyler arasında 3
harman yeri arsası da bulunmaktadır. İlgili kısmın transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:21
8 [II+?]I qa-qa-ra-˹at˺ GIŠMÚ.[S]AR III qa-qa-ra-at KISLAH III qa-q[a-ra-at É-tim]
9 ŠA ˹LÚ˺ GIŠTUKUL hal!-ki-im I-NA URUA-an-za-ra[ ]
8 3 sebze bahçesi arsası, 3 harman yeri arsası, 3 ev arsası,
9 (onlar) Anzara’da kaçak bir zanaatkara ait.
VAT 7463 numaralı, arazi bağış belgeleri ile ilgili bir metinde, harman yerinin saraya ait olduğunu
görmekteyiz. Belgenin ilgili kısmının (Öy.) transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:22
14 ˹xx˺ ka-pu-nu ˹A.ŠÀ˺ III k[a-p]u-nu XV IKU Ú.SAL-lu[m]
15 ˹V˺? IKU GIŠMÚ.SAR I GIŠ˹sī˺-hu KISLAH ŠA É.GAL-lim
14 20 Kapunu-arazi,3 Kapunu 15 IKU çayır,
15 5 IKU sebze bahçesi, 1 GIŠsīhu sarayın harman yeri.
KBo 5.7 numaralı belge, Arnuwanda ve Ašmunikal’in, tapınak hizmetçisi bir kadın olan Kuwatalla’ya
toprak bağışı ile ilgili metindir. Belgenin ilgili kısımlarının transkripsiyonları ve tercümeleri şu şekildedir:23
Öy.
Rüster-Wilhelm, a.g.e., s. 176-177.
Rüster-Wilhelm, a.g.e., s. 177-178.
22
Rüster-Wilhelm, a.g.e., s. 102-103.
23
Rüster-Wilhelm, a.g.e., s. 231-237; Nazan Özdemir, Hititçe Çiviyazılı Kaynaklara Göre Kraliçe Ašmunikal
(Yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Ankara 2018, s. 115-129.
20
21
13
26 [
]x É mŠu-up-pí-lu-li-[u-m]a an-da-an II ÉTU[M x+]III ˹LÚ˺ IV [DUMU.NITA]
27 [ LÚMEŠ GI]Š[TU]KUL I
SAG.GÉME].ARADMEŠ
LÚ
AŠGAB I
LÚ
ÙMMEDA [ANŠE].KUR.RAHI.A LÚ MUNUS DUMU[ ]x[
28 [ ]ŠÀ.BA I ka-pu-nu III ½ I[KU A.Š]À I-NA KASKAL URUU-wa-a[h-šu- pa-an-t]a Z[AG-az]
29 [ ka-pu]-nu XIV IKU A.ŠÀ ŠA ˹Ú.SALLIM˺ [x IK]U A.ŠÀ ˹I-NA˺ KASKAL URULu-u[h-hu-uš]-ša-an[di-ia]? 30 [ KAS]KAL É GIŠGIGIR KIS[LAH
]x[ GIŠM]Ú.SAR ˹na˺-[a]š-t[a an-d]a VI GIŠa-[ ]x
26 [ … ] Šuppiluli[uma]’nın mülkü içinde 2 mül[k …]3 adam, 4 [ erkek çocuk]
27 [ … za]naatkarlar, 1 deri işçisi, 1 [at] bakıcısı/tavlacı, adam(lar), kadın(lar), çocuk(lar) [ … ] … [ …
hizmet]çiler
28 [ … ] bundan Uw[ahšupant]a kentine sa[ğdan] (giden) yolda 1 kapunu- 3 buçuk I[KU tar]la
29 Lu[hhuš]an[diya] kentine (giden) yolda çayırın (yanında) [ …kapu]nu- 14 IKU tarla, [ … IK]U tarla
30 [ … yo]l, ev, araba, harman [yeri …] … [ … ba]hçe/bostan [için]de 6 [ … ] …
Ay.
7 [x k]a-˹pu˺-nu A.ŠÀ II IKU GIŠKIRI6.GEŠTIN ha-ta-a[n-ti-ia-aš I-N]A URUA-ša-a ÉHI.A mKu-uk-ku-u[š INA URUH]u-ur-ma
8 [x k]a-pu-˹nu˺ HUR.SAG IŠ-TU É MUNUS.LUGAL-kán ˹šar˺-r[a-an x IK]U A.ŠÀ ŠÀ.BA II IKU A.ŠÀ
PA-NI [ ]x-ta
9 [x I]KU A.ŠÀ [E]GIR GIŠTIR II ½ IKU A.ŠÀ IŠ-TU [ -n]a-aš-kán ša-ra-a XII IKU A.ŠÀ HA.LA ˹m˺[
KISLAH
10 [x] ½ IKU
pé]-˹e˺-da-an
TIR ŠA LÚ
GIŠ
GIŠ
TUKUL
LÚ
KUŠ7.GUŠKIN x[ ]x I-NA
URU
]
Zu-na-ú-li-ia ú-e-ši-i[a-u-wa-aš
11 [EGI]R? HUR.SAG ta-lu-ga-aš-ti III ME LXXXVIII gi-pé-eš-šar DAGAL-ŠU-ma I ME LIII gi-pé-eššar
7 [ … k]apunu- tarla, 2 IKU bağ ile Aša kentindeki ku[rak arazi]; Kukku’nun mülkü … [H]urma kent[inde]
8 [ … k]apunu- dağ(lık arazi), kraliçe mülkünden ayrılmış; … IKU tarla, bundan 2 IKU tarla … önünde [
…]
9 ormanın arkasında [… I]KU tarla, 2 buçuk IKU tarla [ … ]dan ayrılmış, [ … ’nin] payı (olarak) 12 IKU
tarla, (bir) harman yeri,
10 [ … ] yarım IKU zanaatkarın ormanı, altın saray görevlisinin [ … ]Zunauliya kentindeki otlak yeri
11 [dağ(lık arazinin) arkasında, 388 gipeššar uzunluğunda, onun genişliği ise 153 gipeššar’(dır).
Ay.
17 [I+]V ka-pu-nu IV IKU VIII gi-pé-eš-šar ˹HUR˺.[SAG III?T]A-PAL ÉHI.A III KISLA[H] ˹QA-DU˺
É.IN.NU.DA
18 VII URUDIDLI.HI.A URUWa-aš-˹ti˺-iš-ša-aš UR[U ] URUÚ-lu-wa-an-ta-aš URU˹Šum˺-ma-an-za-na-aš
14
19 URUKa-a-pa-nu-wa-an-ta-aš URUA-š[a-a-aš
DUB.SAR.GIŠ ŠA É LÚMUHALDIM
URU
Zu-na-ú]-˹li˺-ia-aš
É
Šu-up-pí-lu-li-u-ma
m
17 6 kapunu- 4 IKU 8 gipeššar [dağlık(arazi); 3] çift mülk: 3 harman yeri ile samanlık.
18 7 yerleşim yeri: Waštišša, [ … ], Uluwanta, Šummanzana,
19 Kapanuwanta, Aš[a, Zunaul]iya; aşçı evinin tahta tablet katibi Šuppiluliuma’nın mülkü.
Ay.
26 VIII IKU A.ŠÀ ŠÀ.BA VI ½ IKU VI gi-pé-eš-šar ˂A.ŠÀ˃ I IKU V gi-pé-eš-šar KISLAH QA-DU
˹É˺.IN.NU.DA
27 É mHa-an-ta-pí DUMU.É.GAL ˹UGULA LÚ.MEŠUŠ˺.BAR ŠA É A-BI DUTUŠI I-NA É URUPár-kal-la
26 8 IKU tarla, bundan 6 buçuk IKU 6 gipeššar ˂tarla˃, 1 IKU 5 gipeššar harman yeri ile samanlık.
27 Parkalla kentindeki evde Güneşimin babasının evinin dokumacılarının başı, saray oğlanı Hantapi’nin
mülkü.
Arnuwanda ve Ašmunikal’in, bu kadar geniş çaplı bağışı bir tek kişiye yapmaları dikkat çekicidir.
Bağışlanan yerler arasında harman yerleri de yer almaktadır. Metinde, harman yerlerinin hem sayıları hem
de büyüklükleri hakkında bilgiler verilmiştir.
Dini ve Mitolojik Metinler ve Kült Envanter Metinlerinde KISLAH ve Kullanımı
Hititçe çivi yazılı belgelerde, harman bayramının kutlandığını metinlerden öğreniriz. Ayrıca harman
yeri, kralın bayram kutlaması esnasında kullandığı bir alan olup, mitolojik metinlerde de karşımıza
çıkmıştır. Kült envanter metinlerinde sıklıkla karşımıza çıkan harman yerleri, tapınaklara gelir getirmesi
için de kullanılırdı. Aşağıda bunlarla ilgili metinleri ele alıp, çeşitli değerlendirmeler yapacağız.
KUB 20.19 numaralı belge, Daha Dağı ve Zippalanda ile ilgili bir bayram metnidir. Belgenin ilgili kısmının
(Öy.III) transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:24
1 LÚ DIM MUNUS DIM MUNUSpal-wa-tal-la-aš
2 LÚ.MEŠZI-IT-TI LÚ.MEŠha-az-zi-ú-i-aš
3 hu-u-ma-an-zapí-ra-an hu-u-wa-a-˂i˃
4 LUGAL-uš KISLAH-ni a-ri II-e ir-ha-a-iz-zi
5 DŠe-pu-ru-ú DTe-li-pí-nu-ú GIŠ DINANNA.TUR˂SÌR˃RU
1 Fırtına Tanrısı rahibi Fırtına Tanrısı rahibesi, bayan palwatalla-,
2 ZITTI-adamları (ve) hazziwi-adamları
3 hepsi (kralın) önünde koşarlar.
24
Enrico Badali, Strumenti Musici e Musica Nella Celebrazione Delle Feste Ittite, THeth 14/1, Heidelberg 1991, s.
247; Müzeyyen Karataş, Hitit Bayram Törenlerinde Yer Alan Bazı Görevliler (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi),
Ankara 2007, s. 124-125.
15
4 Kral, harman yerine varır.
5 Tanrı Šepuru (ve) Tanrı Telipinu (için) sırasıyla 2 kez kurban sunulur. Küçük INANNA-enstrümanı
çalınır.
Yukarıdaki belgede, bir bayramın gerçekleştirildiği sahne belirtilmiştir. Kralın önünden koşan
kimselerin ardından, kral harman yerine varmaktadır. Sonrasında ise, tanrılar için kurban sunumu
gerçekleştirilmekte ve çalgı aleti çalınmaktadır.
KBo 3.7 numaralı belge, İlluyanka mitosu ile ilgili metindir. Belgenin ilgili kısmının (Ay.IV)
transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:25
18 ku-i-ta [(DZa-li-nu-i)]-ša-aš DAM-SÚ
19 DTa-[(a-az-zu-ṷa-ši-i)]š ša-ša-an-za
20 ki-[(e III LÚMEŠI-N)]A URUTa-ni-pí-ia
21 a-[(ša-an-zi)]
22 nu a-ap-pa pa-ra-a-pát I-NA URUTa-ni-pí-ia
23 A.ŠÀ ku-e-ra-aš LUGAL-wa-az pí-ia-an-za
24 VI ka-pu-nu A.ŠÀ I ka-pu-u-nu GIŠKIRI6.GE[ŠTIN]
25 ÉTIM Ù KISLAH III ÉHI.A SAG.GÉME.ARA[DMEŠ]
26 [I-NA] TUP-PÍ-ma e-eš-zi am-mu-ug-ga
27 I[NIM?-n]a-aš na-ah-ha-a-an
28 nu [(k)]i-i me-ma-ah-hu-un
18 Tanrı Zaliyanu’nun eşi
19 Tanrı Tazzuwaši’nin cariyesi olduğundan
20 bu üç kişi Tanipiya şehrinde
21 kalırlar
22 ve daha sonra Tanipiya şehrinde
23 kral tarafından arazi verilir.
24 6 kapunu ölçüsünde bir tarla, bir kapunu ölçüsüne bağ,
25 ev ve harman yeri, hizmetkarlar için üç ev
26 ama bir tablete kaydedilir. Ben
27 bu meseleye karşı saygılıyım
25
E. Rieken, hethiter.net/: CTH 321, 2009 (Portal Mainz).
16
28 ve bu meseleyi konuştum.
Yukarıdaki belgede, kral tarafından verilen yerler arasında harman yeri de bulunmaktadır. Bunların bir
tablete kaydedildiği de belirtilmiştir.
KBo 2.8 numaralı belge, kült envanterleri ile ilgilidir. Belgenin ilgili kısmının (Öy.I) transkripsiyonu
ve tercümesi şu şekildedir:26
14 ˹5˺ EZEN4HI.A 1 EZEN4 har-pa-aš 1 EZEN4 ŠE12 har-pí-ia 1 ˹EZEN4˺[
15 1 EZEN4 le-e-la-aš 1 EZEN4 URUDUŠU.KIN tar-nu-um-ma-aš har[r-
x[
16 an-na-al-li-iš ˹EZEN4˺HI.A
17 ma-a-an DINGIRLUM GI6-ŠI x ˹URU˺˹Pár˺-na-aš-ša EZEN4 har-pa-aš[
18 DÙ-zi IŠ-TU É.GAL KISLAH 1 PA ZĺZ 1 PA ŠE MUNUSAMA[.DINGIRLIM
19 up-pí-iš MUNUSAMA.DINGIRLIM MUNUS.MEŠha-˹az˺-zi-wi-ia pé-eš-k[ir
14 5 bayram: 1 harman/tahıl/ekin yığma bayramı, 1 harpiya-kış bayramı, 1 ….bayramı,
15 1 lila- bayramı, 1 orak kullanma bayramı ….….
16 (Bunlar) eski bayramlardır.
17 Gece tanrısı için kutladıklarında ….Parnašša’nın harman bayramı …..
18 Šiwanzanna-rahibesi, sarayın harman yerinden 1 PARISU (ölçü) buğday ve 1 PARISU (ölçü) tahıl getirdi.
19 Šiwanzanna-rahibesi ve Hazziwi-kadınları (onları) teslim ederdi.
Yukarıdaki belgede hem harman yerinden hem de harman/tahıl bayramından bahsedilmiştir. Harman
bayramının eski bir bayram olduğunun belirtildiği metinde, ayrıca Parnašša kentinin harman bayramından
da söz edilmiş, saraya ait olan harman yerinden belli ölçülerde buğday ve tahıl getirildiği de belirtilmiştir.
KUB 40.2 numaralı belge, İšhara kültü ile ilgili metindir. Tanrıça İšhara’nın Hitit tarım faaliyetlerinde
rol aldığını, çeşitli arazilerin, harman yerlerinin ve bahçelerin kullanıldığını gösteren bu belgenin ilgili
kısmının (Öy.) transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:27
26 IŠ-TU A.ŠÀ A.GÀR KISLAH GIŠKIRI6 URUI-pí-a-ra[ IŠ-TU A.ŠÀ A.GÀR KISLAH GIŠKIRI6 URU …
]
27 IŠ-TU A.ŠÀ A.GÀR KISLAH GIŠKIRI6URUI-iz-zi-x[ IŠ-TU A.ŠÀ A.GÀR KISLAH GIŠKIRI6 HUR.SAGi]
28 URUMar-ga-a-na ŠA LÚNU.GIŠKIRI6 URUÚ-bar-ba-aš[-ša IŠ-TU A.ŠÀ A.GÀR KISLAH GIŠMÚ.ŠAR]
29 GIŠKIRI6 GEŠTIN HUR.SAG-i URUKu-un-ni-ia-ra ŠA LÚNU.GIŠKIRI6URU ]
30 URUHu-u-la-aš-ša URUTar-ša ma-a-ni-in-ku-wa-an URU[… IŠ-TU A.ŠÀ A.GÀR]
26
Joost Hazenbos, The Organization of the Anatolian Local Cults during the Thirteenth Century B.C., Cuneiform
Monographs 21, Leiden 2003, s. 132-137.
27
Leyla Murat, “Goddess İšhara”, Tarih Araştırmaları Dergisi, S.45, Ankara 2009, s. 162-163.
17
31 KISLAH GIŠKIRI6 GEŠTIN URULu-ú-pu-ru-na URULa-ak-ki-iš-[
URU
]
26 Ekili ve ekilmemiş toprakları, harman yeri ve bahçe arazisiyle birlikte; Ipiara kenti, ekili ve ekilmemiş
toprakları ve bahçe arazisi; … kenti
27 Ekili ve ekilmemiş toprakları, harman yeri ve bahçe arazisiyle birlikte; Izzi kenti, ekili ve ekilmemiş
toprakları, harman yeri ve bahçe arazisi ile birlikte ….dağlarda.
28 Margana kenti bahçıvana aittir. Ubarbašša kenti, ekili ve ekilmemiş toprakları ile birlikte, harman yeri
ve bahçe arazisi
29 ve üzüm bağları ile birlikte. Dağlardaki Kunniyara kenti bahçıvana aittir; …..kenti
30 Tarša yakınındaki Hulašša kenti ve …kenti ekili ve ekilmemiş arazisiyle ile birlikte
31 harman yeri ve bahçe arazisi ile birlikte; Lupuruna, Lakkiš ve ….kentleri …
Yukarıdaki belgede, İšhara dağında yapılan bir tapınak için ve tapınağa gelir getirmesi amacıyla birçok
bölgenin toprakları, bahçeleri ve harman yerlerinin bu amaçla kullanılacağı ifade edilmiştir.
KBo 12.53 belge, kült envanter metnidir. Belgenin ilgili kısmının (Öy.) transkripsiyonu ve tercümesi
şu şekildedir:28
10 I-NA URU⸢ki⸣-pí-it-ta A-NA DUTU-AŠ⸢D⸣[UTU-ŠI] ki-i ME-iš 1 É-TUM ŠÀ 10 ⸢NAM⸣.RAMEŠ[…]
11 ⸢ŠA É⸣ mLa-ba-ar-na LÚMEŠ UR[Ux-x-x]-x-na min-na-ra-u-wa-a!-aš pa-a-i 4 GU4.APIN.LÁ […]
12 ⸢70?⸣ U[DUHI.A] ŠA URUUš-ha-ni-ia GAM-[an h]a-ma-an-kán-zi 1 ME UDUHI.A ŠA LÚMEŠ MUN […]
13 20 U[Z6] mPí-ha-na-na-ia-aš KUR-e-za pa-a-i GIŠTUKUL DÙ-an-zi 15 NUMUN KISLAH DÙ-z[i]
10 Majesteleri, Kipitta şehrinde, Güneş Tanrısı için şunları kurdu: 1 ev, Labarna evine ait 10 NAM.RA’dan
oluşan,
11 …şehrinin adamları, Innarauwa (onları) sağlar. 4 saban ineği …
12 Ušhaniya kentinin (katkısı olarak) 70 koyun. Tuz adamların 100 koyunu …
13 Pihananaya, ülkeden 20 koyun sağlar. Onlar TUKUL-hizmetini yerine getirir. Harman yeri, 15 (PARĪSUölçü) tohum üretir.
Öy.29
25 [URU?Tá]g?-ga-še-ba-at-kán EGIR-pa-an 2 ⸢É⸣-TUM 20 NAM.RAMEŠ LÚMEŠ URUKa-za-a-ha
26 ⸢LÚMEŠ⸣ mda-du-u-i-li? LÚMEŠ ú-pa-ti-aš ŠU.NÍGIN 16 É-TUM ŠÀ 1 ME ŠU-ŠI NAM.RAMEŠ
27 DUTU-ŠI EGIR-pa-an-da pa-a-iš[ G]U4ÁB 4 ME UDUHI.A ŠÀ 1 ME 20 UZ6 GIŠTUKUL DÙ-zi
28 1 ME 50 NUMUN KISLAH DÙ-zi
28
Michele Cammarosano, Hittite Local Cults, SBL Press, Atlanta 2018, s. 276-277; Alfonso Archi-Horst Klengel,
“Ein Hethitischer Text über die Reorganisation des Kultes”, Altorientalische Forschungen 7, 1980, s. 143-147.
29
Cammarosano, a.g.e., s. 278-279; Archi-Klengel, a.g.m., s. 144-148.
18
25 Taggašeba kenti, 2 ev, 20 NAM.RA, Kazaha kentinin adamları,
26 Daduili’nin adamları, ubati-adamları(ndan oluşur). Toplam: Majesteleri, ek olarak, 160 NAM.RA’dan
oluşan 16 ev sağladı.
27 120 keçi dahil, inek ve 400 koyun sağlanır. Onlar TUKUL-hizmetini yerine getirir.
28 Harman yeri, 150 (PARĪSU-ölçü) tohum üretir.
Vs.30
36 [I-NA UR]UTe-ni-zi-da-ša A-NA Dpí-ir-wa DUTU-ŠI ki-i ME-iš 4 É-TUM [ŠÀ 40? NAM.RAMEŠ]
37 [LÚ].MEŠSIPA ANŠE.KUR.RA 4 GU4 30 UDU LUGAL KUR URUTu-um-ma-na pa-a-i 30 PA [NUMUN
KISLAH DÙ-zi]
38 [I-NA] URUBAD-da-ni-ia-ša A-NA Dpí-ir-wa DUTU-ŠI ki-i da-a-iš 1 É-[TUM ŠÀ 10 NAM.RAMEŠ]
39 [L]ÚMEŠ URUŠar-ma-an-za-na-aš 2 É-TUM ŠÀ 20 NAM.RAMEŠ LÚ.[M]EŠ da-ha-ri-l[i-eš? ]
40 [1] ⸢É-TUM⸣ ŠÀ NAM.RAMEŠ LÚSANGA an-na-al-la-aš ŠU.NÍGIN 4 É-TUM ŠÀ ⸢40⸣ [NAM.RAMEŠ]
41 [ GU4] 20 UDUHI.A LUGAL KUR URUTu-um-ma-na pa-a-i 30 PA NUMUN KISLAH DÙ-z[i]
36 Tenizidaša şehrinde, Tanrı Pirwa için, Majesteleri şunları kurdu: 40 NAM.RA’dan oluşan 4 ev,
37 at çobanları. Tumanna ülkesinin kralı 4 sığır (ve) 30 koyun sağlar. Harman yeri, 30 PARĪSU-ölçü tohum
üretir.
38 Piddaniyaša kentinde,Tanrı Pirwa için, majesteleri şunları kurdu: 1 ev, 10 NAMRA’dan,
39 Šarmanzana-adamlarından oluşan. 2 ev, 20 NAM.RA’dan, daharili-adamlarından oluşan.
40 Eskiden beri yerinde olan, rahip(e ait) 10 NAM.RA’dan oluşan bir ev. Toplam: 4 ev, 40 NAM.RA’dan
oluşan.
41 Tumanna ülkesinin kralı, sığır (ve) 20 inek sağlar. Harman yeri, 30 PARĪSU-ölçü tohum üretir.
Yukarıdaki belgelerde, kral tarafından tanrılar için çeşitli şehirlerde evler kurulduğu, buralardaki
ekonomik düzen için belli sayılarda kimselerin ve çeşitli hayvanların sağlandığı belirtilmiştir. Ayrıca,
harman yerlerinin de belli miktarlarda ürün verdiği ifade edilmiştir.
KUB 55.14 kült envanter metnidir. Metinde, buğdayın düzenli olarak harman yerine teslim edildiği
belirtilmiştir. Belgenin ilgili kısımının (Rs.) transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:31
11 [x? Z]ÍZ KISLAH[-n]i SUM-zi GEŠTIN-ma URUTi-i-ú-ra-az
[
11 (O) … buğdayını düzenli olarak harman yerine teslim eder. Tiura kentinden şarap ….
30
Cammarosano, a.g.e.,s. 280-281; Archi-Klengel, a.g.m., s. 144-148; Adam Kryszen, A Historical Geography of the
Hittite Heartland, Alter Orient und Altes Testament, Band 437, Münster 2016, s. 377-380.
31
Hazenbos, a.g.e., s. 95-97.
19
KBo 45.179 numaralı belge, kült envanterleri ile ilgili metindir. Belgenin ilgili kısmında (Öy.II) harman
yerinin çiftçilere ait olduğunu görmekteyiz:32
4 KISLAH ŠA LÚ.MEŠAPIN.LAL
4 Çiftçilerin harman yeri.
KUB 57.108 numaralı belge, kült envanterleri ile ilgili metinleri kapsar. Belge, Hitit krallarının, çeşitli
bölgelerdeki tanrılar için yaptığı düzenlemeleri içermektedir. Metnin ilgili kısmının (Öy.II) transkripsiyonu
ve tercüme şu şekildedir:33
18 I-NA URUÚ-da-a DŠa-ah-ha-ša-˹ra˺-a DU x x [
] ˹D˺UTUŠI-ma-kán k[i-i da-iš]
19 1 GUD ŠA HUR.SAGŠa-ar-pa URULUM pé-eš-ki-˹iz˺-zi[
20 9 UDU ŠÀ.BA 3 UDU HUR.SAGŠar-pa 6 UDU URULUM pé-eš-ki-i[z-zi
21 18 PA 3 BÁN ZĺZ ŠE ŠÀ.BA 13 PA ZĺZ ŠE ŠA KISLAH LA-RI[(-)?
22 ˹x˺ ˹PA˺ ZÌ.DA HUR.SAGŠa-ar-pa ˹ku˺-i-e-eš URU x x[
23 [ku?-]u-uš pé-eš-kán-zi 3 LÚ.MEŠEN T[U7?
18 Uda kasabasında: Šahhašaraš, Fırtına Tanrısı, …. Majesteleri şu şeyleri yaptı:
19 Kasabanın düzenli olarak teslim ettiği Šapra (dağının) 1 öküzü
20 9 koyun, 3’ü Šarpa (dağı)ndan (ve) kasabanın düzenli olarak verdiği 6 koyun
21 18 PARISU (ölçü) (ve) 3 SŪTU buğday (ve) mısır, harman yerinin 13 PARISU (ölçüsünde) mısır (ve)
buğdayı ….
22 x PARISU (ölçü) Šarpa (dağın)nın unu. Kasabadaki insanlar ….
23 Bunları? düzenli olarak teslim edecekler. 3 mutfak personeli?
Yukarıdaki belgede, kralın tanrılar için yaptığı çeşitli düzenlemeler arasında harman yerindeki
ürünlerin de planlaması yer almaktadır. Metinde bahsi geçen ve harman yerinde bulunan buğday ve mısırın
miktarları hakkında da bilgiler verilmiştir.
Bo 6588 numaralı kült envanter metninde, harman yerinin kral ile birlikte; yine KBo 13.234 numaralı
kült envanter belgesinde ise, harman yerinin sunu yapılan içkilerle ile birlikte geçtiğini görmekteyiz.
Yukarıdaki belgelerin dışında, KBo 21.109 numaralı belge, Tiššaruliya-kadınlarının Hatti şarkıları ile
ilgili metindir. Belgede, Tiššaruliya-kadınlarının harman yerine geldiklerinde bir şarkı söyledikleri
görülmektedir. Belgenin ilgili kısmının (Öy.II) transkripsiyonu ve tercümesi şu şekildedir:34
15 ….. nu MUNUSMEŠ URUTi-iš-ša-ru-li-ia
16 ki-i SÌR SÌRRU
René Lebrun, Samuha Foyer Religieux de L’Empire Hittite, 1976, s. 221.
Hazenbos, a.g.e., s. 104-106.
34
Jörg Klinger, Untersuchungen zur Rekonstruktion der Hattischen Kultschicht, StBoT 37, Wiesbaden 1996, s. 697.
32
33
20
17 ma-a-na-at-kán KÁ KISLAH-ma an-da a-ra-an-zi
18 nu ki-i SÌR SÌRRU
15 …. ve Tiššaruliya-kadınları
16 bu şarkıyı söyler.
17 Ancak harman yeri kapısına geldiklerinde,
18 sonra bu şarkıyı söylerler.
Sonuç
Hitit ülkesinin ekonomik gücünü tarım oluşturmaktadır. Bunun dışında, hayvancılık ve diğer gelirler
ekonomiye katkı sağlamaktadır. Hitit ekonomik hayatının kendi içerisinde bir sistemi bulunmaktadır. Bunu
en iyi bir biçimde Hitit yasalarında görmekteyiz. Yasalarda, yapılacak olan iş yükü, işin malzemesi,
çalışanları ve onların ücretleri ile ilgili bilgilere ulaşabiliriz. Harman yerlerinde çalışacak olan kimselerin,
yaptıkları iş karşılığında alacakları ücret, buğday cinsinden belirlenmiş, erkekler kadınlara oranla daha
yüksek bir gelir elde etmiştir.
Harman yerleri, Hitit ekonomik sistemi içerisindeki zincirin ayrılmaz bir kısmı idi. Topraktan elde
edilen ürünler, belli bir sistem içerisinde toplanır, araçlara yüklenir ve harman yerlerine getirilirdi. Burada,
ürünlerin gerekli işlemlerden geçirilmesinin ardından, harman yerleri temizlenir, buraların bakımına büyük
özen gösterilirdi.
Harman yerleri, bazen krala, bazen prense, bazen tanrıya bazen de bir zanaatkara veya çiftçiye ait
olabilir; bağış olarak da bir kimseye veya bir tapınağın emrine verilebilirdi. Ancak bir harman yerinin hangi
şartlarda bir kişiye verildiği ile ilgili bilgilere ulaşamamaktayız.
Hitit ülkesindeki her şeyin tanrıya ait olduğu bilinmektedir. Tanrılar, kral ve halkının kendisinin
kurallarına uygun davranması karşılığında, onlara varlıklarını sürdürmeleri için gerekli olan temel şeyleri
vermekteydi. İnsanlar, tanrıların emirlerine karşı gelirlerse, tanrılar insanları olumsuz etkileyebilecek sel,
kıtlık, savaşlarda yenilgi vs. gibi şeylerle sınardı. Bir belgede, tanrıların ürünleri üzerinde bir hata yapılması
durumunda, bütün ürünlerin hepsinin "tanrıların harman yerine” aktarılacağı belirtilmiştir. Bu durum, her
şeyin özünde tanrılara ait olduğu fikrine desteklemektedir.
Hitit kralları, siyasi anlaşma metinlerinde, karşı tarafın anlaşmaya uymaması halinde, diğer mal ve
mülkleri ile birlikte harman yerlerinin de yok olmasını belirtmiş; kurala uyulması halinde ise, tanrıların, o
kralın ailesini, malı-mülkü ile birlikte -harman yeri de dahil olmak üzere- korumasını ve gözetmesini ifade
etmiştir. Hitit krallarının çeşitli bölgelere gönderdikleri fermanlarda, harman yerlerinin düzeni ve buradaki
sistemin işlemesi ile ilgili emirlerde bulunmuştur. Ürünlerin ekiminden topraktan çıkışına ve hatta harman
yerine getirilip korunmasına kadar olan süreci belirten Hitit kralları, düşmanın harman yerlerine ve
buralardaki hububata bir zarar vermesini engellemeyi amaçlamış ve bunun için bir uyarı niteliğinde olan
fermanları göndermiştir.
Çivi yazılı metinlerde, buğdayın düzenli olarak harman yerine teslim edildiği belirtilmiştir. Buradan
yola çıkarak bile, harman yerlerindeki işleyişin belli bir sistem içerisinde olduğunu belirtebiliriz. Ayrıca
harman yerlerinin kaç adet olduğu ve ne kadar miktarda ürün verebileceği de belgelerde belirtilmiştir.
Harman yerleri, ekonomik sistemde önemli bir yere sahip olmasının yanında, Hitit dini hayatında da
etkilidir. Her şeyden önce, Hitit ülkesinde bolluğu ve bereketi simgeleyen “harman bayramı”
21
kutlanmaktadır. Bu bayram, ürünlerin ekilip-biçilme süreçlerine uygun bir dönemde kutlanmakta olup,
tanrıların insanlara verdiği ürünlerin karşılığında, Hitit halkının sevincini, bolluk ve bereketin getirdiği
mutluluğu yansıtan bir bayramdır.
Harman bayramının kutlanmasının yanında, Hitit kralları, harman yerinde de bayram kutlamakta idi.
Hititçe çivi yazılı metinlerde, bizzat kralın harman yerine ulaşarak kutlandığı bayramlar yer almakta ve
bayram esnasında çeşitli kutlamalar yapılmaktaydı.
Harman yerleri, devletin ekonomisinin yönetilmesi açısından, özellikle tarımsal alandaki düzenin
devam etmesi için önemli bir yere sahipti. Bağış olarak verilebilen harman yerleri, bir tapınağın emrine
verilerek, buraların ekonomik sisteminin devam ettirilmesi için kullanılırdı. Kralların tanrılar adına kurduğu
yerler için, harman yerlerinden ürünler sağlanmaktaydı. Öyle ki belgelerde, arpa, buğday, mısır vs. gibi
hububatın harman yerlerine aktarıldığı ifade edilmiştir.
Tanrının Hitit ülkesindeki temsilcisinin kral olduğu düşünüldüğünde, tanrıların harman yerlerine
verilen önem, buralardaki düzenin sağlanması, kralın bunlarla ilgili emirleri ve bunların ekonomik hayattaki
önemi göz ününe alındığında, bunların hepsinin birbirleriyle bağlantılı olduğu söylenebilir. Kısacası,
harman yerleri din, ekonomi ve siyaset üçgeninde kendisine yer bulmuştur. Bir ülkenin siyasi gücünü
ekonomik gücünden aldığı düşünüldüğünde, Hitit ülkesi gibi tarıma dayalı toplumlarda harman yerinin
önemi daha da ön plana çıkmaktadır.
Kaynakça
1. Alp, Sedat, Hethitische Briefe aus Maşat-Höyük, Ankara 1991.
2. Alp, Sedat, Hitit Çağında Anadolu, Ankara 2011.
3. Archi, Alfonso-Klengel, Horst, “Ein Hethitischer Text über die Reorganisation des Kultes”,
Altorientalische Forschungen 7, 1980, ss. 143-157.
4. Bachvarova, Mary R., “Relations between God and Man in the Hurro-Hittite Song of Release”, Journal
of the American Oriental Society, Vol.125, No.1, 2005, ss. 45-58.
5. Badali, Enrico, Strumenti Musici e Musica Nella Celebrazione Delle Feste Ittite, THeth 14/1,
Heidelberg 1991.
6. Beckman, Gary, Hittite Diplomatic Texts, Atlanta 1996.
7. Bozgun, Şafak, “CTH 89: Çiviyazılı Belgelerde Hitit Sınır Kenti Tiliura (I)”, Archivum Anatolicum
11/1, 2017, ss. 29-74.
8. Cammarosano, Michele, Hittite Local Cults, SBL Press, Atlanta 2018.
9. Devecchi, Elena, Trattati Internazionali Ittiti, Testi del Vicino Oriente Antico 4/4, Brescia 2015.
10. Friedrich, Johannes, Die Hethitischen Gesetze, Documenta et Monumenta Orientis Antiqui, Vol.7,
Leiden 1959.
11. Hazenbos, Joost, The Organization of the Anatolian Local Cults During the Thirteenth Century B.C.,
Cuneiform Monographs 21, Leiden 2003.
12. Hoffner, Harry Angier, The Laws of the Hittites, Documenta et Monumenta Orientis Antiqui, Vol.23,
Leiden 1997.
13. Imparati, Fiorelli, Hitit Yasaları, çev: Erendiz Özbayoğlu, Ankara 1992.
14. Karataş, Müzeyyen, Hitit Bayram Törenlerinde Yer Alan Bazı Görevliler (Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi), Ankara 2007.
15. Kitchen, Kenneth A.-Lawrence, Paul J. N., Treaty, Law and Covenant in the Ancient Near East, Part 1,
Wiesbaden 2012.
22
16. Klinger, Jörg, Untersuchungen zur Rekonstruktion der Hattischen Kultschicht, StBoT 37, Wiesbaden
1996.
17. Kryszen, Adam, A Historical Geography of the Hittite Heartland, Alter Orient und Altes Testament,
Band 437, Münster 2016.
18. Lebrun, René, Samuha Foyer Religieux de L’Empire Hittite, 1976.
19. Melchert, H. Craig Cuneiform Luvian Lexicon, Lexica Anatolica, Vol.2, Chapel Hill 1993.
20. Miller, Jared L., Royal Hittite Instructions and Related Administrative Texts, Society of Biblical
Literature, No: 31, Atlanta 2013.
21. Murat, Leyla, “Goddess İšhara”, Tarih Araştırmaları Dergisi, S.45, Ankara 2009, s. 162-163, ss. 159189.
22. Özdemir, Nazan, Hititçe Çiviyazılı Kaynaklara Göre Kraliçe Ašmunikal (yayınlanmamış yüksek lisans
tezi), Ankara 2018.
23. Pringle, Jacqueline Marie, Hittite Kingship and Marriage, London 1993, s. 157-158.
24. Reyhan, Esma, “Hititlerde Devlet Gelirleri, Depolama ve Yeniden Dağıtım”, Akademik Bakış, c.2, S.4,
2009, s. 157-174.
25. Rieken, E., hethiter.net/: CTH 321, 2009 (Portal Mainz).
26. Rüster, Christel-Wilhelm, Gernot, Landschenkungsurkunden Hethitischer Könige, StBoTB 4,
Harrassowitz Verlag, Wiesbaden 2012.
27. Salazar, J. M. Gonzalez, “Tiliura, un Ejemplo de la Politica Fronteriza Durante el Imperio Hitita (CTH
89)”, AuOr 12, 1994, ss. 159-177.
28. Süel, Aygül, Hitit Kaynaklarında Tapınak Görevlileri ile İlgili Bir Direktif Metni, Ankara 1985.
29. Şahinbaş Erginöz, Gaye “Hititlerin Astronomi Bilgisine ve Hitit Takvimine Bir Bakış”, Osmanlı Bilimi
Araştırmaları, 9/1-2, 2007-2008, ss. 199-213.
30. Taggar Cohen, Ada, Hittite Priesthood, Heidelberg 2006.
31. Taş, İlknur, “Hititlerde Ölçü Birimleri ve Bunların Hitit Metinlerinde Kullanımı Üzerine Bir
Değerlendirme”, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, c.1, S.1, 2008, s. 72-79.
32. Tischler, Johann, Hethitisches Handwörterbuch, Innsbruck 2008.
33. Ünal, Ahmet, Hititçe-Türkçe Türkçe-Hititçe Büyük Sözlük Hattice, Hurrice, Hiyeroglif Luvicesi, Çivi
Yazısı Luvicesi ve Palaca Sözcük Listeleriyle Birlikte, Ankara 2016.
34. Van den Hout, Theo, Der Ulmitešup-Vertrag Eine Prosopographische Untersuchung, StBoT 38,
Wiesbaden 1995.
23
Presentation ID/Sunum No= 55
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Ortaçağ Dı̇ploması̇ Araştırmalarına Bı̇r Katkı: Şahruh Mı̇rza İ̇le Sultan El-Eşref Barsbay
Arasındakı̇ Mektuplaşmaların Tahlı̇lı̇
Dr. Öğretim Üyesi Rı̇ dvan Yı̇ ğı̇ t1
1
Kayseri Üniversitesi
Özet
Timur Devleti (1370-1507) kuruluşundan kısa sayılabilecek bir süre sonra büyük bir bölgesel güç olmuş ve her
güçlü devletin tarihte tanık olunan doğal refleksine uygun olarak nüfuz bölgelerini genişletme yönünde bir politika
benimsemiştir. Bu devletle çağdaş olan Memlûklar da benzer hedeflere sahip olduğu için Timur Devleti ile çıkar
çatışması yaşanması kaçınılmaz olmuştur. Sultan Berkuk Dönemi’nde (ö.1399) Memlûklar ile Osmanlılar, Timur
Devleti’ne karşı ortak çıkarlara dayalı bir denge tesis etmiş ancak bu hassas denge Ankara Savaşı’ndan sonra
bozulmuştur. Timur-Yıldırım Bayezid (ö.1403) ve Sultan Berkuk’un halefleri döneminde değişen bölge şartlarına
paralel olarak ilişki biçimleri de değişmiştir. Şahruh Mirza (1405-1447), babası tarafından temelleri atılan ve
kendilerine üstünlük sağlayan şartlardan azami derecede istifade etme yoluna gitmiş ve bunu yaparken bilhassa
diplomatik araçları da kullanmayı tercih etmiştir. Şahruh’un, Osmanlı Sultanı II. Murad’a (ö.1451) ve Memlûk Sultanı
el-Eşref Barsbay’a (1422-1438) , tabi-metbu ilişkilerini ihtar eden hil’at göndermesi diplomatik açıdan önemlidir.
Üstelik Şahruh’un Haremeyn’i kontrol eden bir güç durumundaki Memlûklara Kâbe kisvesini değiştirme yönünde
talepler iletmesi, Memlûkların İslam dünyasındaki diplomatik konumunu da tartışmaya açmak anlamı taşımaktaydı.
Bu çalışmada Timur’un halefi ve oğlu olan Şahruh ile Memlûk sultanı el-Eşref Barsbay arasındaki mektuplaşmalar
üzerinden XV. Yüzyıl Yakındoğu coğrafyası diplomatik hayatının iki devlet açısından bir tarihsel tahlili yapılmaya
çalışılacaktır.
Anahtar Kelimeler: Diplomasi, Şahruh Mirza, el-Eşref Barsbay, Kâbe Kisvesi
A Contrıbutıon To Medıeval Dıplomacy Studıes:
Analysıs Of Correspondence Between Shahruh Mirza And Sultan Al-Ashraf Barsbay
Abstract
The State of Timur (1370-1507) became a major regional power after a short period of time, and adopted a
policy to expand its spheres of influence in accordance with the natural reflex of each powerful state witnessed in
history. Conflict of interest with the Timurid state was inevitable, since the Mamluks, which were contemporary with
this state, had similar goals. During the Sultan Berkuk Period (d.1399), the Mamluks and the Ottomans established a
balance based on common interests against the Timur State, but this delicate balance deteriorated after the Battle of
Ankara. During the reign of Timur-Yıldırım Bayezid (d.1403) and Sultan Berkuk's successors, the forms of relationship
have changed in parallel with the changing regional conditions. Shahruh Mirza (1405-1447) made the most of the
conditions laid by his father and gave them superiority and preferred to use diplomatic tools while doing this. It is
diplomatically significant that Sahrukh sent both Ottoman Sultan Murat II (d. 1451) and Mamluk Sultan al-Ashraf
Barsbay (1422 – 1438) a rob of honor that reminded them of their dependancy relationships. Moreover, the fact that
Shahruh made demands to the Mamluks, who were in a power position that controlled the Haremeyn, to change their
Kaaba kiswah, meant that the Mamluks' diplomatic position in the Islamic world was opened to discussion. In this
study, a historical analysis of the diplomatic life of the 15th century Near East geography will be carried out for the
two states through correspondence between Shahruh, timur's successor and son, and al-Ashraf Barsbay, sultan of
Mamlûk.
Keywords: Diplomacy, Shahruh Mirza, al-Ashraf Barsbay, Kaaba Kiswah
Giriş
XIV. yüzyılın sonları ile müteakip dönemin ilk asrında Yakındoğu coğrafyasının siyasi tarihi tetkik
edildiğinde dikkati çeken hususların başında Timur Devleti’nin ortaya çıkarak atmış olduğu adımların bölge
siyasetine olan tesiri (Aka, 2014:6-11) gelir. Adını kurucusundan alan ve bizzat kendisi tarafından
kurumsallaşması tamamlanan Timur Devleti’nin, merkezde tahakküm sürecini tamamladıktan sonra
özellikle batıda olmak üzere farklı cihetlerde yeni hâkimiyet alanları oluşturma mücadelesine girdiği dikkat
24
çekmektedir. Timur’un atmış olduğu bu adımlar kuşkusuz onu adı geçen coğrafyada Osmanlılar ve daha
öncesinde Memlûklarla karşı karşıya getirecektir. Zira bazı tarihçiler tarafından XV. yüzyıl başlarında
bölgenin en güçlü devleti olarak tanımlanan (Yücel, 1989:2) Timur Devleti’nin faaliyetleri, yalnızca
Osmanlı ve Memlûk hâkimiyet sahasında değil aynı zamanda bu iki devlet arasında bir nevi tampon bölge
konumunda bulunan Dulkadiroğulları, Ramazanoğulları ve Karamanoğulları gibi siyasi teşekküllerin de
tercihlerini etkilemiş görünmektedir. Bilhassa Ankara Savaşı’ndan sonra (1402)35Osmanlıların Marmara
bölgesi ve Balkanlar’ı önceleyen yaklaşımı Memlûklar için kuzey yönünde nüfuz alanlarını genişletme
imkânını kuvvetlendirmiştir.
Timur’un ölümünden sonra tahta geçen Şahruh Dönemi’nde her ne kadar batı yönlü etkinlik siyaseti
askerî açıdan hız kesmiş görünse de, yeni sultan babası tarafından kurulan üstünlüğün diplomatik ağırlıklı
araçlarla devamından yana tavır almıştır. Bunun nedenleri konunun dışında olmakla beraber şu kadarı
söylenebilir ki, Şahruh Karakoyunlular ile mücadele etmek zorunda olduğu için dikkatini Memlûk-Osmanlı
hattına gerektiği gibi verememiştir. Hatta bazı kaynaklar Kara Yusuf karşısında Şahruh’un pasif tutumunu
Timur Devleti’nin zafiyeti olarak (Uzunçarşılı, 2011:182) görmektedir. Ancak Şahruh’un Karakoyunlu
meselesini 1421 ve 1429 tarihleri arasında iki büyük meydan savaşında halletmesinden sonra batı yönlü
nüfuz politikasına tekrar ağırlık vermeye başladığı görülmektedir. Bu süreçte Osmanlılara gönderdiği
mektupların, kendi hâkimiyetini ihtar eden bir içeriğe sahip olduğu (Başkan, 2007: 82) dikkat çekmektedir.
Memlûklara gönderdiği mektupların ise bir anlamda İslam dünyasında kendisine itibar kazandıracak
Haremeyn politikasıyla ilgili olması dikkate değer bir konudur. Adı geçen iki devlete gönderilen
mektupların içerik farklarının nedenleri çalışma konusu dışında olmakla beraber, Memlûkların Timur
Devleti’ne karşı Ankara Savaşı gibi bir mağlubiyet almamış olması hususu, altı çizilmesi gereken bir
noktadır.
Stratejik ve Diplomatik Rekabetin Nedenleri
Timur Devleti ile Memlûk Devleti’ni karşı karşıya getiren nedenleri etraflıca tahlil etmek,
derinlemesine yapılacak başka bir çalışmanın konusu olabilir. Ancak doğaldır ki her diplomatik rekabetin
temelinde siyasi, ekonomik, jeopolitik nedenler başta olmak üzere karmaşık ilişkiler yatar. Çalışmanın ana
mihveri diplomatik ilişkiler olduğu için biz burada yalnızca diplomatik rekabete temel oluşturan konu
başlıklarını ana hatlarıyla sunmaya çalışacağız.
Her şeyden evvel Timur Devleti’nin Anadolu’da nüfuz bölgeleri oluşturmak istemesi doğal olarak aynı
coğrafyada hassas dengelerle çıkarlarını koruma politikası izleyen Memlûkları rahatsız etmiştir. Timur’un,
deyim yerindeyse ilmek ilmek ördüğü ve neticesini kendi devleti lehine Ankara Savaşı’ndan sonra aldığı
politikaları Yakındoğu’da yeni bir durum ortaya çıkarmıştır. Timur’un ölümünden sonra yerine geçerek
düzeni sağlayan oğlu Şahruh’un36 (İbn Arabşah, 2012: 420) Timur Devleti lehine ortaya çıkan yeni durumun
devamından yana bir politika takip etmesi yalnız Osmanlıları değil, Memlûkları da etkilemiştir. Özellikle
Konya-Hatay hattında kimi zaman bağımsız hareket eden kimi zaman da bölgesel güç şeklinde
tanımlanabilecek olan; Osmanlı Devleti, Memlûk Devleti ve Timur Devleti’nin yüksek hâkimiyetini
tanıyarak varlığını idame ettiren Türkmenlerin37 değişken kararları durumu daha da hassas bir zemine
taşımıştır.
Memlûkların, kendi hâkimiyet alanlarının doğal uzantısı olarak gördükleri Orta Anadolu’ya kadar
uzanan nüfuz bölgeleri tesis etme politikası ister istemez Şahruh’un dikkatini çekmiş ve detayları aşağıda
gösterileceği gibi Şahruh, Sultan el-Eşref Barsbay’a kendi üstünlüğünü kabul manasına gelen taleplerde
bulunmuştur. Tüm bunlara Memlûk devlet yapısından kaynaklanan ve emirler arası mücadelede kaybeden
kişi hatta grupların alternatif güç merkezlerine iltica etmeleri durumunda hüsn-ü kabul görmeleri gibi bir
tarihsel durum da eklenince Memlûklar ve Timur Devleti kaçınılmaz olarak diplomatik rekabetin içinde
kendilerini bulmuştur.
Şahruh’un Sultan Barsbay’a Gönderdiği Mektuplar
35İnalcık,
tarafları savaşa götüren amilleri tahlil ederken Yıldırım Bayezid’in kendisini Türkiye Selçuklularının varisi olarak
gördüğü için Anadolu siyasi birliğini sağlamayı düşündüğünü ifade etmektedir. Aynı şekilde Timur’un ise kendisini Büyük
Selçuklular ve İlhanlıların varisi olarak gördüğünün altını çizerek Timur’un Anadolu’da hâkimiyet kurma iddiasını buna
bağlamaktadır (İnalcık, 2020:135).
36Şahruh Mirza hakkında bk: (Aka, 2010: 293-295)
37Memlûk Devletinin adı geçen bölge ile ilişkileri hakkında genel bir değerlendirme için bk: (Ayaz, 2015: 81-84)
25
Yalnızca siyasi değil aynı zamanda diplomatik içerik bakımından oldukça zengin sayılabilecek
Memlûk kaynakları Şahruh ile Sultan Barsbay arasındaki mektuplaşmalar konusunda doyurucu malumat
içermektedir. Dönemin çağdaşı olan ünlü tarihçi Makrizî, Memlûklar ile Timur Devleti arasında elçi
teatisinin gerçekleştiği Hicrî 833 yılı Muharrem ayında (M. 1429 yılı sonbaharı) Şahruh’un bazı taleplerde
bulunduğu bir mektuptan bahsetmektedir. Müellif, Şahruh’un dört temel talebi olduğunu ifade etmektedir.
Bunlardan birincisi Memlûk tarihinin yetiştirdiği büyük âlimlerden olan İbn Hacer38 tarafından kaleme
alınan Sahih-i Buharî şerhinin kendilerine gönderilmesi talebiydi. Bunun yanında kaynak olarak
kullandığımız Makrizî tarafından yazılan Kitâbü's-Sülûk li-Ma'rifeti Düveli'l-Mülûk adlı eser de talep edilen
kitaplardan biriydi. Şahruh’un diğer iki talebi ise Haremeyn’e su götürme ve Kâbe kisvesini değiştirme
talebiydi (Makrizî, 1972: 818). İbn İyas, Sultan Barsbay’ın istenen kitapları Şahruh’a gönderdiğini, ancak
Mekke’ye su götürme ve Kâbe kisvesini değiştirme taleplerini geri çevirdiğini net ifadelerle nakletmektedir.
(İbn İyas, 2008, II, 127).
Memlûk kaynakları, 838 yılı başlarında (M. 1434 yılı ortaları) Memlûk yönetim merkezi olan Kalatü’lCebel’de/ Dârü’l-Adl’de39 Şahruh’un gönderdiği elçiyi karşılamak üzere bir toplantı yapıldığı bilgisini
vermektedir (İbn Tagribirdî, 1413/1992, XIV: 236-237). Aynı kaynaklar Sultan Barsbay’ın, Şahruz
Mirza’ya gönderilecek cevabi mektubun içeriğinin belirlenmesi için yapılan toplantının, aynı yılın Safer
ayının dördüncü gününde gerçekleştiğini belirtmektedir. Çeşitli hediyelerle beraber Memlûklara gönderilen
mektupta Şahruh Kâbe kisvesini değiştirmek için bir nezri olduğunu ifade ederek, hazırlatmış olduğu örtüyü
Beytü’l-Haram’a/Kâbe’ye asacak birinin gönderilmesini talep etmekteydi. Safer ayının ilk cumartesi günü
sultan tarafından bir oturum daha tertip edildiği ve nezir meselesinin yine gündeme geldiği görülmektedir.
Konuyla ilgili pek çok celse hakkında detaylı bilgiler aktaran İbn Tagribirdî, İbn İyas tarafından da
doğrulanan ifadelere göre; Hanefi başkadısı Bedreddin Mahmud el-Aynî’nin Şahruh tarafından Kâbe ile
ilgili nezrinin geçerli olmadığına dair açık ifadelerini aktarmaktadır. Sonuçta Sultan Barsbay, muhatabının
taleplerinin kabul görmediği yönündeki cevabı Şahruh’a iletmesi için bir elçi tayin etmiştir (İbn Tagribirdî,
1413/1992, XIV: 237; İbn İyas, 2008, II, 159).
Eldeki veriler, taraflar arasındaki diplomatik münasebetlerin yalnızca hususi elçiler marifetiyle
yürütülmediğini, bazı durumlarda tüccarların da ticari faaliyetler yanında diplomatik görevler yüklendiğini
ortaya koymaktadır. Dönemin doğrudan tanığı olan müellifler, 836 yılı olaylarını anlatırken (M. 1432/1433)
Şahruh’un Kahire’ye gelen tüccarlar vasıtasıyla bir mektup gönderdiğini kaydetmektedir. İçeriği
incelendiğinde, mektubun gönderiliş tarihi ve Memlûklara ulaştıran eller değişse de talebin temelde
değişmediği (Makrizî, 1972: 887) görülmektedir. Şahruh’un yine Kâbe kisvesini değiştirme talebi
Memlûklara iletilirken bu sefer mektupta kullanılan dilin diplomatik nezaketi zorlayıcı bir üslup taşıdığı
dikkat çekmektedir. İbn İyas, mektupta Sultan Barsbay’a emir şeklinde hitap edildiği için sultanın bu galiz
hitaba çok kızdığı bilgisini (İbn İyas, 2008, II: 145) vermektedir.
Makrizî tarafından detayları verilen ve Şahruh’un, şerif olduğunu iddia eden bir kişiyle gönderdiği
mektup belki de Memlûk diplomasi tarihinin en ilginç mektupları arasında gösterilebilir. Bu mektubu ilginç
kılan husus, içeriğinin yanı sıra mektubun alışılmış dil ve üsluptan uzak oluşuydu. Müellife göre Besmele
ile başlanmaması bir yana, mektupta mühür de yoktu. Üstelik Fil Suresi’nin başlangıç bölümündeki “ اَلَ ْم ت ََر
ب ْالف۪ ي ِل
ْ َ ْف فَعَل َربُّكَ بِا
ِ ص َحا
َ “ َكيibaresi mektubun giriş cümlesiydi(el-Makrizî, 1972: 833).
838 yılı Şevval ayının dördünde (M. 3 Mayıs 1435) Şahruh tarafından Memlûklara gönderilen bir başka
mektupta da tehditkâr bir dil kullanılmakta ve Şahruh’un Kudüs’e geleceği ifade edilmekteydi. (İbn İyas,
2008, II:162) Bu mektubun diğerlerinden farkı ise Sultan Barsbay’ın rüşvetçi ithamıyla anılmasıydı.
Doğrudan konuyla ilgili olmasa da sultanın neden bu şekilde itham edildiğine kısa bir açıklama getirmek,
konuyu daha iyi kavramaya yardımcı olacaktır. Barsbay Dönemi salgın hastalıklar ve iktisadi durum
hakkında yapılmış olan bazı bilimsel çalışmalar, sultanın birçok farklı malda tekel oluşturduğunu ve
özellikle şekerin salgın hastalıkların tedavisinde de kullanılan bir meta olarak büyük önem taşıdığını
(Gökhan, 2008: 101) vurgulamaktadır. Sultanın bu tekelci politikaları sırasında rüşvetle iş gördüğü şayiası
38İbn
Hacer Askalanî’nin (ö.1449) Memlûk tarihindeki yeri hakkında bk: (Irwın, 2003, VII: 26)
Memlûkların yönetim merkezidir. Kahire’yi panoramik olarak izleyebileceğiniz bu önemli tarihî ve sanatsal
yapının 1870’lerde çekilmiş nadir fotoğrafları ve 2016’da tarafımızdan çekilmiş fotoğrafı için bk: (Yiğit, 2018:320-323)
39Kalatü’l-Cebel
26
kaynaklara da yansımış bir husustur. Şahruh’un sultana yönelik ağır ithamlarının kaynağını burada aramak
yerinde olacaktır.
Kaynaklar tetkik edildiğinde Memlûk Devleti ile Timur Devleti arasında adeta diplomatik kriz çıkarak
bir başka örneğin 2 Recep 839 ( M. 21 Ocak 1436) tarihinde yaşandığını ortaya koymaktadır. Şahruh’un bu
defa dört temel talepte bulunduğu ve her talebinin açıkça Memlûk egemenlik haklarına tecavüz anlamı
içerdiği görülmektedir. İbn İyas tarafından ayrıntılı olarak kayda geçirilen taleplerden ilki Şahruh adına
hutbe okunması, ikincisi de sikke kestirilmesiydi. Sultan Barsbay’ın, Şahruh tarafından kendisine
gönderilen hil’atı giymesi ve son olarak da gönderilen tacı takması istenmekteydi (İbn İyas, 2008, II: 167).
Müellif, Şahruh’un elçisi ve sultan arasında yaşananlarla ilgili olarak oldukça renkli malumat aktarmaktadır.
Şahruh’un taleplerini Sultan Barsbay’ın ilk etapta gülerek dinlediği, ancak sonra kızarak mektubu getiren
Şeyh Safa’yı suya attırdığı(İbn İyas, 2008, II: 168) görülmektedir. Dönemin doğrudan tanığı olan İbn
Tagribirdî ise Şahruh’un elçisine sopa atıldığı, soğuk kış mevsiminde elçinin suya atılmasına rağmen
sultandan çekindikleri için kimsenin araya girmeye cesaret edemediği bilgisini vermektedir (İbn Tagribirdî,
1413/1992, XIV: 256-257).
İncelediğimiz kaynaklarda tek olmasa da ender olduğunu ifade edebileceğimiz bir ortak bakış söz
konusudur. O da Şahruh’un Kara Yusuf’un öldürüldüğünü bildiren mektubuna verilen cevabi karşılıkta
kendini göstermektedir. Memlûklar bu mektupta ortak düşmandan kurtulmanın memnuniyet verici
olduğunu(Aka, 1994, s. 177) vurgulamışlardır.
Diplomatik Rekabetin ve Mektupların Tahlili
Şahruh Mirza’nın Sultan Barsbay’a gönderdiği mektuplar karşısında takındığı tutumu iki temel
hassasiyet alanının belirlediği dikkat çekmektedir. Genel anlamda Sultan Barsbay, devletinin egemenlik
haklarından kaynaklanan konularda tavize yanaşmamış, Şahruh ile olası bir savaştan çekinmeyeceğini de
fiilî olarak ortaya koymuştur.40 Ancak her durumda savaşın ilk seçenek olmadığı gerçeğinin de farkında
olan Sultan Barsbay cevabi mektuplarda bazen durumu idare edebilecek bir üslup benimsemiştir. Şahruh’un
832 (M. 1428/1429) yılında göndermiş olduğu mektupta Kâbe kisvesinin değiştirilmesi ve Hicaz su
yollarının tamiri konusundaki talebini reddetmiştir (el-Makrizî, 1972, 818). Bilindiği gibi Memlûklar İslam
âleminde kutsal kabul edilen beldeleri hâkimiyeti altında bulunduran bir devlet olarak Haremeyn ile ilgili
işlere ayrı bir ihtimam göstermekteydi.
Detaylar bir kenara bırakılacak olursa bu konuda iki temel durum söz konusuydu. Bunlardan biri her
yıl hac mevsiminde ihtişamlı törenlerle Hicaz’a hacı adaylarının güvenli şekilde gitmelerini temin etmek41,
diğeri de o günün koşulları düşünüldüğünde oldukça zahmet gerektirdiği anlaşılan bu yolculukta ihtiyaç
duyulan su kuyularının42 bakım ve onarımıydı. Kaynaklara göre ilk defa Sultan Baybars Dönemi’nde 675
yılı Şevval ayının 16. günü (M. 23 Mart 1277) Kahire sokaklarında görkemli törenlerle mahmil
dolaştırılmış, (Kalkaşandî, IV: 57-58) ve bu durum bir gelenek olarak Sultan Barsbay’a kadar gelmiştir.
Dolayısıyla Memlûkların bu konuları hâkimiyetlerinin nişanesi olarak görerek genellikle pazarlık konusu
yapmamaya gayret gösterdikleri anlaşılmaktadır.
Klasik İslam eserlerine bakıldığında Hac işlerinin nasıl yürütüleceği ile ilgili (Maverdî, 2017: 208-219)
oldukça zengin bir literatür ve gelenek oluştuğu görülür. Bu bakımdan Kâbe kisvesinin değiştirilmesi
konusunda da elinde tuttuğu imtiyazı paylaşmak istemeyen Barsbay’ın yukarıda sıralanan bu yöndeki tüm
taleplere olumsuz cevap verdiği görülmektedir. Esasen Memlûklar bu konuya öylesine ehemmiyet
vermekteydiler ki Kâbe’ye asılacak örtünün/kisvenin hazırlanması için özel önlemler alırlardı. Memlûk
Sultanı Muhammed b. Kalavun’un Hac farizasını yerine getirirken kisveyi kendi elleriyle yıkadığına yönelik
kayıtlar (Surûr, 1947:125; Yiğit, 2018:113) Memlûk sultanlarının bu işe verdiği önemi gösterir. Bu
geleneğin mümessili olan Sultan Barsbay’ın, Şahruh’un Kâbe kisvesini değiştirme talebini reddetmesini son
derece doğal görmek gerekir.
Sultan Barsbay’ın Şahruz Mirza tarafından kendisine iletilen talepler karşısında takındığı dikkate değer
bir husus da meseleleri önemli âlimlerin katıldığı mecliste tartışarak son kararı vermesidir. Sultanın, dört
40Uzunçarşılı, Sultan Barsbay’ın Şahruh Mirza ile yapacağı savaşta Osmanlı desteğini talep ettiği ve II. Murad’a bu talebini bir elçi
ile ilettiği bilgisini vermektedir. Konuyla ilgili olarak bk: (Uzunçarşılı, 1983: 188)
41Mahmil-i Şerif yahut Surre Alayları hakkında genel bilgi için bk: (Atalar,1999: 1-5).
42Hicaz su yolları meselesi dâhil olmak üzere Osmanlı-Memlûk ilişkileri hakkında derli toplu bir değerlendirme için bk: (Yiğit,
2008: 148-150)
27
mezhep kadısını davet ederek onlarla nezir meselesini görüşmesi, alınacak kararlara diplomatik ve dinî
meşruiyet kazandırma açısından önem taşımaktadır. Zira Memlûk tarihi incelendiğinde önemli görülen
hususlarda halife ve dört mezhep kadısının sultan tarafından alınan kararlara iştirak etmesine özel bir önem
atfedildiği müşahede edilmektedir.
Memlûklarla Timur Devleti arasında gerçekleşen mektup diplomasisinde dikkate değer durumlardan
biri de Besmele ibaresi olmayan, mühür taşımayan ve Fil Suresi’ne atıflar içeren bir mektup yazılmış
olmasıdır (Makrizî, 1972:833). Siyaset, hukuk, eğitim, ticaret ve diğer tüm konuların bir usul bir de esas
yönü olduğu gibi bu durum diplomasi alanında da geçerlidir. Her diplomatik belge ya da belgeyi taşıyan
elçinin uymakla yükümlü olduğu teamüller vardır. Memlûk inşa geleneği ile ilgili bazı araştırmalar, Memlûk
sultanlarının en çok halifelerle olan yazışmalara özenli gösterdiğini, ardından Cengiz Han’ın ardıllarından
biri olarak kabul edilen Timur Devleti’ne yazılacak mektuplara önem verdiğini (Muslu, 2016: 51)
örneklerle ortaya koymaktadır. Ancak bahse mevzu teşkil eden mektupta neredeyse tüm teamüllerin
çiğnendiği görülmektedir. Sonuçta Sultan Barsbay’ın mektubu dikkate almadığı, Şahruh’un tüm taleplerini
geri çevirdiği43 dönemin kaynaklarına yansımıştır. Üstelik Sultan Barsbay’ın sözü edilen mektupla beraber
Kahire’ye gönderilen hil’atı parça parça ederek elçiyi sopalatması, ardından kış mevsiminde elçinin suya
atılması gibi hususlar artık taraflar arasında diplomatik dilin söyleyecek pek bir şeyi kalmadığını
göstermektedir. Nitekim Sultan Barsbay, Şahruh’a karşı bir askerî sefer planlayacak ancak bu süreçte
sultanın sefer maliyetini karşılamak amacıyla halka ek vergiler yükleme talebi de (İbn Tagribirdî,
1413/1992, XIV: 252) karşılık bulmayacaktır.
Sonuç
XV. Yüzyıl Yakındoğu diplomasi tarihine dair yapılan araştırmalar öncelikle Timur Devleti’nin
kuruluş aşamasını tamamlayarak yeni nüfuz alanları kazanma yönünde attığı adımların bölgede farklı etkiler
yaptığını ortaya koymuştur. Türkiye Selçuklularının yıkılış döneminde aldığı Babaîler İsyanı ve Kösedağ
Savaşı gibi büyük dâhili ve haricî darbeler, bölgenin yalnızca siyasi hâkimiyet alanlarında değil aynı
zamanda kurulan diplomatik ilişki modellerinde de belirleyici olmuştur. Kendilerini Türkiye Selçuklularının
varisi olarak gören Osmanlılar ile aynı şekilde kendilerini Büyük Selçuklu ve İlhanlıların varisi olarak gören
Timur Devleti siyasi, askerî ve diplomatik açılardan karşı karşıya gelmiştir. Kaynaklar tetkik edildiğinde
Timur ve haleflerinin hedefinde yalnızca Anadolu değil, İlhanlıların da hâkimiyet kurmak istediği bereketli
hilal bölgesinin yer aldığı Mısır’a kadar uzanan geniş bölgenin olduğu görülmektedir. Bu noktada Timur
Devleti ve Memlûklar karşı karşıya gelmiş ve ilişkiler çok yönlü bir rekabet alanına dönüşmüştür.
Memlûkların Orta Anadolu’ya kadar uzanan hat boyunca nüfuz alanı kurma ve bu alanları koruma
politikası, Haremeyn’i kontrol eden bir güç olarak İslam dünyasında üstünlüklerini idame ettirme isteği,
Timur Devleti’nin bölgede hâkim unsur olma politikalarıyla çatıştığı için iki devlet doğal ve stratejik rakip
konumunda idi. Timur’un ölümünden sonra başa geçen Şahruh, babasının en uzun seferi olarak kabul edilen
ve 7 yıl devam eden savaşlara katılmış, Suriye bölgesinde babasının faaliyetlerini yakından görmüş, Ankara
Savaşı’nda idari görevler üstlenmişti. Şahruh’un bu süreçte bölgeyle ilgili planları kafasında netleştirdiğini
tahmin etmek güç değildir. Dönemin çağdaşı olan Memlûk tarihçilerinin kayıtları, Şahruh’un Memlûklarla
kurmayı tasarladığı ilişki biçiminin askeri olmaktan ziyade diplomatik araçlara müstenit olduğu izlenimi
vermektedir. Zira incelenen kaynaklarda Şahruh’un taleplerinin; kendi üstünlüğünün tanınması, gönderdiği
hil’atın sultan tarafından kabul edilmesi, Kâbe kisvesini değiştirme arzusunun yerine getirilmesi konusunda
yardımcı olunması şeklinde özetlenebileceğini ortaya koymaktadır. Bunların yanında dönemin önemli ilim
merkezleri olarak görülen Mısır ve Şam bölgesi âlimleri tarafından telif edilen bazı eserlerin de Şahruh
tarafından istendiği ifade edilmektedir ki, bunu bir rekabetten ziyade kültürel münasebet şeklinde
değerlendirmek yerinde olacaktır.
Memlûk Sultanı el-Eşref Barsbay, içeriğine çalışmada ana hatlarıyla yer verildiği gibi Şahruh
tarafından gönderilen mektuplardaki talepleri kati surette reddetmiştir. Zira Haremeyn bir anlamda
Memlûkların imtiyazat-ı mahsusası olarak devletin kırmızı çizgisi durumundaydı. Memlûk tarihi boyunca
siyasi kriz ve çekişme dönemleri dâhil olmak üzere her zaman sultanların bu konuda hassasiyete sahip
oldukları görülmektedir. Barsbay gibi muktedir bir hükümdarın Kâbe kisvesini değiştirme onurunu bir
başka devlete vermesini uzak ihtimal olarak değerlendirmek yerinde olacaktır. Sonuç olarak Şahruh, Sultan
43Şahruh
Mirza Kâbe kisvesini değiştirme amacına Sultan Çakmak Dönemi’nde bir defaya mahsus ve mahdut bir süreliğine
ulaşacaktır. Detaylar için bk: (Kanat, 2002:141)
28
Barsbay ile askerî anlamda çatışmak yerine Akkoyunluları destekleme ve Memlûklardan kaçan emirleri
himaye etme şeklinde bir anlamda vekâlet savaşı yürüterek rakibini zayıflatmaya ve bu yolla diplomatik
üstünlük kurmaya çalışmıştır. Ancak bu politikanın Sultan Barsbay’a karşı işe yaradığını iddia etmek
zordur. Zira sultan Barsbay tahtını korumuş ve eceliyle ölmüştür. O, Akkoyunlular üzerine meşhur
Diyarbakır seferini gerçekleştirmiş ve Şahruh ile savaşmaktan çekinmeyeceğini de ortaya koyan sefer
hazırlıkları yapmıştır. Her ne kadar taraflar arasında fiili bir çatışma olmadıysa da Memlûklar, Timur
Devleti’ne net bir cevap vermeye çalışmıştır. Dönemin kaynakları, Şahruh’un talepleri arasında bulunan
bazı ilmî eserlerin gönderilmesi dışında hiçbir talebinin Sultan Barsbay tarafından karşılanmadığını ortaya
koymaktadır.
Kaynakça
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
AKA, İ. (2014). Timur ve Devleti, TTK Basımevi, Ankara.
-----(2010).Şâhruh. DİA. (C.38,ss. 293-295).Türkiye Diyanet Vakfı, Ankara.
-----(1994). Mirza Şahruh Ve Zamanı 1405-1447, TTK Basımevi, Ankara.
ATALAR, M. (1999).Osmanlı Devleti’nde Surre-i Hûmayûn ve Surre Alayları, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları, Ankara.
AYAZ, F.Y. (2015), Memlükler (1250-1517), İSAM Yayınları, İstanbul.
BAŞKAN, Y. (2007). Orta Anadolu’da Hâkimiyet Mücadelesi 1400-1500, Doktora Tezi. İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
el-KALKAŞANDÎ (1987). Subhü’l-Â’şa fi Sınâati’l-İnşa, Cilt I-XIV, thk, Muhammed Hüseyin
Şemseddin, Yayınevi Yok, Beyrut.
el-MAKRİZÎ (1972). Kitabü’s-Sülûk li-Ma’rifet-i Düveli’l-Mülûk, Cilt 4, Matbaatü Darü’l-Kütüb,
Kahire.
el-MAVERDİ. (2017). el-Ahkâmü’s-Sultaniye, (çev.)Şafak, A, Bedir Yayınevi, İstanbul.
GÖKHAN, İ. (2008). “El-Eşref Barsbay Döneminde Memlûk Devleti’nde Salgın Hastalıklar Ve İktisadi
Buhranlar (1422-1438)” ,Tarih İncelemeleri Dergisi, Cilt XXIII, S. 1, ss. 91-136), İzmir.
IRWIN R. ( 2003).“MamlukLiterature”MamlukStudiesReview, vol: VII, No:1, pp. 1-29, CHICAGO.
İBN ARABŞAH. (2012).Acâibu’lMakdur Fi Nevâib-i Timur, (Çev.), Batur, A, Selenge Yayınları,
İstanbul.
İBN İYAS, (2008). Bedai’üz-Zühûr fî Vekâyii’d-Dühûr, (thk.) Muhammed Mustafa, Dârü’l-Kütüb
ve’l-Vesaiku’l-Kavmiyye, Kahire.
İBN TAGRİBİRDÎ, (H.1413/1992). en-Nücûmü’z-Zâhire fi Mülûkü Mısr ve’l-Kahire, (thk.)
Muhammed Hüseyn Şemsuddin, Daru’l-Kütüb’ül İlmiyye, Beyrut.
İNALCIK, H. (2020). Kuruluş Dönemi Osmanlı Sultanları, İSAM Yayınları, İstanbul.
KANAT, C. (2002). Orta Doğu’da Hâkimiyet Mücadelesi (1382-1447) Memlûk-Timurlu
Münasebetleri. Türkler.(C. 5, ss. 134-143),Yeni Türkiye Yayınları, Ankara.
MUSLU C. Y (2016).Osmanlılar ve Memluklar -İslam Dünyasında İmparatorluk Diplomasisi ve
Rekabet,(çev.)Rona Z, Kitap Yayınevi, İstanbul.
UZUNÇARŞILI, İ. H. (2011). Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, TTK
Basımevi, Ankara.
-----(1983). Osmanlı Tarihi, Cilt 2, , TTK Basımevi, Ankara.
YÜCEL, Y.(1989). Timur’un Ortadoğu-Anadolu Seferleri Ve Sonuçları, TTK Basımevi, Ankara.
SURÛR M. C. (1947). Devletu Benî Kalavun fi Mısr, Yayınevi Yok, Kahire.
YİĞİT, İ. (2008). Memlûkler 648-923/1250-1517, Kayıhan Yayınları, İstanbul.
YİĞİT, R. (2018). Muhammed b. Kalavun Dönemi’nde Mısır’da Sosyal, Kültürel ve İktisadi Hayat,
Doktora Tezi, Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Nevşehir.
29
Presentation ID/Sunum No= 11
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Osmanlı Devleti'nde Deniz Polisi
1
Dr. İ̇brahim Yılmaz1
Emniyet Genel Müdürlüğü
Özet
Osmanlı Devleti’nde 20 Mart 1845 tarihinde kurulan fakat kısa süre sonra kapatılan polis teşkilatı XIX. yüzyılın
son çeyreğinde tekrar hayat bularak ülkede asayişin sağlanmasını üstlenmişti. Asayişin tam olarak sağlanabilmesi
için kara veya deniz ayrımı yapılmadan ülke çapında tedbir alınmasının gerekliliğinden dolayı Osmanlı Devleti daha
polis teşkilatına geçilmeden önce ordu eliyle denizlerde bir takım asayiş tedbirleri almıştı. Polis teşkilatına
geçilmesiyle başta İstanbul olmak üzere sahili olan vilayetlerde deniz polisi kurularak göreve başlamıştır.
Bu çalışma XIX. yüzyılın ikinci yarısıyla XX. yüzyıl başlarını kapsamaktadır. Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri
Başkanlığı Osmanlı Arşivi belgeleri ile ikinci el kaynaklardan faydalanılan çalışmada Osmanlı dönemi deniz polisi,
mevzuat altyapısı, görevleri, sahip olduğu personel ve lojistik imkanlar açısından incelenmekte olup ayrıca devletin
denizlerde asayişin sağlanmasına atfettiği önem üzerinde durulmaktadır. Çalışmanın sonunda XIX. yüzyılın son
çeyreğinde polis teşkilatının iç güvenliği devralmasıyla deniz polisinin kurulduğu, konuyla ilgili mevzuatın çıkarıldığı,
deniz polisinin personel ve lojistik ihtiyaçlarının giderilerek ülke çapında teşkilatlandırıldığı tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı, polis, deniz, asayiş
Maritime Police in the Ottoman State
Abstract
Established on the date of March 20, 1845, but disbanded shortly afterward, the police department in the Ottoman
Empire was brought to life again in the last quarter of the 19th century and undertook the responsibility of maintaining
the order in the country. The Ottoman Empire took some steps for maintaining the order throughout the seas through
the army before the police department was commenced since it was necessary to take countrywide measures without
separating the land and sea in order to maintain the order altogether. The maritime police was established with the
commencement of the police department and began its duty in the coastal provinces with Istanbul being in the first
place.
This study covers the second half of the 19 th century and the beginning of the 20th century. In this study, which
was prepared by using the documents from the Ottoman Archive section of the Presidency of the Republic of Turkey,
Directorate of State Archives and second-hand sources, maritime police in the Ottoman Empire was investigated in
terms of its legislation basis, duties, personnel, and logistic opportunities and the importance attributed by the state
in terms of maintaining the order in the seas were discussed. It was determined at the end of the study that the maritime
police was established with the takeover of the internal security by the police department in the last quarter of the 19th
century, legislation was adopted regarding this matter, and the maritime police was organized across the country by
fulfilling the needs of personnel and logistics.
Keywords: Ottoman, police, sea, order
Giriş
Osmanlı klasik döneminde başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde asayişin sağlanmasından kolluk
veya yasakcı adı verilen yeniçeriler sorumlu idi. İstanbul deniz ve sahillerindeki asayiş ise Bostancıbaşı’nın
sorumluluğundaydı. Bostancıbaşı emrindeki bostancılarla Boğaziçi ve Adalar bölgesini denizden kontrol
eder ve güvenliği sağlardı (İnalcık, 2020; 146). XIX.yüzyıl başında yaşanan bir takım gelişmeler, özellikle
Rum isyanı, Osmanlı denizciliği üzerinde önemli etkiler bırakmıştır. Bu isyanlar sonucunda Yunanistan
devletinin kuruluşu Ege Denizinde kaçakçılık, deniz haydutluğu gibi sorunları ortaya çıkarmıştı. Silah, tuz,
tütün ve insan kaçakçılığı yapan bu gruplara karşı Osmanlı Devleti tarassud vapurları görevlendirerek
tedbir almaktaydı (Ekinci, 2020; 284-288).
30
1826 yılında yeniçeri teşkilatının kaldırılması üzerine asayişi sağlama görevi bir müddet için Asakir-i
Mansure-i Muhammediye ismiyle yeni kurulan orduya verilmişti (Alyot, 2008; 69, 70). Devam eden süreçte
Tanzimat Fermanının can ve mal emniyetini vaat eden prensipleri iç güvenlik alanında yeni bir dönem
başlatarak 1840’tan itibaren mülki idarenin emrinde görev yapacak olan zaptiye teşkilatının kurulmasını
sağlamıştır (Sönmez, 2005: 261). Zaptiye teşkilatının kurulmasından sonra İstanbul için farklı bir sistem
planlanarak, 20 Mart 1845’te polis teşkilatı kurulmuştur (Yağar, 2002: 637). Fakat polis teşkilatından
beklenilen faydaların bir türle elde edilememesi kısa süre sonra bu teşkilatın lağvedilerek yerini Zaptiye
Müşüriyetine bırakması sonucunu doğurmuştur (Sönmez, 2005: 266). Osmanlıda kurulan ilk polis
teşkilatının ne kadar süre görev yaptığıyla ilgili kesin bilgiler bulunmasa da ülkedeki tüm kolluk
kuvvetlerinin bağlandığı Zaptiye Müşüriyetinin kuruluş tarihi olan 15 Şubat 1846’dan sonra görevde
olmadığı düşünülmektedir (Alyot, 2008: 177). 1879 yılına kadar bu şekilde devam eden Osmanlı iç güvenlik
teşkilatı 20 Kasım 1879’da Zaptiye Müşiriyetinin nezarete dönüştürülmesi sonucunda yeni bir değişim
sürecine girmiştir. Bu süreçte Zaptiye Müşiriyetinin içinde bulunan Asakir-i Zaptiye ayrılarak Seraskerlik
içinde kurulan jandarma dairesine bağlandı (Özbek, 2004: 74, 75). Böylece yeni hayat bulan Zaptiye
Nezareti, polis hizmetlerinin yürütülmesiyle sorumlu kılınmış oldu (Alyot, 2008: 92, 93). Zaptiye Nezareti,
kuruluşundan Emniyet-i Umumiye Müdüriyetine dönüştürüldüğü 4 Ağustos 1909’a kadar günümüzdeki
Emniyet Genel Müdürlüğü vazifelerini ifa etmekteydi. Bu dönemde başkent, İstanbul merkez, Beyoğlu,
Üsküdar Polis Müdüriyetleri ile Beşiktaş Polis Memurluğu olmak üzere dört polis dairesine, daireler ise
merkezlere ayrılmıştı. Daireler polis müdürü, merkezler ise serkomiserler (başkomiser) tarafından
yönetilmekteydi. Teşkilat personeli, bölük ve takımlar halinde askeri hiyerarşiye uygun olarak
yapılandırılmış olup her merkez bir polis bölüğü olarak kabul ediliyordu. Teşkilat başlangıçta toplam 700
mevcudu olan 10 bölüğe ayrılmıştı (Alyot, 2008: 182-185). Süreç içerisinde İstanbul’daki bölük sayıları
artmış olup 22 Mayıs 1900 tarihi itibariyle 39’a ulaşmıştı (BOA.DH.MKT.2350/36). Bunlardan 12. bölük
İstanbul denizlerinde asayişi sağlamakla görevli olan Deniz Bölüğü idi (BOA.ŞD.988/31).
Asayiş hizmetlerinin kesintisiz olarak ve devletin hakim olduğu tüm alanlarda yerine getirilmesinin
şart olduğu düşünüldüğünde denizlerde de bir takım inzibati tedbirlerin alınması gerektiği açıktır. Bu
çalışmada XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı denizlerinde alınan asayiş tedbirleri üzerinde
durulmakta olup özellikle yüzyılın son çeyreğinde tekrar hayat bulan polis teşkilatının deniz yapılanması
incelenmektedir. Polise denizlerde görev veren mevzuatın, deniz polisinin sahip olduğu imkanların ve
idarenin deniz polisine bakış açısının ortaya konulması amaçlanmaktadır.
Osmanlı Deniz Polisinin Görevleri
Kaçakçılık başta olmak üzere bir takım suçlarla mücadele, firarilere meydan vermemek üzere alan
hakimiyetinin sağlanması, deniz kazalarına müdahale ve yardım, korunması gereken deniz araçları ve
kişilerle ilgili tedbirler alma gibi görevler denizlerde alınması gereken asayiş tedbirlerindendir. Denizlerde
alınması gereken asayiş tedbirlerinin farkında olan Osmanlı Devleti, İstanbul’da asayişin sağlanması
amacıyla 6 Temmuz 1845 tarihinde çıkardığı nizamnamede karada alınması gereken asayiş tedbirlerinin
yanı sıra denizde alınacak tedbirler konusunda da bir takım düzenlemeler yapmıştı (BOA.A.}DVN.12/54).
Bu nizamnamede, polis teşkilatının henüz kuruluşunun ilk aylarında olması ve sadece Galata-Beyoğlu
bölgesinde teşkilatlanmış bulunması sebebiyle olsa gerektir ki denizde alınacak asayiş tedbirlerinin
tamamen orduya verildiği görülmektedir. Nizamnameye göre; İstanbul Boğazındaki liman ve kıyıların
asayişini sağlamak üzere bir korvet ve bu korvetin maiyetinde görev yapmak üzere filikalar
görevlendirilmişti. Bu korvet ve filikalar İstanbul kıyılarının asayişini sağlamak adına gece gündüz devriye
gezeceklerdi. Bu görevleri esnasında hangi millet ve tebaadan olursa olsun kaza yapmış deniz araçlarına
tesadüf ettiklerinde derhal yardım edecekler ve olayla ilgili olarak 24 saat içinde bağlı oldukları korvet
komutanına bilgi vereceklerdi. Diğer görevleri ise güneşin batmasından dogmasına kadar hiçbir gemi veya
vapurun limana giriş çıkışına müsaade etmemek, bu süre içinde gemi veya vapurlardan insanların karaya
çıkmalarına veya karadan bunlara geçmelerine izin vermemek, aynı süre içinde herhangi bir gemi veya
vapurdan bir diğer gemi veya vapura mal aktarılmasına mani olmak, hiçbir nizama tabi olmadan kayıklarla
eşya veya yolcu taşıyanlara ve kaçakçılara karşı dikkatli bulunmak olarak belirlenmişti
(BOA.A.}DVN.12/54). Bu görevlerin dışında Kaptanpaşaya, Hırıstiyanların paskalya şenlikleri dolayısıyla,
İstanbul sahillerinde gerekli asayiş tedbirlerinin alınması şeklinde görevler verildiği de görülmektedir
(BOA.A.}MKT.NZD.32/68). Arşiv belgeleri arasında bulunan ve 1880’li yıllar sonrasına ait olup
İstanbul’da karada ve denizde devriye görevi ifa eden görevlilerin bildirdiklerine göre asayişin berkemal
olduğuna yönelik raporlar (BOA.Y.PRK.ASK. 6/56, 30/102, 95/80, 128/91) karada olduğu kadar denizde
31
de asayişin sağlanmasına önem verildiğini göstermektedir. Bu babdan olmak üzere deniz araçlarının güvenli
şekilde seyretmelerine de önem verilerek Boğaziçi ve Haliç’in riskli bölgelerine alaim-i derya ismi verilen
işaretler yerleştirilmişti (Gümüş, 2020; 442-445).
Osmanlı deniz polisinin görevlerini ortaya koyabilmek için Osmanlı polis teşkilatıyla ilgili olarak
değişik tarihlerde yürürlüğe girmiş olan mevzuata bakmak faydalı olacaktır. 20 Mart 1845 tarihli olan ve
ilk polis teşkilatının görevlerini belirleyen nizamnamede polisin görevleri sıralanırken “..dahil-i memalikte
seyr-ü seyahat iden yolcuların mürur-u uburları (gelip, gitmeleri) nizamına nezaret..” ayrıca “…maksad-ı
asli olan hüsn-i asayiş ve zabıta-i memlekete dair her bir kavanin-i (kanunlar) lazıma ve nizamat-ı nafianın
(faydalı) istikmali (uygulanması) hususlarına nezaret ve dikkat eylemeye memur..” (Alyot, 2008; 76)
denilerek kara veya deniz ayrımı yapılmadan polise görev verilmesi, polisten denizde de görev beklendiğine
işarettir.
6 Aralık 1896 tarihli ve Dersaadet ve Bilad-ı Selasede Takrir-i Asayiş Vazifesiyle Mükellef Olan
Nizamiye ve Jandarma Asker-i Şahanesiyle Polis Memurlarının Suret-i Hareketlerine Dair Talimat isimli
belgenin 10. maddesinde polise, kara veya denizden gelip giden kişilerin kimliklerini ve mürur tezkerelerini
kontrol görevi verilmektedir. Aynı talimatın 11. maddesinde ise karadan veya denizden İstanbul’a getirilen
eşyaların gümrük memurlarınca kontrolü sırasında kolluk kuvvetlerinin de hazır bulunması gerektiği ifade
edilmektedir (BOA.Y.EE.6/19; BOA.Y.PRK.ASK.119/107). 1907’de çıkarılan polis nizamnamesinin 64.
maddesi ise İstanbul ve sahili olan diğer vilayetlerde denizlerde seyreden deniz araçlarını kontrol altında
bulundurmak, ülkeye kaçak şahıs, silah, eşya girmesine mani olmak ve tüm kaçakçılık olaylarına meydan
vermemek amacıyla denizlerde yeteri kadar polis devriyesi görevlendirilmesi gerektiğini hükme
bağlamaktadır (Çebitürk, 2009: 206).
Görüldüğü gibi 1845 yılında ilk polis teşkilatının kuruluşunda denizdeki görevler ayrıca sayılmamış
olsa da polisin görevleri karayla sınırlandırılmayarak, denizde de görev yapmasının önü açılmıştır. 1896
yılındaki talimatta polise, denizden gelip giden yolcuların mürur tezkerelerini kontrol ve gümrük
memurlarının yanında bulunma görevi verilirken, 1907 nizamnamesinde ise polisin denizlerde de görev
yapacağı açıkça dile getirilmiştir. 1907 nizamnamesinin temel karakteristiğinin yeni bir teşkilat kurmaktan
ziyade yıllardan bu yana ülkenin asayişi için görev başında olan polis teşkilatının yapısı ve uygulamalarını
bir metin haline getirme olduğu (Alyot, 2008; 190) göz önüne alındığında bu nizamnameden önce de
Osmanlı polisinin denizlerde görevde olduğu anlaşılabilir.
İstanbul Polis Müdüriyetine bağlı deniz polisiyle ilgili arşiv belgeleri takip edildiğinde mevzuatta yer
alan görevlerin uygulama safhaları daha iyi anlaşılmaktadır. Zaptiye Nezaretinin 30 Kasım 1891 tarihinde
Dahiliye Nezaretine yazdığı ve deniz polisine 3 sandal ile 10 sandalcının ilave edilmesini talep ettiği yazıda
Deniz Polis Komiserliğinin, Boğaziçi’nin önemli mevkilerinde devriye hizmeti yaptığı, ayrıca Samaniye (?)
ve Salacak limanlarıyla Kabataş, Çengelköy, Göksu, Üsküdar ve Kadıköy iskelelerinin inzibatından
sorumlu olduğu ifade edilmekteydi (BOA.ŞD.1289/2). Dahiliye Nezaretinin 22 Mayıs 1900 tarihinde
Sadarete yazdığı ve İstanbul Deniz Polis Bölüğündeki personel yetersizliğinden bahsederek personel
takviyesi talep ettiği yazıda, Deniz Polis Bölüğünün Anadolu ve Rumeli Kavağı’na kadar olan iskele ve
rıhtımların yolcu salonlarıyla gümrük mahallerinde görev yaptığı, ayrıca devriye sandalları görevlendirerek
posta ve nakliye vapurlarının geliş gidişlerini ve her gün limanlara girip çıkan yabancılara ait römorkör ve
istimbotları takip ve tarassut altında bulundurduğu belirtilmekteydi (BOA.DH.MKT.2350/36).
Deniz polisi, liman ve rıhtımlara girip çıkan gemi ve vapurları, yolcularının mürur tezkeresine sahip
olup almadıkları, asker firarilerinin, adli makamlarca aranan zanlıların, serseri ve durumları meçhul
kişilerin bulunup bulunmadıkları gibi hususlarda kontrol etmekte (BOA.DH.MKT.1461/50), ayrıca
yolcuların kayıtlarını da tutarak Zaptiye Nezaretine bildirmekteydi (BOA.Y.PRK.ZB.6/5). Deniz polisinin
yolcular konusunda dikkat etmesi gereken hususlardan birisi de mürur tezkerelerinde yazılı eşkalle
yolcunun eşkalini karşılaştırmak oluyordu. Çünkü zaman zaman İstanbul’dan taşraya gidecek yolcular
mürur tezkeresi almak için nüfus idaresine bizzat gitmiyor, hancılar onlar adına tezkere başvurusu yapıp
alıyordu. Bu durumda tezkerede yazan eşkalle yolcunun eşkalinin karşılaştırılması önem arz etmekteydi
(BOA.DH.MKT.1787/46).
Deniz polisinin önemli görevlerinden birisi kaçakçılığın önlenmesi idi. Selanik Vilayetinde deniz
yoluyla yapılan kaçakçılık önemli bir sorun teşkil ettiğinden 1902’de gümrük dairesine 5 büyük sandal
alınmış, bunlardan her birine bir memur, beş tayfa ve bir reis görevlendirilerek vilayete deniz yoluyla kaçak
mal girmesi önlenmeye çalışılmıştı. Fakat çeşitli sebeplerden dolayı bu uygulamadan istenilen sonuç
32
alınamayınca yapılması gerekenler hakkında mülki ve adli yetkililerle, polis amirlerinden oluşan bir
komisyon kurulmuştu. Komisyonun 1904’te hazırladığı raporundan Selanik limanında alınan polisiye
tedbirler hakkında da bilgilere ulaşılabilmektedir. Buna göre limanda 5 polis görevli olup, giriş çıkış yapan
gemi ve vapurların yoğunluğundan dolayı bu görevliler sadece yolcuların pasaportlarını kontrol
edebiliyorlar, bunun dışında gemilerin yükleri, mürettebatları gibi konularda herhangi bir kontrol
yapamıyorlardı (Yılmaz, 2017; 144, 145).Komisyon raporunda kaçakçılık olaylarının önlenebilmesi
amacıyla gümrük dairesi uhdesinde bulunan sandalların polis teşkilatına verilerek her birisine bir polis ile
bir jandarma görevlendirilmesi halinde kaçakçılık olaylarının önlenebileceğini ifade etmekteydi. Devam
eden süreçte Selanik Polis Müdüriyetinin kaçakçılık ve diğer asayiş olaylarına karşı denizlerde de görev
yapan görevlilerinin olduğu kayıtlardan takip edilebilmektedir (Yılmaz, 2017; 145).
Aydın Vilayetinde de kaçakçılık önemli sorunlardan birisi olduğu için Nisan 1913’te vilayetin
teftişiyle görevlendirilen Mülkiye Müfettişi Naci Bey, raporunda vilayetteki bu sorunun önüne geçmek için
gerek karada gerek denizde polis sayısının artırılması ve uygun ulaşım araçlarıyla donatılması gerektiğini
kayda geçirmişti (BOA.DH.İD.159/60).
Deniz polisinin bir diğer görevi de gerektiğinde her türlü deniz aracının korumasını yapmaktı. Tersanei Amire, yeni sistemde top üreten Amsterdam’daki top fabrikasına götürmek üzere Hollanda bandıralı bir
gemiye demir ve çelik yüklemişti. Bu malzemelerle top üretildikten sonra geri getirilecekti. Salacak Deniz
Polis Memurluğunun 21 Nisan 1900 tarihinde Zaptiye Nezaretine yazdığı yazıda Salacak açıklarında
demirlemiş olan söz konusu geminin çevresinde sandallarla tedbir alındığı, geminin hareketine kadar bu
tedbirin devam edeceği bildirilmekteydi (BOA.Y.PRK.ZB.25/25). İstanbul deniz polisinin koruma
görevlerinin bir diğer örneğine de İran Şahı Muzaffereddin’in 30 Eylül 1900 tarihinde İstanbul’a yaptığı
ziyaret sırasında şahit olunmaktadır. Muzaffereddin Şah’ın deniz ulaşımına tahsis edilen İzzettin yatının
(Bolat, 2010; 175, 176) denizdeki güvenliği deniz polisi tarafından yapılmıştır. Ek 1’deki fotoğrafta
(http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/FOTOGRAF/90509---0058 Erişim tarihi: 8.12.2020) Osmanlı deniz
polisleri bu görev esnasında görülmektedir. Fotoğraf incelendiğinde sandalcılarla polislerin net olarak ayırt
edilebildiği, muhtemelen uluslararası bir görevde bulunulması dolayısıyla sandallara Latince harflerle
police yazılı flamalar asıldığı görülmektedir.
Karesi Mutasarrıfının 3 Mayıs 1911 tarihinde Emniyet-i Umumiye Müdüriyetine yazdığı ve Bandırma
polis teşkilatına bir sandal satın alınarak deniz polisi kurulması talebini ilettiği yazı, Osmanlı dönemi deniz
polisinin günlük mesaisi hakkında bilgiler vermektedir. Buna göre; yaz mevsiminde geceleri limanda
bulunan sandallarda, çevreyi rahatsız eden gürültü ve şamata yapılmakta hatta silah atılmaktaydı. Yine yaz
mevsiminde limana girip çıkan gemi ve vapur sayısı artmakta olup bu gemi ve vapurlardan hırsızlıklar
yapılmakta, yolcuların mal ve eşyalarına çeşitli tecavüzler vuku bulmaktaydı. Bu tür olaylar meydana
geldiğinde polis, limanda çalışan kira kayıklarından faydalanarak olay yerine gitmeye çalışmakta fakat bu
kayıklar da genellikle yük taşımakta olduklarından vaktinde yetişilememesi olayların büyümesine sebep
olmaktaydı. Mutasarrıf yazısının devamında Bandırma Polis İdaresine 4, 5 lira kıymetinde küçük bir sandal
satın alınabilirse bu tür olayların önüne geçilebileceğini ifade etmekteydi (BOA.DH.EUM.MH.28/65).
Osmanlı deniz polisi yukarıda sözü edilen görevleri dolayısıyla teşkilat içinde de önemli bir birim
olarak görülmekteydi. İstanbul Polis Müdürünün 13 Ağustos 1913 tarihinde Dahiliye Nezaretine yazdığı ve
deniz polisinin bir takım ihtiyaçları için ödenek talep ettiği yazısına “…deniz zabıtasının polisin ruhunu
teşkil ideceği malumu devlettir….” cümlesiyle başlaması bunun tezahürüdür (BOA.DH.EUM.MH. 65/31).
Önemli görevlerde bulunan ve bu sebeple teşkilat içinde ayrı bir önem atfedilen deniz polisinin zaman
zaman suiistimallerine de rastlanmaktadır. Örneğin; Yunan bandıralı Konstantinos vapuru İstanbul’a
geldiğinde mürettebatından mürur tezkeresi olmayan birisinin sandalcı Kosti aracılığıyla deniz polislerinden
Arif Efendi’ye 2 mecidiye vererek karaya çıktığı anlaşıldığından Arif Efendi hakkında soruşturma açılmış
ve tahkikat evrakları 12 Eylül 1900 tarihinde Sadarete gönderilmişti (BOA.DH.MKT.2416/131).
Bu konudaki ikinci örnek ise Beyrut Vilayetiyle ilgilidir. Vilayetin teftişiyle görevlendirilen Mülkiye
Müfettişi Hiraçya Efendi’nin 6 Kasım 1909 tarihli raporunda, vilayete girişi esnasında iskelede görevli
deniz polisinin görev anlayışı ve güvenilirliğini ölçmek amacıyla, kendisini vapurdan iskeleye taşımakta
olan kayıkçıya, tezkere ibraz etmeden ve eşyalarını kontrol ettirmeden vilayete giriş yapmak istediğini, bu
konuda yardımcı olup olamayacağını sorduğunu, kayıkçının kendisine “merak etme” diyerek kayığı
arkadaşına bırakıp kendisine ait iki çantayı alarak kontrol noktasında çantaları muayene ettirmeden
geçtiğini, kayıkçının diğer arkadaşının da iskelede görevli polise gizlice yaptığı bir işaret sonrası tezkere
33
ibraz etmeden geçtiklerini, kayıkçının bu hizmeti karşılığında kayık ücreti haricinde polis ve muayene
memuruna verilmek üzere 1,5 mecidiye talep ettiğini, kendisinin de bu parayı verdiğini ifade etmektedir.
Mülkiye Müfettişi Hiraçya Efendi, fazladan alınan paranın polis ve muayene memuruna verildiğinden kesin
olarak emin olunamasa da özel işaretle tezkere ve eşya muayene ettirilmeden kontrol noktasından geçilmiş
olmasının bu kişilerin paraları aldıklarına ve kayıkçılarla işbirliği içerisinde olduklarına işaret olduğunu
belirtmektedir. Ayrıca çevreden yaptığı araştırmada iskelede görevli Komiser Sait, Polis Arif ve salon
memuru Mehmet’in bu tür olayları yapabilecek bir yapıda olduklarını da işittiğini ifade etmektedir
(BOA.DH.MUİ.38/27).
İstanbul’da Deniz Polisi
Ekim 1891’ de İstanbul Vilayetinde rütbelilerle birlikte 895 polis bulunmakta olup bunlardan 445’i
İstanbul merkezde, 280’i Beyoğlu bölgesinde, 170’i ise Üsküdar bölgesinde görevli idi. Deniz Polis
Komiserliği İstanbul merkeze bağlı olup bu tarih itibariyle tam personel sayısı tespit edilememiş ise de
mevcut 445 personelden 62’si Polis Meclisi, Muhacirin Komisyonu, Beşiktaş ve Kavak karantina
merkezleriyle Deniz Polis Komiserliğinde görevliydi. 1898 yılına gelindiğinde ise İstanbul’da görevli deniz
polisi sayısı 79 idi (BOA.ZB.44/18; BOA.ŞD.1297/24).
İstanbul deniz polis birimi 17 Aralık 1891 tarihi itibariyle Deniz Polis Komiserliği unvanını taşımakta
olup (BOA.DH.MKT.1904/53) 1898’den sonra ise Deniz Polis Merkezi olarak geçmektedir. Anlaşılıyor ki
komiserlik olan idari yapılanma süreç içerisinde merkez olarak değiştirilmiştir (BOA.HR.TH.219/51).
Deniz Polis Komiserliği’nde polislerden başka sandalcılar da görevliydi. Sandalcılar isimlerinden
anlaşılacağı üzere kürek çekmekle görevli olan ve polis sınıfından olmayan görevliler idi. 30 Kasım 1891
tarihi itibariyle İstanbul’da 12 sandal ile 34 sandalcı bulunmaktaydı. Bu tarihte Zaptiye Nezareti Dahiliye
Nezaretine başvurarak sandal ve sandalcı mevcudunun İstanbul denizlerinde asayişin sağlanması için yeterli
olmadığını, 3 sandal ile 10 sandalcının daha ilave edilmesi gerektiğini belirtmişti. Bu talebin yıllık masrafı
aşağıdaki gibiydi (BOA.ŞD.1289/2).
Tablo 1: 3 Sandalın Maliyeti İle 10 Sandalcının Yıllık Masrafı (30 Kasım 1891)
Toplam (kuruş)
6.115
Sandal Maliyeti
Sandalcı Masrafları
Aylık
Yıllık Toplam (kuruş)
Maaş
200
24.000
Üniforma
2.900
Ekmek Ödemesi
3.500
Genel Toplam
36.515
(BOA.ŞD.1289/2)
Zaptiye Nezareti ilgili yazısında başkentin genişlik ve önemine nazaran denizde alınan inzibati
tedbirlerin oldukça yetersiz olduğunu, 3 sandal ve 10 sandalcı takviyesinin ihtiyacı tam olarak
karşılamayacak olsa bile bir nebze da olsa rahatlama sağlayacağını ifade etmekteydi (BOA.ŞD.1289/2).
Fakat Dahiliye Nezareti, 23 Şubat 1892 tarihinde verdiği cevapta, işin ehli kişiler görevlendirmek şartıyla
12 sandalın İstanbul sahillerinde asayişin sağlanmasına ziyadesiyle yeterli olacağını belirterek bu talebi
reddetmişti (BOA.DH.MKT.1925/111).
Deniz Polis Komiserliğinde bulunan 12 sandal 1894 yılına gelindiğinde her nedense 9’a düşmüştü. Bu
9 sandal her yıl tamir ve bakımdan geçirilmekte ise de artık iyice yıprandıklarından tamir ve bakımlarının
yapılarak gece gündüz devam eden görevlerde kullanılma imkanı kalmamıştı. Zaptiye Nezareti 27 Mayıs
1894’te Sadarete başvurarak, görevin gerektirdiği sağlamlıkta 9 sandalın Tersane-i Amireye, 7.400 kuruş
karşılığında imal ettirilebileceğini belirterek bu konuda izin talep etmiş ve bu talep Sadaret tarafından uygun
bulunmuştu (BOA.Y.MTV.96/46).
Osmanlı Devleti deniz polisinin sandal ve sandalcı ihtiyaçlarını gidermenin yanı sıra polis
mevcudundaki yetersizlikler konusunda da oldukça duyarlı davranmaktaydı. 1898 yılı itibariyle 10 komiser,
34
9 çavuş ve 60 polis memurundan oluşan kadro (BOA.ŞD.1297/24) 1900 yılına gelindiğinde rıhtım ve yolcu
salonlarının, gümrük mahallerinin, Kadıköy’den Anadolu Kavağı’na, Bakırköy’den Rumeli Kavağı’na
kadar iki sahilde bulunan iskelelerin asayişinin sağlanması, Salacak, Kumkapı ve Büyükdere açıklarında
demirli olan posta ve nakliye vapurlarının kontrolü, boğazda seyreden yabancı römorkör ve istimbotların
takip ve gözetim altında bulundurulması, bu konularla ilgili gerekli kayıtların tutulması gibi önemli
vazifelerin hakkıyla ifasına yeterli değildi (BOA.ŞD.1297/24). Dahiliye Nezareti personel yetersizliğine
çözüm bulma adına, 22 Mayıs 1900 tarihinde Sadarete bir yazı yazarak denizlerde asayişin tam olarak
sağlanabilmesi için deniz polisinin, gece gündüz deniz üzerinde görev yapabilecek, yabancı dil bilen
komiser ve çavuşlarla takviye edilmesi gerektiğini ifade etmişti. Bu ihtiyacı karşılamak üzere İstanbul’da
bulunan 39 polis bölüğünün her birinden zeki ve kabiliyetli birer çavuş seçilerek rütbelerinin üçüncü sınıf
komiserliğe terfi ettirilmesi ve
deniz zabıtası kısmına ilave edilmesi için izin talep etmiş
(BOA.DH.MKT.2350/36) ve bu talep Sadaret tarafından 14 Haziran 1900 tarihinde kabul edilmişti
(BOA.DH.TMIK.S.30/64). Böylece İstanbul’daki deniz polisi mevcudu 118’e çıkmış oluyordu.
II.Abdülhamid özellikle İstanbul’un asayişinin sağlanmasıyla yakından ilgilenmiş ve eksikliklerin
giderilmesi amacıyla 13 Eylül 1896 tarihinde bir irade çıkarmıştı. Bu iradede İstanbul Polis Müdüriyetinin
1.464 olan polis mevcudunun 2.000’e çıkarılması, maaşlarının her ay düzenli ödenmesi, 11.025 kuruş olan
örtülü ödeneğinin 30.000 kuruşa çıkarılması emredilirken deniz polisiyle ilgili hükümler bulunmaktadır.
Bunlar; Tersane-i Amirede 2 istimbotla 4 sandal imal edilerek deniz polisinin kullanmış olduğu sandal ve
istimbotlara ilave edilmesi, deniz polisi sandal ve istimbotlarının tamir ve bakımları gerektiğinde Tersane-i
Amirede en kısa sürede yapılması, tamir ve bakım esnasında da geçici olarak sandal ve istimbot takviyesi
yapılarak eksik bırakılmaması emredilmekteydi (BOA.İ.HUS.56/34). II.Abdülhamid’in deniz polislerinin
eksikliklerinin giderilmesi konusunda bir başka iradesine ise 13 Mart 1898 tarihinde rastlanmaktadır. Bu
iradede ise deniz polisi hizmetlerinde kullanılan ve kömürü kesilmiş olan 2 istimbotun kömürlerinin tekrar
verilmesi ve 2 istimbot daha satın alınarak yetersiz olan istimbot sayısının artırılması emredilmekteydi
(BOA.İ.HUS.63/12).
Devam eden süreçte İstanbul Polis Deniz Merkezi motorlardan da faydalanmaya başlamıştı. İstanbul
Polis Müdüriyeti, 5 Ekim 1913 tarihinde Dahiliye Nezaretine bir yazı yazarak denizde asayişin tam olarak
sağlanabilmesi için saatte 16 mil hız yapabilen bir motorla, 10 sandala ihtiyaç olduğunu, bu konuda gerekli
piyasa araştırmasının yapıldığını, motorbot ticaretiyle iştigal eden Mehmet Asaf Bey fabrikasından bir
motorun bütün levazımatıyla birlikte 520 liraya, 10 sandalın ise toplam 150 liraya satın alınabileceğini
belirtmişti. İstanbul Polis Müdüriyeti yazısının devamında ihale için vakit bulunmamakla birlikte ihale
yapılsa dahi bu fiyatlardan daha aşağıya alınamayacağını, ayrıca memlekette bu alanda faaliyette bulunanlar
içinde sahibi Müslüman olan tek işletmenin burası olduğunu ifade ederek adı geçen motor ve sandalların
ihalesiz olarak bu işletmeden satın alınması için izin talep etmiş, Dahiliye Nezareti, 8 Ekim 1913 tarihli
yazısıyla söz konusu motor ve sandalların ihalesiz olarak satın alınmasına onay vermişti
(BOA.DH.İD.186/77). İstanbul Deniz Polis Merkezinde görevli polis, sandalcı ve motorları kullanan
makinist sayıları yıllar içinde değişime uğramış olup 1920 yılında 12 lira maaşlı 3 makinist, 5 lira maaşlı 40
sandalcı, 1923’te ise 87 polis görevli idi (BOA.EUM.MH.261/28; BOA.DH.EUM.PMC.8/85).
Taşra Vilayetlerde Deniz Polisi
Deniz polisi süreç içerisinde taşra vilayetlerde de kurularak faaliyete geçmiştir. Dahiliye Nezaretinin
11 Ağustos 1892 tarihinde Sadarete yazdığı yazıya göre Trabzon iskelesinin taşıdığı önemden dolayı deniz
polisinin burada da kurularak göreve başlaması gerekmekteydi. Nezaret, yazısında bu iş için bir sandala,
bu sandalda görev yapacak üç sandalcıya ve bir deniz polisine ihtiyaç olduğunu belirtiyor ve sandal satın
alma bedeli olarak 1.000 kuruş, sandalın yıllık masrafları için 200 kuruş, sandalcılara aylık 100’er kuruş ve
polise aylık 300 kuruş maaş verilmesi gerekeceğini, Trabzon Vilayet Meclisinin bu masraflar için tezkere
veya pasaportsuz olarak vilayete gelenlerden alınan para cezasının kullanılabileceğini ifade etmesine
rağmen bunun uygun olmayacağını, 1892 yılında oluşacak masrafların Zaptiye Nezareti bütçesinden
nakillerle karşılanması, 1893 yılı için ise bütçeye konuyla ilgili ödenek konulmasını talep etmekteydi
(BOA.DH.MKT.1986/38). Sadaret 5 Eylül 1892 tarihinde verdiği cevapta konunun uygun görüldüğünü
ifade etmişti (BOA.DH.MKT.1999/15).
Aydın Valisinin 11 Ağustos 1902 tarihinde Dahiliye Nezaretine yazdığı yazıda, vilayete bağlı İzmir
Sancağında faaliyet yürüten Ermeni komitecilerinin, devlete karşı suç işleyen bir Ermeni’nin yakalanmasına
yardım eden başka bir Ermeni’yi öldürdükleri, beş kişiden oluşan suçluların ikisi yakalansa da üçünün
35
limanda bulunan bir Avusturya gemisine binerek kaçtıkları belirtilmekteydi. Vali, yazısının devamında
toplam 95 mevcudu olan İzmir polis teşkilatının 300.000 nüfuslu ve çeşitli etnik gruplardan insanların
yaşadığı şehir için yetersiz kaldığını, 20 personel daha ilave edilmesi gerektiğini ifade etmişti. İzmir polis
teşkilatının takviyesi çalışmalarında liman ve sahillerde görev yapmak üzere 3 polis sandalı ile 6 kayıkçının
da istihdam edilmesi gündeme gelmiş olup 3 sandalın teferruatlarıyla beraber satın alma bedeli 5.700 kuruş,
6 kayıkçının yıllık maaşları 21.600 kuruş, sandalların yıllık masrafları ise 1.500 kuruş olarak hesaplanmıştı.
21 Ekim 1902 tarihli irade ile İzmir polis teşkilatının 20 polis, 6 kayıkçı ve 3 sandal ile takviye edilmesi
uygun görülmüştü (BOA.DH.TMIK.S.43/14).1913 yılına gelindiğinde de İzmir’de 3 polis sandalı mevcut
olup, Aydın Polis Müdüriyeti 2 sandal daha alınması gerektiğini ifade etmekteydi
(BOA.DH.EUM.MH.71/50). Deniz polisi 1910’lu yıllarda Beyrut Vilayetinde de görev başında olup
aşağıda vilayet deniz polisinin sandal ve sandalcı mevcudu görülmektedir.
Tablo 2: Beyrut Deniz Polisinde Bulunan Sandal ve Sandalcı Miktarı ile Masrafları (29 Haziran 1914).
Şehri
Eşyanın
A
Sandalcı
Aylık
Y
cinsi
dedi
mevcudu
ıllık
Beyrut
Vilayeti
Sandal
3
6
Boya vb. masrafları
1.200
1
4.400
100
1.
200
Toplam
1
5.600
Aylık Kira
Bedeli
Sancak
lar
Akka
Hayfa
Lazkiy
e
şam
Trablus
Sandal
(kiralık)
100
Sandal
(kiralık)
200
Sandal
(kiralık)
100
Sandal
(kiralık)
400
1.
200
2.
400
1.
200
4.
800
Genel Toplam
2
5.200
(BOA.DH.EUM.MH.87/37)
Tablo 2’de görüldüğü üzere Beyrut vilayet merkezinde 3 sandal ve 6 sandalcı bulunmaktadır. Vilayete
bağlı sancaklarda ise demirbaşa kayıtlı sandal bulunmamakta olup kiralık sandallarla görev yapılmaktadır.
Yine 1914 itibariyle Kudüs-ü Şerif müstakil Sancağına bağlı Yafa Kazasında polise ait motor, sandal veya
istimbot bulunmamaktaydı. Beyrut Vilayetinde uygulanan usul burada da uygulanarak R.1330 yılı başından
itibaren (14 Mart 1914) 4 tayfası olan bir sandal kiralanarak polis hizmetlerine verilmişti
(BOA.DH.EUM.MH.87/31).Aşağıdaki tabloda ise 28 Haziran 1914 itibariyle Edirne Vilayeti deniz
polisinde bulunan sandal ve sandalcılar görülmektedir.
36
Tablo 3: Edirne Deniz Polisinde Bulunan Sandal ve Sandalcı Miktarı ile Masrafları (29 Haziran 1914).
Şehri
ağı
Sa
ndal
adedi
Sand
alcı
mevcudu
Aylık
maaş (kuruş)
Yıllık bakım
masrafı (kuruş)
Tekfurd
1
2
200
600
Gelibol
1
2
200
600
ve
tamirat
u
(BOA.DH.EUM.MH.85/16).
Tablo 3’te görüldüğü gibi Edirne Vilayetinin Tekfurdağı ve Gelibolu sancaklarında birer sandal ve
ikişer sandalcı görevlidir. Tablo 4’te ise 1920 itibariyle çeşitli vilayet ve sancaklarda görevli bulunan
sandalcıların mevcudu ve maaşları görülmektedir.
Tablo 4: Bazı Vilayet ve Sancaklarda Bulunan Polis Sandalcılarının Mevcudu ve Maaşları (1920).
Vilayet ve
Sandalcı
Kişi başı aylık maaş (lira)
Sancaklar
Mevcudu
Edirne
4
3
Adana
2
6
Trabzon
10
3
Kastamonu
6
3
İzmir
12
3
İzmit
2
3
Bolu
2
3
Kale-i Sultani
2
3
Canik
2
3
Çatalca
1
4
Karesi
2
3
Toplam
45
(BOA.DH.EUM.MH. 261/28).
Tablo 4’te görüldüğü gibi 1920 yılına gelindiğinde birçok vilayet ve sancakta deniz polisi görevde olup
zamanın geçmesiyle sandalcı maaşlarında da yükselmeler olmuştur.
Sonuç
Osmanlı Devleti denizlerde de asayişin sağlanmasına özel bir önem atfetmiş ve polis teşkilatından önce
bu görevi bahriyeye vermiştir. XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren şehirlerde asayişi sağlama görevinin
polise geçmesiyle sahillerin asayişi de polise tevdi edilmiş ve bu konuda gerekli mevzuat düzenlemeleri
yapılmıştır. Osmanlı deniz polisinin, denizlerde seyreden her türlü deniz aracının asayiş konularıyla ilgili
olarak denetimi, ülkeye kaçak şahıs, kaçak mal ve eşya girmesine mani olma, denizde korunması gereken
deniz araçları ve şahısların korunması, gümrük memurlarına yardım, vapur iskelelerinde gerekli kontrollerin
yapılarak asayişin sağlanması gibi görevleri bulunmaktaydı.
Bu görevleri başlangıçta sandallarla ifa eden deniz polisi zamanla motor ve istimbotlara da sahip olmuş
ve böylece daha etkin görev yapma imkanı bulmuştur. Bu süreçte devletin deniz polisinin ihtiyaçlarının
karşılanması hususunda oldukça titiz davrandığı ve imkanların elverdiğince taleplerin yerine getirildiği
37
anlaşılmaktadır. Özellikle II. Abdülhamid’in deniz polisinin ihtiyaçlarının giderilmesiyle ilgili iradeler
çıkarması bu anlamda önemlidir.
Kaynaklar
Arşiv Kaynakları
1. BOA (Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi).
.A.}(Sadaret)DVN.(Divan
Kalemi evrakı) 12/54
2. BOA.A.}MKT.(Mektubi Kalemi) NZD. (Nezaret ve Devair evrakı ) 32/68
3. BOA.DH.(Dahiliye Nezareti) EUM.(Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti) MH.(Muhasebe Kalemi) 28/65,
65/31, 71/50, 85/16, 87/31, 87/37, 261/28
4. BOA.DH.EUM.PMC.(Polis Mecmuası evrakı) 8/85.
5. BOA.DH. MKT. (Mektubi Kalemi evrakı) 1461/ 50, 1787/ 46, 1925/111, 1986/ 38, 1999/15, 2350/36,
2416/131
6. BOA.DH.İD.( İdare evrakı) 159/60, 186/77
7. BOA.DH.MUİ. (Muhaberat-ı Umumiye İdaresi evrakı) 38/27
8. BOA.DH.TMIK. (Tesri-i Muamelat ve Islahat Komisyonu) S.(Islahat evrakı) 30/64, 43/14
9. BOA.HR.(Hariciye Nezareti) TH.(Tahrirat evrakı) 219/51
10. BOA.İ.(İrade) HUS. (Hususi evrakı) 56/34, 63/12
11. BOA.ŞD (Şuray-ı Devlet evrakı) 988/31, 1289/2, 1297/24
12. BOA.Y.(Yıldız) EE. (Esas evrakı) 6/19
13. BOA.Y.MTV. ( Mütenevvi Maruzat evrakı) 96/46
14. BOAY.PRK.(Yıldız Perakende evrakı) ASK. (Askeri Maruzat evrakı) 6/56, 30/102, 95/80, 119/07,
128/91)
15. BOA.Y.PRK.ZB. (Zaptiye Nezareti Maruzatı evrakı) 6/5, 25/25,
16. BOA.ZB.(Zaptiye evrakı) 44/18).
17. Kitap ve Makaleler
18. ALYOT, Halim (2008). Türkiye’de Zabıta, Tarihi Gelişim ve Bugünkü Durum. (II. Baskı), Kozan Ofset,
Ankara
19. BOLAT, Gökhan (2010). Ermeni Meselesinde İran’ın Rolü ve Osmanlı- İran İlişkilerine Etkileri (18761909). Doktora Tezi. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kayseri
20. ÇEBİTÜRK, Hakan (2009). Osmanlı’dan Cumhuriyete Polis Mevzuatı. Yüksek Lisans Tezi, Sakarya
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sakarya.
21. EKİNCİ, İlhan (2020). “Tarassud Vapurları ve Kıyı Güvenliği”, s. 281-319, Geçmişten Günümüze
Türkiye’de Sahil Güvenlik, (Ed) İsmail H. Demircioğlu vd. Pegem Akademi, Ankara
22. GÜMÜŞ, Şenay Özdemir (2020). “İstanbul Boğazı’ndaki Deniz İşaretleri: Alaim ve Dizmeler, s. 441464, Geçmişten Günümüze Türkiye’de Sahil Güvenlik, (Ed) İsmail H. Demircioğlu vd. Pegem Akademi,
Ankara
23. İNALCIK, Halil (2020). Devlet-i Aliyye, Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar II, (10.Basım),
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul
24. ÖZBEK, Nadir (2004). Osmanlı İmparatorluğu’nda, İç Güvenlik, Siyaset ve Devlet, 1876-1909.
Türklük Araştırmaları Dergisi, sayı: 16. (71-83)
25. SÖNMEZ, Ali (2005). Polis Meclisinin Kuruluşu ve Kaldırılışı. A.Ü.D.T.C.F. Tarih Bölümü Tarih
Araştırmaları Dergisi, cilt:24, sayı:37. (259-275)
26. YAĞAR, Hasan (2002). Osmanlı Polis Teşkilatı ve Yenileşme Süreci. Türkler/Osmanlı, cilt: 13,
Ankara, Yeni Türkiye Yayınları. (1137-1180)
27. YILMAZ, İbrahim (2017) Selanik Polis Tarihi (1876-1912), Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Yayımlanmamış Doktora Tezi, Konya.
28. İnternet Kaynakları
29. (http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/FOTOGRAF/90509---0058 Erişim tarihi:08.12.202)
38
Ekler
Ek 1: İran Şahı Muzafferedin’in İstanbul Ziyaretinde Görevli Deniz Polisleri (1900)
(http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/FOTOGRAF/90509---0058 Erişim tarihi:08.12.202)
39
Presentation ID/Sunum No= 37
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Son Dönem Osmanlı Düşünürlerı̇nden İ̇brahı̇m Cûdî Efendı̇’nı̇n “tarı̇h-İ Enbı̇ya ve İ̇slam”
İ̇sı̇mlı̇ Eserı̇ndekı̇ Tarı̇h Perspektı̇fı̇
Dr. Öğretim Üyesi İ̇lyas Akyüzoğlu1
1
Yalova Üniversitesi
Özet
Tarih-i Enbiya ve İslam isimli eseri çerçevesinde tarihçiliği üzerinde durmayı planladığımız İbrahim Cûdî
Efendi, Trabzon’daki İskender Paşa Medresesi müderrisi Yumralı Hacı Mehmet Efendi’nin oğludur. İbrahim Cûdî
Efendi, 20 Temmuz 1864’te Trabzon’da doğdu. Asıl adı İbrahim olup şiirlerinde kullandığı “Cûdî” mahlasıyla
tanınmıştır.
Trabzon’da birçok eğitim kurumunda öğretmenlik yapmış olması onun “Muallim Cûdî” olarak yaygın ve haklı
bir üne kavuşmasını sağlamıştır. İbrahim Cûdî Efendi, Trabzon Müftülüğü görevinde iken, yakalandığı gırtlak
kanserinden kurtulamayarak 30 Haziran 1344 (13 Nisan 1926) tarihinde vefat etmiştir. Kabri Hatuniye Camii
kabristanındadır.
Tarafımızca incelenen “Tarih-i Enbiya ve İslam” (Trabzon, 1328/1910) isimli eser, son demlerini yaşamakta
olan cihan imparatorluğunun eğitimci-düşünürlerinden birisi olan İbrahim Cûdî’nin perspektifinden İslam tarihini
bize sunması açısından değerlidir. Eserde didaktik bir anlatım ağır basmaktadır. Eser, Hz. Adem’den başlayarak son
Osmanlı Padişahlarından Mehmet Reşat’ın 14 Nisan 1325 (27 Nisan 1909) tarihinde tahta oturuşunu anlatarak sona
ermektedir.
Peygamber kıssaları anlatılırken Kur’an-ı Kerim ve Tevrat’a başvurulmuş, bunun dışında herhangi bir kaynak
ismi verilmemiştir. Kıssalarda geçen yer isimleri ile tarihi şahsiyetler hakkında dipnotlarla coğrafi ve tarihsel
açıklamalar getirilmiş olmasına rağmen bunların hangi kaynaklardan alınmış olduğuna dair bir işaret ise
bulunmamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Tarih-i Enbiya ve İslam, Muallim Cûdi, İbrahim Cûdi Efendi, Trabzon.
Abstract
Ibrahim Cûdî Efendi, whose historiography we plan to focus on within the framework of his work titled, “Tarihi Enbiya ve İslam”, is the son of Yumralı Hacı Mehmet Efendi, the teacher of Iskender Pasha Madrasah in Trabzon.
Ibrahim Cûdî Efendi was born on 20 July 1863 in Trabzon. His real name is Ibrahim and he is known with
the pseudonym "Cûdî" used in his poems.
Having worked as a teacher in many educational institutions in Trabzon, he gained a widespread and justified
reputation as "Muallim Cûdî". When Ibrahim Cûdî Efendi was working as the Trabzon Mufti, he could not recover
from throat cancer and died on 30 June 1344 (13 April 1926). His grave is in the Hatuniye Mosque cemetery.
The work titled "Tarih-i Enbiya ve İslam" (Trabzon, 1328/1910), which is examined by us, is valuable in terms
of presenting us the world history from the perspective of Ibrahim Cûdî, one of the educators-thinkers of the world
empire, which is living its last stages. A didactic narrative prevails in the work. The work was written by starting from
Prophet Adam, it ends with the reign of Mehmet Reshat, one of the last Ottoman Sultans, on 14 April 325 (27 April
1909).
While the stories of the prophets are being narrated, the Quran and the Torah were referred to, and no other
source name was given although geographic and historical explanations have been made with footnotes about place
names and historical figures in the stories, there is no indication from which sources they were taken.
Keywords: Tarih-i Enbiya ve Islam, Muallim Cûdi, Ibrahim Cûdi Efendi, Trabzon.
40
İslam Dünyası’nda Tarih Biliminin Evreleri
İslam Tarihi’nin bilim olarak ortaya çıkışı Hadis, Fıkıh ve Tefsir gibi çeşitli İslam ilimlerinin yazılışı
ile birlikte başlar. Fakat bir disiplin haline gelmesi Emeviler zamanında başlamış ve Abbasiler dönemindeki
tercüme faaliyetlerinden de etkilenerek gittikçe gelişmiştir. Hz. Muhammed (s.a.v)’in çağdaşı olan
sahabilerin vefat etmiş olmaları, Kur’an’ın önceki peygamberlerden ve kavimlerden söz etmesi,
Müslümanların diğer dinlere mensup kişilerle birlikte yaşamaya başlamaları gibi sebepler onları İslam
Peygamberi’nin sîretini/hayatını tüm yönleriyle kaydetmeye sevk etmiştir (Rosenthal, 1983, s. 41).
Ayrıca Hz. Muhammed (s.a.v)’in peygamberler silsilesinin son halkası olması ve önceki
peygamberlerin de İslam inancına göre İslam’ın peygamberleri olarak kabul edilmeleri nedeniyle Müslüman
toplumda “peygamber tarihçiliği” de başladı ve Kısas-ı Enbiya (Peygamberler tarihi ilmi) teşekkül etti
(Günaltay, 1991, s. 17). Siyer ve meğâzî kitaplarının yanı sıra fütûhât kitapları ve peygamberler tarihinin de
İslam tarihine eklenmesiyle bu alandaki çalışmalar genel tarihçiliğe doğru evrildi.
Genel tarih perspektifiyle yazılan eserlerde tarih, insanlığın başlangıcından itibaren ele alınır ve
çoğunlukla yazarlarının devirlerine kadar meydana gelen olaylar kaydedilir. İslam dünyasında bu konuda
ilk olarak ortaya eser koyan müellif, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir b. Rüstem et-Taberî (ö.309/923)’dir.
Taberî, Târîhu’r-rusûl ve’l-mülûk isimli eserini miladi onuncu asrın ilk on yılında kaleme almıştır. Bu eserde
insanlığın başlangıcından hicri 302-303 yılına kadar olan olaylar ele alınmıştır (Rosenthal, 1983, s. 102).
Siyer ve meğâzî yazıcılığıyla başlayan İslam tarihçiliğinin genel karakteristiği, İslam tarihçilerinin
hadis alimlerinden tevarüs etmiş oldukları rivayet metoduydu. Bu yöntemle yazılan eserlerde olaylar
yaşandığı/anlatıldığı/olduğu gibi nakledilmekteydi. Hadisçilerin, rivayetlerin doğruluğunu araştırmak için
ortaya koymuş oldukları cerh ve ta’dil çalışmaları İslam tarihçileri tarafından da kullanılmış olsa da bunlar
olaylara değil kişilere dönük eleştirilerdi.
İslam tarihçiliğinin önemli temsilcilerinden olan İbn Haldûn (ö. 808/1406), tarihin sadece nakilden
ibaret olmadığını, onun içinde saklanan bir mananın bulunduğunu ve bunu araştırıp bulmanın görev
olduğunu söyleyerek (İbn Haldûn, 1988, s. 5) İslam tarihçilerinin tarihi olayları ele alıp değerlendirme
anlayışında büyük bir devrim meydana getirmiştir.
İbn Haldûn’un açtığı yolda ilerleyen tarihçiler olaylara felsefi yorumlar getirdiler ve kimileri (Fichte,
Hegel, Marx vd.) tarihte tam bir ilerleme olduğunu söylediler. Kimileri ise (İbn Haldûn, Vico, Toynbee vd.)
tarihte belli dönemlerde adına ilerleme diyebileceğimiz bir gelişme olsa bile aslında belli dönemlere göre
devinip duran bir döngüsel süreç olduğunu iddia ettiler (Özlem, 1998, s. 15).
Tebliğimizde ele aldığımız Tarih-i Enbiya ve İslam isimli eserdeki tarihsel olayları ele alış biçimine
baktığımızda İbrahim Cûdî Efendinin, geleneksel İslam tarihi yazıcılığının metodu olan rivayetçiliği esas
aldığını söyleyebiliriz. Bunun yanında tarihsel olaylarla ilgili rivayetleri zikrettikten sonra
mütalaa/değerlendirme yapmış olması ve bazı tarihsel kaidelerden (sünnetullah) bahsetmesi onun tarihe
felsefi bir açıdan yaklaştığının göstergesidir. Ayrıca tarihsel olayları ele alırken ortaya koymuş olduğu
yaklaşım onun tarihte döngüsel bir yapı olduğunu kabul ettiğini göstermektedir.
İbrahim Cûdi’nin Hayatı Ve Eserleri
İbrâhim Cûdî, 20 Temmuz 1863’te Trabzon’da Hacı Kâsım Mahallesinde dünyaya gelmiştir. Babası
Arsin İlçesi Merkez Yeşilce Mahallesi eşrâfından Hacı Mehmed Efendi (İskender Paşa Medresesi müderrisi,
Yumralı), annesi ise Âişe Hâtun’dur (Albayrak, 2016, s. 129). Asıl adı İbrahim olmakla beraber şiirlerinde
kullanmış olduğu “Cûdi” lakabından dolayı bu isimle meşhur olmuştur (Uzun, 1993, s. 81).
İlköğrenimini Tabakhane Mekteb-i İbtidaiyesi’nde yaptıktan sonra müftü medresesine girdi. Hoca
Derviş Efendi, Hacı Faik Efendi, Semercizade Hacı Mehmet Efendi gibi döneminin önemli alimlerinden
ders aldı. Eğitimini tamamladıktan sonra eğitimcilik hayatına adım attı ve Trabzon’da Mekteb-i
Hamidiye’de, Askeri Rüşdiye’de Kız Numûne Mektebi’nde, Trabzon Sultanisi’nde Fransızların Frerler
Okulu’nda, İranlılar için açılmış olan Mekteb-i Nâsırî’de, Rum ve Ermeni Okulları’nda Türkçe, Farsça,
Arapça, Tarih dersleri öğretmenliği ve yöneticilik görevlerinde bulundu (Albayrak, 2016, s. 131).
İstiklal savaşı öncesi işgal günlerinde Trabzon Mühafaza-i Hukuk-i Milliye Cemiyeti’nin kurucuları
arasında yer almış, bir müddet de cemiyetin başkanlığını yürüterek milli mücadele davasının en ön safında
41
yer alanlardan olmuştur. Trabzon’un işgali sonrasındaysa Ünye’ye geçmiş, oradan Ankara’ya intikal ederek
Ankara Sultanisi’nde Arapça ve Dârulmuallimat’ta Ulum-u Diniye derslerini okutmuştur.
Kurtuluş savaşından sonra kendisine TBMM milletvekilliği teklif edilmiş olmasına rağmen memleketi
Trabzon’a hizmet etmek istediğini belirterek bu görevi kabul etmemiştir. Trabzon’da birçok eğitim
kurumunda yapmış olduğu bu görevler sayesinde geniş bir kitle tarafından “Mualim Cûdi” olarak tanınır
hale gelmiştir. Ayrıca Trabzon Ticaret Mahkemesi’nde uzun yıllar daimî azalık görevinde bulunmuş,
Trabzon Vilayet Gazetesi’nde bir sene başyazarlık yapmış ve daha sonra 12 Nisan 1926 senesinde Trabzon
Müftülüğü görevini yürütürken muhtemelen çokça içtiği sigara (Mutman, 1950, s. 20) sebebiyle yakalandığı
gırtlak kanseri nedeniyle vefat etmiştir (Uzun, 1993, s. 81). Mezarı Hâtuniye Câmii mezarlığındadır
(Kayaoğlu, 1987, ss. 287-289).
Arapça ve Farsça’yı edebiyatları ile birlikte her iki dilde şiir yazacak derecede bilmekteydi. Bir divan
teşkil edecek kadar şiirleri mevcuttur (İz, 1975, ss. 59-60). Cûdi Bey’in basılmış birçok eseri vardır
(Albayrak, 1987, ss. 139-143). Tebliğimizde incelediğimiz Târîh-i Enbiyâ ve İslâm (Kitapçı Hamdi
Matbaası, Trabzon, 1910) isimli eserinin yanında Nevâdir-i Nefîse (Vilayet Matbaası, Trabzon, 1892), elKenzü’l-esnâ fî Şerhi’l-esmâi’l-hüsnâ (Serasi Matbaası, Trabzon 1909), el-Haytu’l-ebyaz (Üskünar
Matbaası, Trabzon 1912), Ulûm-i Dîniye Dersleri (Mihailidi Matbaası, Trabzon 1911) gibi birçok tespit
edil/eme/miş eserleri mevcuttur. En önemli eserlerinden bir tanesi de Lügat-ı Cûdî’dir. Bu yaklaşık 14.000
kelimeyi içeren bir sözlüktür ve madde başı olarak alınan kelimelerin çoğunluğu Arapça olup ikinci sırayı
ise Farsça kelimeler almaktadır (Odunkiran ve Alpaydin, 2014, s. 168). Lügat-i Cûdî, Türkçe yayımlanan
diğer sözlüklerden farklı olarak Arapça ve Farsça kelimeleri açıklayan bir sözlüktür (Karsli, 2014, s. 49).
Cûdî Efendi, et-Teraif ve’z-Zaraif isimli eserinin satışından elde edilen gelirle Trabzon’un Zeytinlik
Mahallesi’nde bir ilkokul yaptırmıştır ve şu anda kendi ismini (Cûdî Bey) taşımaktadır (Mutman, 1950, s.
20).
Tarih-İ Enbiya ve İslam’daki Tarih Perspektifi
42
Tarih Bilimine Yaklaşımı ve Tarihi Zamanlara Bölmesi
Tarih, ona göre sadece geçmişi araştıran bir bilim değildir. Tarih, “geçmişlerin ahvalinden,
vekayiinden, gelecekleri (gelecek nesilleri) haberdar eden” bir ilimdir. Müellife göre tarih çalışmalarını iki
başlık altında toplayabiliriz: 1. Tarih-i Umûmî, 2. Tarih-i Husûsî.
Tarih-i umûmî, bütün toplulukların, devletlerin geçirmiş olduğu tecrübeler ve yaşadıkları olaylardan
bahsetmektedir. Tarih-i husûsî ise, sadece bir topluluğun tecrübe ve yaşadıkları, ya da bir asırda yaşanan
olaylardır. Daha dar kapsamlı da düşünebiliriz; sadece bir hükümdarın yaşadıkları da tarihi hususi olarak
adlandırılabilir.
Müellife göre tarih sadece geçmişin olaylarını, hikayelerini, derleyip, kayıt altına alıp gelecek nesillere
aktarmak değildir veya amacı sadece bu olmamalıdır. Çünkü tarih boyunca yaşanan olaylarda gelecek
nesiller için önemli dersler bulunmaktadır. Anlatımlardaki estetikliği dolaylı anlatım esnasında kaybetme
ihtimalinden dolayı müellifin sözleriyle bu faydaları aktarıyoruz:
“Tarihin, insanlara azîm faidesi vardır. İnsanlar hükümetlerini, kavmiyetlerini, mevcûdîyetlerini
muhafaza için tutacak oldukları mesleki (yol), kuracak oldukları tedâbirî (tedbirler) hep tarihten alırlar.
Tarih, insanlara yol gösterir, tedbir öğretir, temkin verir, ayıklık bahşeder.
İnsanlar, tarih sayesinde geçmişlerin ahvâlini öğrenir, vekayiînden haberdar olur. Ne sebeple ileri
gittiklerini ne yüzden geri kaldıklarını bilir. İbtidây-ı hilkatten bugüne kadar güya (sanki) yaşamış gibi
insanların ahvâline malumatı olur. Bu malûmat yardımıyla fikrini, ahlâkını düzeltir, meslekini tashih eder.
Hâl-i hâzırı ve geleceği, geçmişe kıyas ederek en mühim işleri bile kolaylıkla idareye kesb-i iktidar eder.
Tarih, adeta tecrübe demektir. Tarih bilmeyen insanlar tecrübesiz çocuk mesabesindedir. Teşebbüsleri
serâpâ akimdir. Fakat, tarih bilenler öyle değildir. Tecrübeli, gün görmüş kâmiller gibi her neye teşebbüs
ederlerse muvaffakiyet onlar için daima hazırdır. Velhasıl tarih, insanlar için en mühim bir rehberdir; en
mükemmel bir mürşiddir (İbrahim Cûdî, 1328, ss. 2-3).”
Mütefekkir İbrahim Cûdî, tarihi zaman dilimlerine ayırırken tarihçilerin tasnifine uyarak, Kurûn-u Ûlâ
(İlk Çağ), Kurûn-u Vustâ (Orta Çağ), Kurûn-u Ahîre (Yakın Çağ), şeklinde üç ana zaman dilimine
ayırmıştır.
Bu sınıflandırmayı yaptıktan sonra cihanşümul Osmanlı düşüncesini veya özgüvenini yansıtırcasına
bu çağların başlangıç ve bitişlerini tarihlendirirken “Ehl-i İslam’a göre kurûn-u ûlâ” ve “Avrupalılara göre
kurûn-u ûlâ” diye ayrıca bir sınıflandırmaya gitmiştir. Yani bir nevi şunu demek istemektedir: Tarih bu
şekilde farklı çağlara ayrılmakla birlikte, bizim nazar-ı dikkate aldığımız bazı olaylar bu çağların başlangıç
ve bitiş noktalarını oluşturmaktadır. Avrupalılarsa kendilerine göre bazı noktalar belirlemiştirler ki bunların
bizim açımızdan herhangi bir bağlayıcılığı yoktur.
Müellifin tasnifinde belirtmiş olduğu, “Ehl-i İslam’a göre kurûn-u ûlâ”, Hz. Âdem’in yaratılışından
başlayıp Hz. Muhammed (s.a.v)’in Mekke’den Medine’ye hicretine kadar geçen zaman dilimidir. Orta çağ,
Hz. Peygamberin Hicretinden başlayıp İstanbul’un fethine kadar geçen süredir. Yakın çağ ise İstanbul’un
fethinden sonraki zaman dilimidir.
Avrupalılara göre kurûn-u ûlâ, Hz. Âdem’in yaratılışından başlayıp Roma İmparatorluğu’nun yıkılışına
kadar geçen zamandır. Orta çağ, Roma İmparatorluğunun yıkılışından Amerika’nın keşfine kadarki zaman
dilimidir. Yakın çağ ise Amerika’nın keşfinden günümüze kadar olan süredir (İbrahim Cûdî, 1328, ss. 3-4).
İbrahim Cûdî, tarihin çağlara bölünmesi ile ilgili bilgileri verdikten sonra Tarih biliminin kaynaklarını
da semâvî kitaplar, tarihçilerin yazmış oldukları eserler ve arkeolojik çalışmalarla bulunan tarihi kalıntılar
şeklinde üç kısma ayırmıştır.
Tarihin toplumlar için önemi, çağları ve kaynakları hakkında bilgi verdikten sonra farklı toplumlarda
kullanılan takvimler ve Müslümanların takvimi hakkında ise kendi ifadeleriyle şu bilgiyi vermektedir:
“Tarih lafzının iki manası vardır: Biri, arz ettiğimiz vechile, geçmişlerin ahvâlini geleceklere bildirir.
Diğeri de bir vakanın vuku bulduğu veyahut bir kitabın, bir mektubun yazıldığı vakti tayin eder. Bu nev’
tarih her millette başka başkadır, bir değildir. Mebde’leri (başlagıç) ayrı olmak üzere her milletin bir tarihi
vardır. Biz ehl-i İslam’ın tarihi de tarih-i hicrîdir.
43
Mebdei, Rasûl-i ekrem efendimiz hazretlerinin Medine-i Münevvere’ye hicret buyurdukları senedir.
Araplar, İslamiyet’ten evvel tarih isti’malini bilmezlerdi. Bir madde (konu) için zaman tayinine lüzum
gördüklerinde falan vakanın, falan hadisenin falanca gününde diye beyan-ı tarih ederlerdi. Mektuplarına
yalnız tahrir olundukları (yazıldıkları) ayın ismini yazarlardı. Bu hal, tam on altı sene-i hicriyesine kadar
devam etti. Hükümet-i İslamiye’nin günden güne tevvesu’ edişi (genişlemesi) ve muamelâtın (ilişkiler),
mesâlihin de (faydalar) o nisbette çoğalması bir tarih ittihazı lüzumunu ehl-i İslam’a ihsas ettirdi.
En evvel bu lüzumu hisseden ashabdan Ebu Musa el-Eş’arî hazretleridir. On altı sene-i hicriyesinde
Halife-i Müslimîn olan Hz. Ömer (r.a)’a bir layiha (belge-tasarı) takdimiyle bir tarih ittihaz olunmak
lüzumunu gösterdi. Bu lahiyasında beyan ettiği esbab, Halife’ce nefsu’l-emre (ele alınan konu) muvafık
görüldü. Ashabın en ileri gelenleri celb edilerek mesele mevki-i tezekküre kondu. Uzun uzadıya birçok
müzakerattan sonra umumun ittifakıyla mebdei hicret-i Nebeviye olmak üzere bir tarih vaz’ ve tesis
buyruldu. Bundan anlaşılıyor ki tarihimiz, en evvel on altı diye atılmaya başlamıştır. Yoksa çokları
tarafından zan olunduğu gibi buradan başlamamıştır.
Nitekim Hristiyanların istimal ettiği tarih-i milad dahi öyledir. Yani bu da birden başlamamıştır.
Mebdei her ne kadar Hz. İsa’nın doğduğu sene ise de vaz’ ve tesisi çok sonradır. Hatta rivayete nazaran Hz.
İsa’dan birkaç yüz sene sonra İstanbul’da vaz’ olunmuştur. Bugün istimal olunan tarihlerin en meşhurları
ikidir: Biri, Müslümanlara ait olan tarh-i hicret, diğeri de Hristiyanlara mahsus olan tarih-i miladdır.
Bunlardan başka daha birçok tarihler var ise de isti’malleri o kadar şayi’ değildir (İbrahim Cûdî, 1328, ss.
3-4).”
Müellif, tarih ve metot üzerine vermiş olduğu bilgilerden sonra eserine Hz. Adem’in yaratılışından
başlayarak Hz. Muhammed (s.a.v) öncesinde gönderilmiş peygamberlerden bahsettiği kısmı birinci
bölümde (Tarih-i Enbiyâ) ele almaktadır. Daha da önce belirtmiş olduğumuz gibi tarih rivayetlerinde
(özellikle tarih öncesi dönem) kutsal kitaplardaki bilgilerden faydalanmaktadır. Bunun yanında bu
rivayetlerle ilgili değerlendirmelerde bulunmuş hatta bilimin bu konularla ilgili ortaya koymuş olduğu
teorileri de bu yorumlara dahil etmiştir.
İbrahim Cûdî, dünyanın nasıl yaratıldığını “ancak Allah (c.c.) bilebilir” diyerek kitabının birinci
bölümüne başlangıç yapıyor. Çünkü, insanların bunu tam anlamıyla bilebilmeleri imkansızdır. Kutsal
kitaplar âlemin altı günde yaratıldığını haber verseler de bu günlerin bizim anladığımız manada altı güne
tekabül edip etmediği de tam olarak net değildir. Bu altı gün de olabilir altı bin sene de olabilir. En
doğrusunu Allah bilir (İbrahim Cûdî, 1328, s. 7).
Bilim insanları bütün evrenin ilk önce gaz halinde olduğunu sonra bunların parçalandığını ve birçok
gezegenler meydana geldiğini iddia etseler de bütün bunlar teorilerden ibarettir. Bu teorinin dışında başka
teoriler de vardır. Dolayısıyla bizim yapmamız gereken bu teorilerden herhangi birisini red veya kabul
yönünde bir taassub göstermektense gerçeklik ortaya çıkana kadar “en doğrusunu Allah bilir” dememiz akla
daha uygundur (İbrahim Cûdî, 1328, s. 8).
Peygamberler hakkında verdiği bilgiler, her ne kadar kaynak zikretmemiş olsa da İslam Tarihi alanında
yazılmış olan Kısas-ı Enbiya literatürü ile uygunluk arz etmektedir. Fakat İslam alimleri arasında tartışma
konusu olan bazı konularda da kendi değerlendirmelerini ifade etmektedir. Örneğin Hz. Nuh (a.s)’ın
kavmini yok eden tufanın lokal mi genel mi olduğu konusunda şunları söylemektedir:
“İlk putperest toplum Hz. Nuh’un kavmidir. Bütün uyarılara rağmen iman etmedikleri için helak
edilmişlerdir. Tufanın bütün dünyayı kapsamadığını söyleyenler de vardır. Çünkü Kur’an’da bütün dünyayı
kapladığına dair açık bir delil yoktur. Yani tufanın Fırat ve Dicle vadilerinde meydana geldiğini söylemek
dinen mahzurlu değildir (İbrahim Cûdî, 1328, s. 14).”
Müellif, İkinci bölüme (Tarih-i İslam) Hz. Peygamber’in doğmuş olduğu ortamla başlayarak, Hz.
Muhammed (s.a.v), Hulefa-i Raşidîn, Emeviler, Abbasiler, İslam coğrafyasında kurulmuş belli başlı
devletleri zikretmektedir. Son olarak da Osmanlı tarihi ve padişahları hakkındaki temel bilgileri verdikten
sonra anlatımlarından ve de heyecanını yansıtmış olduğu cümlelerden anladığımız kadarıyla kendisinin de
canlı şahidi olduğu Sultan V. Mehmet Reşat’ın tahta çıkışı olayı ile kitabını sona erdirmiştir.
Bu bölümden bazı anekdotları aktarmadan önce dikkatimizi çeken bir hususu da belirtmek gerekiyor.
Müellif, büyük hacimli bir çalışma amacını gütmediği için (eserin toplamı 192 sayfadır) ele aldığı
dönemleri, önemli olay ve şahsiyetlerini zikrederek, kısaca anlatmaya çalışmıştır. Doğal olarak, Osmanlı
Devleti tarihini de oldukça kısa bir şekilde anlatmıştır. Bunu kendisi açısından bir handikap olarak görmüş
44
olmalı ki Osmanlı tarihine giriş yaparken bir dipnot koyarak bu duruma, “aslında daha tafsilli yazmak
gerekir, fakat böyle bir eserde az yer ayırmış olmamızla beraber İslam tarihinden koparmamak adına
Osmanlı tarihini de ekledik. İnşallah uygun bir zamanda müstakil olarak Osmanlı tarihini ele alan bir eser
yazmayı planlamaktayım.” şeklinde bir izahat getirmiştir (İbrahim Cûdî, 1328, s. 184).
Ayrıca bu bölümde ele aldığı devletler hakkında bilgi verirken, şayet bu devletlerin özelde
Osmanlılarla genelde de İslam dünyasıyla bir çatışması olmamışsa gayet nesnel ifadelerle tarihlerini
anlattığı, örneklerini zikredeceğimiz bazı devletler hakkında ise yerici/öznel anlatımlara başvurduğu
görülmektedir. Örneğin Anadolu Selçuklularından Rûm Selçukluları diye bahsetmekte ve onlar hakkında
şu sitayiş dolu ifadeleri kullanmaktadır:
Rûm Selçukluları: Rum Devlet-i Selçûkiyesi’nin merkez idaresi Konya şehriydi. Anadolu’nun
Türklerle iskân olunması ve ahalisinin adeta Türkleşmesi bu devlet zamanında hâsıl olmaya başlamıştır. Bu
devlet h. 699 tarihine kadar payidar olmuştur ki Devlet-i Ebed Müddet Osmaniye’miz bunun Moğollar
tarafından mahvı üzerine ilan-ı istiklal buyurmuştur. Devlet-i ebed müddetimize tabl ve alem (davul-bayrak)
vererek emirliğini onaylayan bu devlet olmuştur (İbrahim Cûdî, 1328, s. 177).
Cengiz Han’ın kurmuş olduğu devlet hakkında ise sebep oldukları yıkım dolayısıyla “adı batasıca”
diye söz etmektedir:
Tatar Hanları/ Devlet-i Cengîziyye: Devlet-i Cengiziye, Tataristan-ı Kebir’den zuhur ile bütün Asya’yı
zulmen yakıp yıkarak cihanı-ı insaniyete ve İslamiyet’e kan ağlatan adıbatası meşhur Cengiz tarafından 559
tarihinde tesis olunmuş bir devlettir ki kendisinden sonra munkasim olduğu şubelerden İlhaniye devletiyle
Çiftay ve Cûcî Han subeleri esasen putperest oldukları halde sonradan İslamiyet’i kabul etmişlerdir (İbrahim
Cûdî, 1328, s. 178).
Mütefekkir İbrahim Cûdî Efendi, eserini Osmanlı Devleti’nden bahisle bitirmiştir. Devlet-i Ebed
Müddet Osmaniye şeklinde ifade ettiği Osmanlı tarihini kitabın yazımını bitirmiş olduğu 1327/1909 senesi
itibariyle şu şekilde dönemlere ayırmıştır:
Dünyanın en büyük ve en kadim hükümetlerinden olan bu aziz devlet Devlet-i Osmaniye’mizin tarihini
dört döneme ayırabiliriz:
1. İstila/genişleme dönemi: Kuruluşundan aşere-i mübeşşere olan (Hz. Peygamber’in cennetle
müjdelediği on sahabi için kullanılan bu sıfatı ilk on Osmanlı sultanı için kullanması yoğun duygusallığın
bir tezahürü olmalıdır) on sultanın onuncusu olan Kanuni Sultan Süleyman döneminin sonuna kadar olan
zaman dilimi.
2. Duraklama dönemi: II. Selim döneminden başlayıp III. Murat dönemiyle sona ermektedir. İbrahim
Cûdî’nin bu periyodu duraklama dönemi olarak isimlendirmesinin sebebi fetih hareketlerinin durmuş
olmasıdır. Her ne kadar bu periyotta Sokullu Mehmet Paşa sayesinde bazı askeri başarılar kazanılmış olsa
da bu başarılar fetihle neticelenmemiştir. Müellife göre bu dönemin en olumlu tarafı yeni fetihler
gerçekleşmemiş olsa da eldeki toprakların korunmuş olmasıdır.
3. Gerileme dönemi: III. Murat döneminden sonra başlayıp Hâkân-ı mahlû’ (II. Abdülhamid)
döneminin sonunda ilan edilen Meşrutiyet’e kadar uzanan zaman dilimidir.
4. Teceddüd/yenilenme dönemi: Bu dönem olaylarını anlatırken kullandığı ifade ve tanımlamalar
kendisinin de İttihat ve Terakki fikriyatı ile hareket ettiğini göstermektedir. II. Abdülhamid dönemini
karanlıklar ve zulümlerle dolu olarak tanımlayan müellif, padişahın görevden azledilmesi ve V. Mehmet
Reşat’ın saltanata getirilmesini büyük bir sevinçle dile getirmiştir. Müellif İbrahim Cûdî Efendi’nin bu
dönemin başlangıcıyla ilgili hislerini yansıtan, aynı zamanda kitabının da son cümleleri şu şekildedir:
Abdülhamid zamanı otuz yıl kadar karanlıklar ve sıkıntılar içerisinde rehin yaşayan toplum nihayet 10
Temmuz 1324 (23 Temmuz 1908) tarihinde ayaklanarak Kanun-u Esasi’yi ilan etmiş, Meclis-i Mebusan-ı
tekrar açmıştır. Fakat 31 Mart 1325 (13 Nisan 1909) hadise-i irticaiyesi baş göstermekle fetvay-ı şer’i şerif
ile 14 Nisan 1325 (27 Nisan 1909) tarihine denk gelen 7 Rebîulâhir 1327, salı günü saat altı buçukta II.
Abdülhamid, Hilafet-i İslamiye Saltanat-ı Osmaniye’den iskât; meşru veliaht Muhammed Reşad Efendi
Hazretleri, Sultan V. Muhammed ünvanıyla makam-ı hilafet ve saltanata iclas olunarak gösterişli ikbal ve
istikbalimiz kesin olarak güvence altına alınmıştır.
45
Tarihsel Olaylardan Çıkarılan Ahlâki Öğretiler
İbrahim Cûdî Efendi, dînî ilimlerdeki derin vukûfiyetini, eğitimcilik ve idarecilik hayatının kendisine
kazandırdığı tecrübeyi, yazmış olduğu bu eserde en ileri derecede okuyucuya yansıtmaya çalışmıştır. Bu
gayretin en büyük delillerinden bir tanesi de bölüm başlarında veya sonlarında mütâlaa başlığı altında
yapmış olduğu değerlendirmelerdir.
Örneğin peygamberler tarihini ele aldığı birinci bölümün sonunda peygamber kıssalarından çıkarmış
olduğu ilkeleri yedi madde halinde sıralamaktadır. Bu ilkeler, fertler ve toplumlar için uyulması elzem olan
esaslardır. Çünkü bu esaslar Allah’ın, peygamberleri aracılığıyla insanlara iletmiş olduğu mesajları
barındırmaktadır. Buna da Kur’an-ı Kerim’deki Yusuf Sûresi 111. ayetini delil olarak göstermektedir. Bu
ayette Allah Teâlâ, “akıl sahipleri için (peygamberlerin) kıssalarında/hikayelerinde ibretler bulunmaktadır”
şeklinde haber vermektedir (İbrahim Cûdî, 1328, s. 50).
Kıssaların bilinmesinin önemini müellifimiz şu şekilde ifade ediyor:
“İşte Enbiya-yı âzâm hazerâtın şu hikayât-ı mübârekelerini öyle sathî bir mütâlaa ile geçivermek;
yani onlardan kendimize hisse-i intibah edinmemek pek büyük bir gaflettir. Tamir-i gayr-i kâbil bir
zühûldür. Binaenaleyh her fıkrası bir mecelle-i ibret olan o kısas-ı âliyeden muktebes birkaç hisse-i
intibâhın numune olmak üzere şuracıkta evlad-ı vatana arz-ı araisini hasbel-ihlâs vecâibden
addeylerim (İbrahim Cûdî, 1328, s. 51).”
1. Şeytan, kibirli davrandı ve büyüklük taslayarak Hz. Adem’e secde etmedi. Allah’ın emrine karşı
gelmiş olduğu için İlâhî huzurdan kovuldu ve sonsuza kadar lanetlendi. İşte inat ve kibrin insanı
sürükleyeceği felaket de budur. Allah herkesi böylesi sonsuz lanetten muhafaza buyursun.
2. Hz. Âdem, yasak ağaca yaklaştığı için cennetten çıkarıldı. Halbuki bunu bir anlık yanlış düşünce
neticesinde yapmıştı ve bu hatalı davranışı cennetten kovulmasına neden olmuştu. Bizler ise şu aciz
halimizle her gün bin türlü günah işliyoruz ve yine de cenneti arzuluyoruz. Vay halimize ki! Hem pişmanlık
nedir tevbe nedir bilmeyiz hem de aklı ve feraseti başkalarına kaptırmayız (İbrahim Cûdî, 1328, s. 51).
3. Hz. Nuh’un oğlu Yâm, babası peygamber olmasına rağmen ona inanmadı (gemiye binmedi) ve
diğerleri gibi helak oldu. İşte karakterleri itibariyle kötü olanlar peygamber neslinden bile gelseler sonuç
değişmemektedir. Her türlü melanet kendilerinden beklenebilir.
4. Hz. Yusuf, kendi kardeşleri tarafından kuyuya atıldı ve daha sonra da köle olarak satıldı. Ama
nihayetinde Mısır’ın idarecilerinden oldu ve daha önce kendisini kuyuya atan kardeşleri onun önünde el
pençe divan durdular. İşte İlâhî adâlet böyledir; herkesi layık olduğu mertebeye indirir, çıkarır.
5. Hz. Eyüp, insan açısından dayanılması gerçekten zor olan bir hastalığa yakalandı. Bu hastalık
yüzünden vücudu bir deri bir kemik kaldı. Üstelik malını ve çocuklarını kaybetti ama yine de sabretti.
Sabrının karşılığında da Allah tarafından mükafat olarak kendisine eskisinden daha fazla mal ve vücut
sıhhati ihsan buyruldu. İşte sabır ve tahammül böyledir. Sabırsızlık ise çoğunlukla intihar ile neticelenir.
6. Yuda ismindeki hain Havariler arasında bulunmak gibi bir şerefi haizken Cenab-ı İsa’yı birkaç
kuruşa satıverdi; yani saklandığı (Hz. İsa’nın) yeri düşmanlara haber verdi. Bu suretle hem dünyasını hem
de ahiretini kaybetti. İşte açgözlülük böyledir. Allah esirgesin, bir kalbe girdi mi; bir kalpte iyice yerleşti
mi artık insanda ne din bırakır ne iman ne de vicdan (İbrahim Cûdî, 1328, s. 52).
Müellif, ibret alınması, akılda tutulması gereken bu ilkeleri zikrettikten sonra genel bir değerlendirme
ile bölümü tamamlamıştır. İnsanlar şayet peygamberler tarihini baştan sona büyük bir dikkatle incelerlerse
şu hakikati muhakkak göreceklerdir: Hangi topluluk peygamberine itaatkâr olmuş, onlara karşı gelmemişse
huzuru yakalamış, düşmanlarına galip gelmiştir. Hangisi de peygamberinden yüz çevirmiş, şeytana uymuşsa
perişan olmuş ve en zayıf düşmanlarına karşı mağlup olmuş, esir düşmüştür.
İşte bu olguya İslam inancında sünnetullah (Allah’ın ezeli /değiştirilemez kanunları) denilmektedir.
Bu nedenle huzurumuzu korumak, şan ve şerefimizi yüceltmek istiyorsak Peygamberimiz Hz. Muhammed
(s.a.v) ve onun sünnetine olan bağlılığımızı güçlendirmemiz gerekmektedir (İbrahim Cûdî, 1328, s. 53).
İbrahim Cûdi Efendi, bütün tarihsel olaylara ibret nazarıyla bakılması gerektiğini düşünmektedir.
Endülüs Devleti’nin de hazin ve Müslümanları yaralayan sonunu hazırlayan etmenlerin başlıcası ahlâkın
fesada uğramasıdır. Bu nedenle aynı felaketle karşı karşıya kalmak istemiyorsak nasıl ki kendimizi ve
ailelerimizi ateşten koruyorsak aynı şekilde ahlak bozukluğundan da korunmamız gerekmektedir.
46
Nitekim,“âharın mesaibinden ibretgîr olamayan, âhara ibretbahş olacak mesaibe uğrar (başkalarının
yaşadığı musibetlerden ders çıkarmayanlar başkalarına ders olacak musibetler yaşarlar)” (İbrahim Cûdî,
1328, s. 166).
Değerlendirme
Son dönem Osmanlı mütefekkirlerinden olan İbrahim Cûdi Efendi, çok yönlü kişiliğiyle dikkat
çekmektedir. Dini ilimlerdeki derin vukûfiyetinin yanında Arapça ve Farsça dillerine olan hakimiyeti ve bu
dillerde yazmış olduğu, divan oluşturacak miktardaki şiirleri sayesinden şairliği ile ön plana çıkmıştır. Ama
aynı zamanda öğretmenlik ve okullardaki idarecilikleri nedeniyle de “Muallim Cûdî” ünvanıyla geniş
kitleler tarafından tanınmıştır.
İncelemiş olduğumuz Târîh-i Enbiyâ ve İslâm isimli eserinde de bu çok yönlülüğünü ve siyasete olan
yakın ilgisini müşâhâde ettik. Nitekim hayatını anlatan eserlerde hem Meclis-i Mebusan hem de TBMM’de
milletvekilliği için kendisine teklifte bulunulmuş ama bu teklifleri memleketi olan Trabzon’a hizmet etmek
gayesiyle kabul etmemiştir.
Eserin yazılmasındaki ana saik, çeşitli kademelerde eğitim alan öğrenciler olduğu için didaktiklik göze
çarpmaktadır. Günümüzde lise ve üniversitelerde okutulan İslam Tarihi derslerinin müfredatlarından daha
kapsayıcı olduğunu söylememiz mümkündür. Müellif, geniş hacimli olmayan eserine ustalıkla
peygamberler tarihini ve kendi yaşadığı tarihe kadar olan İslam tarihini sığdırmayı başarmıştır. Konuların
başlangıç ve sonlarına yerleştirmiş olduğu mütâlaâların/değerlendirmelerin gerçekten kıymetli ve ilgi çekici
olduğunu söylememiz mümkündür. Hatta eserin, günümüzde dahi İslam Tarihi dersleri için kaynak kitap
olarak kullanılmaya uygun olduğunu söyleyebiliriz.
Kaynakça
1. Albayrak, H. (1987). Tarih İçinde Trabzon Lisesi. Trabzon.
2. Albayrak, H. (2016). Eğitimci, Yazar, Şair ve Trabzon Müftüsü Muallim İbrahim Cûdî Efendi (C. 1. c.
([27], 649 s.), ss. 129-144). I. Uluslararası geçmişten günümüze Trabzon’da dini hayat sempozyumu
bildiriler kitabı, sunulmuş bildiri, Trabzon: Trabzon Büyükşehir Belediyesi.
3. Günaltay, M. Ş. (1991). İslam tarihinin kaynakları tarih ve müverrihler = İslam’da tarih ve
müverrihler. Endülüs yayınları; 18 (C. 463 s.). İstanbul : Endülüs Yayınları.
4. İbn Haldûn, E. Z. V. A. b M. İ. (1988). Mukaddime. Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı; 481 (C.
1. c. (XXIII, 684 s.)). Ankara : Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı.
5. İbrahim Cûdî. (1328). Târîh-i Enbiyâ ve İslâm. Trabzon: Kitapçı Hamdi Matbaası.
6. İz, M. (1975). Yılların izi. ; (C. 433 s.). İstanbul : İrfan Yayınevi.
7. Karsli, İ. (2014). Osmanlıca Metinleri Anlamada Arapça’mn Önemi Lügat- ı Cudi Örneği. Marmara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, (32), 143-186.
8. Kayaoğlu, İ. G. (1987). Trabzon’da Yetişen Değerli Eğitimci İbrahim Cudi Bey. Trabzon Kültür Sanat
Yıllığı. İstanbul.
9. Mutman, M. L. (1950). İbrahim Cudi Efendi, Ülkü (3. Seri): Halkevleri ve Halkodaları Dergisi. ; (C.
1-39, C. 4). Ankara : Ankara Halkevi.
10. Odunkiran, F. ve Alpaydin, B. (2014). ‘Kalem Olsun Eli Ol Kâtib-i Bed-tahrîrin’ yahut Lügat-ı Cûdî’de
Yer Alan Manzum Şevâhid Üzerine. Divan Edebiyatı Araştırmaları Dergisi, 13(13), 141-166.
11. Özlem, D. (1998). Tarih felsefesi. ; (C. 413 s.). İzmir : Dokuz Eylül Yayınları.
12. Rosenthal, F. (1983). İlmü’t-tarih inde’l-müslimin. ; (C. 860 s.). Beyrut : Müessesetü’r-Risâle.
13. Uzun, M. (1993). Cûdî Efendi, Trabzonlu, Türkiye Diyanet Vakfı İslam ansiklopedisi: CilveDarünnedve. ; (C. 8. c. (16, 559 s.)). Ankara : Türkiye Diyanet Vakfı.
47
Presentation ID/Sunum No= 61
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Atatürk Heykellerı̇nden Barbaros Anıtı’nın Açılışına
Dr. Eray Yılmaz1
Yıldız Teknik Üniversitesi
*Corresponding author: Eray Yılmaz
1
Özet
Osmanlı tarihinde ilk defa Sultan Abdülaziz, Avrupa seyahatinde kamusal alanlarda gördüğü heykellerden
etkilenerek kendi atlı heykelini de yaptırmış ancak bu heykeli halkın olası tepkisinden çekinerek sadece sarayının
içinde sergilmişti. Söz konusu heykelin ardından ilk kamusal anıt İttihatçılar tarafından 31 Mart İsyanı sırasında şehit
edilen Osmanlı askerleri için yaptırılan Abide-i Hürriyet olmuştur. Cumhuriyet dönemindeyse Atatürk heykelleri,
rejimin hakimiyetini Atatürk’ün karizmasından yararlanarak simgelemiştir. 1930’ların başında yazılan tarih ders
kitaplarında Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nın en önemli ve tek lideri biçiminde yüceltilmiştir. Atatürk heykelleri bu tarih
yaklaşımını onaylamış ve desteklemiştir. İnönü dönemindeyse Türk Tarih Tezi revize edilmiş, Osmanlı ve İslam geçmişi
Türk kimliği üzerinden Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmıştır. Söz konusu revizyona bağlı bir biçimde yeni bir anıt,
Barbaros Anıtı ortaya çıkmıştır. Barbaros Anıtı, Osmanlı tarihinin güçlü denizcisini Türk kimliği üzerinden
Cumhuriyet’e eklemlemiştir. Bildiri bu süreci dönemin kaynak ve gazetelerinden yararlanarak incelemiştir. Osmanlı
heykellerinden kısaca söz edildikten sonra, Abdie-i Hürriyet’ten Atatürk heykellerine bir yol takip edilmiş, Barbaros
Anıtı’nın açılışını bu bağlamda değerlendirmiştir.
Anahtar Kelimeler: Osmanlı heykelleri ve anıtları, Cumhuriyet heykelleri ve anıtları, Atatürk heykelleri, Barbaros
Anıtı,
Abstract
For the first time in Ottoman history, Sultan Abdülaziz, inspired by the statues he saw in public places during his
trip to Europe, also had his own equestrian statue built, but he only exhibited it inside his palace, fearing a possible
public reaction. After this statue, the first public monument was the Abide-i Hürriyet, which was built by the Unionists
for Ottoman soldiers who were martyred during the March 31st Uprising. In the Republican period, Atatürk statues
symbolized the dominance of the regime by taking advantage of Atatürk’s charisma. In the history textbooks written
in the early 1930s, Atatürk was glorified as the most important and single leader of the War of Independence. Atatürk
statues have endorsed and supported this approach to history. During the İnönü period, the Turkish History Thesis
was revised and Ottoman and Islamic history was linked to the Republic of Turkey through its Turkish identity.
Depending on this revision, a new monument, the Barbaros Monument, has emerged. Barbaros Monument has added
the powerful sailor of Ottoman history to the Republic of Turkey through its Turkish identity. This paper examined this
process using the sources and newspapers of the period.
Keywords: Ottoman statues and monuments, Republic statues and monuments, Atatürk statues, Barbaros Monument.
Giriş
Türkiye’de anıtlar ve heykeller Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren devrimleri, Atatürk kültü
üzerinden telkin etmenin, kabul ettirmenin bir aracı biçiminde görüldü. Genellikle devasa, hâkim, güçlü,
aşkın özne, tek adam, kısaca kült biçiminde tanımlanabilecek Atatürk heykelleri, erken cumhuriyet
döneminin kuvvetli simgeleriydi. Atatürk heykelleri yabancı heykeltıraşlara verilen siparişlerle başlamış,
siyasal iktidarın istekleriyle, heykeltıraşların önerileriyle biçimlenmiş ve uygulanmıştı. Bu heykeller erken
cumhuriyet döneminde günün tarih ve siyaset anlayışını da ifade etmiş, Atatürk milletin mutlak ve tek
temsilcisi, milletin derinini bilen-kavrayan-gören, milletin isteklerini cisimleştiren bir tarih anlayışıyla
kabul edilmiş, dolayısıyla heykeller de bu temsili yansıtmıştır.
Bu makale Atatürk heykellerini kısaca ve en genel hatlarıyla değerlendirdikten sonra asıl sorunsalına
Barbaros Anıtı’nı değerlendirmeye odaklanmaktadır. Atatürk heykelleriyle benzer bir yaklaşımı ifade eden
Türk Tarih Tezi, Atatürk’ü Kurtuluş Savaşı’nın mutlak lideri kabul edilmiş, Kurtuluş Savaşı’nı onunla
48
başlayıp onunla bitirmiş, devrimlerin tek adamı görmüştür. Atatürk’ün ölümünden sonra İnönü döneminde
gerçekleşen tarih revizyonuyla Atatürk tek adam olmaktan çıkarılıyor, Türk tarihi içinde Osmanlı tarihiyle
ilişki kuruluyor, bu revizyon kısa süre içinde şehrin kamusal alanlarına da yansıyordu. Osmanlı Devleti ile
kurulan ilişki burada söz konusu edilecek Barbaros Anıtı’nda kendini gösterdi. Makale, söz konusu
revizyonu Türk Tarih Tezi’ne atıfla kısaca ele almış, ardından bu revizyonun Barbaros Anıtı’na ne tür
özelliklerle yansıdığını ifade etmiştir. Siyasal iradenin tarih yaklaşımındaki değişimin derhal heykelciliğe
yansıyan değişimini saptamaktadır.
Mahremiyetten Kamusal Alana: Osmanlı Heykel ve Anıtlarının Kısa Tarihi
Osmanlı İmparatorluğu’nda toplumsal bir olayın ardından inşa edilen ilk kamusal anıt Abide-i Hürriyet
oldu. Daha önce Abdülaziz atlı bir heykelini yaptırmış, sarayları için çeşitli hayvan figürleri sipariş etmişse
de bunlar saray duvarları arasında kalmış, kamusallaşmamıştır. Fuad Paşa için bir anıt dikilmesi gündeme
gelmiş, dönemin sadrazamı Âli Paşa, ülkenin dini gelenek ve alışkanlıklarının maalesef bu tür işlere izin
vermediğini ifade etmiş, anıt yapılamamıştır. II. Abdülhamid tahttan indirildiğinde ancak devlet
dairelerindeki tuğraları indirilmiş, yıkılacak hiçbir büst veya heykeli bulunamamıştır (Kreiser, 2018: 291).44
Diğer taraftan III. Selim’den itibaren padişahların modern resimleri yapılmış, fotoğrafları çekilmiş dahası
II. Abdülhamid zengin bir fotoğraf albümü biriktirmiş, bunlardan propaganda için yararlanmıştı. Anlaşılan
resim ve fotoğraf Âli Paşa’nın ifadesiyle dini gelenek ve toplumsal alışkanlıklara aykırı görülmüyor veya
bu aykırılık fiilen aşılıyor, heykel, büst gibi üç boyutlu sanatlarsa put çağrışımı yapacağından uygun
bulunmuyordu. Her şeye rağmen Sultan Abdülaziz, Avrupa seyahatinin ardından heykel siparişi vermiş, ilk
defa bir Osmanlı sultanı için yapılan atlı bir heykel mahcup bir biçimde ancak saray içinde konuklara teşhir
edilmiştir.45 Osmanlı Devleti’nde heykel, büst ve anıtların kamusallaşması ve toplumsal yaşamda bir bakıma
siyasal egemenliğin simgesi veya siyasal hafızanın kurumsallaşması İttihatçıların cüretiyle meydana gelmiş,
onları, iktidarı yeterince güçlendiğinde Cumhuriyet idaresi ve Atatürk takip etmiştir.
Osmanlı tarihinde ilk kamusal anıt İttihatçıların iktidarında 31 Mart Vakasının ardından inşa edildi. 31
Mart İsyanı’nı bastıran Hareket Ordusu’nun şehitleri basında Hürriyet Tepesi denilen yere defnedildi.
Cenaze töreni sırasında Enver Bey, mezarlıkta Müslim ve gayrimüslim tüm şehitlerin yan yana huzur içinde
yattığını vurguladı. Hürriyet heyecanının uhuvvet (kardeşlik) sloganları içinde coşkuyla yaşandığı
bugünlerde Osmanlıcılığın altını çizdi. Mezarlığın bulunduğu yere kısa süre içinde bir anıt yapılması
gündeme gelmiş, halktan bağış toplanmaya başlanmış, anıt için bir yarışma açılmış, yarışmayı
Mühendishane-i Berri-i Hümayun’dan Muzaffer Bey kazanmıştır. Resmi açılışı 23 Temmuz 1911’de
yapılan Muzaffer Bey’in anıtı, gökyüzüne bakan bir top namlusu ve altında yer alan türbe ve mescitten
meydana geliyor, kitabesinde “hürriyet şehitlerinin kabri” yazıyordu. Enver Bey’in konuşmasında
vurguladığı Osmanlıcılık ile birlikte anıtın giriş kubbesi ve ana kapısı geleneksel bir namazgahı andırmış,
minber şeklindeki kürsüler bayramlarda dua ve vaazlar için kullanılmıştır. Kısaca söylemek gerekirse
Osmanlıcılıkla birlikte İslam hassasiyeti ve geleneksel mimari özellikleri de korunmuştur. Top namlusu
biçimindeki anıtın üzerinde yer alan her iki kitabede “tarih-i istirdad-ı hürriyet (hürriyetin tekrar
sağlanması)” yazıyor, 27 Nisan 1909’da tahta çıkan V. Mehmet Reşad’ın tuğrası yer alıyordu. Top
namlusunun altında Osmanlı bayrağı, ordu ve donanmanın simgesi süngülü tüfekler, bir gemi çapası ve can
simidi görülüyor, namlunun kaidesinin içinde şehitlerin ismi yazıyordu. Bu isimler arasında Enver Bey’in
konuşmasında somut karşılığını bulan bir isim vardı. Bu bir gayrimüslim Osmanlı vatandaşı, Selko bin
Dalyan’dı. Selko bin Dalyan Hareket Ordusu içinde yer almış, şehit düşmüş ve burada defnedilmiştir
(Kreiser, 2018: 16).
Abide-i Hürriyet, birincisi mimarının özellikleriyle ve seçilmesiyle dikkat çekmiştir. Muzaffer Bey bir
asker mimardı ve iktidar mücadelesi veren askeri ağırlığa dayanan İttihatçıların anlatıcısıydı. İkincisi anıt,
her ne kadar Enver Bey’in konuşmasında vurguladığı gibi Osmanlıcılıktan beslense de askeri bir unsuru,
gökyüzüne dönmüş bir topu, Hareket Ordusu şehitleri göz önünde tutularak simgeselleştirmiş, Hürriyet’in
hem dayanağını hem de iktidarını tanımlamıştı. Hürriyet Tepesi yaklaşık 25 yıl boyunca 1909’da ilan edilen
ve 1935’te kaldırılan meşrutiyet bayramlarının kutlandığı yerdi. 1913’te bir suikastla yaşamını yitiren
Kreiser İstanbul’dan önce Mısır’da yapılan heykel ve anıtlardan söz ediyor. Anlaşılan birçok ıslahat gibi anıt ve heykel yapımı
da Mısır’da başladı ve Osmanlı hanedanı Mısır hıdivlerini takip etti (Kreiser, 1997: 103-117).
45 Küçük’e göre iktidarının başında son derece muhafazakâr ve mütevazi bir yaşam süren Abdülaziz, 1863’teki Mısır seyahatinin
etkisiyle “sefahat ve israfa” düşmüş, Avrupa seyahatinin ardındansa sefahat ve israfı derinleşmiştir (Küçük, 1998: 179-185).
44
49
Mahmud Şevket Paşa için de Mimar Kemaleddin tarafından buraya bir de anıt mezar yapılmış, ilerleyen
yıllardaysa Midhat Paşa’dan Talat Paşa ve Enver Paşa’ya mezarlar taşınmıştır (Kreiser, 2018: 17).46
Ulusun Egemenliği ya da Tek Adam
Abide-i Hürriyet’in ardından Sultan Aziz’in saray içinde konuklara sergilenen heykeli bir yana, ilk
kamusal heykel Cumhuriyet döneminde 1926’da İstanbul’da dikilen Atatürk heykeliydi. Aşağıda Barbaros
Anıtı’na kadar yapılan tüm anıt veya heykellerden söz edilmeyecek, sadece Atatürk heykellerini yapan ilk
heykeltıraşlardan Heinrich Krippel (1883-1945) ve Pietro Canonica’nın (1869-1959) meydana getirdiği ilk
işlerden seçmeci bir biçimde söz edilecek, erken cumhuriyet döneminin genel anlayışı ve Atatürk
heykellerinin ortaya koyduğu siyaset ve tarih görüşü kısaca ifade edilecektir.
İstanbul’a dikilin ilk Atatürk heykeli günümüzde genellikle ifade edildiği gibi Sarayburnu’na değil
Gülhane Parkı’na dikildi. Heykelin dikildiği günün haberini veren Cumhuriyet gazetesi heykelin Gülhane
Parkı’na dikildiğini ifade ediyor, Sarayburnu’ndan söz etmiyordu. Heykelin dikildiği 1926’da henüz
Gülhane önünden Kennedy caddesi geçmemiş, (heykelin sırtından geçip Gülhane Parkı ile heykeli ayıran
cadde Demokrat Parti iktidarında 1957-1958’de inşa edildi), dolayısıyla bugün olduğu gibi Gülhane Parkı
parçalanmamıştı. Heykel yol kenarında, Sarayburnu’nda kalmamış, anlamlı bir bütünlüğün Topkapı
Sarayı’nın bahçesinde-parçasında ve onun önünde yer almıştır. Herhalde bu heykelin dikildiği yer de özenle
seçilmişti. Yer seçimine dair bir kayıt bulamasak da söz konusu yerin Topkapı Sarayı’nın önünde olması,
Gülhane Parkı içinde yer alması, deniz tarafından gelenlere saraydan önce görünmesi hiç şüphesiz
anlamlıydı. Heykelin atletik bir biçimde, sivil kıyafetler içinde her an denize atlayıp Anadolu’ya yüzecek,
cumhuriyetin ateşini korlayacak gibi görünmesi, enerjisi ve gücü henüz saltanatın ve hilafetin tasfiyesinin
üzerinden birkaç yıl geçmesi nedeniyle şüphesiz Osmanlı tarihine ve iktidarına bir meydana okumaydı.
Heykel 3 Ekim 1926’da resmen açıldı. Ertesi gün açılış haberini yapan Cumhuriyet’te şehremini Muhiddin
Bey heykelin siyasal anlamını şöyle ifade etti:
“Bu heykel şehitlerin intikamı, cehl ve taassubun biaman ve muzaffer düşmanı, inkılâp ve
teceddüdümüzün timsal ve hamisi, dahili ve harici emniyetimizin en kuvvetli zamanıdır. Vatana teveccüh
edebilecek yabancı tecavüzlere karşı Türk milleti, en büyük müdafaa kuvvetini, bu timsal-i şehametten
[kahramanlık] alacaktır.” (Cumhuriyet, 4 Teşrinievvel 1926: 1.)
Heykel yıllar sonra Şevket Süreyya Aydemir’in meşhur Atatürk yaşamöyküsünde veciz bir biçimde
ifade edeceği gibi bir Tek Adam anlatısı üzerine kuruldu. Atatürk, Topkapı Sarayı’nın önünde, Gülhane
Parkı içinde tek başına, üç metrelik bir kaide üzerine, üç metrelik bir heykel biçiminde, cesameti ve
heybetiyle, sivil kıyafetler içinde atletik ve enerjik bir biçimde betimlenmiş, yeni devletin azametli banisi
biçiminde selamlanmıştır. Bu heykeli yapan Krippel Türkiye’de heykeltıraşlığını sürdürecek, bu heykelle
birlikte toplam dört Atatürk heykeli yapacak, şüphesiz siyasal iktidarın talepleri doğrultusunda bir heykel
modeli kuracaktır.
Krippel’in ikinci işi Konya Atatürk Anıtı devlet erkanının katılımıyla 29 Ekim 1926’da açıldı. Heykel
sanatsal yanı bir tarafa cüssesiyle etkileyiciydi. Altı buçuk metrelik kaidenin üzerine iki metre seksen santim
bronz bir Atatürk heykeli yerleştirildi. Mareşal üniformasıyla yapılan Atatürk heykeli ayakta duruyor, sağ
eliyle ziraatı simgeleyen buğdaya uzanıyor, sol eliyle devrimlerin yılmaz bekçisi gücü ve zoru anlatan kılıcı
kavrıyordu. İstanbul’da sivil kıyafetler içinde enerjik gösterilen Atatürk, Konya’da mareşal üniformasıyla
bir yanda taraftarlarına güven veriyor, diğer yanda karşı-devrimcileri tehditkâr bir biçimde şehrin
merkezinde bütün cesameti ve heybetiyle karşılıyordu.
Üçüncü Krippel heykeli 24 Kasım 1927’de bu defa Ankara’da Hakimiyet-i Milliye Meydanı üzerinde
Yenigün Zafer Anıtı adıyla inşa edildi. Cumhuriyet’in haberine göre, açılış İsmet Paşa’nın katılımıyla
gerçekleşmiş, Mehmet Emin açılışa iki manzum hitabeyle katılmıştır. Bunlar Zafer ve İnkılâp
manzumeleriydi. İnkılâp manzumesi günün anlam ve önemine yakışacak bir biçimde şöyle bitmiştir: “Senin
de mermerden yüksek heykelin / cihana bir yeni gölge saçacak; / tahtları deviren polattan elin / bir yeni
dünyaya yollar açacak!...” (Cumhuriyet, 25 Kasım 1927: 1-2). Aslında bu manzume ve heykel birbirini
Kreiser yüzyıl içinde Midhat Paşa, Enver ve Talat’ın mezarlarının da buraya defnedildiğini söyleyerek makalesini
zamandizinsel bir biçimde tamamlamıştır. Ancak söz konusu mezarların Hürriyet Tepesi’ne getirilmesi, getirildiği dönemin
siyasal havasıyla ilişkilendirilmeli, haliyle bu makalede Hürriyet’in çalkantılı döneminde Mahmud Şevket Paşa’nın anıt mezarının
yapıldığı 1913 yılı anıtın son şekli kabul edilmiş ve daha öteye gidilmemiştir.
46
50
tamamlıyordu. Krippel bu defa tek başına bir Atatürk heykeli yapmamış, önde iki gözcü asker, arkada mermi
taşıyan bir kadın figürü eklemiş ancak Gazi’yi mermer kaide vasıtasıyla söz konusu figürlerden yükselterek
ayırmış, askeri üniforma içinde Mehmet Emin’in manzumelerinde olduğu gibi Zafer ve İnkılâp’ı sağlayan
tek adam biçiminde vurgulamıştır. Bu heykel bir model meydana getiriyor, Türk Devrimi’nin kavranışını
gösteriyor, olağanüstü kişiliğiyle Atatürk tek adam figürüyle öne çıkıyor ve yükselerek kültleşiyordu.
Krippel’in Türkiye’deki dördüncü ve son işi Samsun’da açıldı. 15 Ocak 1932’de anıtın açılışını
gerçekleştiren Vali Selim Bey şöyle diyordu:
“Onun azminden dehasından doğan zaferler sayesinde bugün hür, müstakil olarak yaşıyoruz.
Hayatımızı da, hürriyetimizi de o azimkar kumandana, onun fedakar silah arkadaşlarına borçluyuz. Sahamet
sahralarında, büyük savaşlarda daima kazanan o muzaffer kumadan, İnkılâp sahnelerinin de kahramanıdır.
O, kudretli bir inkılâpçı, yaratıcı bir devlet müessisidir.” (Sarısakal, 2020.)
Krippel bu heykelinde Atatürk’ü askeri üniformasıyla, şahlanmış bir at üstünde, sol eliyle atının
dizginlerini tutarken sağ eliyle kılıcını kınından çıkarırken tasvir etti, kumandanlığını ve gücünü, ülkedeki
hakimiyetini vurguladı.
Cumhuriyet döneminde kurucu bir model meydana getiren heykelleriyle öne çıkan iki heykeltıraştan
biri Krippel diğeriyse Canonica idi. Canonica da Krippel gibi Türkiye’de toplam dört anıt ve heykel inşa
etti. Belki de bunlardan en önemlisi ve en aykırı işi Taksim Cumhuriyet Anıtı idi. Anıtın bir cephesinde
Kurtuluş Savaşı’ndan bir sahne yer alır. Diğer cephede Atatürk ile İnönü fraklı ve Fevzi Çakmak asker
kıyafeti içinde önde bulunur, arkalarında Sovyetlerin desteğini ifade eden iki Sovyet generali, onların
arkasında fötr şapkalı bir kentli, kasketli bir köylü, genç ve yaşlı insanlar, askerler ve en arkada bayrak tutan
bir asker vardır. Tüm bu figürler cumhuriyet ve devrimleri temsil eden bir sahne meydana getirir. Kaidenin
bir yanında peçeli bir kadın Osmanlı’yı, diğer yanında yüzü açık bir kadın Cumhuriyet’i temsil eder. Bu
anıtta Atatürk genel yaklaşımın aksine kültleştirilmemiş, tek adam vurgusu yapılmamış, Millî Mücadele’nin
önder kadrosu, kitlesel katılımı, Sovyet figürleriyle birlikte Sovyet desteği ifade edilmiş, Atatürk bu kitlesel
hareket içinde önder rolüyle mütevazi bir biçimde yer almıştır (Tekiner, 2010: 103-104).
Conanica’nın burada söz edeceğimiz bir diğer anıtı 28 Temmuz 1932’de dikilen İzmir Atatürk
Anıtı’dır. Kaidenin ön yüzünde “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri! Başkumandan Gazi Mustafa
Kemal Eylül 1922” yazılmış, anıtın kaidesine aşağı yukarı üç cepheyi kaplayan bir kabartma yapılmıştır.
Kabartmada İzmir’in kurtuluşu temsil edilir, İzmir’e giren Türk ordusu sevinçle karşılanır. Atatürk kaidenin
üzerinde mareşal üniformasıyla atının üstünde yer alır, ordunun ve toplumun hâkim önderi biçiminde tasvir
edilir (Tekiner, 2010: 124-127).
1928’den sonra Krippel ve Canonica’yı takip ederek Türk heykeltıraşlar adım adım anıt ve heykel
pazarına egemen oldular. Türk heykeltıraşlar da genellikle Atatürk heykellerini birer kült biçiminde yaptılar
veya Cumhuriyet temalı anıtlar inşa ettiler. 1944’te yapılan Barbaros Anıtı ile ilk defa bir Osmanlı figürü,
Türk geçmişe atıflarla inşa edildi, Osmanlı tarihiyle yumuşak bir uyum kuruldu. Bu geçişi anlamak için
öncelikle Türk Tarih Tezi’ni ve İnönü’nün cumhurbaşkanlığı döneminde gerçekleşen revizyonu kısaca ele
almak gerekir.
Türk Tarih Tezinde Revizyon
Türk devriminin en büyük iki temel hedefinden biri laik bir cumhuriyet kurmak ise diğeri yeni bir Türk
milleti-kimliği inşa etmekti. Bu inşanın en önemli unsurlarından ikisi, dil ve tarih tezleri kabul edilebilir.
1930’ların başında dil ve tarih tezleri, Türkleri insanlık tarihinin medeniyet kurucusu ve taşıyıcısı bir millet
halinde konumlandırıyor, Türkçeyi yeryüzünün tüm dillerinin kökeninde görüyor, bu teori Güneş-Dil
Teorisi adını alıyordu. Güneş-Dil teorisi üzerinde 1930’ların ortasına kadar durulduysa da bu teori bilim
insanları çevresinde itibar kazanmamış ve kısa zamanda terk edilmiştir. Tarih Tezi ise daha uzun bir süre
kamu okullarında okutuldu. Tezin önemli kalemlerinden Afet İnan, 1928’de Fransızca bir coğrafya
kitabında Türklerin “sarı ırka” mensup olduklarını ve Avrupa zihniyetine göre ikinci sınıf bir insan tipi
olduğunu okudu. Bu satırları Atatürk’e gösterdi ve şu yanıtı aldı: “Hayır, olmaz, bunun üzerinde meşgul
51
olalım, sen çalış.” (Copeaux, 1999: 36).47 İnan, bu olayın ardından tarih ile yakından ilgilenmeye koyuldu.
Bu dönemin meşhur antropologlarından İsviçreli Eugene Pittard ile çalıştı, onun teşvikiyle brakisefal kafa
ölçümlerine girişti. 1931’de Sağlık Bakanlığı’nın yardımıyla tezi için 40 binin üzerinde kadın ve erkek
iskeletinin üzerinde çalıştı. Cenevre Üniversitesi’ne sunduğu tez, “Türk Halkının ve Tarihinin Antropolojik
Özellikleri” ismini taşıyor, tezin amacı ise Anadolu’nun eskiçağdan beri Türk yurdu olduğunun fiziki
antropolojik veriler ile kanıtlanması biçiminde ifade ediliyordu (Göral, 2002: 220-227).
Bu anlayış doğrultusunda Atatürk’ün isteğiyle kamu okullarında okutulmak üzere yazılan ilk kitap
Türk Tarihinin Anahatları (TTA) olmuştur. Kitap, 1931'de aralarında Afet İnan, Akçura Yusuf, Samih
Rifat’ın da bulunduğu Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti üyelerince yazılmıştır. TTA, henüz meydana getirilen
Türk Tarih Tezi doğrultusunda yazılan ilk kitaptı. Kitabın yazılma gerekçesini yazarlar şöyle ifade ediyor:
“Türkün hususiyet ve kuvvetini kendine göstermek ve milli inkişafımızın derin ırki köklere bağlı olduğunu
anlatmak istiyoruz.”48 Çalışmanın amacıysa şöyle ifade ediliyor: “asırlarca çok haksız iftiralara uğratılmış,
ilk medeniyetlerin kuruluşundaki hizmet ve emekleri inkar olunmuş Büyük Türk Milletine, tarihi
hakikatlere dayanan şerefli mazisini hatırlatmaktır”49 TTA bir süre sonra 30 bin adet basılarak TTA Methal
adıyla orta dereceli okullara gönderilir. Osmanlı Tarihi'ne yer verilmeyen kitapta, çoğunlukla eski Türklerin
kökenleri, anavatanları ve göçleri üzerinde durulur.
Üçüncü ve dördüncü kitaplar sırasıyla Tarih (dört cilt), Orta Mektep İçin Tarih (OT, üç cilt) olmuştur.
Liseler için hazırlanan Tarih, TTA'dan yararlanarak 1932'de yazılmış, OT ise Tarih'in basitleştirilmesiyle
meydana gelmiş ve 1933'te yayımlanmıştır. Ersanlı bu kitapları şöyle değerlendiriyor: “Bu kitaplar Türkleri
bir ‘ırk’ olarak yücelttiler ve büyük bir uygarlık kurmuş olduklarını vurguladılar ve diğer büyük uygarlıklar
üzerindeki etkilerinin altlarını çizdiler.” (Ersanlı, 2003: 122). OT'de “ırk” aynı “kandan” gelen ve fizik
yapıları benzer kişiler biçiminde tanımlanır, ikinci bölüm şöyle başlar: “Tarihin en büyük cereyanlarını
yaratmış olan Türk ırkı, benliğini en çok korumuş olan bir ırktır.” (Aktaran: Ersanlı, 2003: 127).
Liseler için yazılan Tarih serisinin dördüncü kitabı İstiklal Harbi’ni de içeriyor, burada Atatürk odak
noktası oluyor, Nutuk temel metin kabul ediliyordu. Bu kitapta Atatürk’ün askeri kariyeri, kurduğu Vatan
ve Hürriyet Cemiyeti, Cihan Harbi’nde gösterdiği başarılar anlatılıyor, İstiklal Savaşı ve sonrasındaki rolü
rakipsiz görülüyordu. Bu kitabın anlatısı büyük oranda heykel kavrayışıyla benzerlik göstermiş, tarihsel
anlatı Tek Adam anlayışı üzerine kurulmuştur (TTA, ty: 73).
Şimdi de çok kısaca ilk Türk Tarih Kongresine değinelim. I. Türk Tarih Kongresi, Türk Tarih Tezi’ni
tanıtmak amacıyla Atatürk’ün girişimiyle Temmuz 1932'de Ankara Halkevi binasında toplandı.
Katılımcıların arasında 198 lise ve ortaokul öğretmeni, 18 profesör, 25 TTK üyesi vardı. 10 gün süren
Kongre'nin önde gelen katılımcıları Afet İnan, Fuat Köprülü, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu oldular.
Kongre dört konuya odaklanmıştı: 1. Tarih öncesi dönemler ve Türkler. 2. Türk dilleri, kaynakları ve
etkileri. 3. Orta Asya'dan yoğun göçlere yol açan coğrafi ve doğal değişimler. 4. Ders kitapları üzerine
tartışma.
Afet İnan Kongre’de yaptığı konuşmada tezin ana hatlarını çiziyor, şöyle diyordu:
“Türkün anayurdu Orta Asya yaylasıdır!... [...] Türkler bu beşikte, en az milattan 9000 yıl evvel, kültür
sahibi bir ırk olmuş bulunuyordu [...] Türk çocukları biliyor ve bileceklerdir ki, onlar, 400 çadırlı bir
aşiretten değil, on binlerce yıllık, Ari, medeni, yüksek bir ırktan gelen, yüksek kabiliyetli bir millettir.”
(Aktaran: Ersanlı, 2003: 151-152).
Kongre’de farklı görüşler veya itirazlar olmakla birlikte, İnan’ın çizdiği ana hat kabul görüyor ve kamu
okullarında başlayan Türk Tarih Tezi’nin okutulması güçlenerek devam ediyordu (Birinci TTK Kongresi,
2010: 42-47). 50 Kısaca Kurultay, İslam ve Osmanlı kaynakların ötesine geçerek Asyalı ve Anadolulu ve
giderek tüm uygarlıkların temelinde Türk kimliğini vurgulamıştı.
Copeaux, bu dönem Türk tarih yazımını, İnan’ın Pittard ile çalışmalarını da göz önünde tutarak şöyle değerlendiriyor: “[Türk
Tarih Tezi’ne] gelişiminin tüm aşamalarında, Batı oryantalizmi sadece belirleyici itkiyi vermekle kalmamış, Türk tarih
söyleminin en azından 1950’lere kadar dayandığı otoriteyi de sağlamıştır.”
48 Ersanlı, İktidar ve Tarih (İstanbul: İletişim Yayınları, 2003), 122.
49 Türk Tarihinin Anahatları: Methal Kısmı, Maarif Vekâleti (İstanbul Devlet Matbaası), 73.
50 Söz konusu itiraz Köprülü’den geliyor, Köprülü, İnan ile çatışmaya veya tartışmaya girmemeye özen göstererek tarih
araştırmalarının ancak vesikalarla yapılabileceğini söylüyor, dolayısıyla açıkça ifade etmese de İnan’ın tezini gerçekçi
47
52
Atatürk başlangıcından itibaren tarih tezine rengini verdi, yönünü çizdi. Afet İnan aracılığıyla
sınırlarını biçimlendirdi. Atatürk’ün biçimlendirdiği söz konusu tezin işlediği dönem boyunca yukarıda
ifade edildiği gibi heykeller ve anıtlar bu zihniyete uyum gösterdi. Heykel ve anıtların büyük bir çoğunluğu
Atatürk’ü bir tek adam biçiminde öne çıkardı, halk Tek Adam’ın büyük oranda yardımcı kuvvetiydi. Ancak
bu görüş, İnönü döneminde revize edilecek, söz konusu revizyon çok geçmeden anıtlara da yansıyacaktır.
Atatürk döneminin ardından İnönü döneminde ilk Türk Tarih Kongresi 15-20 Kasım 1943’te
gerçekleşti. TTK Başkanı Şemsettin Günaltay, Türk Tarih Tezi’ni onaylayarak sözlerine başlıyor, Türk
tarihinin Asya derinliğini ifade ediyor, bununla birlikte Selçuklu ve Osmanlı tarihinin de Türk tarihinin şanlı
bir parçası olduğunu vurguluyordu. Kongrede ağırlık Orta Asya Türk tarihi, Selçuklu ve Osmanlı tarihine
verildi. Hafriyat çalışmalarındaysa Yunan, Roma ve Hitit eserleri önemsendi. Burada hedef Türk tarihini
Selçuklu, Osmanlı geçmişiyle birbirine bağlamak, ilk tezin göze batan yanlarını yumuşatmaktı. Türk Tarih
Tezi bu halde yeniden gözden geçirilmiş, Osmanlı geçmişiyle uyum kurulmuş, özellikle Tanzimat dönemi
ve ıslahatları Cumhuriyet’e giden sürecin kaynaklarından görülmüştür. 1939’da Tanzimat’ın 100. Yılı
dolayısıyla yayınlan kitap bu revizyonun başlı başına bir göstergesiydi (Çelik, 2016: 98-101)
10-14 Kasım 1948’de düzenlenen dördüncü kongrede de tarihsel süreklilik öne çıkıyor, bu bağlamda
Selçuklu ve Osmanlı tarihi araştırmaları vurgulanıyordu. Türk Tarih Tezi’ndeki söz konusu revizyonu
değerlendiren Çelik’e göre ilk tezden keskin bir kopuş yapılmamış olmasının temel nedenleri şöyle izah
edilebilir: 1. Tez derhal terk edilemeyecek kadar Atatürk ile özdeşleşmişti. 2. 1930’lu yıllar boyunca yapılan
çalışmalar neredeyse tamamen teze bağlı gerçekleşmişti. Tüm bu çalışmaları çöpe atmak mümkün değildi.
3. Teze itirazlara rağmen, Türklerin tarihinin Batılılarca önyargılı yazıldığına, Osmanlı tarihçilerinin
çalışmalarının yetersiz olduğuna ve tarihten milliyetçi bir destek sağlanması gerektiğine dair bir uzlaşma
vardı (Çelik, 2016: 98-101).
Aslında kongrelerden çıkan sonuçlar ve söz konusu revizyon daha erken bir dönemde 1941’de ders
kitaplarında görülmüştür. 1941’de yeni ders kitapları Arif Müfid Mansel, Cavid Baysun ve Enver Ziya Karal
tarafından yazıldı. Mansel, Türkiye için Grek-Latin uygarlığının temel alınması gerektiğini ifade ediyor,
etnik değil coğrafi geçmişi önemsiyordu. Kitapta Türklerin ırki kökeni beyaz ve Alp biçiminde tanımlansa
ve tekrarlansa da üzerinde çok durulmamış, ırk saflığının devam etmediği ifade edilmiştir. Ünlü kişilerin
Türklüğü iddialarından vazgeçilmiş, Romalıların Türklüğü tezi terk edilmiştir. Bu kitapta Türklerin
İslamiyet’e hizmetleri vurgulanırken daha önce olduğu gibi Türklerin İslamiyet’e zorla değil bile-isteye ve
düşünerek girdikleri kaydedildi. Osmanlı Devleti’nin en yüksek yüzyılının 16. yüzyıl olduğu saptanmış,
Osmanlı Devleti olumlu-olumsuz yanlarıyla değerlendirilmiştir. Kısaca söylemek gerekirse Türk Tarih
Tezi’nin sivri yanları bu yeni ders kitaplarında törpülendi, Grek-Latin uygarlıkları vurgulandı, hümanist
çizgi öne çıkarıldı, Selçuklu ve Osmanlı dönemleri daha çok dikkate alındı. Barbaros Hayrettin gibi Türk
denizcileri başarılarıyla hatırlandı ve vurgulandı. Bu tavır şüphesiz II. Dünya Savaşı koşullarında görülen
milli savunmanın da bir ürünüydü. Bu dönem liseler için hazırlanan Tarih kitaplarında da revizyona gidildi.
Yukarıda söz edilen dördüncü ciltte Atatürk önemini koruyor ancak artık tek adam kavrayışından
uzaklaşılıyor, İnönü daha çok öne çıkarılıyor, Fevzi Paşa’nın da başarıları ifade ediliyordu (Çelik, 2016:
112-113). İşte Barbaros Anıtı’nın yapımı bu havada gerçekleşiyordu.
Barbaros Anıtı’nın Açılışı
Anıtın dikildiği Beşiktaş sahili tesadüfen seçilmiş bir yer değildi. Anıt ile beraber Barbaros Hayreddin
Paşa’nın türbesi de burada yer almıştır. Türbe, Barbaros tarafından ölümünden beş yıl kadar önce Mimar
Sinan’a 1541-1542 yıllarında yaptırılmış, Barbaros çok sevdiği Beşiktaş’ta öldükten sonra da sonsuza kadar
kalmak istemiştir. Barbaros yaşamının önemli bir kısmını Beşiktaş’ta inşa ettirdiği büyük konağında
geçirmiş, ayrıca bu semte medrese, kervansaray, hamam gibi yapılar da inşa ettirmiştir (Yakarçelik, ty: 110). Barbaros Anıtı’nın nereye yapılacağı uzun tartışmalardan sonra kararlaştırılmış, Beşiktaş meydanıyla
vapur iskelesi arasındaki yer, türbe ile Deniz Müzesi arasındaki alan uygun görülmüştür. Anıtın yapımı
1941’de başlamış, 1943’te tamamlandıktan sonra açılış 1944’te gerçekleşmiştir. Maketi Ali Hadi Bara
tarafından yapılan anıtın döküm ve inşasını Zühtü Müridoğlu yapmıştır. Anıt, taştan bir kalyonun burnu
üzerinde önde Barbaros ve arkasında levent figürleriyle biçimlendirilmiş, yan yüzlerinde yer alan bronz
bulmuyordu. Birinci Türk Tarih Kongresi, Ankara: 2-11 Temmuz 1932, Konferans Müzakere Zabıtları, 2. Bs. Tıpkıbasım
(Ankara TTK Basımevi, 2010), 42-47.
53
plakalarda Preveze Deniz Savaşı ve Barbaros’un Kanuni’ye takdim edilmesi kabartmalarla anlatılmıştır. Bir
de arka duvara Yahya Kemal’in Süleymaniye’de Bayram Sabahı adlı şiirinden şu dizeler eklenmişti:
“Deniz ufkunda bu top sesleri nereden geliyor / Barbaros belki seferden geliyor / Adalardan mı?
Tunus’tan mı? Cezayir’den mi / Hür ufuklarda donanmış iki yüz pare gemi / Yeni doğmuş aya baktığı
yerden geliyor / Ol mübarek gemiler hangi seferden geliyor”
Yahya Kemal söz konusu şiirinde Türk tarihini Osmanlı’dan gününe, Süleymaniye Camisi’nin uhrevi
havası içinde, asker-millet odağında gaza anlayışı çerçevesinde ele almış, şiiri bu devre, tarih kavrayışına
ve Barbaros’a uygun görülmüş, dolayısıyla kaidedeki yerini almıştır.
Cumhuriyet gazetesinde anıtın açılışına dair yapılan haber, “Büyük Türk amirali için dün yapılan
merasim” biçiminde verildi. Gazetenin haberine göre, on binlerce insan anıtın açılışına gelmiş, anıt, Türk
bayrağına sarılı bir biçimde beklemiş ve etrafında Barbaros döneminden giysilerle üç levent nöbet
tutmuştur. Leventlerle birlikte kız ve erkek izciler, deniz ve şehir bandoları da yer almış, Kocatepe ve
Tınaztepe muharipleri de demir atmışlardı. Vali Dr. Lütfi Kırdar, burada yaptığı konuşmada İnönü’nün bu
işle başından itibaren ilgilendiğini ifade ediyor, İnönü kurdeleyi kesiyor, alandan ayrılıyordu. Kırdar
konuşmasında, Barbaros hakkında şunları söylemiştir:
“Fani bir insan ömrü içerisinde, küçük bir yelkenli tayfasından bir denizler hâkimi yarattın. Hiçbir yeni
silahın Türk erlerinin kabiliyeti elinde ve vazife anında aksamayacağı 400 sene evvel sen ispat ettin. Bunun
içindir ki milletimiz, uzun süren varlık mücadelesini gene ancak kendisinden çıkabilecek eşsiz kahraman
evladlarının elile ve zaferle bitirir bitirmez seni andı. Büyük Atatürkün, isminin üzerindeki derin alakası
bütün milleti coşturmuştu. Onun aziz kardeşi İnönünün, o, kendilerine has, vefakar ve devamlı takibleri
üzerimizden hiç eksilmedi, İstanbulun imar işi ele alındığı zaman, bu sahanın açılması, güzel türbenin
meydana çıkarılması ve nihayet heykelinin dikilmesi ilk plana alındı. Büyük Amiralim; Torunlarının
memleket uğrundaki son mücadele ve başarılarından, en muhteşem misalini bizzat verdiğin birlik ve
beraberlik hislerinden, tarihlerine ve mefahirine karşı olan bağlılıklarından ümid ediyoruz ki ruhun memnun
ve hoşnuddur.” (Cumhuriyet, 26 Mart, 1-2).
Kırdar’ın konuşmasının ardından birkaç konuşma daha yapıldı. Bu konuşmalarda da Barbaros’un Türk
denizciliği ve kahramanlığındaki yeri vurgulandı. Nutukların ardından Genelkurmay Başkanı Orgeneral
Kazım Orbay ve Kuvvet Komutanlarının huzurunda askeri bir geçit yapıldı. Geçidin ardından Barbaros
koşusu adıyla bir koşu gerçekleşti. Koşuya 312 atlet katılmış, koşuya en fazla atletle iştirak eden Haydarpaşa
Lisesine Barbaros kupası verilmiştir. Ayrıca belediye tarafından buraya gelen ahaliye Barbaros risalesi
dağıtıldı (Cumhuriyet, 26 Mart, 1-2).
Anıtın açılış haberi Akşam ve Ulus’ta benzer bir biçimde verildi. Son Posta’da “Milli Şef” biçiminde
ilk sayfadan verilen haberde İnönü’nün açılışı yapması öne çıkarıldı. Gazeteye göre anıtın açılışından bir
süre önce bir bakıma açılışa hazırlanmak maksadıyla Halkevlerinde Barbaros hakkında gece gündüz
toplantılar yapılmış, kaptanın hayatı ve başarıları anlatılmıştır (Son Posta, 26 Mart 1944: 1).
Tanin’de, “Barbaros heykeli Milli Şef’in uğurlu eliyle açıldı” başlığıyla verilen habere göre, anıt
üzerinde iki yıl çalışılmış, 30 bin liraya mal olmuş, özellikle Nigari’nin meşhur minyatüründen
yararlanılmış, 17. yy. gravürlerinden istifade edilmiştir. Barbaros burada bir zafer dönüşü tasvir edilmiş, iki
de palalı levent yer almıştı. Açılıştan konuşmacılar arasında yer alan Üsteğmen Yavuz denizciler adına şöyle
diyordu:
“Türk kudretini kızıl bir yalım gibi gezdirenlerin en büyüğü uzak rüyalı sahillerden gelmiş yakamozlu
bir sevgili selamını içli şırıltısına kulak vere vere bir mazi heyecanını tekrarlayıp emin ve rahat uyuyor.”
(Tanin, 26 Mart 1944, 4).
Vakit gazetesinde de İnönü öne çıkarılıyor, haber, “Barbaros âbidesini bizzat Millî Şefimiz açtı”
biçiminde duyuruluyordu. Vakit’te Şişli Halkevi reisi ve Şehir Meclisi azasından Meliha Avni Sözen’in de
nutkuna yer verildi. Meliha Hanım da oldukça milliyetçi bir üslupla şunları söylemişti Barbaros’un
destanından söz ederek: “Bu destanın her Türkün başını göklere ulaştıran bir güftesi, her milleti hayran eden
bir bestesi, bu güfte ve bestenin bütün cihanı ürperten bir temposu vardır.” (Vakit, 26 mart 1944: 5).
Tüm gazeteler toplandığında şu sonuçlar çıkarılabilir; 1. Millî Şef’in fotoğraflarıyla ve başlıklarla öne
çıktığı, otoriter bir idare görülmektedir. 2. Gazetelerin, farklı fotoğraflar ve yazılarla birlikte ortak bir üslup
54
izledikleri, Milli Şef ile birlikte anıtın açılışını benzer başlıklarla verdikleri izlenmektedir. Bu durum
gazetelerin merkezden biçimlendirildiğini veya mevcut gazetelerin iktidarın üslubunu benimsediği
göstermektedir. 3. Fotoğraflarda veya yazılarda nutuklar ve resmi erkan dışında ahaliye pek yer verilmediği
görülmektedir. 4. Barbaros’un bir Türk deniz hâkimi biçiminde tanımlandığı ancak Osmanlı tarihine veya
Osmanlı tarihi içinde Barbaros’a yer verilmediği saptanmaktadır. Türk Tarih Tezi’ndeki revizyona uygun
bir biçimde Barbaros’un Türklüğü vurgulanmış, Osmanlı tarihiyle bağlantısı dolaylı bir biçimde ifade
edilmiş, Osmanlı dünyası anıtın yanlarında yer alan iki kabartmayla gösterilmiştir. Bu kabartmaların bir
yanında Preveze Deniz Savaşı diğer yanında Barbaros’un Kanuni’ye takdimi tasvir edilmiştir. Açılış askeri
bir tören biçiminde yapılmış, bu bir yandan Barbaros’un asker kişiliğinden kaynaklanmış, diğer taraftan II.
Dünya Savaşı’nın sonuna doğru Türkiye siyasetindeki teyakkuz halini ifade etmiştir.
Sonuç
Barbaros’un anıtının buraya, türbenin karşısına yapılması, coğrafi devamlılıkla birlikte OsmanlıCumhuriyet ilişkisini Yahya Kemal’in şiiriyle bütünlenen Barbaros üzerinden yumuşak bir biçimde kurdu.
Bir kalyonda biçimlenen Barbaros heybetli kişiliğiyle erken cumhuriyet döneminde kişiler üzerinden tarihin
okunmasına uygun görünmekte, arkasındaki leventler II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde askeri varlığı
güçlendirmekte, anıtın yanlarında yer alan kabartmalar, Osmanlı geçmişi padişah düzeyinde anımsatmakta,
açılış ve açılış gününde yapılan konuşmalarla Osmanlı-Cumhuriyet ilişkisi tarihin derinlerinden ve
kesintisiz bir biçimde gelen Türk varlığı ve devamı üzerine kurulmaktadır. Barbaros bir Türk denizcisi
unvanıyla selamlanmış, yine II. Dünya Savaşı yıllarında meydana gelen tehditlere cevap verircesine
Akdeniz’deki başarılarından, gazalarından ve hakimiyetinden söz edilmiştir. Kısaca anıt, Türk Tarih
Tezi’nden meydana gelen revizyonu simgesel düzeyde tamamlamış, yeni bir dönemin Türk tarihinin
Osmanlı tarihiyle uyumlu hale getirilen yeni bir dönemin simgesi olmuştur.
Kaynakça
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
“Barbaros âbidesini bizzat Millî Şefimiz açtı”, Vakit, 26 Mart 1944, 5.
“Barbaros heykeli Milli Şef’in uğurlu eliyle açıldı”, Tanin, 26 Mart 1944,4.
“Büyük Türk Amirali İçin Dün Yapılan merasim”, Cumhuriyet, 26 Mart 1944: 1-2.
“Milli Şef”, Son Posta, 26 Mart 1944, 1.
Birinci Türk Tarih Kongresi, Ankara: 2-11 Temmuz 1932, Konferans Müzakere Zabıtları (2010).
2. Bs. Tıpkıbasım, Ankara TTK Basımevi.
COPEAUX, E. (1999). Tarih Ders Kitaplarında (1931–1993), Türk Tarih Tezinden Türk İslam
Sentezine, İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.
ÇELİK, H. S. (Güz 2016). “İnönü Döneminde Resmî Tarih Yazımına Yönelik Yeni Yaklaşımlar: Bir
Revizyonun Analizi”, Cumhuriyet Tarihi Araştırmaları Dergisi, y. 12, s. 24: 112-113.
GÖRAL, Ö. S. (2002). “Afet İnan”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünceler, c. 2 Kemalizm, ed.
Ahmet İnsel, İstanbul: İletişim Yayınları: 220-227.
https://www.samsunharitasi.com/Harita/Dosya/www.samsunturizm.com_1_onur_aniti_acilis_toreni.p
df, [19.12.2020].
KREISER, K. (1997). “Public Monuments in Turkey and Egypt (1840-1916), An Annual on the Visual
Culture of the İslamic World, v. 14: 103-117.
KREİSER, K. (Mart 2018). “Özgürlük Anıtı”, Toplumsal Tarih, 12-17
KÜÇÜK, C. (1998). “Abdülaziz”, İslam Ansiklopedisi, İstanbul: TDV Yayınları: 179-185.
SARISAKAL, B. (2020) Baki Sarısakal, “Samsun Onur Anıtı Açılma Töreni”,
TEKİNER, A. (2010) Atatürk Heykelleri (İstanbul: İletişim Yayınları.
Türk Tarihinin Anahatları: Methal Kısmı, Maarif Vekâleti (İstanbul Devlet Matbaası), 73.
YAKARÇELİK,
N.
D.
Beşiktaş’ta
Barbaros
Hayreddin
Paşa
Türbesi”,
https://www.academia.edu/36623510/BEŞİKTAŞTA_BARBAROS_HAYREDDİN_PAŞA_TÜRBES
İ, [19.12.2020]: 1-32.
55
Presentation ID/Sunum No= 34
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Millet Partisi’nin Kapatılmasının Chp-Dp İ̇lişkilerine Etkisi
Dr. İ̇srafil Karataş1
Alanya Alaaddin Keykubat Üniversitesi
*Corresponding author: İsrafil Karataş
1
Özet
DP (Demokrat Parti) iktidarı ile ana muhalefet partisi CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) arasındaki ilişkinin genel
olarak gergin olduğu söylenebilir. DP iktidarında (1950-1960) iki parti arasında sadece dört kez iyi ilişkiler dönemi
yaşanmıştır. Bunlardan en uzunu, Yalman Suikastı (22 Kasım 1952) ile başlayıp MP (Millet Partisi)’nin kapatılması
ile sona eren dönemdir. Temmuz 1953’te MP, Atatürk inkılaplarının aleyhinde faaliyette bulunduğundu ve dini siyasete
alet ettiği gerekçe gösterilerek geçici olarak kapatılmıştı. CHP, MP’nin kapatılmasına içerik yönünden destek
vermekle birlikte hukuki açıdan karşı çıkmıştır. Bir siyasi partinin çok kolay bir şekilde sulh ceza mahkemesi
tarafından kapatılması, CHP’yi endişelendirmiştir. Aynı yöntemin ileride kendilerine de uygulanabileceğini düşünerek
iktidara karşı tepkisini ortaya koymuştur. CHP’nin tutumu, DP tarafından hiç hoş karşılanmamıştır. Dolayısıyla
CHP’nin bu hamlesi, iki parti arasındaki iyi ilişkilerin sonunu getiren gelişmelerin başlangıcı olmuştur. Bununla
birlikte iki parti arasında Atatürk inkılaplarının asıl savunucusunun kim olduğu tartışması başlamıştır. Öte yandan
irtica ile mücadele karşısında CHP tarafından yalnız bırakıldığını düşünen DP, irtica ile mücadele amaçlı Milli
Selamet Kanunlarını çıkartmıştır. CHP de iktidarın bu kanunları çıkartmaktaki asıl amacının, hürriyetleri
sınırlandırmak olduğunu savunmuş ve rejimi kurtarmak adına gelecek genel seçimlerde MP ile ittifak görüşmelerine
başlamıştır. Bir partinin kapatılması; laiklik konusunda zıt görüşlere sahip iki partiyi bir araya getirmeyi sağlarken,
CHP-DP arasındaki gergin atmosferin daha da yükselmesine neden olmuştur.
Gerginleşen atmosfere rağmen Başbakan Adnan Menderes, Kasım 1953’e kadar ilişkileri tekrar yumuşatmak için
büyük çaba sarf etmiş, fakat CHP tarafında karşılık bulmayınca ilişkiler, tamamen kopmuştur. Bunun üzerine DP,
uzun süredir askıda tuttuğu CHP’nin mallarının hazineye devredilmesi sürecini hızlandırmıştır.
Anahtar Kelimler: Millet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti, Muhalefet, Ahmet Emin Yalman Suikastı,
İrtica.
The Effect of The Closure of The Nation Party on RPP-DP Relations
Abstract
It can be said that the relationship between the DP (Democratic Party) government and the main opposition
party RPP (Republican People's Party) is generally tense. During the DP rule (1950-1960) there were only four
periods of good relations between the two parties. The longest of these is the period that started with the Yalman
Assassination (22 November 1952) and ended with the dissolution of the MP (Nation Party). In July 1953, NP was
temporarily closed on the grounds that it was acting against Atatürk's reforms and that it used religion in politics.
RPP supported the MP's closure in terms of content but opposed it legally. The easy closure of a political party by the
criminal court of peace worried the RPP. It put forward its reaction against the ruling party, thinking that the same
method could be applied to them in the future. RPP's this attitude was not welcomed by the DP. Therefore, this move
of the RPP was the beginning of the developments that ended the good relations between the two parties. However, a
debate between the two parties started on who the main advocate of Atatürk's reforms was. On the other hand, DP,
which thinks that it was left alone by the RPP in the face of the struggle against fundamentalism, enacted the Laws of
National Salvation to combat reaction. RPP also argued that the main purpose of the government in passing these
laws was to restrict freedoms and started alliance negotiations with the NP in the upcoming general elections to save
the regime. Closing a party; While bringing together two parties with opposing views on secularism, it caused the
tense atmosphere between RPP-DP to rise even more.
Despite the tense atmosphere, Prime Minister Adnan Menderes made great efforts to soften the relations again until
November 1953, but when the RPP did not find a response, the relations were completely broken. Upon this situation,
56
DP accelerated the process of transferring the properties of RPP, which had been suspended for a long time, to the
treasury.
Keywords: Nation Party, Republican People's Party, Democrat Party, Opposition, Ahmet Emin Yalman Assassination,
Reaction.
Giriş
Yirmi yedi yıllık CHP (Cumhuriyet Halk Partisi) iktidarı 14 Mayıs 1950 Genel Seçimleri ile sona
ererken, on yıllık DP (Demokrat Parti) iktidarı dönemi başlamıştır(Tuncer, 2002:210). Ana muhalefet partisi
konumuna geçen CHP’nin ilk dört yıllık muhalefet politikası, Ulus Gazetesi’nin başında bulunan eski
başbakan yardımcısı Nihat Erim tarafından İnönü’den alınan örtülü destekle belirlenmiştir. Erim’e göre
seçmenler, 1946-1950 yılları arasında DP tarafından aldatılmıştır. 14 Mayıs Genel Seçimlerinde de bu
aldatılmışlık duygusuyla DP’yi iktidara getirmiştir(Arcayürek, 1985:110). Gerçeklerin anlatılması
durumunda halk hatasını anlayacak ve CHP’yi tekrar iktidara getirecektir. Bunun için DP’ye karşı ilk
günden itibaren amansız bir mücadeleye girişilmiştir(Toker, 1991a:53-54). CHP’nin muhalefetini; DP’nin
demokratik gelişmeyi ilerletme sözünü yerine getirmemesi, muhalefetin denetim görevini engellemesi ve
siyasi partilerin güvenliğini göz ardı etmesi gibi konular oluşturuyordu (Karpat, 2015:481-482). Öte yandan
CHP’nin amansız ve hoşgörü tanımayan muhalefeti, DP’yi uygulamalarında gittikçe sertleştirmiştir.
Demokratikleşmeyi bir an önce sağlamak yerine muhalefete karşı antidemokratik sert uygulamalara
yönelmiştir. Öyle ki bu uygulamalar, CHP’nin varlığını bile tehdit eder duruma gelmiştir(Çavdar, 2013:4243). Dolayısıyla genel olarak iki parti arasındaki ilişkilerin sertlik içerisinde devam ettiği söylenebilir.
On yıllık DP iktidarı boyunca şiddeti giderek artan partiler arasındaki sert ilişkiler, sadece dört kez
yerini “bahar havası” denilen iyi ilişkilere bırakmıştır(Çetinkaya, 2016:50). Bunlardan en uzun süreni, 28
Aralık 1952’de başlayıp Temmuz 1953’te sona eren dönemdir(Karataş, 2020:375). CHP-DP arasındaki iyi
ilişkileri başlatan olay, Vatan Gazetesi sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman’a 22 Kasım 1952 tarihinde
düzenlenen suikasttır(Öymen, 2009:342; Ahmed Emin Yalman Dün Gece Malatya’da Vuruldu,
Cumhuriyet, 23 Kasım 1952). Yapılan soruşturmalar sonucunda suikastın arkasında irticai bir hareketin
olduğu ortaya çıkmıştır(Öymen,2009:342-344; Malatya’da Bir İrtica Şebekesi Yakalandı, Cumhuriyet, 27
Kasım 1952; Toker, 1991b:202). İktidara geldiği andan itibaren irtica tehlikesinin varlığı konusunda
tereddütler içerisinde bulunan Başbakan Adnan Menderes, Yalman Suikastından sonra irtica tehlikesinin
varlığını kabul etmeye başlamıştır(Öymen, 2009:342-343; Toker, 1991b:198-199). Böylece irtica tehlikesi
karşısında DP’nin CHP ile aynı çizgiye gelmesi iki partiyi bir birine yakınlaştırmıştır(Güngör, 2004:123).
Çünkü irtica, CHP açısından da bir tehlike oluşturuyordu(Toker, 1991b:204). Bu ortak tehlike karşısında
Menderes, “özgürlük düşmanı dini irticacılara, komünistlere ve diğer çılgınlara” karşı CHP’ye işbirliği
teklifinde bulunmuştur(Ahmad, 2010:71). İrticaya karşı işbirliği teklifi doğrultusunda öteden beri var olan
partiler arası gerginliğin sona erdirilmesi gerekiyordu. İlk adım, Menderes’ten geldi. CHP İzmir Teşkilatının
daveti üzerine 28 Aralık 1952 tarihinde CHP Konak İlçe Kongresi’ne katılan Menderes’in, geçmişi
bırakarak ileriye bakılması ve sert mücadelenin sona erdirilmesi gerektiğine dair bir konuşma
yapması(Çetinkaya, 2016:50) atılan ilk olumlu adım oldu. Buna mukabil CHP Genel Başkanı İsmet İnönü,
olumlu karşılık vererek iktidar ile muhalefet arasında normal medeni ilişkilerin sağlanması adına her
girişimi memnuniyetle karşılayacaklarını dile getirmiştir(Muhalefet Liderinin İktidara Mukabelesi,
Cumhuriyet, 31 Aralık 1952). Anlaşılacağı üzere, irtica tehlikesinin varlığı, iki parti arasındaki gerginliğin
sona ermesini sağlıyordu. Çatışmayı bir kenara bırakarak ortak tehlike karşısında dayanışma içerisinde
hareket edeceklerini bir birlerine hissettiriyorlardı.
1952 yılının son günlerinde başlayan iki parti arasındaki iyi ilişkiler, 1953 Bütçe Görüşmeleri’nde
İnönü’nün iktidarı övmesi ve bütçeye olumlu oy vermesiyle dostluk seviyesine yükseliyordu(Toker,
1991b:221; Güngör, 2004:124-125). Fakat CHP, siyasal mücadeleyi medeni sınırlar içerisinde sürdürmeyi
ve DP’nin irticaya karşı inkılapları korumasına destek vermeyi kabul ederken, iktidardan bazı isteklerde
bulunuyordu. Anayasa ve seçim kanunlarında gerekli değişiklikler yapılarak antidemokratik kanunlara son
verilmeliydi. Muhalefetin güven içinde çalışması ve denetim görevini tam olarak yapmasını sağlayacak
ortam oluşturulmalıydı. En önemlisi de partizan idare uygulamaları ortadan kaldırılması
gerekmekteydi(Güngör, 2004:126). Hükümet, bu istekleri yerine getireceği sözüne vermesine rağmen hiçbir
zaman harekete geçmemiştir. Dolayısıyla partiler arasındaki iyi ilişkiler, yapay bir hal almaya başlamıştır.
1953 yılının Haziran ayında CHP’nin mallarının hazineye devri için DP Meclis Grubu’na önerge verildi.
Bu önerge daha ziyade CHP’nin Haziran ayında toplanacak olan 10. Kurultayı’nda, partiler arasındaki iyi
ilişkilerin bozulmasını önlemeye yönelik ortaya konulmuş bir tehdit aracıydı. Eğer Kurultay’da iktidara
57
karşı sert bir hava ortaya çıkarsa DP de CHP’nin haksız olarak edindiği iddia edilen mallarını hazine
devredecek yasayı hemen çıkartacaktı(Toker, 1991b:217, 235). İsmet İnönü’nün CHP’nin 10. Kurultayı’nda
partiler arasındaki kardeş kavgası döneminin kapandığını bildirmesi(CHP Kurultayı İnönü’nün Nutkuyla
Dün Sabah Açıldı, Dünya, 23 Haziran 1953) DP’nin tehdidini kısa bir süreliğine de olsa ortadan kaldırdı.
Aşağıda da görüleceği üzere, partiler arasındaki iyi ilişkilerin ters yüz olmasında iktidarın, CHP’nin istekleri
karşısındaki samimiyetsizliğinden ziyade MP’nin(Millet Partisi) kapatılması karşısında CHP’nin tutumu
etkili olacaktır.
Bu çalışmanın amacı; MP’nin kapatılması karşısında CHP’nin tutumu ve bu tutumun partiler
arasındaki iyi ilişkileri ne yönde etkilediğini sonuçlarıyla birlikte ortaya koymaktır.
Millet Partisi’nin Kapatılması
12 Temmuz 1947 Beyannamesi’nin yayınlanmasının hemen sonrasında, DP içerisinde bir bölünme
yaşanmaya başlanmıştır. Bazı milletvekilleri, DP yöneticilerini gerçek bir muhalefet partisi gibi hareket
etmemekle yani muvazalıkla suçlamaya başlamışlardır. Temelde parti içerisinde bu noktada ortaya çıkan
anlaşmazlık, nihayetinde partinin bölünmesine neden olmuştur. 6 Temmuz 1948 tarihinde Mareşal Fevzi
Çakmak’ın fahri başkanlığında DP’den ayrılanlar tarafından MP kurulmuştur. Genel Başkanlığına Hikmet
Bayur’un seçildiği partide; Enis Akaygen, Kenan Öner, Mustafa Kentli, Osman Bölükbaşı, Osman Nuri
Köni, Sadık Aldoğan ve Ahmet Tahtakılıç gibi eski DP’liler veya DP’ye sempati duyan isimler kurucu üye
olarak yer almışlardır(Burçak, 1979:151-157)51.
MP, kurulduğu andan itibaren CHP’den daha çok DP’nin karşısında yer almış ve DP’nin iktidara
gelmesinden sonra bu parti ile dindar görünme yarışı içerisine girmiştir. Partinin genel başkanlığından
ayrılan Hikmet Bayur, arkadaşlarıyla birlikte, 1950 Genel Seçimlerinden sonra MP’nin laiklik karşıtı
davranışlar içerisine girdiğini zaman zaman kamuoyuna açıklıyorlardı. DP ise, bunlara karşı gerekli
tedbirlerin alınacağının işaretini veriyordu(Öymen, 2009:360-362). DP iktidarının MP’ye yönelik tedbir
almasını kolaylaştıran gelişme, MP’nin 4. Kongresi’nde meydana gelmiştir. Kongre, 27-29 Haziran 1953
tarihleri arasında toplanmıştı(Bölükbaşı, 2005:155). Kongrenin başından itibaren delegeler muhafazakârlar
ve devrimciler olmak üzere iki ayrı gruba bölünmüşlerdir. Hikmet Bayur’un başını çektiği devrimci kanat,
genel kurula bir önerge vermişti. Önergede, MP’nin inkılaplara bağlı olduğunun ilan edilmesi isteniyordu.
Önergenin kabul edilmemesi üzerine Hikmet Bayur ve Vasfi Raşit başta olmak üzere bazı delegeler, bir
bildiri yayınlayarak partiden istifa etmişlerdir(Toker, 1991b:238-239). Bildiride, MP yöneticilerinin inkılap
düşmanlarına taviz verdikleri iddiası yer alıyordu. Parti tüzüğündeki bazı zaafların partiyi Atatürk
düşmanlığını rehber edinen bazı kişilerin tahakkümü altına soktuğu ve parti yöneticilerinin oy kazanmak
için gerici fikirleri okşadıkları gibi suçlamalar da iddialar arasındaydı(Bölükbaşı, 2005:157). Yayınlanan
bildirinin ardından partiden istifalar devam ederken; bildiri ihbar kabul edildi ve savcılık hemen soruşturma
başlattı(Millet Partisi Hakkında Savcılık Tetkikler Yapıyor, Cumhuriyet, 2 Temmuz 1953; Millet Partisinin
Durumu, Ulus, 4 Temmuz 1953). Hikmet Bayur, inkılap aleyhtarı ve gerici faaliyetlerde bulunduğu
iddiasıyla MP hakkında açılan soruşturmada ifade verdikten sonra gazetecilere yaptığı açıklamada 1949
yılından itibaren parti içinde gerici unsurların bulunduğunu kaydetmiştir(Bayur’un Beyanatı, Ulus, 6
Temmuz 1953).
Savcılığın genişleterek yürüttüğü soruşturmada bir yandan MP yöneticilerinin ifadeleri
alınırken,(Millet Partisi Hakkında İleri Sürülen İddialar, Ulus, 5 Temmuz 1953) diğer yandan da başta parti
genel merkezi olmak üzere teşkilat binalarına ve parti üyelerinin evlerine baskınlar yapılarak aramalar
yapılıyordu (M. Partisi Hakkında Açılan Tahkikat, Cumhuriyet, 7 Temmuz 1953; M.P. Tahkikatı Yurd
Ölçüsünde Genişledi, Cumhuriyet, 8 Temmuz 1953). Soruşturmanın başlarında bulunulmasına rağmen
savcılık, soruşturmanın selameti açısından geçici tedbir olarak MP’nin dini siyasete alet ettiği gerekçesiyle
kapatılmasını istemiştir(Öymen, 2009:362). Bunun üzerine 8 Temmuz 1953 tarihinde 5. Sulh Ceza
Mahkemesi Cemiyetler Kanunu’nun 33. maddesi gereğince geçici tedbir olarak MP’nin kapatılmasına karar
vermiştir. Kararın hemen ardından partinin genel merkezi ile il, ilçe, bucak ve ocak merkezleri
mühürlenmiştir(M.P.’nin Merkez ve Şubeleri Mühürlendi, Ulus, 9 Temmuz 1953).
Geçici kapatmadan sonra MP hakkındaki iddianame, ancak 1953 yılının Eylül ayında
tamamlanabilecektir. Davayla ilgili duruşmalar, 26 Eylül 1953 tarihinde başlamıştır(Millet Partililerin
14 Mayıs 1950 Genel Seçimlerine katılan MP, oyların %3,1’ini alarak sadece bir milletvekilini, Osman Bölükbaşı’yı,
TBMM’ye sokabilmiştir (Burçak, 1979:222).
51
58
Dünkü Davası 12 Saat Sürdü, Cumhuriyet, 27 Eylül 1953). İddianamede MP yöneticilerine isnat edilen suç;
dini siyasete alet etmek, Atatürk inkılaplarını ortadan kaldırmaya çalışmak ve faaliyetleriyle laikliğe aykırı
davranmaktı. Bu türden bir suç, Türk Ceza Kanunu’nun 163.maddesine göre ağır ceza gerektiren bir suç
olmasına rağmen yargılamanın Ağır Ceza Mahkemesi’nde değil de Sulh Ceza Mahkemesi’nde yapılması
bir hayli ilginçti(Öymen, 2009:371; Bölükbaşı, 2005:168). Bunun sebebi; iddianamenin talep ve sonuç
bölümünde saklıydı. “MP’nin din, mezhep ve tarikat esaslarına dayanan ve yasadışı olan gerçek amaçlarını
saklayan bir dernek durumunda bulunduğunun anlaşıldığı” öne sürülmüş ve partinin bütün teşkilatının
feshedilmesi istenmişti. Parti yöneticisi konumundaki sanıkların Türk Ceza Kanunun “din, mezhep ve
tarikat esaslarına dayanan, amacı gizli tutulan dernek kurmak” suçunu düzenleyen 526.maddesine göre
cezalandırılması talep edilmişti(Bölükbaşı, 2005:168). Dolayısıyla MP, bir dernek olarak görülmüş ve
amacı dışında işlerle meşgul olduğu gerekçesiyle cezalandırılmıştır. Parti hakkındaki soruşturma ve
yargılamanın Cemiyet Kanununa göre yapılmasındaki asıl amaç; parti yöneticilerine verilecek cezaların
oranını düşürmekti(Öymen, 2009:371). Dört aylık bir yargılamanın sonucunda MP, Cemiyetler Kanunu
hükümlerine göre kapatıldı. Yöneticilerinin dördü beraat ederken, diğerlerine birer gün hapis cezası verildi.
Sanıklara aynı zamanda 250’şer kuruş para cezası kararı çıktı ve sanıklara siyaset yapma yasağı
getirilmedi(Mahkeme, Millet Partisinin Kapatılmasına Karar Verdi, Cumhuriyet, 28 Ocak 1954; Mahkeme
Millet Partisinin Kapatılmasına Karar Verdi, Yeni Ulus, 28 Ocak 1954). Partinin kapatılmasından kısa bir
süre sonra Osman Bölükbaşı ve arkadaşları yani MP’nin yöneticileri 10 Şubat 1954 tarihinde CMP
(Cumhuriyetçi Millet Partisi) isminde yeni bir parti kurarak siyasi faaliyetlerine devam
etmişlerdir(Cumhuriyetçi Millet Partisi Dün Kuruldu, Dünya, 11 Şubat 1954).
CHP’nin Tutumu ve Partiler Arasındaki İyi İlişkilerin Sonu
MP hakkında adli soruşturma devam ederken, DP Meclis Grubu toplanmış ve MP aleyhinde
soruşturmaya tesir edici bir takım açıklamalarda bulunulmuştur(Millet Partisi Meselesi D.P. Meclis
Grubunda, Cumhuriyet, 8 Temmuz 1953). MP’nin kapatılmasının hemen ertesi günü toplanan TBMM
Genel Kurulu’nda Başbakan Adnan Menderes, MP’nin kapatılmasının lehinde konuşarak(TBMMTD, D:9,
C:24, T:3, B: 104, s. 371)tutumunu açıkça belli etmiştir. DP yanlısı basın tarafından da MP’nin kapatılması
yerinde bir karar olarak ifade edilmiş ve karar onlar açısından büyük bir sevinç uyandırmıştır(Bölükbaşı,
2005:165). Anlaşılacağı üzere DP, MP’nin kapatılması yönünde en başından itibaren açık bir tavır alırken
CHP yönetimi, sessizliğini uzun süre korumuştur.
CHP ile DP arasında MP’nin kapatılması için ortak bir anlaşmanın olduğuna dair MP yanlısı Yeni
Sabah Gazetesi’nin iddiası, CHP’nin sessizliğini bozmasına neden olmuştur. 9 Temmuz 1953’te toplanan
CHP Genel İdare Kurulu anlaşma iddialarını yalanlamıştır(Toker, 1991B:241; CHP Genel İdare Kurulunun
Tebliği, Ulus, 10 Temmuz 1953). CHP Genel İdare Kurulu ile Parti Meclis Grubu, Genel Başkan İsmet
İnönü’nün başkanlığında toplanmış ve 16 Temmuz’da CHP’nin tutumunu yansıtan bir tebliğ yayınlamıştır:
“1. Cumhuriyetin ve inkılapların muhafazası ve müdafaası Cumhuriyet Halk Partisinin ana
prensiplerindendir. 2. Millet Partisinin mahkeme kararıyla ihtiyati tedbir olarak faaliyetten men edilmesini
icabettiren ve bugün kanunca gizli safhada bulunan tahkikatın mahiyet ve delilleri bilinmediği için bu
mevzuda bir fikir söylemeye imkan görülmemiştir. 3. Bu vesile ile anlaşılmıştır ki, memleket efkarında ve
cemiyet içinde hususi mevki ve ehemmiyeti aşikar olan siyasi partilerin ihtiyari tedbir mahiyetinde olsa dahi
faaliyetten menedilmelerinin ve haklarında yapılacak soruşturma ve kovuşturmanın mevzuun ehemmiyeti
ile mütenasip adli mercilerce yapılmasını, Cemiyetler Kanunu sağlamamaktadır. Partilerin hayatına
emniyet ve istikrar vermek için mevzuatımızdaki bu boşluğun doldurulması ihtiyacı CHP Meclis Grubuna
intikal ettirilmiştir”(CHP Genel Başkanlığının Tebliği, Ulus, 16 Temmuz 1953). Görüldüğü üzere, CHP,
MP’nin kapatılmasına içerik olarak karşı çıkmamakla birlikte bir partinin yasalardaki eksikliklerden dolayı
Cemiyetler Kanunu hükümlerince sulh ceza mahkemesi tarafından kapatılmasını istememektedir. Bu
durum, siyasi partilerin güvenliğini tehlikeye düşürmektedir. Aslında CHP yönetimi, tıpkı MP gibi kendi
partilerinin de çok kolay ve hukuksuz bir şekilde kapatılmasından endişe ediyordu. MP’nin kapatılmasına
tepki göstermelerinin altında yatan sebeplerden birinin de bu olduğu söylenebilir.
Gerçekten de mevcut yasalara göre, bir siyasi parti yargıtay tarafından değil, tek hakimli sulh ceza
mahkemesi tarafından kapatılabiliyordu. Yani bir partinin kapatılması zor bir süreç değildi(Öymen,
2009:361).
Tebliğinin üçüncü maddesinin gereği olarak hemen hareket geçen CHP Meclis Grubu, Cemiyetler
Kanunu hakkında değişiklik teklifini TBMM’ye sunmuştur. Gerekçesinin siyasi partilerin emniyetinin
59
sağlanması olarak ifade edilen değişikliğe göre; “…hazırlık soruşturması ve kovuşturma Cumhuriyet
Başsavcısı tarafından gerekli görüldüğü halde, ilk soruşturma Yargıtay birinci başkanının görevlendirdiği
Yargıtay üyesi ve yargılarda yargıtayın yetkili ceza dairesi tarafından umumi hükümlere göre
yapılır….siyasi partilerin feshine ve hükümden önce faaliyetlerinin menine dair olan kararlar yargıtayın
davaya bakacak olan dairesi tarafından verilir” hükümlerine yer verilmiştir(Cemiyetler Kanuna Dair
CHP’nin Teklifi, Cumhuriyet, 17 Temmuz 1953). CHP’nin bu değişiklik teklifi reddedilecektir(Toker,
1991b:243). 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra DP, tıpkı MP gibi aynı kanuna tabi olarak bir sulh ceza
mahkemesi tarafından kapatılacaktır(Demokrat Parti, Mahkeme Kararı ile Dün Kapatıldı, Cumhuriyet, 30
Eylül 1960).
Ulus Gazetesi’nin başında bulunan Nihat Erim, CHP yönetiminin resmi açıklamasından önce, MP’nin
kapatılmasına ilişkin düşüncelerini çoktan açıklamaya başlamıştı. MP hakkında soruşturma devam ederken
Erim, bütün partilerin Atatürk inkılaplarına sahip çıkması gerektiğine ilişkine değerlendirmelerde
bulunmuştur(Nihat Erim, Hayati Mesele, Ulus, 30 Haziran 1953; Nihat Erim, MP Nereye Gidiyor?, Ulus,
1 Temmuz 1953; Nihat Erim, Hikmet Bayur Ne Güzel Söylüyor, Ulus, 2 Temmuz 1953). MP’nin
kapatılmasından sonra yaptığı değerlendirmelerde ise Erim, Atatürk inkılaplarının korunması için gerekli
bütün tedbirlerin alınması gerektiğini kendisinin de savunduğunu, fakat bunun antidemokratik ve hukuksuz
bir şekilde yapılmasına karşı çıktığını kaydetmiştir. Bir partinin geçici de olsa bir sulh ceza mahkemesi
tarafından kolay bir şekilde kapatılmasının yanlışlığına değinerek demokratik ülkelerde bir siyasi partinin
kapatılmasına yargıtay gibi mahkemelerin karar verebildiğini öne sürmüştür. Siyasi partilerin bir dernek
olmadığını hatırlatarak Başbakan Adnan Menderes’ten bu antidemokratik uygulamanı düzeltilmesini
istemiştir(Nihat Erim, Son Olaylar Karşısında, Ulus, 13 Temmuz 1953). Rejimin hukuki bakımdan eksik
bırakıldığı sürece gerçek demokrasiden asla söz edilemeyeceğini ifade eden Erim, yürürlükteki
antidemokratik kanunların değiştirilmesi talebini yinelemiştir. Yani siyasi partilerin kapatılmasını
zorlaştıracak hukuki değişikliklerin yapılmasını istemiştir. Bunun yerine getirilmemesi halinde MP’ye
yapılan uygulamanın daha sonra başka siyasi partilere de yapılabileceğini iddia ederek siyasi emniyete
ilişkin endişelerini aktarmıştır. Bu noktada eleştirilerini sertleştirmiş ve Menderes’i ülkeyi diktatörlüğe
doğru götürmekle suçlamıştır: “…Durumun sorumunu bazıları yalnız Bay Menderes’e yüklemektedirler.
Yanlıştır. Onlar kadar, hatta ondan ziyade iktidar partisinin milletvekilleri sorumludurlar. Tarih ve millet
önünde onları bu sorumdan hiçbir mazeret kurtaramaz. Diktatörce bir gidişe iştirak etmekte, seyirci
kalmakta, göz yummakta veya teşvikkar görünmektedirler. İhtiras nöbetleri içinde derin bir gaflet göze
çarpmaktadır. Saatlerce süren sofistik nutukların hiç kimseyi inandıramadığını bile görmekten aciz bir
zihniyet memleketin kaderine maalesef hakimdir…”( Diktatörlük Sathı Mailinde, Ulus, 15.07.1953).
MP’nin kapatılması karşısında CHP’nin bu karşı tutumu iktidar partisi DP’yi oldukça öfkelendirmiştir.
Önce DP Genel İdare Kurulu, ardından DP Meclis Grubu toplanarak CHP’nin tutumunu sert bir şekilde
eleştirilmişlerdir. Parti Genel İdare Kurulunda konuşan hatiplere göre, CHP yayınladığı tebliğle birlikte
aslında Atatürk inkılaplarını koruyan bir parti olmadığını kanıtlamıştır. İktidarı kaybettiği andan itibaren
CHP’nin asıl amacı, her ne pahasına olursa olsun tekrar iktidara gelmektir ve dolayısıyla onun demokrasi
söylemeleri çok samimiyetsizdir. CHP’yi yola getirmek için çözüm olarak haksız iktisaplar meselesinin de
gündeme geldiği Genel İdare Kurulu’nda Menderes, CHP’nin tutumuna çok sert çıkmıştır. Başta Nihat
Erim’in yazılarını örnek göstererek CHP’lilerin demokrasi konusunda samimiyetsiz olduklarını ve onların
demokrasiyi soysuzlaştırdıklarını ifade etmiştir(DP Grubundan Dünkü Fevkalade Kararlar, Cumhuriyet, 17
Temmuz 1953). İnkılapların savunucusu olduğunu iddia eden CHP’nin, MP’nin kapatılması karşısında
neden yer aldığı şeklindeki DP’lilerin sorusuna Nihat Erim, cevap vermiştir. CHP olarak kendilerinin söz
konusu partinin kapatılmasına içerik olarak değil, usul ve hukuk yönünden karşı olduklarını
belirtmiştir(Şaşırtmaca Gayretleri, Ulus, 16 Temmuz 1953). Görüldüğü üzere bir irtica hareketi olarak
değerlendirilen Yalman Suikastı dolayısıyla başlayan partiler arasındaki iyi ilişkiler, aylar sonra ortaya
çıkan yine bir irtica olayı nedeniyle son bulma noktasına geliyordu.
MP’nin kapatılması, CHP-DP arasında Atatürk inkılaplarının asıl koruyucusunun kim olduğu
tartışmasına da yol açtı ve bu tartışma ilişkileri iyice gerdi. 19 Temmuz 1953 tarihinde partisinin Aydın İl
Kongresi’nde yaptığı konuşmasında Menderes, MP’nin kapatılmasında hiçbir etkisinin olmadığını
kaydetmiş ve ardından CHP’yi inkılap bekçiliğini bir tarafa bırakarak MP’yi himayesine almakla
suçlamıştır. CHP içindeki bu politikanın sorumlusu olarak Menderes’in CHP içinde iktidar hırsıyla hareket
eden küçük bir grubu göstermesi gözlerden kaçmamıştır. Aynı kongrede konuşan DP yöneticisi Fevzi Lütfi
Karaosmanoğlu da CHP’nin “inkılap bayrağını ve muhafızlığını elinden düşürdüğünü” iddia ederek artık
vatan hizmetinde bir yerinin kalmadığını aktarmıştır(Başbakan Nizamımız Korunacak Dedi, Vatan, 20
60
Temmuz 1953; Adnan Menderes Aydın’da Konuştu, Ulus, 20 Temmuz1953). Nihat Erim de Ulus
Gazetesi’nden DP’yi irtica ile samimi bir şekilde mücadele etmemekle ve Atatürk inkılaplarını
savunmamakla suçlamıştır(Nihat Erim, İşte Misali, Ulus, 10 Ağustos 1953; Nihat Erim, Milli Husumetten
Milli Selamete, Ulus, 25 Temmuz 1953; Nihat Erim, Anlaşmazlığın Sebebi, Ulus, 22 Temmuz 1953). CHP
Genel Sekreteri Kasım Gülek ise, CHP’nin ülkeye inkılapları getiren ve kökleştiren bir parti olduğunu,
DP’nin ise inkılapların korunması konusunda samimi olmadığını ve inkılapları koruma bahanesi adı altında
hürriyetleri kısıtlamaya çalıştığını ileri sürmüştür(CHP’nin Dünkü Siyasi Toplantısı, Cumhuriyet, 26
Temmuz 1953).
İrtica ile mücadelede CHP tarafından yalnız bırakıldığını düşünen DP, derhal etkili bir takım kanunlar
çıkartmaya karar verdi. 17 Temmuz 1953’te DP Meclis Grubu’nda dinin siyasete alet edilerek toplumda
karışıklık çıkarılmasını önlemek için hızla yasal çalışmaların yapılmasına karar verilmiştir. DP’nin yaptığı
çalışmalar sonucunda TBMM Genel Kurulu’na “Vicdan ve toplanma hürriyetinin korunması hakkında
kanun” başlığı ile gelen kanun teklifi 23 Temmuz 1953’te sadece DP’nin oylarıyla yasalaştı(TBMMTD,
D:9, C:24, T:3, B:115, s. 1043,10141-10144). DP’lilerin “Milli Selamet Kanunları” adını verdikleri
kanunun tasarısının(Üniversite Muhtariyetine Darbe, Ulus, 19 Temmuz 1953) TBMM’de görüşülmesi
esnasında Adalet Bakanı Osman Şevki Çiçekdağ, son günlerde yaşana irtica olaylarını hatırlatarak bu
kanunla birlikte din ve vicdan, toplanma hürriyetinin sağlanacağını ve aynı zamanda inkılapların bir takım
çıkarlara alet edilmesinin önleneceğini savunmuştur(TBMMTD, D:9, C:24, T:3, B:115, s. 1044-1046). CHP
sözcüleri ise, dinin siyasete alet edilmesine ve inkılapların zarar görmesine kendilerinin de karşı çıktıklarını,
fakat bu kanunların gereksiz olduğunu savunmuşlar ve bu kanunlar bahane edilerek hürriyetlerin gereksiz
yere sınırlandırılacağını belirterek itiraz etmişlerdir(Meclis Dün Gece Sabaha Kadar Çalıştı, Cumhuriyet,
24 Temmuz 1953). CHP’nin, iktidarın irtica ile mücadelesine destek vermemesi, MP’nin kapatılmasıyla
dolayısıyla ortaya çıkan gergin atmosferin daha da yükselmesine neden olmuştur.
Milli Selamet Kanunların içerisinde üniversiteler ilgili de bir kanun yer alıyordu. Bu kanun tasarısında,
üniversitede çalışan öğretim üyelerinin siyasetle uğraşmaları ve hatta mecmualarda siyasi makaleler
yazmaları yasaklanıyordu(Adalet Bakanlığında Dünkü Mühim Toplantı, Cumhuriyet, 18 Temmuz 1953).
İsmet İnönü’nün damadı gazeteci Metin Toker’e göre, DP’nin böyle bir kanun çıkartmak istemesinin sebebi,
CHP’nin, MP’nin kapatılma kararı karşısında aldığı tutumda halen öğretim üyesi olarak çalışmakta olan ve
aynı zamanda Ulus Gazetesi’nde siyasi içerikli makaleler yazan Nihat Erim’in etkisinin olduğunu
düşünmesiydi. Bu yüzden Erim’i cezalandırmak için böyle bir yasayı çıkartmaya karar vermişlerdir(Toker,
1991b:245). Zaten Ulus Gazetesi de 19 Temmuz 1953 tarihli manşetinde DP’nin Erim için kanun
çıkarttığını yazıyordu: “Üniversite Muhtariyetine Darbe: DP İktidarı Nihat Erim İçin Kanun Çıkarıyor!.”(
Profesörler Hakkındaki Tasarı M. Eğitim Komisyonunda Geçti, Ulus, 19 Temmuz 1953). Bu kanun tasarısı,
CHP-DP ilişkilerini daha da gerginleştirecekti ve üniversite özerkliğini zedeleyecek bir kanun olarak
algılanacaktı.
İktidarın kendisini cezalandırmak için bu kanunu çıkarttığını düşünen Nihat Erim, kanunun çıkmasını
engellemek adına 19 Temmuz 1953 tarihinde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden istifa etmiş ve
ardından artık böyle bir kanunun çıkartılmasına gerek kalmadığını basına duyurmuştur(Muhtariyete
Kıyılmaya Vesile Kalmadı, Ulus, 20 Temmuz 1953; Nihat Erim, Profesörlükten İstifa Etti, Cumhuriyet, 21
Temmuz 1953). Buna rağmen tasarının TBMM’de görüşülmesine devam edildi. Görüşmeler sırasında
CHP’li sözcüler, başka ülkeleri örnek göstererek öğretim üyelerinin siyasetle uğraşmalarının normal
olduğunu aktarmışlar ve iktidarın bu kanunla asıl amacının, muhalif öğretim üyelerini susturmak olduğunu
iddia etmişlerdir. Bu tasarının yasalaşması halinde üniversite özerkliğinin zedeleneceğini sert bir tonla ifade
etmeleri üzerine iktidar milletvekillerinden büyük bir tepki gelmiştir. Genel Kurul’da her iki parti arasında
gerginlik had safhaya ulaşmış ve bazı CHP milletvekilleri Genel Kurul’u terk etmişlerdir. Neticede tasarı,
CHP’nin itirazlarına rağmen yasalaşmıştır(TBMMTD, D:9, C:24, T:3, B:113, s. 935-975). Milli Selamet
Kanunlarının yürürlüğe girmesinden sonra CHP, DP’ye yönelik eleştirilerini devam ettirdi. Ülkenin
selametini sağlamak için çıkartılan kanunları, antidemokratik kanunlar olarak nitelendiren partinin Genel
Sekreteri Kasım Gülek, Atatürk inkılaplarını koruma bahanesiyle hürriyetlerin kısıtlanmasına karşı
olduklarını ifade etmiştir. Aynı zamanda inkılap savunuculuğunun iktidarın imtiyazı altında olmadığını
söylemiş ve devamında iktidara gelince bu antidemokratik kanunları kaldıracaklarını bildirmiştir. Çıkan
kanunlardan CHP’nin korkacak bir durumunun olmadığının da altını çizen Gülek, toplantılarda dini siyasete
alet eden partinin DP’nin olduğuna işaret etmiştir. Dolayısıyla bu kanunlar bahane edilerek CHP’ye
kimsenin dokunamayacağını, dokunacak olanların ellerini kıracağını söylemiştir(CHP’nin Dünkü Siyasi
Toplantısı, Cumhuriyet, 26 Temmuz 1953). 26 Temmuz’da İzmir’de yaptığı başka bir konuşmada ise Gülek,
61
iktidar partisine daha da sert yüklenerek, “İnkılapları korumak bahanesiyle memlekette toplantı hürriyetini
tahdid eden bu tedbirler memleketi ancak istibdada götürür. Bu kanunlardan maksad seçimi dolambaçlı
yollardan kazanmaktır. İnkılaplarımızı korumak perdesi altında hürriyetlerimizin kısıtlanmasına müsaade
etmeyeceğiz” demiştir(Kasım Gülek’in Nutku, Ulus, 27 Temmuz 1953).
Anadolu gezisine çıkan Başbakan Adnan Menderes de bir yandan CHP teşkilatlarını ziyaret ederek
partiler arası iyi ilişkilerin tamamen yok olmamasına çalışıyor diğer yandan da Kasım Gülek gibi CHP
yöneticilerine cevap veriyordu. Önce CHP İzmir teşkilatını daha sonra Denizli teşkilatını ziyaret eden
Menderes,( Başbakan Bugün Denizli’de Mühim Bir Konuşma Yapacak, Cumhuriyet, 2 Ağustos 1953) DP
Denizli İl Kongresi’nde, CHP’yi “kitabiler” ve “kitabi” olmayanlar şeklinde ikiye ayırmıştır. Ülkeye zarar
verenler, CHP içindeki kötü niyetli “kitabiler” yani elitlerdi. Burada Gülek gibi CHP elitlerine yüklenmiş
ve onları bozgunculukla suçlamıştır. Aynı zamanda hürriyetlerin sınırlandırıldığı yönündeki eleştirilere
karşı çıkan Menderes, çıkartılan kanunların amacının hürriyetleri sınırlamak olmadığını, tam tersine
hürriyetleri güvence altına almak olduğunu ifade etmiştir. Menderes’e göre, bu tür iddialarda bulunan
CHP’li elitlerin amacı; “polisin, adaletin işlerini zorlaştırmak, hükümet işlerini güçleştirmek ve vatandaşın
kalbine her gün bir parça şüphe zehrini sokmaktır”. CHP’nin iktidardan düşmesinden sonra kin ve ihtiras
ile hareket ettiğini iddia eden Menderes, onları vatana hizmet etmeye davet etmiştir(Seçimler Önümüzdeki
6-7 Ay İçinde Yapılacak, Cumhuriyet, 3 Ağustos 1953; Erer, 1977:157-158). Menderes’in eleştirilerine
Gülek, Samsun’dan cevap vermiş ve Menderes’i CHP içinde ayrılık çıkartmaya çalışmakla
suçlamıştır(İkililik Yaratma Gayretlerine Cevap, Ulus, 5 Ağustos 1953).52 Menderes’in partiler arasındaki
ilişkileri düzeltmek adına CHP elitlerini yola getirme gayretleri 1953 yılının Kasım ayına kadar devam
etmiş, ancak CHP yönetiminin sert tavrı ile karşılaşınca sonuçsuz kalmıştır(Toker, 1991b:252). Öte yandan
Ulus Gazetesi’nde Menderes’in ülkeyi diktatörlüğe doğru götürmekle seri bir şekilde suçlanması ve Atatürk
İnkılaplarından taviz verilmesinin sorumlu olarak Menderes’in gösterilmesi DP yöneticililerini muhalefete
karşı sert önlemler almaya itecektir(Karataş, 2020:398).
Başbakan Adnan Menderes’in CHP elitlerini yola getirmek suretiyle partiler arasındaki ilişkileri
düzeltme çabaları, CHP ile MP’nin seçimlerde işbirliği yapacağı söylentisinin çıkmasının da etkisiyle
sonuçsuz kaldığı söylenebilir. Sonuçsuz kaldığı gibi iki parti arasındaki ilişkiler, daha da gerginleşmiştir.
CHP’den umudunu kesen DP, uzun süredir askıda tuttuğu CHP’nin malları meselesi üzerinde kanun
çalışmalarına başlayacaktır.
DP’nin resmi yayın organı Zafer Gazetesi’nin, 1953 yılının Ağustos ayının sonlarından itibaren CHP
hakkında öne sürdüğü bir iddiaya göre, CHP’nin MP’nin kapatılması karşısında tavır almasının nedeni,
1954 Genel Seçimlerinde MP’nin oylarını alabilmektir. Gazetenin başyazarı Mümtaz Faik Fenik, 25
Ağustos 1953 tarihli başmakalesinde bu iddiayı tekrarladıktan sonra kanıt olarak Nihat Erim’in Ağustos
ayında Kandıra’da yaptığı bir konuşmasını göstermiştir. Fenik’in söylediklerine göre, Erim, MP’nin CHP’yi
genel seçimlerde desteklemesi durumunda kendilerinin mutlaka iktidara geleceklerini ifade etmiştir. Bu
sözlerden yola çıkan Fenik, CHP’nin MP’nin kapatılması karşısındaki hukukun çiğnendiği şeklindeki
eleştirilerinde samimi olmadığını, asıl amaçlarının MP’nin oylarını elde etmek olduğunu dile getirmiştir.
Devamında CHP’nin inkılaplar konusundaki samimiyetini şu şekilde eleştirmiştir: “Bir Halk Partisinin
inkılaplara sadakati, demek bir gösterişten ibaretmiş! O zaman öyle icap etmiş öyle söylemişler, şimdi
böyle icap etmiş, böyle hareket ediyorlar. Ve içinde halifeciliğin, meşrutiyeti, Mecelle’yi müdafaa eden
hiziplerin bulunduğu bir parti ile işbirliği yapmaktan kendilerini alamıyorlar!...”( Mümtaz Faik Fenik, İki
Ahbap Çavuşlar!, Zafer, 25 Ağustos 1953).
Fenik’in eleştirilerine karşılık Nihat Erim’den gelen cevaba göre, kendisi Kandıra’da bu yönde bir
konuşma yapmamıştır. Erim, “Önümüzdeki seçimlerde vatandaşlar bizi destekledikleri taktirde rejimi
yerleştirmek gayesiyle mutlak surette iktidara geleceğiz. O taktirde iktidara gelecek Cumhuriyet Halk
Partisi, şimdiki iktidar mensuplarına demokrasinin ne olduğunu, nasıl işlemesi lazım geldiğini
gösterecektir”,(Nihat Erim’in Kandıra’daki Konuşması, Ulus, 25 Ağustos 1953) sözlerini sarf ettiğini iddia
belirtmiştir.
Erim, Karasu’da yaptığı bir konuşmasında, CHP’nin iktidara gelmesi halinde MP’nin hukuksuz ve
kolay bir şekilde kapatılmasını sağlayan kanunu değiştireceklerini ve böylece bu partinin tekrar açılmasını
CHP’nin resmi yayın organı Ulus Gazetesi, Adnan Menderes’in gezilerinde yaptığı konuşmalarıyla CHP Genel Merkezi ile
teşkilatı arasında ayrılık çıkartmaya çalıştığını savunmuş ve Menderes’in parti içi ayrılık yaratma çabalarının boşa gideceğini,
kedilerinin dayanışma içerisinde olduklarını dile getirmiştir (Şu zavallı zihniyete acımaz mısınız?, Ulus, 19 Ağustos 1953).
52
62
sağlayacaklarını ifade etmişti (Nihat Erim, Millet Partisi Etrafında, Ulus, 27 Ağustos 1953). Erim’in bu
sözlerine Fenik’ten tepki gelmekte gecikmedi. Fenik, iktidarın değişmiş olmasının suçu değiştirmeyeceğini
ve partiyi açma yetkisinin sadece mahkemelere ait olduğunu hatırlatmıştır. Erim’in amacının MP’nin
oylarını elde etmeye çalışmak olduğunu öne sürmüştür. Bir “oy avcısı” olarak tanımladığı Erim’i, şu
sözlerle dini siyasete alet etmekle suçlamıştır: “Millet Partisi siyaset uğrunda taassubu sömürecek! Halk
Partisi de bu taassubu sömüren Millet Partisini sömürerek seçimin dumanını doğru çıkarmaya bakacak!
Bundan daha sinsice bir şekilde din politikaya alet edilir mi?”( Mümtaz Faik Fenik, Nihat Erim M.P.’yi
Açacakmış!, Zafer, 27 Ağustos 1953).
Vatan Gazetesi de CHP’nin MP ile seçimlerde işbirliği yapma girişimlerinden söz ederek bu projenin
mimarı olarak gördüğü Erim’i dini siyasete alet etmekle ve irtica ile mücadelede samimiyetsizlikle
suçlamıştır(Nihat Erim M.P. ile İş Birliği Yapıyor, Vatan, 26 Ağustos 1953).
CHP ile MP’nin seçimlerde işbirliği yapacağı söylentilerine CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’ten
yalanlama gelmişti. Hatta bu söylentileri çıkartanın DP’lilerin olduğunu ileri sürmüştü. Nihat Erim de her
ne kadar MP ile bir işbirliğinin söz konusu olmadığını iddia etse de aslında arka planda MP ile ittifak
konusunda bir görüşme vardı. 1954 Genel Seçimlerinde işbirliğinin sağlanması için Erim ile Yeni Sabah
Gazetesi’nin sahibi Sefa Kılıçlıoğlu arasında gizli görüşmeler yapılıyordu. Bu durumdan haberdar olan DP,
CHP’ye karşı daha da sertleşiyordu(Toker, 1991b:248).53
15 Kasım 1953 tarihinde yapılan Uşak İl Genel Meclisi seçimlerinde 12 sandalyenin 11’ini CHP, 1’ini
DP kazanmıştı (Uşaktaki Seçimin Kati Neticesi, Cumhuriyet, 17 Kasım 1953). CHP’nin bunu MP’den
aldığı destekle başardığı söylentisi dile getirildi. Hatta seçimler öncesinde İsmet İnönü’nün, MP’den destek
almak adına MP’nin eski yöneticisi Mustafa Kentli ile görüştüğü iddia edildi. Ulus Gazetesi, bütün bunları
yalanladı(Toker, 1991b:251). Bu gelişmeler, CHP ile iyi ilişkiler kurma ümidinin tamamen yok olmasına
neden olmuş ve DP, CHP’ye karşı sertleşmeye başlamıştı.
Adnan Menderes, 24 Ekim 1953’te Adana’da yaptığı konuşmasında partiler arasındaki ilişkilere
değinerek; muhalefet gazetelerinin yayınlarını Moskof Radyosu’na benzetmiş ve CHP’nin iktidarın ülke
yararına yaptığı çalışmalarını engellediğini aktararak bir takım tedbirler alacağını dile getirmiştir (Politika
Hayatımız Dönüm Noktasında, Akşam, 25 Ekim 1953). CHP’nin bu konuşmayı kendilerinin varlığına bir
tehdit olarak algılamasıyla(CHP Meclisi Bir Tebliğ Yayınladı, Ulus, 26 Ekim 1953) birlikte gerginlik,
çatışmaya dönüşmüştür.
Menderes’in muhalefete karşı almak istediği tedbirlerin, CHP’nin mallarının hazineye devredilmesi
olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Zira 1 Kasım 1953 tarihinde TBMM’nin açılmasıyla birlikte bu meseleyi
görüşmek üzere DP Genel İdare Kurulu bir toplantı yaptı (DP Genel Kurulu Dün 7 Saat Süren Bir Toplantı
Yaptı, Cumhuriyet, 3 Kasım 1953). 18 Kasım 1953 tarihinde de bu yönde bir kanun tasarısının hazırlanması
için bir komisyon oluşturuldu(D. Parti Grubunda Dünkü Görüşmeler, Ulus, 18 Kasım 1953).54 Komisyonun
kanun tasarısını hazırlamasından sonra DP Meclis Grubu tasarıyı onaylayarak 8 Aralık’ta TBMM’ye sevk
etmiştir(CHP’nin Bütün Malları Alınıyor, Akşam, 9 Aralık 1953). Bunun üzerine CHP, bir tebliğ
yayınlayarak bunun anayasaya ve hukuka aykırı olduğunu ve muhalefetin baskıyla yok edilmek istendiğini
dile getirmiştir. Hatta cumhuriyet rejimin tehlike olduğu belirtilerek DP’ye sert tepki
gösterilmiştir(Memleket Bir Rejim Davası Karşısındadır, Akşam, 11 Aralık 1953). CHP’nin bütün
itirazlarına rağmen 15 Aralık 1953 tarihinde TBMM’de CHP’nin Haksız İktisapları Hakkında Kanun
Tasarısı onaylanarak yasalaşmıştır(CHP’nin Malları Kanunu Meclis’ten Çıktı, Cumhuriyet, 15 Aralık 1953;
T.C. Resmi Gazete, 16 Aralık 1953, Sayı: 8584). Bu kanunla birlikte CHP’nin tek parti döneminde haksız
bir şekilde elde ettiği iddia edilen bütün malları hazineye devredilmiştir(Bayar, Kanunu Tasdik Etti, Dünya,
16 Aralık 1953). Görüldüğü üzere MP’nin kapatılmasıyla ortaya çıkan CHP-DP arasındaki gerginlik, gün
geçtikçe daha ileri bir noktaya ulaşmış ve CHP’nin mallarının hazineye devredilmesiyle sonuçlanmıştır.
Sonuç
14 Mayıs 1950 Genel Seçimleri sonrasında DP ile CHP’nin siyasi rolleri yer değiştirmiştir. DP tek
başına iktidar rolünü üstlenirken, CHP yirmi yedi yıllık iktidar rolünden ana muhalefet partisi rolüne
Gerçekten de 1954 Genel Seçimleri öncesinde MP’nin yerine kurulan CMP ile CHP arasında işbirliği görüşmeleri yapılmış, ancak
olumsuzlukla neticelenmiştir (Bölükbaşı, 2005:178-179).
54 DP Meclis Grubu’nda, Başbakan Menderes, partiler arası ilişkilerin tarihçesini anlatmış ve bu ilişkileri normal hale getirmek,
hatta buna zemin hazırlamak için harcadığı çabayı anlatmıştır. Kendisinin bu samimi çabalarına CHP’den karşılık görmediğini
kaydetmiştir (CHP’nin Malları Meselesi, Cumhuriyet, 18 Kasım 1953).
53
63
geçmiştir. Her iki partinin de yeni siyasi rollerine alışmasının sancılı geçtiği görülmektedir. Bu durum iki
parti arasındaki ilişkilere yansımış ve iktidar değişimin ilk gününden itibaren partiler arasında gerginlik
başlamıştır. Mevcut gerginlik on yıllık DP iktidarı döneminde sadece dört kez yerini siyasi anlamda “bahar
havası”na bırakmıştı. İrticai bir hareket olarak nitelendirilen Yalman Suikastından sonra DP’nin ülkede bir
irticai tehlikesinin varlığını kabul etmesi ve bununla mücadele için CHP ile dayanışma içerisine girmesi
mevcut gerginliği sona erdirmiştir. Partiler arasındaki gerginlik sona erdirmek için Başbakan Adnan
Menderes’in girişimlerinin oldukça önemli olduğu ortaya çıkmaktadır.
28 Aralık 1952 tarihinde Başbakanın girişimleriyle başlayıp Temmuz 1953’e kadar devam eden partiler
arasındaki ilişkilerin samimi olduğundan söz edilemez. CHP, iktidardan iyi ilişkilerin sürdürülmesi için
rejim teminatı ve muhalefetin güvenliği için bir takım yasaların çıkartılmasını istemesine rağmen DP iktidarı
yumuşak bir dille bunları geri çeviriyordu. Bu durum samimiyete dayanmayan politik iyi ilişkilerin en küçük
bir depremde eskisinden daha da kötü bir hal alacağını göstermiştir.
Zira partiler arasındaki iyi ilişkilerin yine bir irticai hareket sonrasında bozulduğu görülmüştür. MP’nin
kapatılması karşısında CHP’nin takındığı olumsuz tavır, ilişkilerin tekrar gerginleşmesine neden olmuştur.
CHP, MP’nin kapatılmasına içerik yönünden değil, usul ve hukuk yönünden karşı çıktığını her ne kadar
savunsa da DP’yi ikna edememiş ve CHP inkılapları savunma konusunda samimiyetsiz olduğu
suçlamalarına maruz kalmıştır. CHP’nin, MP’nin kapatılması karşısında tavır almasında kendisinin de MP
gibi kapatılacağı endişesi büyük oradan etkili olmuştur. Bunun yanı sıra DP’nin de ilerleyen günlerde
belirttiği gibi 1954 Genel Seçimlerinde MP’nin oylarını alabilme düşüncesi yer alıyordu.
Başbakan Adnan Menderes’in MP’nin kapatılmasından hemen sonra ortaya çıkan partiler arasındaki
gerginliği ortadan kaldırmak için bir takım çabalar sarf etmesinin ve bunun karşılığını muhalefetten olumlu
yanıt alamamasının bir hayli ilginç olduğunu kaydetmekte fayda vardır. Menderes’in istediği olumlu yanıtın
muhalefetten gelmesi halinde tekrar partiler arasındaki iyi ilişkilerin kurulması ihtimali olabilirdi. En
önemlisi de DP, seçimler öncesinde muhalefete yönelik sert tedbirlere başvurmayabilirdi.
DP, Yalman Suikastından sonra muhalefetten destek almıştı. Fakat MP’nin kapatılması karşısında aynı
desteği göremeyen DP, 1954 Genel Seçimleri yaklaşırken CHP’ye yönelik sert önlemler alma yoluna
gitmiştir. Bunlardan en başta gelenleri Milli Selamet Kanunlarının çıkartılması ve CHP’nin mallarının
hazineye devredilmesidir. Böylece rejimin ve muhalefetin güvenliğinin tehlikeye düştüğü gerekçeleriyle
CHP’nin, iktidara yönelik eleştirileri yükselmiş ve aradaki gerginlik genel seçimler öncesi had safhaya
ulaşmıştır.
Dikkat edilirse Türk siyasi hayatında 1953 yılında yaşanan parti kapatma olayının; CHP-DP arasındaki
iyi ilişkileri ter yüz ettiği, fakat laiklik konusunda zıt görüşlere sahip iki partiyi bir araya getirdiği
söylenebilir.
Kaynakça
1. AHMAD, F. (2010). Demokrasi Sürecinde Türkiye 1945-1980, Hil Yayınları, 4. Baskı, İstanbul.
2. ARCAYÜREK, C. (1985). Açıklıyor-2: Yeni İktidar Yeni Dönem 1951-1954, Bilgi Yayınevi, İkinci
Basım, Ankara.
3. BÖLÜKBAŞI, D. (2005). Türk Siyasetinde Anadolu Fırtınası Osman Bölükbaşı, Doğan Kitap, 2.Baskı,
İstanbul.
4. BURÇAK, R.S. (1979). Türkiye’de Demokrasiye Geçiş 1945-1950, Olgaç Yayınevi, Ankara.
5. ÇAVDAR, T. (2013). Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1950’den Günümüze, İmge Kitabevi, 5.Baskı,
Ankara.
6. ÇETİNKAYA, S. (2016). “Ahmet Emin Yalman Suikastı ve Etkileri”, Balkan ve Yakındoğu Sosyal
Bilimler Dergisi, 02(01): 42-57.
7. ERER, T. (1977). On Yılın Mücadelesi (Türkiye’de Parti Kavgalarının 2.ci Cildi, Ticaret Postası
Matbaası, İstanbul.
8. GÜNGÖR, S. (2004). Muhalefette CHP, Alternatif Yayınları, Ankara.
9. KARATAŞ, İ. (2020). İsmail Nihat Erim’in Hayatı ve Siyasi Faaliyetleri (1912- 1980), Doktora Tezi,
Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Antalya.
10. KARPAT, K. (2015). Türk Demokrasi Tarihi, Timaş Yayınları, 6.Baskı, İstanbul.
11. ÖYMEN, A. (2009). Öfkeli Yıllar, Doğan Kitap, 5.Baskı, İstanbul.
12. TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:9, Cilt:24, Toplantı:3, Birleşim: 104, (8 Temmuz 1953).
13. TBMM Tutanak Dergisi, Dönem:9, Cilt:24, Toplantı:3, Birleşim:113, (23 Temmuz 1953).
64
14. TOKER, M. (1991a). Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları 1944-1973: DP Yokuş Aşağı 1954-1957,
Bilgi Yayınevi, 3.Basım, Ankara.
15. TOKER, M. (1991b). Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları 1944-1973: DP’nin Altın Yılları 19501954, Bilgi Yayınevi, 2. Basım, Ankara.
16. TUNCER, E. (2002). Osmanlı’dan Günümüze Seçimler 1877-1999, Tesav Yayınları, No:17, Ankara.
17. Süreli Yayınlar
18. Akşam
19. Cumhuriyet
20. Dünya
21. T.C. Resmi Gazete
22. Ulus
23. Vatan
24. Yeni Ulus
25. Zafer
65
Presentation ID/Sunum No= 48
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Türkı̇ye’de 1950-1960 Dönemı̇nde Tarım Alanında Atılan Adımlar ve Yaşanan Gelı̇şmeler
Dr. Mehmed Gökhan Polatoğlu1
1
Atatürk Üniversitesi
Özet
Stratejik bir sektör olan tarımın gelişimi için Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren çalışmalar yapılmaya başladı.
1923-1929 döneminde önemli ilerlemeler kaydedildi. Ancak değişen ekonomi politikalarına bağlı olarak 1930’lu
yıllardan itibaren sanayi sektörünün ön plana çıktığı bir süreç başladı. İkinci Dünya Savaşı dönemi (1939-1945) ve
sonrasında gıdaya olan talebin artması, tarım sektörünün önemini bir kez daha ortaya çıkardı. 1950’lerde yeniden
tarım yoluyla kalkınma yöntemi benimsendi. 1954’ten sonraki süreçte ekonomik yapıyı olumsuz yönde etkileyen
gelişmeler, tarım sektöründe yeni bir yapılanma sürecine gidilmesine neden oldu. Bu araştırma ile Türkiye’de 19501960 döneminde, tarımın gelişimi için yapılan çalışmalar ve sonuçları incelenecektir. Araştırmada, 1950-1953 ve
1954-1960 süreçlerini içeren dönemsel bir analiz yöntemi uygulanacaktır. Çalışmadan elde edilen sonuçlara göre
1950-1953 yılları arasında tarım yoluyla kalkınma yöntemi uygulanmıştır. Böylece; ekim alanı, makineleşme ve kredi
miktarı artmıştır. Tarımsal üretimde ciddi yükselişler meydana gelmiştir. Ancak 1954 yılından itibaren değişen iç ve
dış koşullar, ekonomi politikasında yapısal dönüşümü de beraberinde getirmiştir. Bununla birlikte 1954-1960
döneminde tarımın, sanayileşme ile birlikte yürütülmesi için çalışmalarda bulunulmuştur. Sonuç olarak uzun vadeli
bir planlamanın olmaması, teknik imkân, alt yapı ve sermaye akışının yetersiz kalması, sürdürülebilir kalkınma
hedeflerinden uzaklaşılması ve sektörler arası işbirliğinin tam olarak sağlanamaması gibi faktörlerden dolayı 19501960 döneminde tarım sektöründe istenilen seviyede bir ilerleme kaydedilememiştir.
Anahtar Kelimeler: Türkiye, Ekonomi, Demokrat Parti, Tarım, Tarımda Makineleşme.
Steps Taken and Developments Experienced in the Agricultural Areas of Turkey in 1950-1960
Abstract
Studies have been carried out since the early years of the Republic for the development of agriculture, which is a
strategic sector. Significant advances were made in the period 1923-1929. However, depending on the changing
economic policies, a period in which the industrial sector came to the fore has begun since 1930s. The increase in
demand for food during the Second World War (1939-1945) and its aftermath once again revealed the importance of
the agricultural sector. In the 1950s, the method of development through agriculture was adopted again. Developments
that negatively affected the economic structure in the period after 1954 led to a new restructuring process in the
agricultural sector. With this research, studies carried out and their results will be analyzed for the development of
agriculture during the 1950-1960 period in Turkey. In this research, a periodic analysis method including the
processes of 1950-1953 and 1954-1960 will be applied. According to the results obtained from the study, the method
of development through agriculture was applied between 1950-1953. Thus; cultivation area, mechanization and credit
amount increased. Serious increases occurred in agricultural production. However, the changing internal and external
conditions since 1954 brought about a structural transformation in economic policy. However, in the period of 19541960, efforts were made to carry out agriculture with industrialization. As a result, the desired level of progress could
not be achieved in the agricultural sector in the 1950-1960 period due to factors such as the lack of a long-term
planning, insufficient technical facilities, infrastructure and capital flow, moving away from sustainable development
goals and not fully achieving inter-sectoral cooperation.
Keywords: Turkey, Economy, Democratic Party, Agriculture, Mechanization in Agriculture.
Giriş
Tarım, bir arazide; ekim, dikim, yetiştirme ve bakım yoluyla çeşitli ürünlerin üretilmesi veya bunların
üreticiler tarafından işlenip değerlendirilmesi çalışmalarını içermektedir (Karluk, 1995: 100). Osmanlı
Devleti Dönemi’nde tarımsal yapı, devlet mülkiyetindeki küçük toprakları işleyen aile işletmelerinden
meydana gelmekteydi. Tarım, tahıl üretiminin temel olduğu ve ilkel teknolojinin uygulandığı bir yapı teşkil
etmekteydi (Yurt ve Çakmak, 2010: 447). XX. yüzyılın başı itibariyle nüfusun yaklaşık %80’i tarım
sektöründe faaliyet göstermekte ve tarımsal üretim milli gelirin %65’ine denk gelmekteydi (Karluk, 1995:
66
101). Cumhuriyet Dönemi’nde ise 1923 yılı itibariyle tarımın Gayri Safi Millî Hasıla (GSMH) içindeki payı
%40 iken, 1926 yılına gelindiğinde bu oran yaklaşık %50 seviyesindeydi. Ülke nüfusu 1927 yılı sayımına
göre 13.648.000 idi. Bunun %76’sı kırsal kesimde yaşamaktaydı (Tokgöz, 2011: 85).
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Hükümet’in tarım sektöründeki öncelikli hedefleri arasında, uzun süren
savaş yıllarında gıda temininde sıkıntı yaşayan nüfusun beslenmesini temin edecek bir ziraî üretim
potansiyeline ulaşmak yer almaktaydı. Ancak tarımda ilkel yöntemlerin uygulandığı, işgücünün eksik,
sermaye birikiminin yetersiz ve ekilebilir arazilerin 10.000.000-12.000.000 hektarının boş olduğu koşullar
altında bunu gerçekleştirmek kolay olmayacaktı. Bunun için tarımda modernleşme, alt yapı yatırımlarına
ağırlık verilmesi, vergi düzenlemesi, finansman desteği, kurumsal yapılaşma ve ziraî eğitim çalışmalarında
bulunulması gerekmekteydi (Şahinöz, 1998: 102). Bu kapsamda ülkenin iktisaden kalkınması için
yapılacakları ele alarak uygulama aşamalarını ortaya koymak üzere İzmir’de 17 Şubat-4 Mart 1923 tarihleri
arasında toplanan Birinci Türkiye İktisat Kongresi’nde (Afetinan, 1989: 12) tarımda yaşanan sorunlar ve
geliştirilmesi gereken konular da ele alındı. Bunlar arasında; aşar vergisinin ve yabancıların toprak mülkiyet
hakkının kaldırılması, vergi muafiyetinin sağlanması, tarım kredilerinin belirli bir plan dâhilinde
yürütülerek yeniden düzenlenmesi ile tarım alet ve makinelerinin standartlaştırılması yer aldı (Karluk, 1995:
103).
Kongre kararları doğrultusunda tarımın geliştirilmesi amacıyla; topraksız çiftçi bırakmamak, iş
araçlarını arttırmak, mevcutları korumak veya bakımını sağlamak, tarım bölgelerine göre özel tedbirler
almak, kaliteli ve ucuz ürün elde etmek, tarım memurlarına ve öğretmenlere hizmet içi eğitim yoluyla ziraî
eğitim vermek üzere çalışma başlatıldı. Örnek çiftlikler, fidanlıklar ve tohum ıslah enstitüleri kuruldu
(Tokgöz, 2011: 86-88). Çiftçiye sermaye desteği sağlamak için Ziraat Bankası tarafından 1924’te
17.000.000 lira kredi verildi. Malî yük oluşturan aşar vergisi 1925’te kaldırıldı. Çalışmalar sonucu tarım
sektörünün GSMH’deki payı 1923-1924 döneminde %43 iken, 1925-1929 sürecinde %47’ye yükseldi
(Karluk, 1995: 103-105). Tarımsal üretim 1923-1929 döneminde %115 arttı (Yurt ve Çakmak, 2010: 448).
Ancak 1929’da meydana gelen dünya ekonomik krizi, tarım sektörünü de olumsuz yönde etkilemişti.
Buna bağlı olarak tarımsal üretimde düşüş ve ürün fiyatlarında ciddi yükseliş yaşandı (Karluk, 1995: 103).
Kriz sonrası Türkiye’de uygulanan ekonomi politikasında keskin bir dönüş meydana geldi ve liberal yapıdan
devletçi-korumacı bir sisteme geçildi. Aynı zamanda ihracata yönelik tarımı destekleyici politikalardan,
kamu yatırımlarının başat rol oynadığı ithal ikameci sanayileşme politikasına bir yönelme oldu 55. Tarım
yoluyla sanayileşme kapsamında; Ziraî Kombinalar ve Türkiye Şeker Fabrikaları A.Ş. faaliyete geçti (Yurt
ve Çakmak, 2010: 448-449). 1935’te 2834 Sayılı Tarım Satış Kooperatifleri Kanunu yayımlandı. 1937’de
Tarım Bakanlığı ve 1938’de Toprak Mahsulleri Ofisi kuruldu (Karluk, 1995: 103). Tarım sektörünün
kalkınması için yapılan bu çalışmalar ile ülkenin gıda konusunda kendi kendine yetecek seviyeye ulaşması
ve ihracat aracılığı ile ekonominin döviz gereksiniminin karşılanması mümkün olmuşsa da genel olarak
bakıldığında 1923-1938 döneminde tarımda içe dönük küçük aile işletmeciliği yapısı devam etmiş, tarıma
elverişli arazilerin kullanım oranı, birim alandan elde edilen verim, ziraî araç ve alet kullanımı düşük
seviyede kaldı (Tokgöz, 2011: 86).
İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) başat ülkelerin ekonomi politikalarında değişimlere neden oldu. Batı
Avrupa ülkeleri, çöken ekonomilerini devlet öncülüğünde yol gösterici bir planlama ile yeniden
canlandırmayı amaçladı. Böylece liberal kapitalizm yerini, müdahaleci kapitalizme bıraktı (Karabulut,
2012: 351). Türkiye’de ise İkinci Dünya Savaşı’nın kıtlık koşulları, gıda güvenliği kaygısını ortaya çıkardı
ve bu, müdahaleci tarım politikalarına ortam hazırladı (Şahinöz, 1998: 85). Savaş sürecinde seferberlikle
birlikte tarımda işgücü kaybı yaşandı (Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978, 1980: 136).
Bunda, asker sayısının 120.000’den 1.500.000’a çıkması belirleyici bir faktör oldu (Türkkan, 2016: 62).
Ayrıca ziraî araç yetersizliği, düşük kredi imkânları ve olumsuz iklim koşulları tarımsal üretimin
gerilemesine neden oldu. Üretim 1945’te, 1939 yılı seviyesinin %70 altına geriledi. Tarımdaki bu düşüşün
önüne geçmek ve sektörü canlandırmak için 1945’te 4753 Sayılı, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu kabul
edildi. Bu yasa ile belirli şartlar altında kamuya ait bir kısım arazinin topraksız köylüye dağıtımı, arazilerin
kesintisiz işlenmesi için çiftçilere ayni ve nakdi yardım yapılması ve işletme kredilerinin verilmesi gibi
düzenlemelerde bulunuldu (Karluk, 1995: 103-106). Bu arada İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya
siyasetinde Batı Bloğunu Amerika Birleşik Devletlerinin (ABD) ve Doğu Bloğunu Sovyet Rusya’nın
55 İthal ikameci sanayileşme politikası ile ülkenin özellikle tarım üretiminde ve bazı ana ihtiyaç maddelerinde kendi kendine yeterli
bir hale gelmesi amaçlandı (Tekeli ve İlkin, 1977: 6). Bu kapsamda temel ihtiyaç maddelerinden; un, şeker ve pamuğun yurt içinde
üretilmesine ağırlık verildi (Şahinkaya, 2009: 159).
67
oluşturduğu iki kutuplu bir düzen kurulmuştu. ABD Dışişleri Bakanı George Marshall’ın 1947’de yaptığı
açıklamasında, savaştan büyük zarar gören ülkelerin yeniden inşası için ABD’nin Marshall Yardımları
kapsamında destek vereceği belirtilmişti. Bu ülkeler arasında Türkiye’de yer almaktaydı (Tokgöz, 2011:
113).
Marshall Planı çerçevesinde Türkiye’ye 1947’den sonra ABD’den uzman heyetler geldi. Bunlar,
ülkenin ekonomik yapısı üzerine araştırmalarda bulundu ve raporlar hazırladı. Bu bağlamda Dünya Bankası
Heyet Başkanı Amerikalı Uzman James M. Barker’ın öncülüğünde 1949 yılında hazırlanan rapor göre;
tarım ve teknik-idari personelin yetiştirilmesi hususları, çalışma yapılması gereken acil konular olarak ele
alınmaktaydı. Kalkınmada öncelikli sektörün tarım olması gerektiğinin belirtildiği raporda ayrıca; gıda
işleme, hafif metal işleri, hafif makine ve alet üretimi ile inşaat ve deri sektörlerine de ağırlık verilmesi
gerektiğine değinilmekteydi (Özsoylu, 2011: 67-68). Amerikan California Standart Oil Şirketi’nin
Mühendisler Meclisi Başkanı ve Ortadoğu Şubeler Başkan Yardımcısı Max Weston Thornburg tarafından
1950’de yayımlanan raporda ise devletçilik politikası yerine liberal sisteme geçilmesi, hızlı ve planlı
sanayileşme modelinin uygulanmaması, sanayileşmede ağır sanayi tesisleri yapmak yerine tarımsal üretimi
arttıracak tedbirlerin alınması, ithal ikameci politikaların kaldırılması, yabancı sermaye girişinin serbest
bırakılması ve ulaşım sektöründe karayoluna öncelik verilmesi gibi konulara vurgu yapılmıştı (Yıldız, 2017:
312-313). Ekonomik sistemde yapılması gereken düzenlemeler ile alakalı olarak 1948’de İstanbul’da
toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nde kalkınmada devletin ikinci planda yer aldığı ve özel sektör
yatırımlarının ön planda olduğu bir yapılanma üzerinde duruldu. Açıklanan kalkınma stratejisinde ise
yatırımların %20.6’sının tarıma yönelik olarak ve %56.7’sinin ise tarımsal kalkınma için gerekli olan ulaşım
ve enerji alanında gerçekleştirilmesi amaçlandı (Tüzün, 1977: 4-6).
Ekonomide tarım merkezli bir kalkınma politikasının uygulanması kapsamında; ekili alanların
genişletilmesi, buğday üretimine sübvansiyon yapılması ve tarımda mekanizasyonun arttırılması için
çalışmalar yapılacaktı (Türkkan, 2016: 68). Türk tarımının teknolojik gelişiminde ABD’nin hibe ve
yardımları önemli katkı sağlayacaktı (Keyder, 1984: 1260). Bu maksatla Türkiye’de 1948’de Marshall
Yardımlarının uygulanmasıyla birlikte tarımda makineleşme süreci hızlandı (Karluk, 1995: 106). Kredi
desteğinin ve ithalat kolaylıklarının sağlanması, dış piyasada tarım ürün fiyatlarının yüksek bir seyir takip
etmesi ve ihracatta tarımsal ürünlerin ön plana çıkması gibi unsurlar ile birlikte makineleşmenin sembolü
olan traktör kullanımında artış meydana geldi (Şahinöz, 1998: 91). Kredi olanaklarının genişlemesi, traktör
sayısının artması ve ulaşımda karayolunun geliştirilmesi tarımda nitel ve nicel değişimi hızlandırdı
(Kepenek ve Yentürk, 2004: 105).
1950-1953 Dönemi Tarım Politikaları
İkinci Dünya Savaşı sonrası Batı Avrupa ülkeleri, çöken ekonomilerini yeniden ayağa kaldırmak ve kıt
kaynakları etkin ve yerinde kullanmak için devlet öncülüğünde bir kalkınma yapılanması içerisine girdi.
Devletin makro ölçekteki katılımı olağan ve hatta ekonomik istikrar için gerekli görülmekteydi. Kapitalist
yapıdaki Batılı ülkelerde bu anlayışın bir gereği olarak, yol gösterici planlama uygulamasına geçildi. Bunun
bir sonucu olarak liberal kapitalizm yerine müdahaleci kapitalizm anlayışı hâkim oldu. Türkiye’de ise 14
Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti Hükümeti, devletçi bir politika yerine liberal ekonomik
sistemi benimsedi (Tokgöz, 2011: 141-142). Böylece, devletin ekonomideki yerini kısıtlayarak; tarıma
öncelik vermek, sanayileşmeyi özel sektör eliyle gerçekleştirmek ve dış ticarette liberal bir çizgi takip etmek
üzerine bir planlama yapıldı (Karabulut, 2012: 350-351). Bununla birlikte Birinci Hükümet Programı’nda
belirtilen ekonomi politikası ile tüm kamu hizmetlerinde azami bir tasarruf yöntemiyle hareket edileceği,
devlet bütçesinin iktisadi bünyenin gücüne uygun olarak dengeli bir hale getirileceği, iktisadi cihazlanmanın
hızlandırılacağı, hususi teşebbüsün faaliyetlerini arttırıcı zeminin hazırlanacağı, mevcut sermayenin üretime
yönlendirilmesinin sağlanacağı, üretim faaliyetlerinde devletin zarar verici müdahalelerinden ve her türlü
bürokratik engellerinden kurtarılacağı belirtildi (Özsoylu, 2011: 79-80).
Hükümetin uygulamaya koyduğu yeni ekonomi politikası doğrultusunda öncelik verdiği alanlardan
birisi de tarım olacaktı (Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978, 1980: 136). Birinci Hükümet
Programı’nda tarımla alakalı olarak; “Nüfusumuzun yüzde sekseni ziraatle meşgul bulunmakta, Türkiye’de
ziraat milli ekonominin ticaretimizin ana kaynağını teşkil etmektedir. Bunun içindir ki milli gelirin artması
ve her sahada kalkınmanın ana şartı bu temelin kuvvetlenmesi suretiyle mümkün olabilecektir.” ifadelerine
yer verildi (Dağlı ve Aktürk, 1988: 159). Bununla bağlantılı olarak Amerikalı uzmanların araştırmalarında
sermaye kıtlığı ve alt yapı eksikliği nedeniyle tarımsal üretimin yetersiz olduğu (Keyder, 1984: 1260) ancak
68
Türkiye şartlarına göre en hızlı kalkınmanın tarımsal üretim ile sağlanacağı ve bu bakımdan dengeli bir
iktisadi kalkınma için önceliğin tarım sektörüne verilmesi gerektiği belirtilmişti (Yıldız, 2017: 313-314).
Başbakan Adnan Menderes, Birinci Hükümet Programı 56 ile tarım ve sektörel bazda yapılacaklar
hakkında ise şu beyanda bulunmuştu:
“… Ziraatın iktisadi bünyemizin temelini teşkil ettiğini hiç bir zaman gözden uzak
tutmayacağız. Eski iktidarın yaptığı gibi gösterişçi ve pahalıya mal olan bir devlet müessesinin,
karasaban ve kağnının mahkûmu olan geri bir zirai bünye üzerine kurulamayacağı, kurulmak
istendiği takdirde ise millî ekonomiyi takatsiz düşüreceği hakikati daima hesap olunmak
lazımdır… Zirai kredi davasını ziraat alet ve vasıtaları meselelerini hastalık ve haşerelerle
mücadele, iyi tohum ve tohumları ıslah mevzularını ziraat tekniğini ilerletme çarelerini
ehemmiyetle yeni baştan gözden geçireceğiz. Küçük ve büyük sulama işlerine hız vermenin,
verimi süratle artıran ve yeni yeni teşebbüslere geçmek imkânını veren bir mevzu olduğuna
kaniyiz. Topraklandırma işini daha emniyetli, pratik ve süratli usullere bağlamak niyetindeyiz.
Unutulmamak icap eder ki, daha düne kadar milyarı geçen devlet bütçesi içinde Ziraat
Vekâletine tahsis olunan miktar otuz milyon lira civarında idi. Ve bu nispet hiçbir zaman
bütçenin yüzde üçünü geçmemiştir… Evvela bütçenin diğer kısımlarından tasarruf edeceğimiz
miktarlarla ziraat bütçesini takviye etmek ve ziraatımızın ana davalarını teşkil eden yukarıda
ifade ettiğimiz mevzuları memleket çapında olarak ele almak azmindeyiz. Sulama işleri gibi
yol ve tarife meselelerini de ziraatımızla doğrudan doğruya alakalı. Mevzular addetmekteyiz.
Hatta vergiler ve gümrük tarifeleri sistemleriyle ziraatımızı kuvvetlendirmenin çarelerini
arayacağız …” (Dağlı ve Aktürk, 1988: 159-160).
Demokrat Parti’nin ilk iktidar yıllarını kapsayan 1950-1953 döneminde Birinci Hükümet Programı’nda
belirtilen esaslar üzerine çalışmalarda bulunuldu. Bu dönem içerisinde kredi ve yardım desteği bakımından
en kazançlı sektör tarım oldu. Ziraî malzemelerin alımı için çiftçilere verilen tarım kredisinde artış oldu.
Tarımsal kredi miktarı 1949’da 337.000.000 lira iken 1953’te 1.213.000.000 liraya çıktı (Kepenek ve
Yentürk, 2004: 106). Tarıma verilen destek, ziraî işletmelerin büyüklüğü ile de orantılı ilerledi. İşletmelerin
ortalama büyüklüğü 1948’de 84.7 hektar iken 1950’de %33’lük artışla 111.3 hektara ulaştı. Tarım
malzemesinin ithalat hacmindeki oranı 1948-1950 döneminde %7.5 iken 1951-1952 yılları arasında %33.8
seviyesine yükseldi. Tarım makineleri içerisinde en önemli yeri tutan traktör sayısındaki artış oranı 19501952 döneminde %90 idi (Yerasimos, 2005: 184-201).
Tablo 1. 1950-1953 döneminde başlıca tarımsal girdilerin sayısal değişimi
Yıl
İşlenen
Alan (h)
Artış
(%)
Traktör
Sayısı
Artış
(%)
Tarımsal
Kredi
(milyon TL)
Artış
(%)
1950
14.542
9.6
16.585
80.9
412
22.3
1951
15.272
5
24.000
44.7
646
56.8
1952
17.361
13
31.415
30.9
1.067
65.2
1953
18.812
8.4
35.600
13.3
1.213
13.7
Kaynak: (Kepenek ve Yentürk, 2004: 106).
Tarım sektöründe olumlu bir sürecin yaşandığı 1950-1953 döneminde traktör dışında Ziraî Donatım
Kurumu tarafından çiftçilere farklı işlevde; ekim, dikim ve hasat makineleri de dağıtıldı. Bunun dışında
çiftçilere ziraî bilgi ve tekniğin aktarılması, kullanılan tarım araçlarının işletilmesi ve tamir-bakım işlerinin
yürütülmesinde görev yapacak teknik personelin yetiştirilmesi amacıyla kurslar düzenlendi (DP 1954
Kalkınan Türkiye, 1954: 194-197). Ziraî mahsul çeşitliliği ve yer altı kaynakları bakımından zengin olan
Türkiye’de 1950-1953 döneminde özellikle Doğu, Güneydoğu ve İç Anadolu’da meralar tarıma açıldı.
Birinci Hükümet Programı, “I. Menderes Hükümeti Programı” olarak da ifade edilmekte olup, TBMM’de 29 Mayıs 1950
tarihinde Başbakan Adnan Menderes tarafından açıklanmıştır (Dağlı ve Aktürk, 1988: 153-154).
56
69
Kooperatifleşme yerine aile işletmeleri desteklendi (Tokgöz, 2011: 144). İşlenen alan miktarı 1949’da
13.264 hektar iken 1953’te 18.812 hektara yükseldi (Kepenek ve Yentürk, 2004: 106). Tarımsal üretimde
%12’lik bir artış yaşandı (Karluk, 1995: 106). Kore Savaşı (1950-1953) döneminde hammadde talebinin ve
fiyatlarının yükselmesine bağlı olarak ihracatta da artış sağlandı. 1950’de 738.000.000 lira olan ihracat
miktarı 1953’te 1.109.000.000 liraya ulaştı (Cillov, 1962: 136). Tarımın GSMH’deki payı 1950-1953
döneminde %50’den %70’e kadar çıktı (Karabulut, 2012: 352). Tarımsal üretimin değeri 1948’de
16.100.000.000 lira iken, 1953’te 22.100.000.000 lira oldu. (Tezel, 2015: 506). 1950-1953 dönemi
tarımdaki gelişimin en hızlı yaşandığı süreç oldu ve katma değer %49 arttı (Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ekonomisi 1923-1978, 1980: 136). Türkiye’nin bu dönemde %13’lük bir büyüme yaşamasında, tarım
sektöründeki ilerlemenin büyük bir etkisi oldu (Baytal, 2007: 554).
Tüm bu gelişmelerden anlaşılacağı üzere; yeni toprakların açılması, tarımda makineleşmenin
hızlanması, karayolu inşasına ağırlık verilerek tarım ürünlerinin iç ve dış piyasaya ulaşımının
kolaylaştırılması, ucuz kredi ve düşük vergi imkânının sağlanması, iklim koşullarının olumlu seyretmesi ve
Kore Savaşı nedeniyle tarım ürünlerinin ihracat fiyatlarının yükselmesi gibi faktörler sonucu 1950-1953
döneminde tarım sektöründe olumlu bir süreç yaşadı (Tokgöz, 2011: 144-145).
1954-1960 Dönemi Tarım Politikaları
Türkiye’de 1954-1960 dönemi tarım sektörü için farklı bir sürecin başlangıcı oldu. Bu dönemde iklim
koşullarının olumsuz seyretmesi dışında, dış yardım 2.700.000.000 dolar ile 1950 yılının 50/1’i seviyesine
indi. Devletin verdiği tarım kredisi 1950-1952 döneminde toplam kredi içinde %45.1 iken 1953-1955
sürecinde %36.2’ye geriledi. Aynı dönemde Merkez Bankası’nın Toprak Mahsulleri Ofisi’ne verdiği kredi
%34.9’dan %15.9’a düştü (Yerasimos, 2005: 201). Tüm bu olumsuz göstergeler ülkenin yaşadığı ekonomik
sıkıntıların da bir sonucuydu. Öyle ki 1954’ten 1958’e kadar ekonomide kararsızlık sürecinin yaşandığı bir
dönem oldu. Dış ticaret hacmi 1953’te GSMH’nin %15.5’ine çıkarken, 1958’de %4.1’e düştü. Aynı
zamanda ihracat 1953’te 396.000.000 liradan, 1958’de 247.000.000 liraya ve ithalat 1952’de 556.000.000
liradan, 1958’de 315.000.000 liraya geriledi (Yerasimos, 2005: s.211). Yıllık büyüme oranı 1953’te %11.2
iken, 1954’te %-3 düştü. Bununla birlikte enflasyon oranı 1953’te %2.9 iken, 1954’te %10.3’e yükseldi
(Tokgöz, 2011: 147).
Tarımsal üretim 1954’te iklim koşullarının olumsuz seyretmesi sonucu 1953’e göre %14 azaldı (Tezel,
2015: 506). Kore Savaşı nedeniyle ABD ve Kanada tahıl stoklamıştı. Türkiye’nin ürettiği tahıllar ise dış
piyasada alıcı bulmaktaydı. 1953’te savaşın sona ermesiyle ABD tahıl stokunu piyasaya sürünce fiyatlarda
düşüş oldu. Bu durum Türkiye’deki liberal dönemin sona ermesinde ve tarımda ilerlemenin gerilemesinde
etkin bir rol oynadı (Yerasimos, 2005: 177). Buğday başta olmak üzere tarım ürünleri ihracatçısı
konumundaki Türkiye, ithalat ile arz yetersizliğini gidermeye çalıştı. Hükümet, 1954 yılında ABD ile
yaptığı anlaşma ile bu ülkenin ihtiyaç fazlası tarım ürünlerini Türk Lirası karşılığında ithalata başladı.
İhracatın azalıp ithalatın artması ile dış ticaret açığı büyüdü. Bu durum döviz kıtlığı sonucunda ithalat
güçlüğünü beraberinde getirerek, iç piyasada yerli malların ve ithal girdisi kullanan ürünlerin fiyatlarının
yükselmesine neden oldu (Tokgöz, 2011: 145-146). Dünya piyasasında 1953 yılında tarım ürünleri
fiyatlarında yaşanan hızlı düşüş, Hükümet desteğinde ve tarım kredilerinde azalmayı da beraberinde getirdi.
Bu durum ise tarım sektöründe biriken sermayenin hizmet sektörüne aktarılmasına neden oldu. Aynı
zamanda ülkede 1954 yılına kadar ekonomik faaliyette tarım sektörü ön plandayken bu tarihten itibaren
sanayi sektöründe hızlı bir gelişme kaydedilmeye başladı. 1950-1960 döneminde tarımda %47.2 ve
sanayide %97.3 oranında bir gelişme kaydedildi57. Fakat tarım sektörü ülke ekonomisindeki işletici gücünü
korudu (Yerasimos, 2005: 213-215).
Türkiye’de 1954’ten itibaren yaşanan döviz darboğazı nedeniyle Demokrat Parti’nin kuruluşundan
itibaren benimsediği liberalizmde kısıtlamaya gidildi ve özellikle ithalatı sınırlayıcı önlemler alındı.
Ekonomideki kötü gidişat, siyasal ve sosyal yaşamı da etkiledi. Bu arada Duyun-u Umumiye borçlarının
son ve kesin tasfiyesi 25 Mayıs 1954’te tamamlanmış olsa da ödemeler dengesindeki gecikme enflasyonu
da arttırdı. Diğer taraftan Adnan Menderes’in 30 Mayıs-4 Haziran 1954 tarihleri arasında gerçekleştirdiği
Tarım sektörünün GSMH’deki payı 1950’de %48.9’dan 1960’da %42.8’e gerilerken, sanayi sektörünün %21.7’den %22.3’e
yükseldi (Yerasimos, 2005: 213-215). 1954-1961 döneminde ise yıllık ortalama büyüme hızı tarımda %1.8 iken, sanayide %4.3
seviyesindeydi (Boratav, 1998: 90).
57
70
Amerika gezisinde 300.000.000 dolarlık borç yerine 30.000.000 dolarlık bir hibe ile dönmesi piyasalarda
olumsuz bir etki yarattı (Baytal, 2007: 556).
Ekonomideki sıkıntıların daha da derinleştiği bu süreçte lokomotif sektör konumundaki tarım
sektöründe atılacak adımlar üzerine Başbakan Adnan Menderes, Üçüncü Hükümet (17 Mayıs 1954-9 Aralık
1955) Programı ile gerçekleştirmeyi planladıkları yeni hedefleri şu cümlelerle açıklamıştır:
“… Zirai kalkınmamızın başlıca mevzularından zirai mücadele, köy sulama, kimyevi
gübre ve toprak, bağcılık ve meyvecilik, çayır mera ve yem nebatları hayvancılık, zirai öğretim
ve bakım işleri de ön planda ve ehemmiyetle ele aldığımız ve geniş mikyasta tatbikatına
geçtiğimiz zirai meselelerimiz arasındadır… İstihsalimizin artışında en mühim amillerinden
biri olarak telakki ettiğimiz ziraatımızın makineleştirilmesi işine devam edeceğiz ve çiftçimizi
bir taraftan traktörlerle, diğer taraftan da hayvanla çekilen modern ziraat aletleri ile
cihazlandıracağız; hususi küçük ziraat işletmelerimizin büyük bir hızla teçhizi ziraatımıza
daha da ileri bir veçhe vermekte gecikmeyecek ve kağnı ve karasaban son senelerini de ikmal
ederek tarihe karışmış olacaktır. Ziraatımızın süratle inkişafını bir taraftan da elverişli bir
fiyat politikasının tatbiki ile alakalı görmekteyiz. Zirai mahsullerimizin fiyatlarını dünya
fiyatlarına intibak ettirmek arzu ve gayretlerimizin yanında istihsalimizi arttırmak için gereken
yerlerde teşvik edici bir fiyat politikası takip etmeyi de lüzumlu görmekteyiz …” (Dağlı ve
Aktürk, 1988: 194-195).
Çiftçiye verilen kredi desteği bu dönemde de genel olarak artarak devam etti. Tarımsal kredi miktarı
1949-1955 döneminde önemli derecede yükseldi ve 1959’da 1949’a göre yaklaşık on kat arttı (Kepenek ve
Yentürk, 2004: 106-107). Türkiye’de traktör sayısının 1956 yılında 43.727’ye çıkmasıyla birlikte işlenen
tarım alanları, otlak ve meraların aleyhine hızlı bir şekilde genişledi (Tezel, 2015: 506). Öyle ki ekili tarım
arazisi 1948’de 9.500.000 hektardan 1956’da 14.600.000 hektara (Akşin, 2008: 215) ve traktörle işlenen
arazi 1950’de %9 iken 1960’ların başında %15’e yükseldi (Kepenek ve Yentürk, 2004: 106-107).
Tarımda, ekim alanındaki artışın yanı sıra entansif yöntemlerin uygulanmasıyla birlikte kimyasal
gübre, ziraî ilaç kullanımı ve sulama imkânlarının arttırılması, verim artışını da beraberinde getirdi
(Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978, 1980: 143). Ancak üretimdeki artış genel olarak
kimyasal gübre, sulama, zirai ilaç ve ıslah edilmiş tohum gibi girdilerin yaygın kullanımı ile ilgili değil, atıl
durumdaki verimli toprakların tarıma açılmasının bir sonucu idi (Kazgan, 1985: 2414).
Tablo 2. 1954-1960 döneminde başlıca tarımsal girdilerin sayısal değişimi
Yıl
İşlenen
Alan (h)
Artış
(%)
Traktör
Sayısı
Artış
(%)
Tarımsal
Kredi
(milyon TL)
Artış
(%)
1954
19.616
4.3
37.743
6
1.497
14
1955
20.998
7
40.282
6.7
1.558
4.1
1956
22.453
6.9
43.727
8.6
1.888
21.2
1957
22.161
1.3
44.144
1
2.108
11.7
1958
22.765
2.7
42.525
-3.7
2.161
2.5
1959
22.940
1
41.896
-1.5
2.313
7
1960
23.264
1.4
42.136
0.6
2.392
3.4
Kaynak: (Kepenek ve Yentürk, 2004: 106).
Traktör sayısı 1950-1957 döneminde artarken 1958’den itibaren düşmeye başladı (Kepenek ve
Yentürk, 2004: 106-107). Plansız makineleşme sonucu ithal edilen yaklaşık yetmiş farklı çeşit traktörün
yedek parça ithalinde yaşanan darboğazın etkisiyle 1958’de traktörlerin %80’i atıl duruma gelmişti
(Tokgöz, 2011: 146). Bununla birlikte tarım sektöründe gelir dağılımı bozuldu. Üretim alanları, meraların
ve hayvancılığın aleyhine aşırı miktarda genişledi. Maliyetler arttı. Tarım, içe dönük yapıdan pazara açık
71
bir yapıya dönüştü. İklim şartlarına bağlılığın devam etmesi, tarımsal üretim ve millî gelirdeki
dalgalanmaları devam ettirdi (Karluk, 1995: 107). Tahıllardaki üretim artış hızı; endüstriyel bitkiler, yağlı
tohumlar, yumru bitkiler, sebze ve meyvelerden daha düşük seyretti (Gülöksüz, 1984: 1248). Şeker pancarı
ve pamuk gibi sanayi bitkilerinin üretiminde artış meydana geldi (Kepenek ve Yentürk, 2004: 107).
Tablo 3. Başlıca tarım ürünlerinin üretim miktarları
Dönem
Buğday
Arpa
19361940
529.700
584.900
19411945
419.500
19461950
Şeker
Pancarı
Pamuk
Tütün
7.100.400
111.200
414.000
452.400
6.226.500
109.800
380.400
430.700
476.200
7.931.100
128.900
386.000
19511955
535.300
627.500
1.059.920
120.300
348.200
19561960
531.700
633.400
8.925.700
135.400
359.600
Kaynak: (Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978, 1980: 167).
Tablo 3’te belirtilen tarım ürünlerinde özellikle 1950’lerin başından itibaren yaşanan artışta traktör
merkezli makineleşmenin ve ihracatın arttırılmasına yönelik kalkınma modelinin benimsenmesi etkili
olmuştur (Yurt ve Çakmak, 2010: 450).
Türkiye’de özellikle 1950’lerin ortalarından itibaren köyden kente göç58 hızlandı. Tarım ile uğraşan
nüfus 1950’lerde %84.1 iken bu oran 1955’ten sonra %76.8’e geriledi (Baytal, 2007: 558). Geçimlik
üretimin yapıldığı köyden, kente göçün artması yaşlı ve çocuk ağırlıklı bir kırsal nüfus bileşiminin ortaya
çıkmasını da beraberinde getirdi. Bu durum teknolojik imkânlara sahip olmayan yerlerde iş gücü
yetersizliğine bağlı olarak işlenen toprak alanının azalmasına, beraberinde ise üretim ve verim düşüklüğüne
neden oldu (Keyder, 1984: 1271).
Tablo 4. 1927-1960 döneminde tarımda çalışan sayısı ve ülke nüfusuna oranı
Yıl
Toplam
Nüfus
Aktif Nüfus
Tarımda
Çalışan Nüfus
Tarımda
Çalışanların
Aktif Nüfusa
Oranı (%)
1927
13.648.000
5.351.000
4.368.000
81.1
1935
16.168.000
7.920.000
6.480.000
81.8
1940
17.821.000
8.500.000
6.928.000
81.5
1950
20.903.000
12.621.000
10.745.000
85.1
1955
24.065.000
13.473.000
10.637.000
79.2
1960
27.755.000
12.993.000
9.737.000
77.8
Kaynak: (Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978, 1980: 164).
Tablo 4’te görüldüğü üzere tarımda çalışanların aktif nüfusa göre oranı en fazla 1950’de artmıştır.
1955-1960 döneminde ise azalan bir seyir izlemiştir. Bunda köyden kente göçün etkili olduğu söylenebilir.
58
Köyden kente göç neticesinde 1950-1960 döneminde dört büyük şehrin nüfusu %75 oranında artmıştır (Keyder, 1984: 1262)
72
Tarımda modern üretim tekniklerinin kullanılmasına, karayolu ağının gelişmesiyle iç pazara ulaşımın
kolaylaşmasına (Tecer, 2005: 2) ve ekilen toprak yüz ölçümünün %60 oranında artmasına karşın tarımda
çalışan nüfus sayısı yaklaşık bir milyon düzeyinde azaldı (Kazgan, 1985: 2416). Tarımda birim alana düşen
üretimin arttırılmasında modern girdi (gübre, iyi cins tohum, su ve ilaç) kullanımı ile uygun makine ve
teçhizat seçimi arasında bağlantı bulunmaktaydı. Bununla birlikte bunları etkili bir şekilde kullanacak olan
çiftçilerin eğitimi ve tarımsal alt yapının geliştirilmesi de önemli faktörlerdi. Ancak modern girdilerin
yaygın ve etkin kullanımı tam olarak gerçekleşmedi (Şahinöz, 1998: 92-98). Aynı zamanda tarım
sektörünün doğa koşullarına fazlasıyla bağlı kalınması, tarım işletmelerinin küçük ve parçalı bir yapı arz
etmesi, devletin; traktör, suni gübre, sulama, ilaç ve ıslah edilmiş tohum gibi ucuz girdileri ve destekleme
alımlarıyla üretimi yeteri kadar planlayıp yönlendirememesi, verimliliğin ve rekabetin artmasına engel
teşkil etti (Tecer, 2005: 2).
Dönemin ikinci yarısından itibaren enflasyonun yükselmesi ve dış ödeme güçlüğünün yaşanması tarım
sektöründeki krizi arttırdı. Üretim 1955-1959 döneminde yaklaşık %20 azaldı ve tarımsal yatırımlar düştü59.
1948-1953 döneminde toplam yatırımların sektörel dağılımında; tarımın payı %10.8, imalat sanayisinin
%13.9, enerji ve ulaştırmanın payı %34.3 iken, 1954-1959 döneminde tarımın, enerjinin ve ulaştırmanın
payları azalarak sırasıyla %7.6 ve %30’a kadar geriledi. İmalat sanayi ise %17,7’ye yükseldi (Takım, 2012:
169). Tarım sektöründeki gelir kaybı %7 olup, üst ve orta seviyedeki çiftçiler durumlarını korudu. Az
topraklı ve topraksız çiftçilerin ekonomik kaybı bu oranın da üzerinde gerçekleşti (Avcıoğlu, 1976: 762).
1950’lerin sonlarına gelindiğinde ise ekilen alandaki genişleme durma noktasına geldi. Makineleşmeye
bağlı tarımsal ürün ihracatı, büyüyen iç pazarın ihtiyacını karşılamayacak seviyeye geriledi. Bununla
birlikte ekonomi politikalarında değişikliğe gidilerek, ihracata dönük tarım üretimi yerine ithal ikameci
sanayileşme modeline geçildi (Yurt ve Çakmak, 2010: 450).
Sonuç
Türkiye’de tarımda uygulanan yöntem genel itibariyle aile işletmeciliği şeklinde olup, hububat temelli
geçimlik üretim biçimi, ilkel ve bilinçsiz uygulamalar nedeniyle oldukça yetersiz ve verimsiz miktardaydı.
Nüfusunun büyük bir çoğunluğunun tarımla uğraştığı ve milli gelirde en yüksek paya tarım sektörünün
hâkim olduğu bir ülkede bu olumsuz durumu kalkınmayı sağlayan bir yapıya dönüştürmek için Millî
Mücadele Dönemi’nden itibaren çalışmalara başlandı. Cumhuriyet Dönemi ile birlikte tarıma ayrı bir yer
ve önem verildi. Ekonomik kalkınma hedefleri kapsamında hükümet programlarında üzerinde en başta
çalışma yapılacak sektörler arasında yer aldı. Tarım alanında 1929 Dünya Ekonomik Krizi’ne kadar bir
takım ilerlemeler kaydedildi. Ancak kriz ortamının etkisiyle değişen ekonomi politikaları sonrası, sanayi
sektöründeki yatırımlarda artış yaşandı. Buna karşın tarım sektöründeki atılımlarda bir yavaşlama oldu.
İkinci Dünya Savaşı süreci tarımın önemini bir kez daha ortaya çıkardı. 1940’ların ortalarından itibaren
Türkiye’nin ekonomi politikası, iç ve dış faktörlerin de etkisiyle devletçi bir yapıdan liberal bir düzene
doğru evrilmeye başladı. Nitekim 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti’nin izleyeceği ekonomi politikası
liberal eksenli olacaktı. Bununla birlikte ilk hükümet programında iktisadi düzen içerisinde ve kalkınma
faaliyetleri kapsamında tarım, millî ekonominin temeli olarak ele alınacaktı.
Tarım sektöründeki ilerleme 1950-1953 döneminde en hızlı seyrini yaşamıştır. Tarım yoluyla kalkınma
politikasının benimsendiği bu dönemde tarımda biyolojik güç faktörü, makineleşmenin özellikle de traktör
kullanımının artmasıyla yerini yeterli seviyede olmasa da mekanik güce bırakmaya başlamıştır. Meraların
bitkisel üretim amaçlı kullanıma açılması, işlenen tarım arazisi miktarını arttırmıştır. Bu durum üretim ve
ithalat miktarlarında artış yaşanmasını sağlamıştır. Ulaştırma sektöründe karayolu inşasının ön plana
çıkmasıyla birlikte tarımsal ürünlerin piyasaya sürüm imkânları daha da kolaylaşmıştır. Böylelikle çiftçinin
ürünü kıymetlendirerek para akışının arttırmıştır. Bu ise üretimi teşvik edici bir ortam hazırlamıştır.
1954-1960 dönemine bakıldığında ekonomide yaşanan belirsizlik ortamı tarım sektörünü de olumsuz
etkilemiştir. 1956-1957 dönemi dışında tarıma aktarılan kredi ve işlenen alan miktarında ciddi bir artış
yaşanmamıştır. Tarımda kullanılan en önemli araçlardan traktör ithali azalmış, mevcutlarında ise teknik
arızalar ve parça tedarikinde zorluklar yaşanmaya başlanmıştır. Yoğun tarım yöntemlerinde tam manasıyla
bir ilerleme kaydedilememiştir. Tüm bu nedenlerden dolayı tarımsal üretimde düşüş yaşandı. Tarım
ürünlerinde ihracatın azalıp ithalatın artması ile dış ticaret açığı büyümüştür. Bunun sonucunda yaşanan
döviz darlığıyla birlikte iç piyasada yerli malların ve ithal girdisi kullanan ürünlerin fiyatları yükselmiştir.
Ekonomik yapıyı güçlendirmek üzere yeniden sanayileşmeye ağırlık verilmesi için çalışmalar yürütülmeye
59 Tarımda
yaşanan sıkıntılar aynı zamanda ekonomideki kötü gidişatın bir sonucuydu. Bu durum 1957 genel seçimlerine de yansıdı.
Demokrat Parti’nin 1957’deki oy oranı 1954 genel seçimlerine göre %9.3’lük bir düşüş ile %47.3’e geriledi (Özsoylu, 2011: 89).
73
başlanmıştır. Bu kapsamda tarıma dayalı bir sanayileşme politikası benimsenmiş ve tarımsal sanayiyi
geliştirecek şeker pancarı ve pamuk gibi sınai bitki üretiminde yükselişler kaydedilmiştir. 1950’lerin
sonlarına gelindiğinde ise ekilen alandaki genişleme, durma noktasına gelmiş ve makineleşmeye bağlı
tarımsal ürün ihracatı, büyüyen iç pazarın ihtiyacını karşılamayacak seviyeye gerilemiştir.
Son tahlilde, Türkiye’de 1950-1960 sürecinde genel olarak makineleşmenin arttırılarak ve tarım
arazilerinin genişletilerek ihracata yönelik tarım politikalarının esas alındığı, entansif denilen yoğun tarım
yöntemlerinin yeterli seviyede uygulanmadığı, ilkel ve verimsiz üretim tarzı olan ekstansif usullerin devam
ettiği, tarımsal üretimde dalgalanmaların yaşandığı, sürdürülebilir tarım politikalarının tam olarak
yürütülemediği, planlı bir tarımsal alt yapının kurulamadığı, tarım işletmelerinin küçük ve parçalı bir yapı
arz ettiği, tarım ile uğraşan nüfusun köyden kente göç ettiği, siyasi, iktisadi ve doğal koşullardan kaynaklı
olumsuzlardan kısa sürede derinden etkilenildiği kırılgan bir süreç yaşanmıştır. Tüm bunlara karşın tarım,
Türkiye ekonomisinde en önemli sektörlerden biri olma özelliğini korumayı sürdürmüştür.
Kaynakça
1. AFETİNAN, A. (1989). İzmir İktisat Kongresi: 17 Şubat - 4 Mart 1923, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara.
2. AKŞİN, S. (2008). “Siyasal Tarih (1950-1960)”, Türkiye Tarihi 4: Çağdaş Türkiye 1908-1980, Cem
Yayınevi, İstanbul: 215-224.
3. AVCIOĞLU, D. (1976). Türkiye’nin Düzeni: Dün-Bugün-Yarın, Tekin Yayınevi, İstanbul.
4. BAYTAL, Y. (2007). “Demokrat Parti Dönemi Ekonomi Politikaları (1950-1957)”, Ankara
Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı: 40: 545-567.
5. BORATAV, K. (1998). Türkiye İktisat Tarihi (1908-1985), Gerçek Yayınevi, İstanbul.
6. CİLLOV, H. (1962). Türkiye Ekonomisi, Sermet Matbaası, İstanbul.
7. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ekonomisi 1923-1978. (1980). Akbank, İstanbul.
8. DAĞLI, N. ve AKTÜRK, B. (1988). Hükümet ve Programları 1960-1980, Cilt: II, T.B.M.M.
Basımevi, Ankara.
9. DP 1954 Kalkınan Türkiye. (1954). Desen Matbaası, Ankara.
10. EREN, A. (2014). Türkiye Ekonomisi, Ekin Yayınevi, Bursa.
11. GÜLÖKSÜZ G. ve GÜLÖKSÜZ Y. (1984). “Kırsal Yapı”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye
Ansiklopedisi, Cilt: 5: 1240-1253.
12. KARABULUT, K. (2012). “Menderes Dönemi Türkiye’nin Ekonomi-Politiği”, Türk Tarihinde
Adnan Menderes, Cilt: I: 343-366.
13. KARLUK, R. (1995). Türkiye Ekonomisi: Tarihsel Gelişim ve Yapısal Değişim, BETA A.Ş.,
Eskişehir.
14. KAZGAN, G. (1985). “Tarım”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt: 9: 2412-2427.
15. KEPENEK, Y. ve YENTÜRK, N. (2004). Türkiye Ekonomisi, Remzi Kitapevi, İstanbul.
16. KEYDER, Ç. (1984). “Türk Tarımında Küçük Köylü Mülkiyetinin Tarihsel Oluşumu ve Bugünkü
Yapısı”, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, Cilt: 5: 1254-1272.
17. ÖZSOYLU, A. F. (2011). Türkiye Ekonomisi: Tarihsel Gelişimi, Karahan Kitabevi, Adana.
18. ŞAHİNÖZ, A. (1998). “Türkiye Sektörü”, Türkiye Ekonomisi Sektörel Analizi, Ankara, 85-110.
19. ŞAHİNKAYA, S. (2009). Gazi Mustafa Kemal ve Cumhuriyet Ekonomisinin İnşası, Ankara.
20. TAKIM, A. (2012). “Demokrat Parti Döneminde Uygulanan Ekonomi Politikaları ve Sonuçları”,
Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi Dergisi, 67/2: 157-187.
21. TECER, M. (2005). Türkiye Ekonomisi, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü, Ankara.
22. TEKELİ, İ ve İLKİN, S. (1977). “Devletçilik Öncesinde Sanayi Politikası Arayışları: Dünya İktisadi
Buhranı Öncesinde Cumhuriyetin İlk Plan Yapma Deneyimi”, Makine Mühendisleri Odası 1976
Sanayi Kongresi: 4-15.
23. TEZEL, Y. S. (2015). Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul.
24. TOKGÖZ, E. (2011). Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi (1914-2011), İmaj Yayınevi, Ankara.
25. TÜRKKAN, E. (2016). Türkiye Ekonomisi: Geçiş Ekonomisi Yaklaşımı, Orion Kitabevi, Ankara.
26. TÜZÜN, G. (1977). “1950-1960 Döneminde Sanayileşme”, Makine Mühendisleri Odası Sanayi
Kongresi 1976: 3-40.
27. YERASİMOS, S. (2005). Az Gelişmişlik Sürecinde Türkiye, Kitap 3: 1. Dünya Savaşından 1971’e,
(Çeviren: Babür Kuzucuoğlu), Belge Yayınları, İstanbul.
74
28. YILDIZ, M. (2017). “1945-1960 Dönemi Hazırlanan Yabancı Raporların Türk Sanayi Politikalarına
Etkileri”, Turkish Studies, 12/31: 303-318.
29. YURT, E. ve ÇAKMAK, S. (2010). “Cumhuriyet’ten Günümüze Tarım Politikaları”, Tarihi, Siyasi,
Sosyal Gelişmeler Işığında Türkiye Ekonomisi 1908-2008: 447-463.
75
Presentation ID/Sunum No= 79
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Suriyeli Mültecilerin Türkiye’de Adli Sistem ve Suç Oranı Üzerindeki Etkisi
Arş.Gör.Dr. Abdullah Selim Öztek1
1
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi
Abstract
The civil war in Syria leads to a huge refugee influx to Turkey. According to the United Nations High Commissioner
for Refugees (UNHCR), Turkey is the top refugee-hosting country in the World. This high refugee population creates
a considerable economic burden on the Turkish state. Moreover, various field surveys reveal that Turkish citizens have
some negative perceptions about the refugees. These negative perceptions are generally concentrated on the labour
market effects and crime effects of the refugees. This study examines the crime effect of the Syrian refugees by utilizing
the data from the Ministry of Justice. By focusing on the workload of prosecutors and the number of crimes in criminal
courts, the study examines a possible change in crime rate trends. City allocation of refugees in Turkey is quite
heterogeneous. In border cities and in relatively economically developed cities, the number of refugees is considerably
higher than the cities away from the border. This provides the opportunity to test whether there is a change in the
trend of crime rates in cities with a high concentration of refugees compared to cities with fewer refugees. The study
shows that refugees do not have a significant effect on crime rate trends in Turkey.
Keywords: Syria, Refugees, Crime Rates, Judicial System
Özet
Suriye iç savaşı sonrası Türkiye, ciddi boyutlarda bir mülteci sorunuyla karşı karşıya kaldı. Birleşmiş Milletler
Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) 2020 verilerine göre Türkiye, dünyada en fazla mülteci barındıran ülke
konumundadır. Yüksek mülteci nüfusu, devlet üzerinde ciddi bir ekonomik yük oluşturmaktadır. Kamu üzerine binen
bu yükün dışında, çeşitli saha araştırmaları, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının mülteciler konusunda bazı
çekincelere sahip olduğunu göstermektedir. Olumsuz algının genel olarak yoğunlaştığı iki başlık göze çarpmaktadır.
Mültecilerin iş imkanlarını yerli halkın elinden aldığı ve mültecilerin bir asayiş/güvenlik sorunu oluşturduğu şeklinde
genel bir kanı oluşmuştur. Bu çalışma, mültecilerin Türkiye’de suç oranlarına etkisini Adalet Bakanlığı verilerini
kullanarak incelemektedir. Farklı bölgelerde savcılıkların iş yükleri ve ceza mahkemelerinde görülen dava ve suç
sayıları değerlendirilerek, bölgesel olarak suç oranları trendinde olası bir değişimin varlığı incelenmiştir.
Türkiye’deki mültecilerin şehirlere dağılımı oldukça heterojen bir yapı göstermektedir. Sınır kentleri ve ekonomik
olarak gelişmiş şehirlerde mülteci sayıları, sınırdan uzak şehirlere göre oldukça yüksektir. Bu durum, şehirleri gruplar
halinde toplulaştırarak, mültecilerin yoğun olduğu şehirlerdeki suç oranları trendinde, mültecilerin az olduğu
şehirlere kıyasla bir değişiklik olup olmadığını test etme imkânı vermektedir. Çalışmada, mültecilerin savcılık iş yükü
ve ceza mahkemeleri suç oranları üzerinde mevcut trendi değiştirici bir etki yapmadığı gösterilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Suriye, Mülteciler, Suç Oranları, Adli Sistem
Introduction
After the spread of the Arab Spring to Syria in March 2011, the country found itself in a devastating
chaos. Peaceful anti-government demonstrations, first, turned into armed conflict and eventually a civil war.
While many Syrians were displaced within the country, a significant portion of Syrians immigrated to
different parts of the world. However, region countries Turkey, Lebanon, Jordan, Iraq and Egypt received
the largest portion of the immigrants. According to the United Nations (UNHCR), 5.6 million Syrians have
fled to the neighbouring countries and Turkey hosted 3.6 million refugees at the end of 2020 which makes
Turkey the top refugee-hosting country around the world.
Following the first wave of immigrants, Turkey has built refugee camps in cities close to the Syrian
border. Until the second half of 2013, Syrian refugees were generally residing in these refugee camps.
However, as the number of refugees increased, Syrians, who started living in the south and south-eastern
cities of the country, spread all over the country.
76
At the beginning of the crisis both Turkish citizens and Syrians believed that the situation was
temporary and would be resolved in near future. While the government was building refugee camps to meet
the need for shelter, Turkish citizens, through various charities, were providing the other needs of refugees.
This solidarity has continued unabated since the beginning of the war. However, as the Syrian crisis became
insoluble and the number of refugees reached very high levels, the society started to discuss the possible
negative effects of the refugees.
The debate on refugees initially focused on government spending and the impact on labour markets.
Many people claimed that refugees are taking job opportunities from locals and lowering the wages in the
market. Later, other possible effects of the refugees were added to the discussion.
Field studies show that, after the economic impact of the refugees, the local people are concerned about
the possible crime effects of the refugees. According to Erdogan (2015,2020), 70% of Turkish citizens think
that refugees increase crime rates in Turkey. Taştan et al. (2017) survey results show that 60% of the citizens
believe that there is an increase in crime rates with the Syrians refugees. They examined the number of
crime incidents and emphasized that the security concerns about Syrians are mostly due to prejudices. In a
press briefing, Ministry of Interior (2017) informed that the news about the high crime rate of Syrians
expressed by media were unrealistic. It is mentioned that only 1.32% of all crimes is committed by Syrians
between 2014 and 2017.
The crime effect of the refugees on the host countries has been a topic in economics of crime literature.
Especially the global refugee waves in last decades direct many researchers to this important topic.
Bianchi et al.(2008) examines the empirical relationship between immigration and crime across Italian
provinces during the period 1990-2003. According to their study, effect of refugees on overall crime rate is
not significantly different from zero. Bell et al. (2010) applies a similar analysis for the UK. They show that
while asylum seekers led to a small rise in property crime, large inflow of workers from new EU member
states had no such impact. Their findings suggest that improving the limited labour market opportunities of
refugees could have beneficial effects on crime rates. Spenkuch (2014) studies the crime effect of
immigrants by using panel data on U.S. counties. This paper presents empirical evidence on a systematic,
but small impact of immigration on crime. Zhang (2014) identifies the causal linkages between immigration
and crime using panel data for Canada. According to his paper, immigrants do not have a significant impact
on the property crime rate. Finally, Bell(2014) survey analysis states that there is no evidence that
immigration has caused a crime problem across countries.
Despite the high number of the refugees in Turkey, there exists no empirical study that focus on the
crime effect of the refugees. This paper is the first attempt for analysing the relationship between immigrants
and the workload in judicial system. We focus on the workloads of prosecutors’ offices and criminal courts.
We also examine the total number of suspects and defendants. We find no evidence that the refugees have
a negative impact on the total crimes in Turkey.
Studies utilize quasi-experimental design by using the refugee influx as a natural experiment (Card
(1990), Hunt(1992), Dustmann et al. (2017)). These studies generally employ Difference-in-Differences
(DiD) analysis and use instruments to account for the possible endogeneity problems. They exploit the
regional variation of the immigrants to analyse the labour market effects of the immigrants. In this study,
we apply a similar DiD analysis and utilize the regional variation of the immigrants. However, there is no
need to use an instrumental variable approach as it is hard to believe that refugees are selecting cities with
lower crime rates.
The paper proceeds as follows. Section 2 provides background on the Syrian refugees in Turkey and
distribution of Syrian refugees within Turkey. We describe our data sources and outline our empirical
strategy in Section 3. Finally, Section 4 concludes with a brief discussion.
Syrians in Turkey
Right after the Syrian crisis, Turkey started to receive refugees. Figure 1 shows the number of Syrians
over time. By the end of 2011 in total 9,500 Syrians were living in Turkey. This number gradually increased
during 2012 and had reached 170,000 at the end of the year. Almost all the Syrians were still staying in the
camps in 2012. As the number of the Syrians reached 300,000 by mid-2013, camps were no longer capable
of hosting all refugees and consequently immigrants mainly settled down in South-Eastern Turkey. In the
77
following years they dispersed around the country. At the end of 2013, the total number of Syrian refugees
increased to 560,000. By the end of 2014, there were 1.5 million Syrians in Turkey and the number of
refugees increased to 2.5 million, 3 million and 3.5 million in 2015, 2016 and 2017, respectively. Since the
beginning of 2018, about 3.6 million Syrians have been living in Turkey.
Figure 1. Total Number of Syrians
As of the end of 2020, while only 2% of the total Syrian refugees are staying in camps, most of the
refugees are living in their own means. Figure 2 shows the distribution of Syrians by province in Turkey.
Syrians are dispersed within the country, but the number of Syrian refugees in bordering cities and big cities
(İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa) is higher than the other regions.
Figure 2. Distribution of Syrians by Provinces
Although there are high numbers of Syrians living in big cities, when the ratio of Syrians to native
population is considered, the Syrians are concentrated around the cities on the border. Figure 3 shows the
ratio of Syrians in provinces. The ratio is at the highest (81%) for the city of Kilis and it is followed by other
border cities and cities close to the border.
78
Figure 3. The Ratio of Syrians to the City Population
This heterogeneous distribution of refugees within the country plays an important role in our analysis.
By using these differentiated ratios, it becomes possible to compare provinces with a high ratio of Syrians
with those with a low rate. The regression analysis of our study estimates the crime effects with using all
provinces. However, we form two different groups for our trend analysis. The first group includes border
cities with a high ratio of Syrians, and we call this group the treatment group. The second group consists of
cities that are geographically close to the treatment group but with a small number of Syrians. Figure 4
shows the average ratio of Syrians for these two groups and the average for Turkey. While the average
Syrian population lives in the treatment group is around 16%, this ratio is around 1.5-2% for the control
group and the Turkey average is around 4%. Clearly, Syrians constitute a significant portion of the
population in border provinces.
Figure 4. Ratio of Syrians by Group
Officially most of the Syrian refugees are registered under “Temporary Protection” status. On the other
hand, there is a significant Syrian population living with a “Residence Permit”. Moreover, since the Syria
crisis spread to Iraq, Turkey received a significant number of immigrants from Iraq as well. According to
the Address Based Population Registration System (ABPRS), 115 thousand of Syrians and 315 thousand
Iraqis are residing in Turkey with a resident permit. For the sake of validity of our results, in our regression
analysis, we use the total number of Syrians and Iraqis living in each province of Turkey.
Data And Analysis
This section presents the data and analysis method we apply in the study. The next subsection explains
the data in detail which is followed by trend and regression analysis.
Data
Our study utilizes the data for prosecutors’ offices and courts that is published by the Ministry of
Justice. This data, which is published annually at city level, contains detailed information for the Chief
79
Public Prosecutor's Offices and various types of courts. The study uses three main variables at the prosecutor
stage. The first is the total number of files at the prosecutor investigation stage. These figures include only
the number of new investigations along the year. Therefore, the number of files from the previous years are
not included in these numbers. The second data includes the number of cases with an unknown offender
during the investigation stage. Considering the possibility that the identification processes could be harder
for the refugees, it seems important to examine the number of cases with unknown offenders. The third data
at the prosecution level includes the total number of suspects. The court data we used in this study also
consist of three parts. We use the number of cases submitted to the Criminal Courts during the year. In
addition, we include the number of cases in the Basic Civil Courts and Civil Court of Peace. Finally, we use
the total number of defendants tried in Criminal Courts.
We used the number of cases/suspects/defendants per thousands of people to take into account the
population of the province. The study covers the years 2009-2019 for the number of suspects and defendants,
and the 2006-2019 period for the rest of the data.
Trend Analysis
In this section, we test the possible negative crime effects of refugees by analysing the trends of the
variables we explained above. By comparing the trends of treatment and control groups, we examine
whether there exists a visual change in trends for treatment group after 2012.
Figure 5 shows the number of cases (per 1000 people) in the investigation stage at the Chief
Prosecutors’ Offices. Following the year 2012(i.e., after the start of the Syrian crisis), it is not possible to
observe a differentiated trend in treatment group compared to Turkey average. Moreover, trend of treatment
group follows a steady pattern from 2006 to 2016.
Figure 5. Files at Prosecutors’ Offices
Figure 6, on the other hand, shows the trend of the cases submitted to prosecutors’ offices along the
year where the offender is unknown. Similarly, it is not possible to observe a trend for treatment group that
separates from the control group and country average.
80
Figure 6. Files at Prosecutors’ Offices – Unknown Offender
Figures 7 and 8 show the number of cases in the Criminal Courts and the number of cases in the Basic
Civil Courts/Civil Court of Peace. A similar result appears here as well. There is no observed change in
trend with the refugees.
Figure 7. Cases in Criminal Courts
Figure 8. Cases in Basic Civil Courts/Civil Court of Peace
Finally, Figures 9 and 10 show the total number of suspects in prosecutors’ offices and the total number
of defendants in criminal courts. There is no negative change in both the number of suspects and defendants
81
for the border cities where refugees are densely populated. These figures reveal that both trends follow the
average trend in Turkey.
Figure 9. Total Number of Suspects
Figure 10. Total Number of Defendants
Trend analysis offers a visual evidence rather than a statistical relationship. However, for the six
variables we examined, there is no visible trend change for the treatment group which received a
considerable number of refugees after 2012.
Econometric Analysis
In the previous section, we emphasized that there is no trend change in the number of prosecutors and
court cases after the refugee influx. In this section, we will examine the existence of the relationship with a
regression analysis. For DiD analysis, we estimate the following baseline equation,
log(𝐶𝑎𝑠𝑒𝑠)𝑐𝑡 = 𝛽log(𝑅𝑒𝑓𝑢𝑔𝑒𝑒𝑠)𝑐𝑡 + 𝛿log(𝑃𝑜𝑝)𝑐𝑡 + 𝛾X 𝑐𝑡 + θ𝑐 + τ𝑡 + ε𝑐𝑡
where c and t index cities and years. 𝐶𝑎𝑠𝑒𝑠 is various outcomes of interest,𝑅𝑒𝑓𝑢𝑔𝑒𝑒𝑠 is the number
of refugees in city c in year t, 𝑃𝑜𝑝 is the resident population. X is a vector of city characteristics which
includes the city GDP, ratio of low educated persons (less than high school), and ratio of the agents younger
than 30 years old. The parameter of interest 𝛽 represents the elasticity of crime rates with respect to number
of refugees. We add θ𝑐 and τ𝑡 for city and year fixed effects, respectively. Finally, ε𝑐𝑡 is the error term.
Since we include all cities in our analysis, our regression equation utilizes a continuous intensity
parameter. We use levels (i.e., number of Syrians in each city), however this equation would be identical
82
for parameter 𝛽 if we use ratios instead of levels. We estimate parameters by OLS method, but since number
of Syrians is zero before 2012, and also zero for some cities after 2012, we have a DiD setting.
In such a regression estimation, endogeneity comes first among the possible problems. If the refugees
choose cities with low crime rates, the estimates will be biased. However, it is not possible to claim the
existence of such a selection in our case. Refugees make their location choices rather over the distance to
the Syrian border. Therefore, there is no need to use instrumental variables in our study. Nevertheless, it is
possible to create an instrumental variable by associating the number of Syrians with the distance to the
border to eliminate a possible endogeneity.
Table 1 presents the results of the regression without fixed effect terms. According to the estimates,
refugees increase the number of cases at prosecutors’ offices with an unknown offender. Similarly, the
number of cases at criminal courts and the total number of suspects increases with the refugees. However,
crime rates could have different trends for different cities and years. The same number of Syrians may lead
to different changes in crime rates in different cities. On the other hand, some other factors (economic crisis,
etc.) may encourage crime for some specific years. Therefore, analysis without the fixed effect terms would
be incomplete. Table 2 presents the results of the equation with the fixed effect terms.
Table 1. Results – Without Fixed Effects
Prosecutor
Workload
Prosecutor
Workload
Unknown
Offender
Criminal
Civil
Cases
Court Cases
0,044***
0,051***
(0,005)
(0,010)
(0,006)
(0,004)
(0,004)
(0,003)
1,060***
1,393***
1,012***
1,081***
1,077***
1,068***
(0,010)
(0,027)
(0,015)
(0,016)
(0,010)
(0,015)
No
No
No
No
No
No
N
1134
1134
1134
1134
891
891
adj. R-sq
0,972
0,933
0,922
0,952
0,978
0,963
log(Pop)
Fixed Effect
0,008**
Total
Defendant
0,006
log(Refugees)
0,016***
Total
Suspects
0,027***
Standard errors clustered at the NUTS-2 level are reported in parentheses. Significance levels are
denoted as follows: ***1 percent, **5 percent, *10 percent.
Table 2 shows that there is no statistically significant relationship between Syrian refugees and crime
variables. The only statistically significant coefficient is for the unknown offender cases and it is negative.
On the other hand, the coefficient for population parameter is as expected. These results support our
observation in trend analysis which exhibits no visual change in crime trends.
83
Table 2. Results – With Fixed Effects
Prosecutor
Workload
log(Refugees)
Prosecutor
Workload
Unknown
Offender
Criminal
Civil
Cases
Court Cases
Total
Suspects
Total
Defendant
-0,025
-0,062**
-0,018
-0,021
-0,011
-0,006
(0,016)
(0,024)
(0,011)
(0,017)
(0,011)
(0,014)
0,752***
1,139**
1,034***
0,475**
0,682***
0,511***
(0,169)
(0,497)
(0,313)
(0,188)
(0,154)
(0,148)
Fixed Effect
Yes
Yes
Yes
Yes
Yes
Yes
N
1134
1134
1134
1134
891
891
adj. R-sq
0,994
0,971
0,982
0,991
0,997
0,995
log(Pop)
Standard errors clustered at the NUTS-2 level are reported in parentheses. Significance levels are
denoted as follows: ***1 percent, **5 percent, *10 percent.
Conclusion
There is an ongoing discussion about the possible effects of the Syrian refugees since 2012. The main
concerns are concentrated around the economic and criminal effects of the refugees.
In this study, we examine the relationship between refugees and crime rates by using judicial system
data. Trend analysis shows that there is no visual change in existing trends in cities where refugees are
densely populated. The regression analysis confirms this observation and shows that there exists no positive
or negative statistically significant relationship between refugees and crime.
Our study shows that current crime concerns for refugees, are mostly due to the prejudices against
refugees or misrepresentation of refugees in Turkey.
References
1. Bell, B. (2014). “Crime and immigration: Do poor labor market opportunities lead to migrant crime?”,
IZA World of Labor 2014: 33.
2. Bell, B., Machin, S., and Fasani, F. (2010). “Crime and Immigration: Evidence from Large Immigrant
Waves”, CReAM Discussion Paper No 12/10.
3. Bianchi, M., Buonanno, P., and Pinotti, P. (2008), “Do Immigrants Cause Crime?”, Working Paper.
4. Card, D. (1990). “The Impact of the Mariel Boatlift on the Miami Labor Market”. Industrial and
Labor Relations Review, 43, 245–257.
5. Dustmann, C., Schönberg, U. and Stuhler J. (2017). “Labor Supply Shocks, Native Wages, and the
Adjustment of Local Employment”. Quarterly Journal of Economics 132(1), 435-483.
6. Hunt, J. (1992). “The Impact of the 1962 Repatriates from Algeria on the French Labor Market”.
Industrial and Labor Relations Review, 43, 556–572.
7. ERDOĞAN, M. (2015). Türkiye’deki Suriyeliler: Toplumsal Kabul ve Uyum Araştırması, HÜGO
Yayınları, Ankara.
8. ERDOĞAN, M. (2020). Suriyeliler Barometresi, Orion Kitabevi, Ankara.
9. Ministry of the Interior (2017), https://www.icisleri.gov.tr/basin-aciklamasi05072017, 04.04.2021
10. Spenkuch, J. (2014), “Understanding the Impact of Immigration on Crime”, American Law and
Economics Review V16 N1.
11. TAŞTAN, C., HAKLI, S.Z. ve OSMANOĞLU, E. (2017). Suriyeli Sığınmacılara Dair Tehdit Algısı:
Önyargılar ve Gerçekler, Polis Akademisi Yayınları: 29, Ankara
12. UNHCR Suriye Veri Merkezi (2021), Total Persons by Country,
https://data2.unhcr.org/en/situations/syria, 04.04.2021
13. Zhang, H. (2014). “Immigration and Crime: Evidence from Canada”, CLSRN Working Paper No. 135.
84
Presentation ID/Sunum No= 70
Oral Presentation / Sözlü Sunum
An Investıgatıon of Challenges Encountered by Female Academıc Staff Workıng From Home
Durıng Pandemıc: a Case of Sakarya Unıversıty.
Araştırmacı Katende Nuha Mukııbı1
1
Sakarya Unıversıtesı
*Corresponding author: Katende Nuha
Abstract
The outbreak of Covid19 has changed the way people work across the world. Almost all sectors have been affected by
the pandemic. Similar to other sectors, it is unquestionable that the outbreak of COVID-19 has had a severe negative
impact on higher education across the world. For Turkey, most of the academicians and researchers were forced to
work from home. The pandemic, however may be a new setback for female academic staff at universities who may
already be facing difficulties in balancing their careers with many other responsibilities. A Qualitative research
method was employed and the data were collected using structured interviews. The study aims at identifying the
challenges faced by female academic staff (professors) working from home during covid19 times at Sakarya University.
Results provide insights on how female academic staff adapts to changes in the education system as of result working
from home during covid19. Findings show that participants were faced with challenges as well as difficulties to create
a home working environment. A number of household and family responsibilities were identified as the major
challenges female academic staff faced while working from home during the pandemic. We conclude that learning
institutions should help in providing assistance on how to intensively use the learning platforms.
Keywords: Covid19, female academics, working from home, Turkey.
Introductıon
In response to the COVID-19 pandemic, many countries have adopted various safety measures. People
have been advised to stay at home as one of the safety measures for covid19. In the same vein, governments
across the world have strongly encouraged workers to work from home as well. Further, employers have
been encouraged by governments to allow working from home as a means of social distancing. Turkey
responded to covid19 with a number of measures. During the first phase of the pandemic, Turkey was among
the first European countries to stop flights to and from China in 2019, locked its borders except for returning
citizens, closed schools, introduced social distancing measures, suspended gatherings among others.
Education is one of the most impacted areas by Covid19. Similar to other sectors it has experienced a
rapid shut down of all activities. The government of Turkey responded to COVID-19 with long distance
learning in higher education. A recent study suggests that both academic staff as well as students do not
agree to the fact that face-to-face education should be replaced with online learning. It is also further noted
that using online platforms during lockdown has enlightened staff in terms of adopting new educational
techniques in lectures and technology (Selcuk & Ozcelikay, 2021: 84).
It is obvious that the outbreak of COVID-19 has had a negative impact on higher education across the
world. However, the pandemic has also had a positive impact to higher education in some ways. For
instance, in Turkey as a result of the pandemic, there has been a shift from the teacher centered model to elearning mode.
Although a few universities in Turkey were already offering online education, it was not predominant
in Turkish higher education. Due to covid19, Turkish universities were forced to improve their technical
infrastructure and resort to online education so as not to interrupt the student’s academic studies (University
Word News, 2020). This new change has left many academic staff in Turkey with no choice but to work
from home in response to the pandemic. The pandemic, however may be a new setback for female academic
staff at universities who may already be facing difficulties in balancing their careers with many other
responsibilities.
85
Statistics shows 44% academic staff in Turkey are female. There are 39% registered female academic
staff with associate degree and 31% registered female professors (YOK, 2019: 17). In this paper, we discuss
and report the results of a study of how female academics from Turkey specifically at Sakarya university
adapt to working from home. We also explore the challenges that these women face in balancing work and
their family responsibilities at home while attempting to offer quality education during covid19.
Lıterature Revıew
A recent study on “Working from home during lockdown” reveals that married women identified lack
of equipment and space to work when working from home. Research indicates that working mothers
identified increased housework and childcare as one key negative experience of working from home (Chung
et al, 2021). A study on How Working from home during COVID-19 affects Academic Productivity found
out that both technology-related and personal factors affect an individual's attitude toward working from
home and productivity during lock down. (AbuJarour et al. 2020). As also indicated in previous research, a
research conducted by (Lina and Nantapong, 2021) concluded that there is need for proper training required
if working from home is to be a possible option or the new normal. Additionally, researchers urge that the
government should introduce working from home guideline for both employers and employees. Similarly,
(Meltem, 2016) examined the status of women in academia in Turkey. It was found out that family duties
that are expected of women such as catering for the children, housekeeping, domestic chores, and others
usually affect their academic efficiency. (Elçi, 2021: 343) in her study “Academics’ professional
development needs and gains during COVID-19 distance education emergency transition in Turkey” found
that academicians increased their knowledge and experience in e-learning, Research suggested that there is
need to improve on digital literacy skills and competences. Another Recent research reports that it was hard
for the faculty members to maintain work-life balance due to the fact that there was disturbance at home.
(Ritu Gandhi Arora & Anushree Chauhan, 2021). A study conducted by (Masayuki, 2020) revealed that the
percentage of productivity of employees who worked at the usual workplace was about 60 to 70% whereas
it was reported that it was lower for those who worked from home only during the pandemic period.
Likewise, a new research supported by UNDP in Turkey shows that employed women working from
home had more responsibilities than men during the pandemic. Additionally, women reported doing nearly
four times as much unpaid work as men. (UNDP in Turkey, 2020; Daraba. D et al., 2020; Murat & EslenZiya, 2020). During the pandemic period, the findings of the survey conducted in Denmark during midMarch 2020 with about 4643 participants from eight European countries that worked from home during the
lockdown, research revealed that knowledge workers found working from home to be more interesting
whereas the situation was more challenging for managers. (Christine Ipsen et al., 2020). In addition, another
research suggests that female employees are the most affected groups working from home during lockdown
due to the challenges they face in the role of mothers hence a need for further research among female
workers (Turkmenoğlu et al., 2020). In conformity to the works stated above, our paper also attempts to
investigate the challenges faced by Turkish female academicians working from home during covid19.
Because, until now, challenges faced by Turkish female academicians working from home in the times of
the pandemic have not been studied yet.
Methodology
Qualitative research design was utilised in the study. Qualitative researchers are interested in
understanding how people interpret their experiences, how they construct their worlds, and what meaning
they attribute to their experiences (Merriam, 2009:5). The data were collected using structured interviews.
A total of ten (10) respondents from six different faculties were interviewed, data analysed using descriptive
analysis. Interview transcripts were prepared and designed in both Turkish and English language. For data
collected in Turkish language, findings were translated and presented in English. The study includes female
professors at Sakarya University, respondents who teach at all levels of education (Degree, Masters and
PhD), teaching at different disciplines, married, single academic staff but living with parents.
Results
The research findings are explained in the following four sections; Participants' demographic features,
challenges faced working from home during the pandemic period and self-adaptive measures and also other
study findings. Data were coded and findings were classified into three main themes.
Participants Profiles
This section includes the participant's demographic background such as duration of teaching experience
working at the University, marital status, faculty, course, level, number of children. After the examination
86
of the general features of the respondents, we found that most of the respondents were married with at least
one child with approximately 70% whereas 30% were single with no children but they had responsibilities
towards their parents, families and relatives as well. We also found that majority live with their families, 60
percent have never worked from home before and this meant that it was their first time working from home
whereas 40 percent have ever worked from home before the outbreak of the pandemic. All respondents were
Turkish from six different faculties at Sakarya University.
One of the interview questions in this research is “Do you miss teaching in person? Please specify.”
In this study, nearly all the participants missed teaching in person. And also majority still preferred working
at work place (50%) more than working from home (20%). Additionally, it was discovered that 10 percent
of the respondents preferred working at school although students are not at school and also 20 percent
preferred hybrid working (both home and workplace).
They mentioned that students are more motivated with face to face education system especially for
postgraduate students. As one participant from the Nursing department stated that:
“It becomes a source of motivation for postgraduate education”.
For some participants who teach languages, they mentioned that offering classes face to face is much
better than online learning as one respondent from education faculty noted:
“It has pros and cons. I teach speaking, I would rather teach face to face”.
Table 1. Demographic Background of Participants
Gender
Female: 10
professional experience
10-20 years: 2
7-10 years : 4
0-6 years: 4
Marital status
Single:3
Married:7
Home work experience
before Covid19
Yes : 6
No : 4
Faculty
Department
Education: 2
Foreign languages:2
Business: 4
International trade and
finance : 1
Health science: 1
Theology : 1
Political science: 1
Economics and Administrative sciences: 1
Nursing : 1
Management Information
Systems: 2
History of Islamic Sects: 1
International relations: 1
Economics:1
Political science: 1
Regarding the impact of covid19 on general lives of participants, when participants were asked about
how Covid19 affected life in general. It was revealed that some of the participants developed anxiety due
to the fact that the effects of the virus are still not known clearly. 1 out of 10 respondents shared:
P1 shared: “…..In addition, as the effects of the virus are still not known clearly, I and my relatives
have had a state of anxiety due to the risk of getting the disease”.
87
Regarding time management, 5 out of 10 participants stated that they had difficulty in balancing work
and family responsibilities while working from home during the pandemic period. Some of the responses
are as follows:
P5: shared: “It has been a bit difficult to balance work and private life because when you work from
home, it is generally considered that you should be available 24/7. As someone who is not really good at
time management, I have had some difficulties to manage my time”.
P1: also stated: “Very badly, feel like I can’t do my best both for my family and my students”.
We found out that 7 out of 10 participants stayed with their families during lockdown. However 1
participant stated that she felt some loneliness due to the fact that she stays far away from her family and
friends.
P3 shared her experience: “……..We stayed away from our family and friends”.
Theme 1. Challenges Faced Whıle Workıng From Home Durıng The Pandemıc.
Considering the challenges encountered while trying to offer quality education from home during the
pandemic period, participants faced both work related challenges as well as home related challenges.
Reduced work efficiency
We found that Majority of the participants stated that their work efficiency decreased while offering
classes from home during the pandemic period. 6 out of 10 participants said that they were not able to
perform to their expectations due to many responsibilities towards their children and family. Some of the
respondents mentioned that:
P3 (Participant from Nursing department) explained: “I used to work in the field before. I have a onemonth distance education process. We have a problem of communicating with students. Course efficiency
has dropped. Since master classes continue online, it causes low motivation”.
P7 (Business faculty, International Trade and Finance): “In a negative way. The efficiency of the
lessons fell. Since I do not have a working environment, it is very difficult for me to focus on scientific
studies. Children are constantly interrupting. Finally I give up”.
Difficult to create a home working environment.
Participants reported that it was difficult to create a working environment at home. One of the
participant shared that the main challenge she faced working from home was that it was difficult for her to
create a home working environment due to the people living in the house. The participant explained:
P1 (Faculty of Theology-History of Islamic Sects): “I had difficulties at first due to the people living
in the house and the natural flow of the house. Also, since I was at home, there were too many jobs to keep
myself busy outside of my studies.
More time needed for preparing online notes
We found that participants were challenged with the efforts and amount of time needed for preparing
online notes.
P4 (faculty of business, Faculty of Business. Management Information Systems Department) stated
that: “My preparation time was extended for the lessons given online for the first time”.
Internet and Technical related problems
2 out of 10 participants stated they faced technical problems with the systems used to offer classes and
also mentioned that not all students have access to these systems. This is similar related to a recent study
conducted by (AbuJarour et al. 2020) in which they found out that both technology-related and personal
factors affect an individual's attitude toward working from home and productivity during lock down.
P2 (Education Faculty):“Technology, students do not have access at all times, this is a pity”
P4 (Faculty of Business. Management Information Systems Department) also shared: “Technical
difficulties “Internet and system related problems. In addition, undergraduate students do not turn on their
microphones saying that home environments are not suitable”.
88
Reduced interaction/socialization
4 out of 10 participants report that lesson follow-up was more challenging whereby they could not tell
whether students are listening or understanding what is being taught to them.
P1: “Inability to understand students' interest due to not being able to see them. And that's why not
being able to see if the lessons are useful”.
P6: “Absolutely no mutual interaction”.
Lack of motivation among students and staff
Further, we found that motivation among students and staff was low due to the fact that there was no
direct interaction with their teachers and this affected the employees performance negatively hence some of
them preferred face to face education system more than online education. As some noted that:
P2 (Education faculty): “Students’ motivation is low. For this reason, I do not like online teaching”.
P10 (business faculty): “My motivation to work has decreased”.
Health problems
Sitting in front of computers for long hours was a bit challenging for the participants working from
home. As one of the respondents explained:
P5 (Faculty of Education- Department of Foreign Languages Education): “Sitting in front of a monitor
for long hours”.
Children and family responsibilities
We found that married women with children were more affected by working from home due to the fact
that they had too much responsibilities towards their children and also some were not able to get help from
their partners because of some strong reasons. As one participant stated that she supports both her children
and husband who is struggling with severe health problems.
P7 (International trade and finance): “Taking care of my children, my home affairs are my
responsibilities. However, I also support my husband because he is struggling with severe health problems”.
Theme 2. Self-Adaptıve Strategıes
The study confirms that female staff experience a number of challenges such as internet and technical
system related challenges, time management, children and family responsibilities, low motivation, reduced
work efficiency, health related problems, difficulty in creating safe work environment, more time extended
for preparing online notes as well as reduced interaction/socialization. The study revealed that they employ
self-adaptive measures such as self-discipline, Staying calm, Efforts, reading more books, Support from
husband and family as well as hope that it will end one day. They use all the strategies to overcome with
the challenges and try to be able to be more productive while working from home. Some of the significant
statements are as follows;
Self-discipline
P1 stated that: “I learned to discipline myself. I am trying to solve this by planning my working hours”.
Staying calm (Efforts)
P2 mentioned that: “I am trying to stay calm and do my best”.
Support from husband and family.
One of the respondents shared: P5“I get support from my husband and family elders”.
Hope that the pandemic will end one day.
P7 explained: “Dreaming that it will end one day. I don't think I can handle it much. I'm just fine”.
Theme 3. Other Study Fındıngs
Ability to resume research activities
However, we found out that participants were able to have more time for writing their research, able
to attend online seminars and conferences and also time for publishing more research papers. 4 out of 10
participants reported to have been more efficient in research.
89
P3 (Faculty of Health Sciences Nursing Department): “…….Spending time at home created time for
study and research articles”.
P8 (Faculty of Education- Department of Foreign Languages Education): “I can allocate more time
to my research. My teaching load has decreased”.
It is understood from the responses given above that participants working from home had more time
for research and this implies that researchers were able to publish more articles and papers working from
home during lockdown.
Increased work efficiency
However, some of the respondents reported to have been more efficient working from home than at
work place. 2 out of 10 participants shared their experience:
P6 (Faculty of Political Sciences, International Relations): “I can say that I am more efficient.”
P9 (faculty of Economics and Administrative Sciences): “I missed the first semester, but now I think
distance education is more efficient”.
Conclusıon and Dıscussıon
In this research, we focused on challenges faced by female academic staff working from home during
the pandemic. Our study has revealed that female academic staff working from home were challenged with
a burden of excessive work load and family responsibility during the pandemic period. In recent studies
conducted by (Arora & Chauhan, 2021; Murat & Eslen-Ziya 2020), their findings indicate that female
academics employees with children were affected more in terms of the amount of housework. Furthermore,
study conducted by Masayuki, (2020) revealed that the percentage of productivity of employees who
worked at the usual workplace was about 60% to 70% whereas it was reported that it was lower for those
who worked from home only during the pandemic period. This study also shows that the productivity of
faculty members who worked from home during the pandemic period was reported to be lower than the
productivity at workplace before the outbreak of covid19. In this study, participants encountered a number
of challenges such as work life balance, reduced interaction/socialization, more time needed for preparing
online notes, Lack of motivation among students and staff, Children and family responsibilities, health
related problems. The study also revealed that there are also a number of strategies they have implemented
to try and cope with the above challenges such as self-discipline, Staying calm, Efforts, Support from
husband and family as well as hope that it will end one day. Although covid19 have brought with it a lot of
challenges, the study revealed that working from home has had some positive benefits to some employees.
For instance, some participants were able to resume research activities and others reported that they were
able to work efficiently working from home and still preferred to work from home in the future.
Recommendatıons, Research Lımıtatıons and Future Studıes
Recommendations
We recommend that the university should assist towards creating conducive work environments for
their employees working at home. We also recommend that learning institutions should help in providing
technical assistance by experts to the employees. Learning institutions should help in providing assistance
how to intensively use the learning platforms. We recommend that if the university could reduce the
teaching hours for their employees working from home, employees can effectively handle responsibilities
at home as well as school activities. This will also solve their health issues. As the results of this research,
we recommend Universities to consider home office rotation (mixture of online education and face to face
education) with at least 2 days at workplace and 3 days working from home. Learning institutions should
look into providing high speed internet those working at home to avoid internet interruptions.
Research Limitations and Future Studies
The participants are female academic staff teaching from one province in Turkey. A study that would
include more universities from different provinces could be ideal although we feel that these challenges and
difficulties could be the ones affecting most learning institutions in Turkey and this will enable us to see the
general picture of how female academics employees are affected in most institutions. Future studies may
include understanding experience of female faculty members working from home for the first time.
90
References
1. Aysu Selcuk & Gulbin Ozcelikay (2021). Editorial: an overview of educational challenges and
responses to the global pandemic of covid-19 in pharmacy schools in turkey: Ankara University
DOI:https://doi.org/10.46542/pe.2020.202.8486.
2. The Council of Higher Education in Turkey (2019). “Higher education system in Turkey”,
https://www.yok.gov.tr/Documents/Yayinlar/Yayinlarimiz/2019/Higher_Education_in_Turkey_2019_
en.pdf
3. Chung, Heejung and Seo, Hyojin and Forbes, Sarah and Birkett, Holly (2020). “WORKING FROM
HOME DURING THE COVID-19 LOCKDOWN”, Changing preferences and the future of work.
University of Kent.
4. AbuJarour, Safa’a; Ajjan, Haya; Fedorowicz, Jane; Owens, Dawn: How Working from Home During
COVID-19 Affects Academic Productivity, Communications of the Association for Information
Systems (forthcoming), In Press.
5. Lina Vyas & Nantapong Butakhieo (2021). The impact of working from home during COVID-19 on
work and life domains: an exploratory study on Hong Kong, Policy Design and Practice, 4:1, 5976, DOI: 10.1080/25741292.2020.1863560
6. Meltem, İ. Yenilmez (2016). “Women in academia in Turkey”, Yönetim Bilimleri Dergisi / Journal of
Administrative Sciences Cilt / Volume: 14, Sayı / N: 28, ss. / pp.: 289-311, 2016.
7. Alev Elçi, 2021 “Academics’ professional development needs and gains during COVID-19 distance
education emergency transition in Turkey”. International Journal of Curriculum and Instruction 13(1)
Special Issue (2021) 343–358 IJCI International Journal of Curriculum and Instruction 343.
8. Ritu Gandhi Arora & Anushree Chauhan (2021) Faculty perspectives on work from home: Teaching
efficacy, constraints and challenges during COVID’ 19 lockdown, Journal of Statistics and
Management Systems, 24:1, 37-52, DOI: 10.1080/09720510.2021.1875567.
9. MORIKAWA Masayuki, 2020. "Productivity of Working from Home during the COVID-19
Pandemic: Evidence from an Employee Survey," Discussion papers 20073, Research Institute of
Economy, Trade and Industry (RIETI).
10. Dahyar Daraba, Hillman Wirawan, Rudi Salam & Muhammad Faisal | Len Tiu Wright (Reviewing
editor) (2021) Working from home during the corona pandemic: Investigating the role of authentic
leadership, psychological capital, and gender on employee performance, Cogent Business &
Management, 8:1, DOI: 10.1080/23311975.2021.1885573.
11. UNDP (2020). “Women doing four times as much unpaid work as men during lockdown”
https://www.tr.undp.org/content/turkey/en/home/presscenter/pressreleases/2020/08/time-usesurvey.html, 06.08. 2020.
12. Murat T., & Eslen‐Ziya, H. (2020).The differential impact of COVID‐19 on the work conditions of
women and men academics during the lockdown. https://doi.org/10.1111/gwao.12529.
13. Christine Ipsen, Kathrin Kirchner & John P Hansen (2020) WORKING FROM HOME IN TIMES OF
COVID-19 International survey conducted the first months of the national lockdowns, Affiliation:
Technical University of Denmark, 2020, DOI: 10.11581/dtu:00000085.
14. Gulbahar Turkmenoğlu, Esra Ulukok , Imdat Dogan, Adnan Akin (2020) Working from Home During
the COVID-19 Outbreak: A Study on Employee Experiences International Economics, Finance &
Business Conference – Virtual/Online 26-27 August 2020, Kadir Has University, Istanbul, Turkey.
15. Merriam, S.B. (2009). Qualitative Research: A Guide to Design and Implementation. San Francisco,
CA: jossey-bass.
16. University World News (2020) “Pandemic could be an opportunity for Turkish higher education”,
https://www.universityworldnews.com/post.php?story=20200506061559172, 09 May 2020.
91
Presentation ID/Sunum No= 8
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Koronavı̇rüsün Almanya’dakı̇ Bazı Sektörlere Etkı̇sı̇ne Yönelı̇k Bı̇r Araştırma
Dr. Öğretim Üyesi Muhammed Ali Yetgı̇n1
1
Karabük Üniversitesi
Özet
Çin Halk Cumhuriyetinde ortaya çıkan koronavirüs pandemisi tüm dünyaya yayılmıştır. Kıta Avrupası’nın önemli
ekonomik güçlerinden birisi olan Almanya’da pandemiden etkilenmiştir. Pandeminin ilk ortaya çıkışı ile Alman
Hükümeti tarafından seyehat kısıtlamaları uygulanmış, eğitim uzaktan eğitim ile yürütülmüş ve şirketler evden-çalışma
yöntemine teşvik edilmiştir. Bazı sektörler faaliyetlerini durdururken, bazısı ise yavaşlatmıştır. Bu çalışmada
Almanya’nın dünyaca bilinen çok uluslu işletmelerinden Adidas, Henkel AG, Vonovia ve Continental AG şirketleri
konu olmuştur. Henkel, boya, deterjan ve parfum, Vonovia emlak, Continental lastik, Adidas spor ürünleri
işletmeciliğinde Almanya’nın önemli markaları arasında yer almaktadır. Bu çalışmanın temel amacı, bu işletmelerin
endeks değerlerindeki verileri ile Almanya’daki günlük koronavirüs vaka sayıları arasındaki ilişkinin ortaya
konulması olmuştur. SPSS paket programı ile yapılan analizler neticesinde, elde edilen bulgulara göre şirketlerin
endeks değerlerini gösteren veri ile koronavirüs vaka sayısı arasında istatistiksel olarak anlamlı ancak negatif yönlü
bir ilişki olduğu anlaşılmıştır. Almanya’nın dört farklı sektörü üzerine yapılan bu çalışmanın, pandeminin sektörel
etkilerine yönelik yapılacak çalışmalarda literatüre katkı sağlayacağı öngörülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Vuhan, Koronavirüs, Covid-19, Almanya, Adidas, Henkel, Vonovia, Continental
Abstract
The coronavirus pandemic that had emerged in the People's Republic of China has spread all over the world. Germany,
one of the major economic powers of Europe, has been also affected by coronavirus pandemic. When the pandemic
firstly occured in the country, travel restrictions were imposed, education was carried out with distance education and
companies were encouraged to work from home by the German Government. During pandemic, some sectors ceased
their activities, while others slowed down. Multinational companies of Germany which are Henkel AG, Vonovia,
Continental AG and Adidas, has been subject of this research. In those German companies, Henkel is related with the
prodoction of paint, detergent and perfume while Vonovia with real estate, Continental with tire, Adidas with sports
products. The main purpose of this study was to reveal the relationship between the index values of these businesses
and the daily number of coronavirus cases in Germany. As a result of the analyzes which was made with the SPSS
package program, it was found that there was a statistically significant but negative relationship between the data
showing the index values of the companies and the number of coronavirus cases. It is predicted that this study on four
different sectors of Germany will contribute to the literature in studies related about sectoral effects of the pandemic.
Keywords: Wuhan, Coronavirus, Covid-19, Germany, Adidas, Henkel
Giriş
Aralık 2019’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin Hubei eyaletinin Vuhan şehrinden doğru hızla yayılan,
2019-nCoV olarak da adlandırılan, şiddetli akut solunum sendromu olan yeni bir koronavirüs Dünya Sağlık
Örgütü tarafından tanımlanmış ve bu virüsün 2003 yılında görülen SARS (SARS-CoV-2) virüsünden çok
daha güçlü bir iletim hızına sahip olduğu, bu nedenle konunun ciddi olduğu ifade edilmiştir (Ying Zang vd.,
2020: 1). Tüm dünyayı etkileyen pandeminin yakın bir gelecekte Amerika Birleşik Devletleri’nde
ekonomik değerlerde düşüşlere neden olacağı, Avrupa Birliği’nin GSYH’sinin 2008 mali krizine göre daha
fazla olumsuz yönde etkileneceği, bu kapsamda hangi sektörlerin tam anlamı ile daralacağının, GSYH
oranlarında nasıl bir oranda düşüş olacağı, sektörlere verilen kredilerin geri dönüş ihtimalinin nasıl olacağı
henüz tam olarak bilinememektedir (Garicano, 2020: 1). Almanya'da virüs başlangıçta Alplerdeki kayak
tatillerinden dönüş ile bulaşmış, Çin, İtalya ve diğer sıcak noktalardan gelen iş ve diğer gezi amacıyla gelmiş
ve öncesinde enfekte olmuş olan bireyler tarafından aynı yerde tatilde olan genç ve varlıklı Almanlara
geçmiştir (Plümber ve Neumayer, 2020: 1176). Virüs Almanya'ya ulaştığında, enfeksiyonların daha sonraki
yayılması, Heinsberg bölgesindeki küçük bir kasaba olan Gangelt'teki bir karnaval seansı, Bretzfeld,
Hohenlohekreis'te bir şarap etkinliği, Tirschenreuth bölgesindeki küçük Mitterteich şehrinde bir bira
festivali gibi süper yayılan sosyal etkinliklerle kolaylaşmıştır ve bu süper yayıcı olaylar, ve bu olayların
92
meydana gelmesinden 2 ay sonra bile, bu bölgeler halen Almanya'da 100.000 vatandaş başına en çok bilinen
enfeksiyonun görüldüğü ilçeler olmuştur (Plümber ve Neumayer, 2020: 1177). Almanya, sadece sağlık ve
sosyo-kültürel olarak değil, sektörel yönden de virüsten ciddi manada etkilenmiştir. Almanya DAI 30
endeksinde bir çok çokuluslu işletme barındırmaktadır. Bu işletmeler Alman ve Avrupa ekonomisinin
lokomotifleri olduğu gibi, dünya ekonomisinde de ciddi bir ağırlıkları vardır. Özellikle Brexit sonrası,
İngiltere’nin Avrupa Birliğinden çıkması ile Almanya Avrupa’da biraz daha ön plana geçmiştir. Ülkedeki
şirketlerin yarıdan fazlasının evden ya da kısa süreli çalışma planı uyguladığı, %16’sının iş gücünü azalttığı,
%42’sinin yatırımlarını iptal ettiği, %21’inin yatırım projelerini iptal ettiği raporlanmıştır (Buchheim
vd.,2020:1). Avrupa Yatırım Bankası ve Avrupa Yatırım Fonu'ndan oluşan AYB Grubu, Commerzbank
AG'ye küçük ve orta büyüklükteki şirketlere mevcut bir kredi portföyü için yaklaşık 125 milyon € ara dilim
garantisi sağlamıştır (European Commission, 2020). Garantinin, Commerzbank için yasal sermayeyi serbest
bırakacak ve uygun şartlar altında Almanya'daki KOBİ'lere ve orta büyüklükteki sermayelere 500 milyon
Euro'ya kadar yeni kredi sağlamasına olanak tanıyacağı belirtilmiştir (European Commission, 2020).
Federal Hükümet, korona krizinin üstesinden gelmek için çok sayıda devlet yardımı önlemi almaya karar
vermiş, Maliye Bakanlığı'nın istikrar programına göre bunun kamu bütçelerine yaklaşık 450 milyar Euro
yükleyeceği ve federal ve eyalet hükümetlerinin yaklaşık 820 milyar Euro tutarında ek teminatlar
sağlayacağı, Federal Hükümetin ayrıca 130 milyar Euroluk kapsamlı bir ekonomik teşvik paketi ve gelecek
için 50 milyar Euroluk bir paket başlattığı ifade edilmiştir (Deutscher Industrie- und Handelskammertag,
2020). Ancak tüm bu teşvik ve yardımlara rağmen krizin nihai etkisinin henüz kesin olarak belirlenemediği
söylenmiştir (Deutscher Industrie- und Handelskammertag, 2020). Araştırmada, Almanya’nın en önemli
işletmelerinden olan Adidas, Henkel, Vonovia ve Continental işletmelerine koronavirüsün etkisinin
araştırılması amaçlanmıştır. Araştırmadan elde edilen bulgular stratejik bir bakış ile değerlendirilmiştir.
Literatür Araştırması
Pandeminin Mart 2020’de yayılımı ile, birçok Avrupalının çalışma hayatı neredeyse bir gecede
değişmiş, kilitlenmeler devreye girdikçe, her gün ofise girmeye alışmış birçok çalışan evlerinden çalışmaya
başlamıştır. Avusturyalı teknoloji firması Kapsch Group'un "Dijital Dünyada Geleceğin İşyeri" başlıklı yeni
çalışması, birçok Alman'ın işverenlerinin krizle başa çıkmasından memnun olduğunu göstermiş, temmuz
ayında ankete katılan 1000 kişiden yaklaşık dörtte üçü (%73) "işverenim Covid-19'a iyi yanıt verdi"
ifadesine katılmıştır (Lawton, 2020). Federal Hükümet, koronavirüsün ekonomik etkilerini hafifletmek için
13 Mart 2020 itibariyle bir önlemler paketi kabul etmiş, önlemler paketi dört stratejik konuya dayanmıştır,
bunlar; kısa süreli iş tazminatına erişimi iyileştirmek, mali likidite desteği; şirketlere likidite sağlamak için
önlemler ve Avrupa uyumunu güçlendirmek şeklinde ifade edilmiştir (Friel, 2020). Pandemi ilk çıktığı
dönemlerde yapılan olasılık hesaplara göre şirketlerin bir hafta kapanmasının 25-57 milyar Euro maliyet ve
GYSH büyüme oranında 0,7-1,6 puan bir düşüş olacağı, iki aylık bir süreç kapanmasının 255-495 Euro
maliyet ve GYSH büyüme oranında 7,2 ile 14,0 puan bir düşüş olacağı öngörülmüştür (Dorn vd., 2020: 2).
Almanya'nın DAX endeksi 23 Mart 2020 tarihinde kayda değer bir düşüş göstermiş, sonrasında Avrupa
Birliği’nin kurtarma paketleri kabulü ile biraz toparlanma sürecine geçmiştir (Nicola vd., 2020: 188). Alman
Hükümetinin de ayırdığı yardım fon desteği ile ülkenin üretim tesisleri ve sağlık sistemi direnç
gösterebilmiş, özel sektörün faaliyetleri koordine edilebilmiştir (Mazzucato ve Kattel, 2020: 3). Ancak buna
rağmen kurumların krize karşı tepkilerinin ölçülmesi ve dayanaklılık yönetiminin geliştirilmesi önerilmiştir
(Kerstan ve Röhl, 2020: 13). Alman Hükümeti tarafından salgının neden olduğu krize karşı kısa süreli
çalışma ödeneği getirilmiş, sıkıntı yaşayan şirketler için kredi yardımı, teminatlar veya vergi ertelemeleri
sağlanmış, ülke genelindeki kamu olayları iptal edilmiş ve okul çocuklarına evde kalmaları söylenmiş,
Avusturya, İtalya ile olan sınırlar kapatılmıştır (Abodunrin ve Diğ. 2020:19). Kısa süreli çalışma ödeneği,
işgücünün eksik istihdamını telafi etmiştir (Abodunrin ve Diğ. 2020:22). Almanya’da en çok koronavirüs
görülen yerin Bayern eyaleti olduğu anlaşılmıştır. En çok ölümler ise Baden-Württemberg bölgesinde
yaşanmıştır. Bayern ve Baden-Württemberg eyaletleri Alman sanayisinin lokomotifleri arasında görüldüğü,
özellikle Almanya’nın kalbi sayılabilecek otomotiv endüstrisinin Baden-Württemberg eyaletinde
yoğunlaştığı bilinmektedir. En az ölüm ve vaka sayısının görüldüğü yer Mecklenburg-Vorpommern eyaleti
olarak görülmüştür (Robert Koch Institut, 2020). Ülke genelinde günlük vaka sayısının 1.484 olarak bir artış
göstermesi, ülkede virüs tehlikesinin sağlık ile ekonomik etkileri yönünden de halen devam ettiğini
göstermektedir. Yapılan bir araştırmada da etkili sektörleri nedeniyle sosyal uzaklaşma politikalarından en
çok zarar gören bölgenin Güney Almanya olduğu, özellikle de Bayern ve Baden-Württemberg’in yüksek
endüstri payına sahip olduklarından buradaki sektörlerin ciddi zararlar gördükleri belirtilmiştir (Fadinger ve
Schymik, 2020: 122). Hizmet sektörünün önemli kalemlerinden birisi olan otelcilik ve konaklama
93
hizmetinde Almanya’da 1 Mart 2020 tarihinden bu yana doluluk oranlarında %36 gibi ciddi bir oranda kayıp
yaşanmıştır (Maria vd., 2020). Almanya Federal İstatistik Dairesi resmi rakamlara göre koronavirüs
salgınının ülkeyi resesyona itmesiyle bu yılın ilk üç ayında Almanya ekonomisinde %2,2 küçülmesine
neden olduğu, bu oranın ülkenin küresel mali krizle boğuştuğu 2009'dan bu yana en büyük üç aylık düşüş
olarak kayda geçtiği belirtilmiştir (BBC, 2020).
Alman devleti, tüm alanlarda faaliyet gösteren sektörlerinin, ayakta kalabilmeleri ve büyümelerini
sürdürebilmeleri için çeşitli stratejik eylem planları ortaya koymuştur. Almanya'da, Devlet Kalkınma
Bankası, "savaş sonrası en büyük yardım paketi" olarak adlandırılan pandemiden etkilenen şirketlere 500
milyar Euro kredi sağlayacağını açıklamış, Alman Federal Parlamentosu (Bundenstag) tarafından sübvanse
edilen bir program olan Kurzarbeitergeld’in ise hastalanan veya çalışma nedeniyle çalışamayan çalışanlara
tazminat ödemeye çalışacağı belirtilmiştir (Maria vd., 2020 :187). Almanya'nın 16 eyaletinin fabrikaların
ve şantiyelerin açık kalmasına izin verme kararı ile hükümetin kurtarma paketleri ile sektörler yoluna devam
etmektedir (BBC, 2020). Almanya'nın tamamındaki işletmelerin ve endüstrilerin, hizmetlerini kullanan
müşterilerin ve tüketicilerin daralmasının yanı sıra hem ulusal hem de uluslararası düzeyde seyahat
kısıtlamaları nedeniyle ciddi mali sorunlarla karşı karşıya olduğu görülmektedir, ayrıca daha fazla çalışanın
hastalık izninde olma olasılığı nedeniyle sektörlerin performansında düşüş yaşanmıştır (Koptyug, 2020: 2).
Alman şirketleri arasında yakın zamanda yapılan bir ankette, özellikle seyahat ve konaklama endüstrisinin,
koronavirüsün işleri üzerindeki etkisini çoktan fark ettiğini göstermiş, yakın gelecekteki gelir beklentileri
araştırıldığında, şirketler kayıplarla ilgili tahminler yapmakla şu anda bir tahmin yapmanın mümkün
olmadığını belirtmiştir (Koptyug, 2020: 2). Alman e-ticaretinin, teslimat gecikmeleri veya malların yeniden
stoklanmasına yönelik iptaller ve gelir düşüşü gibi yaygın endişeler, koronavirüs salgınından beklenen
diğer etkilenmeler olarak öngörülmüştür (Koptyug, 2020: 3). Küresel ekonomik ve mali kriz öncesindeki
gelişmelerin aksine, sanayi sektörü, koronavirüs patlak vermeden önce altı çeyrek boyunca zaten
durgunluğa saplandığı, endüstriyel durgunluğunda üçüncü sırada olarak başladığı belirtilmiştir (Heymann,
2020: 3). Koronavirüs salgını öncesinde, altı çeyrek durgunluktan sonra Alman sanayi faaliyetlerinde
potansiyel bir toparlanma işaretleri oluşmuştu, 2019’un ikinci yarısında sipariş alımı sabitlenmiş ve sipariş
birikimindeki düşüş eğilimi yavaşlamıştı (Heymann, 2020: 3). 2020'nin ikinci yarısında üretimin 2019'da
görülen ve zaten düşük olan ortalama düzeyin altında kalmasına rağmen üçüncü çeyrekten itibaren bir
toparlanma beklenmekte, bununla birlikte, iyileşmenin düşük bir seviyede başlayacağı belirtilmiştir
(Heymann, 2020: 4).
Merkezi Münih şehrinde bulunan IFO Enstitüsü tarafından yapılan bir çalışmada, beş Alman
şirketinden birden fazlası (yaklaşık %27), hayatta kalma durumlarının koronavirüs krizi nedeniyle risk
altında olduğu görülmüş, enstitünün sekreteri “Önümüzdeki aylarda bir iflas dalgası görebiliriz" uyarısında
bulunmuştur (Xinhua, 2020). Almanya'da iflas rakamları yılın ilk yarısında yıllık bazda yüzde 8,9
düşmesine rağmen, Alman kredi kuruluşu Creditreform, iflas durumunun şirketlerin mevcut durumundan
ayrıldığını belirtmiş, hizmet sektöründe, seyahat acenteleri ve tur operatörlerinde yüzde 85'inin hayatta
kalma tehlikesi Covid-19 krizi tarafından tehdit edildiği vurgulanmıştır (Xinhua, 2020). IFO’ya göre, metal
üretim ve işleme sektöründeki her iki şirketten biri Covid-19'u varoluşları için bir tehdit olarak görürken,
farmasötik ürün üreticileri pek etkilenmemiştir (Xinhua, 2020). Kriz, Alman iş dünyasında uzun zamandır
doğal görünen pek çok şeyi sorgulamıştır (Meffert vd., 2020). Ayrıca Alman ekonomisi içinde yapısal
değişiklikler ve yenilikler yapma gerekliliğini de ortaya çıkarmış, bu yapısal değişiklikler arasında
dijitalleşme ihtiyacı olduğu görülmüş, McKinsey tarafından yakın zamanda yapılan bir analizde, Alman
ekonomisinin dijital yapısal değişikliklerine devam etmesi ve verilen hasarın öngörülen aralıkta kalması
durumunda, 2028 yılına kadar pandemi hiç gerçekleşmemiş olsaydı yaşayacağı büyüme yoluna geri
dönebileceği belirtilmiştir (Meffert vd., 2020). İlgili raporda, makine ve tesis mühendisliği, otomotiv,
elektronik ve perakende gibi büyük ölçüde küresel tedarik zincirlerine bağlı olan işletmelerin daha fazla
etkilendiği, kimyasallar, ilaç, bilgi teknolojileri, telekomünikasyon ve sağlık hizmetleri sektörlerinin virüsle
savaşmadaki rolleri ve evden çalışmayı mümkün kılmak için teknolojiden yararlanma rolleriyle birlikte
talepteki artış göz önüne alındığında - daha kısa vadede gelir artışı beklentisi en yüksek olanlar olabileceği
ortaya konulmuştur (Meffert vd., 2020).
Araştırmaya konu olan şirketler incelendiğinde, Adidas şirketi 2019 yılının ikinci çeyreğinde 531
milyon Euro net kâr açıklamışken, bu durum 2020 yılında 295 milyon zarar olarak rapor edilmiştir
(RetailDetail.de, 2020). Şirketin CEO’su bu durumun sürpriz olmadığını, dünya çapındaki tüm Adidas
mağazalarının neredeyse dörtte üçü Covid-19 salgınının zirvesinde kapandığını, bununda ciroya %35’lik
94
bir düşüş olarak yansıdığını belirtmiştir (RetailDetail.de, 2020). Henkel, pandeminin ortaya çıkması ile
salgının yayılmasını önlemek için çalışanlar, müşteriler, ortaklar ve tedarikçilere yönelik kapsamlı önlemler
aldıklarını ifade etmiş, potansiyel kıtlıkları ve teslimat gecikmelerini azaltmak ve iş sürekliliğini korumak
için odaklandıklarını belirtmiştir (Henkel, 2020). Yürütülen stratejilerini, tesislerdeki kritik alanların açık
tutulması ve kadronun hazır bulunması, dünyanın dört bir yanındaki üretim tesislerimizin büyük
çoğunluğunu işletmeye devam etmesi, hızla değişen yasalara ve resmi emirlere uyumların sağlanması olarak
açıklamışlardır (Henkel, 2020). Almanya, Avusturya ve İsveç'te 400.000'den fazla konut birimine sahip
olan Vonovia şirketi, faiz, vergilendirme, amortisman ve amortisman öncesi 2020 kazanç tahminlerinin ve
operasyonlardan elde edilen fonların küresel ekonomiyi sarsan salgına rağmen pek değişmediğini ifade
etmiş, ancak, "düşük dalgalanma ve bazı yatırım projelerinin gecikmeli tamamlanmasının" bir sonucu olarak
Covid-19 nedeniyle organik kira büyümesi kılavuzunu 20 baz puan düşürdüğünü belirtmiştir (McElroy,
2020). Bu çalışmada ülkenin dünyaca bilinen boya, deterjan ve parfüm sektöründe faaliyet gösteren Henkel,
çok uluslu spor malzemeleri üreticisi Adidas, yine dünyaca bilinen lastik üreticisi Continental ve emlak
şirketi Vonovia araştırmaya konu olmuştur.
Araştırmanın Yöntemi
Araştırmada Almanya’da devam eden koronavirüsün günlük vaka sayısının Almanya’ya ait Henkel,
Adidas, Continental ve Vonovia şirketlerine etkisi araştırılmıştır. Çalışmada, Almanya’daki günlük
koronavirüs vaka sayısı bağımsız değişken, şirketler bağımlı değişken olarak ele alınmıştır. Koronavirüs ve
şirketler arasındaki ilişkinin ortaya çıkarılmasında etkin bir yöntem olarak düşünüldüğünden lineer
regresyon yöntemi ile analiz tercih edilmiştir. Araştırmanın sınırlılığı, bağımlı ve bağımsız değişkene dair
veriler ve bu verilerin 11 Mart 2020- 4 Eylül 2020 tarih aralığına ait olmasıdır. Araştırmamızda bağımlı ve
bağımsız değişkenler için N=178 frekans sayısı, 11 Mart’tan 4 Eylül tarihine kadar olan 178 güne ait veri
sayısını ifade etmektedir. Araştırmada Almanya’daki koronavirüs vaka sayıları Dünya Sağlık Örgütünün
resmî sitesinden elde edilmiştir. DAI endeksine kayıtlı şirketlerin verisi investing.com şirketinden temin
edilmiştir. Araştırmaya konu olan her bir şirket ayrı ayrı olarak aynı dönemsel takvim içinde lineer
regresyon ile analiz edilmiş, elde edilen bulgular ile hipotezler sonuçlandırılmıştır. Regresyon analizi
istatistik biliminin en temel öğelerinden birisi olup, değişkenler arasında bir sebep sonuç ilişkisi
ölçülebilmekte ve bu ilişkinin büyüklüğü tespit edilebilmektedir. Lineer regresyon modeli uygulanmasında
bağımlı ve bağımsız değişken arasında kurulan matematiksel bağıntı modeli Y = β0+ β1X1 olarak ifade
edilmiştir (Durucasu, 1997: 122). Koronavirüs vaka sayısının bağımsız değişken (X) olarak tercih edildiği
çalışmada, Adidas (ADSG), Henkel (HNKG), Vonovia (VNA), Continental (CONG) işletmeleri bağımlı
değişken (Y) olarak modele dahil edilmektedir. Buna göre araştırmanın formülleri ADSG = β0+ βCoV,
HNKG_P = β0+ βCoV, VNA = β0+ βCoV, CONG = β0+ βCoV olarak oluşturulmuştur. Bu formüllere göre
araştırmanın oluşturulan hipotezleri; “H1: Koronavirüs vaka sayısının ADSG üzerinde istatistiksel olarak
anlamlı ve pozitif yönlü bir etkisi vardır”, “H2: Koronavirüs vaka sayısının HNKG_P üzerinde istatistiksel
olarak anlamlı ve pozitif yönlü bir etkisi vardır”, “H3: Koronavirüs vaka sayısının VNA üzerinde istatistiksel
olarak anlamlı ve pozitif yönlü bir etkisi vardır”, “H4: Koronavirüs vaka sayısının CONG üzerinde
istatistiksel olarak anlamlı ve pozitif yönlü bir etkisi vardır” hipotezleri kurulmuştur. Hipotezlerin
kurulmasından sonra verilere normallik analizi yapılmıştır. Kolmogorov-Smirnov normallik analizine göre
bağımlı değişkenlerin p değeri 0,05’in üzerinde ise verilerin normal bir dağılım gösterdiği anlaşılmaktadır
(Pallant, 2017: 75). Normallik analizine göre p değerleri için elde edilen bulgulara göre, Henkel için 0,20,
Adidas için 0, 45, Continental için 0,30 ve Vonovia için 0,65 olarak bulunmuş, bu sonuçlara göre verilerin
normal bir dağılım gösterdiği anlaşılmıştır. Bağımlı değişkenler ile bağımsız değişkenler arasındaki ilişkinin
istatistiksel olarak anlamlılık durumunu analizi için korelasyon analizi uygulanmıştır. Pearson korelasyon
sonuçlarında, koronavirüs vaka sayıları ile Henkel, Adidas, Continental ve Vonovia için p değerleri 0,000
olarak ortaya çıkmıştır. Bu sonuçlara göre bağımsız değişken ile bağımlı değişkenler arasındaki ilişkinin
yüksek seviyede istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmüştür. Araştırmanın korelasyon yönünde, Covid19 ile Adidas arasındaki ilişki-0,401, Henkel arasındaki ilişki-0,535, Continental arasındaki ilişki-0,671 ve
Vonovia arasındaki ilişki-0,523 olarak görülmüştür. Bu sonuçlara göre Covid-19 ile şirketlerin değeri
arasındaki ilişki negatif yönlü olduğu anlaşılmıştır. Araştırmanın Lineer regresyon analizinde, model özeti
tablosuna göre, R kare değeri Adidas için 0,161, Henkel için 0,287, Vonovia için 0,273, Continental için
0,450 olarak tespit edilmiştir. Bu sonuçlara göre Almanya’daki koronavirüs vaka sayısı ile Adidas
arasındaki ilişki %16,1 oranında açıklanabilirken, aynı oran Henkel ile arasında %28,7 oranında
gerçekleşmektedir. Koronavirüs ile Vonovia arasındaki ilişki %27,3 oranında açıklanabilirken, Continental
şirketi ile bu oran %45,0 olarak görülmüştür. Regresyon analizindeki katsayılar (Coefficient) tablosu
95
sonuçlarına göre, p değeri tüm bağımlı değişkenler için 0,000 olarak sonuçlanmış, B değeri Adidas için
236,711, Henkel için 83,272, Vonovia için 54,001 ve Continental için 87,376 olarak ortaya çıkmıştır. B
değerleri, virüs hiç görülmeseydi şirketlerin ortalama değerini göstermektedir. Lineer Regresyon analizinde
ANOVA sonuçları da aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.
Tablo 1. Etkileşim
Kareler
Toplamı
1
*Regres
yon
*Atık
Değer
*Toplam
16546,2
31
86495,8
Serbes
tlik
Derecesi
1
176
177
07
Ortala
ma Kare
F
16546,
231
p
33,66
8
,00
0
b
0
b
ADS
G
491,45
3
103042,
038
2
*Regresy
on
*Atık
Değer
*Toplam
1551,20
0
3859,85
1
176
177
1551,2
00
1
176
177
75
1
176
177
71
70,73
1
,00
HN
KG
21,931
8
5411,05
8
3
*Regresy
on
*Atık
Değer
*Toplam
1597,77
5
4245,58
1597,7
66,23
,00
0b
6
VN
A
24,123
3
5843,35
7
4
*Regresy
on
*Atık
Değer
*Toplam
8766,87
1
10718,1
8766,8
143,9
58
,00
0b
CO
NG
60,899
93
19485,0
63
a. Bağımlı Değişken: ADSG, HNKG, VNA, CONG
b. Bağımsız Değişken: Covid19
Tablo 1’e göre bağımsız değişken ile bağımlı değişkenler arasındaki ANOVA sonuçlarında p < 0,05
olarak görüldüğünden, değişkenler arasındaki ilişkinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu doğrulanmıştır.
Sonuç ve Değerlendirme
Araştırmada, Almanya menşei küresel işletmelerden Adidas, Henkel, Vonovia ve Continental’a
koronavirüsün etkisi araştırılmıştır. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre koronavirüs vaka sayıları
şirketlerin değeri arasında istatistiksel olarak anlamlı ancak negatif yönlü bir ilişki görülmüştür. Araştırmaya
konu şirketlerin virüs ile korelasyon ilişkileri birbirine yakın oranlarda görülmüştür. Buna göre
birbirlerinden farklı olan spor ayakkabıları, boya-parfüm ve deterjan, emlak ve lastik konusunda faaliyet
gösteren şirketler pandemiden birbirine yakın oranlarda olumsuz yönde etkilenmiştir. Virüs vaka
sayısındaki bir birimlik artış, şirketlerde sırası ile 0,40, 0,53, 0,52 ve 0,62 oranında azalış göstermektedir.
Vaka sayılarının artışı, Adidas işletmesinin değerinde azalışa neden olmaktadır. Koronavirüs özellikle ilk
dönemlerinde Almanya’da bir çok AVM ve mağaza kapatılmış, sonrasında da çeşitli kısıtlamalar baş
göstermiştir. Bu durumun insanların spor malzemeleri almasını olumsuz yönde etkilemiş olabileceği
düşünülmektedir. Vaka sayısının artması, insanların parfüm, boya vb. malzemelere olan ilgisini de
azaltmıştır. İnsanların emlak arayışlarının da bu süreç içerisinde Almanya’da düşüş gösterdiği
anlaşılmaktadır. Araştırmaya konu olan şirketlerden virüsten en olumsuz yönde etkilenen şirketin
Continental olduğu tespit edilmiştir. Continental ve virüs arasındaki ilişkinin %45 oranında açıklanabilir
96
olması, araştırmaya konu olan şirketler arasındaki en yüksek yüzde olarak kayda geçmiştir. Koronavirüs
günlerinde ciddi oranda petrol fiyatlarında düşüşler olmuştur. Çünkü insanlar haftalarca araçlarını
kullanamamışlardır. Araştırmadan çıkan sonuçlara göre Almanya orijinli spor malzemeleri, boya, parfüm,
deterjan, emlak ve lastik işletmelerinin tamamı Covid-19’dan olumsuz yönde etkilenmiş, buna göre
araştırmanın tüm hipotezleri reddedilmiştir. Yapılan bir araştırmada, Almanya’nın DAX endeksinde virüsün
yayılmaya başlaması ile bir düşüş olduğu görülmüş (Maria, 2020: 187), bu bulgu araştırmamıza konu olan
ve DAX indeksinde işlem gören şirketlerin değerindeki azalış ile örtüşmektedir. Covid-19 ile ilgili sosyal
bilimlerde araştırma çalışmaları henüz yeni yeni ortaya çıktığından, bu çalışmanın literatüre ciddi katkı
yapacağı düşünülmektedir. Bunun yanında, Covid-19 ile ilgili farklı ülkelerde farklı sektörler alanında
yapılacak her çalışma literatüre katkı sağlayacaktır.
Kaynakça
1. Abodunrin, O., Oloye, G., Adesola, B. (2020). “Coronavirus Pandemic And Its Implication On Global”,
Economy. International Journal of Arts, Languages and Business Studies (IJALBS), Vol.4, 13-23.
2. Adidas (2020), Kurumsal Web Sitesinde Tanıtım, http://www.adidas.com/ (E.T.04 Eylül 2020).
3. BBC (2020), “Coronavirus pushes German economy into recession”, 15 May 2020, s.1
4. Buchheim, L., Dovern, J., Krolage, C., Link, S. (2020). Firm-Level Expectations and Behavior in
Response to the COVID-19 Crisis. CESifo Working Paper No. 8304, Available at
SSRN: https://ssrn.com/abstract=3603773
5. Deutscher Industrie- und Handelskammertag (2020). Covid-19: German Federal Support Measures Info
sheet on important Federal measures to support the German economy during Covid-19 crisis. (Updated
version as of August 2020).
6. Dorn, F. et al. (2020) : The Economic Costs Of The Coronavirus Shutdown For Selected European
Countries: A Scenario Calculation, EconPol Policy Brief, No. 25, ifo Institute - Leibniz Institute for
Economic Research at the University of Munich, Munich.
7. Durucasu, H. (1997). “Ekonomik Göstergelerin İMKB'ye Etkisinin Analizi”, Anadolu Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 13 (1), ss.121-150.
8. Dünya Sağlık Örgütü (2020), Corona Data Dash Table, www.who.org (E.T.10 Aralık 2020).
9. European Commission (2020). Germany: EIB Group and Commerzbank join forces to support small
and mid-sized companies in COVID-crisis Brussels, 1 October 2020 Report,
https://ec.europa.eu/commission/presscorner/detail/en/ip_20_1773 (E.T. 13. 12.2020).
10. Fadinger, Harald and Schymik, Jan. (2020). “The costs and benefits of home office during the Covid19 pandemic: Evidence from infections and an input-output model for Germany”, CEPR Press, Issue
9, pp.107-125.
11. Friel, A., Fritz, D., Schaar, B., Schoene, D., Ziegenhagen, A. (2020). Protecting German Companies
From The Impact Of COVID-19 - The Federal Ministry Of Justice İntends To Suspend The Obligation
To File For İnsolvency, JDSUPRA.
12. Garicano, L (2020), “The COVID-19 bazooka for jobs in Europe”, VoxEU.org, 20 March.
13. Heymann, Eric. (2020), “German industry Coronavirus crisis distracts from structural problems”, Stefan
Scheider (ed.), Deutsche Bank Research, p.1-8.
14. Henkel (2020). https://www.henkel-northamerica.com/company/covid-19 (E.T. 13.12.2020).
15. Kerstan, R., Röhl, A. (2020). Wie resilient sind Organisationen in Deutschland? – Eine Betrachtung
anhand der Entwicklungen in der Corona-Pandemie, Working Paper des Studiengangs
Sicherheitsmanagement an der NBS Northern Business School Hamburg, No. 4/2020, pp.1-15.
16. Koptyug, Evgeniya. (2020). “Coronavirus (COVID-19) in Germany”,Statistita (Health &
Pharmaceuticals- State of Health), 31 July 2020, https://www.statista.com/topics/6176/coronaviruscovid-19-in-germany/ (E.T. 11 Eylül 2020).
17. Lawton, S. (2020). Three-quarters of German workers satisfied with employers’ response to COVID19, survey finds[Edited by Zoran Radosavljevic], EURACTIV.de
18. Maria N., Zaid, A., Catrin, S., Ahmed, K., Ahmed Al-J., Christos, I., Maliha, A., Riaz, A. (2020). “The
Socio-Economic İmplications Of The Coronavirus Pandemic (COVID-19): A Review”, International
Journal of Surgery, 78, 185-193.
19. Mazzucato, M., Kattel, R. (2020). Covid-19 and Public-Sector Capacity, Oxford Review of Economic
Policy, https://doi.org/10.1093/oxrep/graa031. pp. 1-44.
20. Meffert, J, Mohr, N., Richter, G. (2020). How the German Mittelstand is mastering the COVID-19
Crisis. Mckinsey, May 20, 2020 | Article, p.1-9.
97
21. McElroy, C. (2020). German Housing Giant Vonovia Stresses Resilience Amid COVID-19 crisis, S&P
Global Market Intelligence, p.1-8.
22. Nicola, M., Alsafi, Z., Sohrabi, C., Kerwan, A., Al-Jabir, A., Iosifidis, C., Agha, M., Agha, R. (2020).
The Socio-Economic İmplications Of The Coronavirus Pandemic (COVID-19): A review. International
journal of surgery (London, England), 78, https://doi.org/10.1016/j.ijsu.2020.04.018, pp185–193.
23. Retail Detail (2020). https://www.retaildetail.eu/en/news/fashion/adidas-suffers-heavy-net-loss (E.T.
13.12.2020).
24. Robert Koch Institut (2020), “COVID-19: Fallzahlen in Deutschland und Weltweit”, Deutschland
25. Tr.Investing (2020), İşletmelerin “Geçmiş Veriler”, tr.investing.com (E.T.10 Aralık 2020).
26. Xinhua (2020). One in Five German Companies Sees Survival Threatened By COVID-19:IFO,
http://www.xinhuanet.com/english/2020-07/06/c_139192303.htm (E.T.13 Aralık 2020).
27. Ying-Ying Zheng , Yi-Tong Ma , Jin-Ying Zhang and Xiang Xie. (2020). “COVID-19 and the
cardiovascular system”, Nature Reviews I Cardiology, Vol.17, pp. 259-260.
98
Presentation ID/Sunum No= 57
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Pandemı̇nı̇n Kı̇ra Sözleşmelerı̇ Üzerı̇ndekı̇ Etkı̇sı̇nı̇n Aşırı İ̇fa Güçlüğü Bakımından
Değerlendı̇rı̇lmesı̇
1
Doç.Dr. Özcan Günergök1
Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Özet
2019 yılında ilk olarak Çin’in Hubei eyaleti Wuhan kentinde görülen Covid-19 olarak adlandırılan yeni tip korona
virüsünün farklı kıtalara yayılması nedeniyle 11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü Pandemi ilan etmiş ve
akabinde farklı ülkelerde de görülen vakalar üzerine yerel otoriteler salgınla mücadele amacıyla çeşitli önlemler
almıştır. Alınan önlemler kapsamında önceleri tam kapanma olarak görülebilecek sokağa çıkma yasakları uygulanmış,
daha sonra yasaklar sınırlı düzeye çekilmiş, restoran, kafeterya, pastane, kahvehane gibi yeme içme yerleri müşteri
kabulüne kapatılmış, sadece paket servis yapmalarına izin verilmiştir. Bu işyerlerinin kapanması ya da bazılarının
sadece paket servisi şeklinde çalışmaları nedeniyle ciddi anlamda kazanç kayıpları oluşmuş, kira bedellerini ödeyemez
hale gelmişlerdir. Bu da doğal olarak kira sözleşmelerinin tarafları arasında uyuşmazlıklara yol açmıştır. Bir yanda
tarafların uyması gereken sözleme hükümleri, diğer yanda ortaya çıkan yeni koşulların varlığı. Kiracı taraf ortaya
çıkan bu yeni koşullar nedeniyle sözleşmeyi herhangi bir tazminat ödemeksizin sonlandırabilecek midir ya da yeni
koşullar dikkate alınarak kira bedellerinde uyarlama yapılabilecek midir? Gene kira bedelini ödemede temerrüde
düşen kiracının hukuki durumu ne olacaktır. Tüm bu sorulara bu çalışmamızda cevaplar aranacaktır.
Anahtar Kelimeler: Pandemi, Covid-19, kira sözleşmeleri, uyarlama,
Abstract
Due to the spread of the new type of corona virus called Covid-19, which was first seen in Wuhan, China's Hubei
province in 2019, on 11 March 2020, the World Health Organization declared Pandemic on March 11, 2020. Then
local authorities followed various measures to combat the epidemic. Within the scope of the measures taken, curfews
that could be seen as full closure were imposed, then the bans were reduced to a limited level, eating and drinking
places such as restaurants, cafeterias, patisseries and coffee houses were closed to the acceptance of customers, and
only takeaway services were allowed. Due to the closure of these workplaces or some of them working only in the form
of a package service, a serious loss of earnings occurred and they became unable to pay their rent. This naturally led
to disputes between the parties of the lease agreements. On the one hand, the contractual provisions that the parties
must comply with, and on the other hand, the existence of new conditions. Will the tenant party be able to terminate
the contract without paying any compensation due to these new conditions, or will it be possible to make adjustments
in the rental fees, taking into account the new conditions? What will be the legal status of the tenant who defaults on
paying the rental fee again. Answers to all these questions will be sought in this study.
Keywords: Pandemic, Covid-19, lease agreements, adjustment
Giriş
İlk olarak Çin Halk Cumhuriyeti’nde görüldüğü söylenen yeni tip Korona virüsün (Covid-19) diğer
kıtalara da sıçramasıyla Dünya Sağlık Örgütü’nün Pandemi ilan ettiği 11 Mart 2020 günü ülkemizde de ilk
vaka görülmüş ve Sağlık Bakanlığı tarafından resmen duyurulmuştur. Akabinde alınan idari kararlarla bir
dizi önlemler ilan edilmiştir. Okullarda eğitime ara verilmiş, sokağa çıkma yasakları uygulanmış, restoran,
kafeterya, kahvehane gibi yeme içme yerleri ya kapanmış ya da paket servisine indirgenmiş iken, spor
salonları, sinema, tiyatro gibi toplu etkinliklerin yapıldığı yerler bütünüyle kapatılmıştır. Yeniden
99
normalleşme kapsamında belli bir süre sonra bu iş yerlerinin faaliyetine belirli önlemlere uyulması
koşuluyla kısmen izin verilmiştir.
Salgınla mücadele için zorunlu olan bu önlemler toplum yararına atılan doğru adımlar olmakla birlikte,
işyerlerinin faaliyetten men edilmeleri ya da belirli kısıtlarla faaliyetlerine devam etmeleri birçok özel hukuk
uyuşmazlıklarına yol açmıştır. Bu işyerlerinin büyük ölçüde kiralık olduğu gerçeği dikkate alındığında
sorunun ne denli büyük bir çevreyi ilgilendirdiği kendiliğinden anlaşılacaktır.
Salgınla mücadelenin başlamasından itibaren hukukçular yoğun biçimde bu sorunlarla yüzleşmişler ve
değerlendirmelerde bulunarak hukuki durumun ortaya konmasına ve çözümler sunulmasına
çabalamışlardır. Doğal olarak hukukçular arasında da farklı yaklaşımlar ve çözüm yolları benimsenmiş,
farklı görüşler savunulmuştur. Bu görüşlere bakıldığında tartışmaların ana eksenini kusursuz imkânsızlık
ve aşırı ifa güçlüğünün oluşturduğu, kiralananın ayıbı ve borçlunun temerrüdü kapsamında çözüm arandığı
da görülmektedir. Bu çalışmamızda pandeminin çatılı işyeri kira sözleşmeleri üzerindeki etkileri aşırı ifa
güçlüğü ile sınırlı olarak incelenecektir.
Aşırı İfa Güçlüğü
Genel Olarak
Karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklamalarıyla kurulan sözleşmeler tarafların iradelerini yansıtırlar.
Özel hukukta taraf iradeleri ilke olarak borç ilişkisinin kapsamını belirler ve sözleşmenin her iki yanını da
bağlar. Taraflar arasındaki sözleşme, içeriği kanunun emredici hükümlerine, genel ahlak kurallarına, kamu
düzeni ve kişilik haklarına aykırı ve konusu imkânsız olmadığı sürece geçerlidir. Belirtilen bu hususlara
aykırı olan sözleşmeler kesin hükümsüzdür (TBK.m.27). Kesin hükümsüzlüğe yol açan bir sebep
bulunmadığı sürece sözleşmeye bağlılık asıldır (pacta sund servanda). Sözleşmenin kurulduğu sırada var
olan koşullar değişse dahi, sözleşmenin yanları sözleşmenin hükümlerinin uygulanmasını isteyebilirler.
Ancak herhâlde sözleşmenin içeriğinin mevcut haliyle uygulanmasını istemek bazı durumlarda adaletsiz
sonuçlara yol açabilir. Koşulların olağanüstü değişmesi durumunda aşırı ifa güçlüğü gündeme gelmektedir.
818 sayılı Borçlar Kanunu döneminde BK.m.365 (TBK.m.480) bu durumu eser sözleşmesinde götürü
ücrete ilişkin özel olarak düzenlemekteydi. Bu hükümden kıyasen yararlanılarak sözleşmenin uyarlanması
ya da sona erdirilmesi yoluna gidilmekteydi. Buna karşın 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu aşırı ifa
güçlüğünü genel hükümler kısmında ayrı bir madde olarak düzenlemiştir (TBK.m.138).
TBK.m.138 hükmü aşırı ifa güçlüğünün hangi hallerde söz konusu olacağına dair koşulları ortaya
koymuş ve buna bağlanan sonucun öncelikle sözleşmenin uyarlanması olduğunu, uyarlamanın mümkün
olmaması durumunda ise sözleşmenin sonlandırılabilmesi esasını benimsemiştir.
Aşağıda TBK.m.138 hükmünün uygulanması koşullarına ve aşırı ifa güçlüğüne bağlanan hukuki
sonuçlara ana hatlarıyla yer verilecek ve çatılı işyeri kira sözleşmeleri bakımından değerlendirmeler
yapılacaktır.
TBK.m.138 Hükmünün Uygulanma Koşulları
Genel Olarak
TBK.m.138 hükmüne göre, “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de
beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin
yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek
derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde
güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara
uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli
sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.
Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır”. Buna göre, hükmün uygulanma koşulları
aşağıdaki gibidir:
Olağanüstü Durumun Varlığı
Her şeyden önce taraflar arasındaki sözleşmenin kurulmasından sonra bir olağanüstü durum ortaya
çıkmış olmalıdır. Hangi hallerin olağanüstü durumun olarak görüleceği konusunda kanunda herhangi bir
açıklamaya ver verilmemiştir.
100
Taraflar arasındaki sözleşme belli bir edim dengesine sahiptir. Anlaşmayla kurulan edim dengesini
etkileyebilecek, rutin olarak görülemeyecek olan herhangi bir olay olağanüstü olay olarak kabul edilmelidir.
Savaş, iç karışıklık, genel ekonomik kriz, yüksek oranda devalüasyon, döviz kurlarında anormal ani
yükselişler, idari kararlar, salgın hastalıklar vb. durumlar olağanüstü durum olarak nitelendirilebilir. Sayılan
tüm bu durumlar örnek kabilinden olup, olağanüstü durum bunlarla sınırlı değildir (Oğuzman ve Öz (2018):
200; Günergök ve Kayıhan (2020): 165).
Yeni tip korona virüsün ölümlere yol açacak düzeyde ağır etkileri ve bu kapsamda hükümetlerin
kapanma yönünde kararlarının TBK.m.138 anlamında olağanüstü durum olduğunda kuşku yoktur.
Olağanüstü Durumun Öngörülememesi
Aşırı ifa güçlüğünden bahsedilebilmesi için olağanüstü durum sözleşmenin kurulduğu sırada taraflarca
öngörülmemiş olmalı ve öngörülmesi de beklenememelidir.
Tarafların sözleşmenin kurulmasından sonra olağanüstü durumun ortaya çıkabileceğini öngörmeleri
kural olarak madde hükmünün uygulanmasına engel değildir. Edimler arasındaki dengenin kurulduğu an
olan sözleşmenin kurulduğu anda bunun taraflarca öngörülmemiş olması gerekli ve yeterlidir (Günergök ve
Kayıhan (2020): 165).
En son 1915 yılında ortaya çıkan ve İspanyol Gribi olarak adlandırılmakla birlikte asıl olarak Amerika
Birleşik Devletlerinden yayılan pandemiden sonra, yakın geçmişte kuş gribi, domuz gribi, Ebola, Sars, Mers
gibi bazı virüslerin yayıldığı görülmüştür. Ancak Covid-19 sadece belirli bölgelerde değil, tüm kıtalarda
görülen bir virüs olup, Dünya Sağlık Örgütü’nce bu virüs nedeniyle Pandemi ilan edilmiştir. Yüz yılda bir
görülen pandeminin taraflarca öngörülmesi elbette beklenemez.
Borçlunun Kusurunun Bulunmaması
TBK.m.138 hükmündeki imkânlardan yararlanılabilmesi için olağanüstü durumun ortaya çıkmasında
borçluya yüklenebilecek bir kusur bulunmamalıdır. TBK.m.138 hükmü bu olağanüstü durumun borçludan
kaynaklanmayan sebeplerle ortaya çıkması gerektiğini ifade etmiş, borçlunun sebep olduğu bir durumun
bulunmaması gerektiğini ortaya koymuştur.
Aşırı ifa güçlüğüne yol açan olağanüstü durum borçludan kaynaklanmasa dahi, kendi kusuru sebebiyle
olağanüstü duruma yakalanan borçlu TBK.m.138 hükmünün sunduğu imkânlardan yararlanamaz. Örnek
olarak kusurlu olarak temerrüde düşen borçlu daha sonra döviz kurlarındaki ani olağanüstü yükseliş
sebebiyle sözleşmenin uyarlanmasını isteyemez. Çünkü o, sözleşme ile üstlendiği borcu vaktinde ifa etmiş
olsa idi olağanüstü durumdan etkilenmeyecekti. Böylesi durumlarda borçlu, ancak temerrüde düşmekte
kusuru olmadığını ispat edebildiği takdirde TBK.m.138 hükmüne dayalı hakları kullanabilir (Oğuzman ve
Öz (2018): 200).
Covid-19 pandemisinin Çin Halk Cumhuriyeti’nden tüm dünyaya yayıldığı bilinen bir olgudur. Bu
olağanüstü durumun ortaya çıkmasında sözleşmenin taraflarının kusuru olmadığı aşikârdır.
Sözleşmenin Yapıldığı Sırada Mevcut Olguların Dürüstlük Kuralına Aykırı Düşecek Şekilde
Borçlunun Aleyhine Değişmiş Olması
Taraflarca öngörülemeyen, öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü durum sözleşmenin yapıldığı
sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesi dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede
borçlunun aleyhine değiştirmelidir. Buna göre, TBK.m.138 hükmünün sunduğu imkânlardan
yararlanabilmek için herhangi bir değişiklik değil, borçludan ifanın istenmesinin dürüstlük kurallarına aykırı
düşecek derecede bir değişiklik gerçekleşmiş olmalıdır. Durum ve koşullardaki değişikliğin kanunun aradığı
düzeyde ağır olup olmadığı her defasında somut olayın tüm koşulları dikkate alınarask değerlendirilmelidir
(Günergök ve Kayıhan (2020): 165).
İfanın borçludan istenmesinin dürüstlük kurallarına göre beklenemeyecek derecede değişikliğe yol
açmış olması gerekli ve yeterlidir. TBK.m.138 hükmündeki imkânlardan yararlanmak için işlem temelinin
çökmesi madde şart değildir. İşlem temeli çökmemiş olsa da aşırı ifa güçlüğüne düşülmüş olması gerekli ve
yeterlidir (Eren (2019): 508).
Pandemiyle mücadele kapsamında kapanan işyerlerinde kiracının kiralanandan hiçbir şekilde
yararlanamaması söz konusu iken, belirli kısıtlarla çalışılmasına müsaade edilen işyerlerinde ise kiracının
kiralanandan yararlanması sınırlı düzeyde kalmaktadır. Hal böyle olmakla sanki koşullarda hiçbir değişiklik
olmamışçasına kira bedelinin tamamının kiracıdan talep edilmesinin dürüstlük kuralı ile bağdaşacağı
101
söylenemez. Sözleşmenin kurulması sırasında var olan olgular kiracı aleyhine değişmiş olup, yeni olguların
dikkate alınmaması dürüstlük kurallarına aykırı görülmelidir.
Borcun Henüz İfa Edilmemiş ya da Yasal Haklar Saklı Tutularak İfa Edilmiş Olması
TBK.m.138 hükmü gereği borçlu borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden
doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olmalıdır. Borçlu borcunu ifa etmiş ise, kural olarak o artık ifa ettiği
kısma ilişkin olarak aşırı ifa güçlüğü nedeniyle sözleşmeye müdahale edilmesini isteyemez. Bu halde
borçlunun yaptığı ifa geçerli bir ifadır ve geri istenmesi mümkün değildir. Bununla birlikte borçlu ifada
bulunurken ifanın aşırı derecede güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutmuş ise, gene TBK.m.138
hükmüne dayanabilecektir. Örneğin, “döviz kurlarında gerçekleşen olağanüstü artıştan dolayı uyarlama
hakkım saklı kalmak kaydıyla” çekincesiyle borcunu ödeyen borçlu daha sonra yasal haklarını kullanabilir
(Günergök ve Kayıhan (2020): 165).
Aşırı İfa Güçlüğüne Bağlanan Sonuçlar
Genel Olarak
TBK.m.138 hükmüne göre, aşırı ifa güçlüğünün koşullarının gerçekleşmesi halinde sözleşmenin yeni
koşullara uyarlanması istenebilecektir. Sözleşmenin uyarlanması aşırı ifa güçlüğünün asli sonucudur.
Uyarlama mümkün olduğu sürece, sözleşmenin sonlandırılması yoluna gidilemez.
Uyarlama
Aşırı ifa güçlüğü olan durumlarda sözleşmenin taraflarına sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını
isteme hakkı tanınmıştır. TBK.m.138 hükmünün sözünden uyarlamanın dava yoluyla isteneceği sonucuna
varılmakla birlikte, tarafların uzlaşarak sözleşmeyi yeni koşullara uyarlamasında hukuken bir engel
bulunmamaktadır. Taraflar arasında bir anlaşma gerçekleşmeksizin sözleşmenin yanlarından birinin
sözleşmeyi uyarladığını belirterek, bundan böyle sözleşmenin kendi uyarladığı koşullarla uygulanacağını
dayatması mümkün değildir. Bundan dolayı tarafların uyarlama konusunda uzlaşamadığı hallerde
uyarlamanın dava yolu ile istenmesi kaçınılmazdır.
Sözleşmede uyarlama koşullarına yer verilmiş olması durumunda, sözleşmedeki ölçütler dikkate
alınmalıdır. Sözleşmedeki hükümlerle hangi hallerin olağanüstü durum sayılacağı veya sayılmayacağı
düzenlenebileceği gibi, olağanüstü durumun varlığı halinde uyarlamanın ne şekilde gerçekleşeceği de ifade
edilmiş olabilir (Hochstrasser (2020): 41).
Hâkim uyarlama yaparken sözleşmenin taraflarının varsayımlı (farazi) iradelerini araştırmalı,
uyarlamayı buna göre gerçekleştirmelidir (Eren (2019): 508). Konumu gereği tarafsız olması gereken hâkim
sözleşmeyi uyarlarken her iki yanın da çıkarlarını dikkate almalı, uyarlanması istenen sözleşmenin amaç ve
anlamına en uygun düşen uyarlama şeklini seçmelidir (Eren (2019): 508).
Aşırı ifa güçlüğü sebebiyle bozulan sözleşmenin kurulduğu sıradaki edim dengesi sözleşmenin yeni
koşullara uyarlanmasıyla yeniden kurulur. Uyarlama farklı yollarla gerçekleşebilir. Bu dengenin yeniden
nasıl sağlanacağı somut olayın özelliklerine göre değişebilir. Bazı durumlarda borçlunun üstlendiği edimin
azaltılmasıyla uyarlama mümkün iken, bazı hallerde ise karşı edimin artırılması gerekebilir. Borçlunun
teslim edeceği mal miktarının azaltılması ilk duruma örnek gösterilebilir iken, teslim edilecek malın
bedelinin artırılması da ikinci durumu karşılamaktadır. Ayrıca sözleşmenin süresinin uzatılması,
sözleşmede yer alan bazı hükümlerin değiştirilmesi yoluyla da uyarlamanın gerçekleştirilmesi mümkündür
(Eren (2019): 508).
Sözleşmenin Sonlandırılması
Hâkimin kararıyla gerçekleşecek uyarlama modeli taraflar arasındaki sözleşmenin kurulması anında
mevcut olan dengeyi tekrar kurmayı amaçlar. Şayet hâkimin getirdiği çözüm tarzı bu dengeyi yeniden
kuramıyor, yalnızca borçlunun durumunu bir miktar düzeltiyor ise sözleşmenin gerçek anlamda
uyarlandığından bahsedilemez. Tarafların sözleşmeyle üstlendikleri edim dengesi artık hiçbir şekilde
kurulamıyorsa sözleşmenin sonlandırılması yoluna gidilmelidir (Günergök ve Kayıhan (2020): 165).
Sözleşmenin sonlandırılması ani ifalı edimler içeren sözleşmede sözleşmeden dönme, sürekli ifalı
edimler içeren borç ilişkilerinde ise fesih yoluyla gerçekleştirilir. Bir satış sözleşmesinde aşırı ifa güçlüğü
durumunda uyarlamanın mümkün olmaması nedeniyle dönme hakkı kullanılabilecek ve sözleşme geçmişe
etkili olarak baştan itibaren ortadan kalkacaktır. Buna karşın kira sözleşmesi gibi bir sürekli borç ilişkisinde
geçmişe etkili sona erme işin doğasına aykırıdır. Dönme halinde geçmişte ifa edilmiş edimlerin aynen ya
da parasal karşılık olarak geri verilmesi gerekecektir ki, bu taraf iradeleriyle de ticaretin gerekleriyle de
bağdaşmaz. Bu nedenle sürekli edimli borç ilişkilerinde sona erme ileriye etkili fesih şeklinde gerçekleşir.
102
Dönme hakkının mahkeme dışı kullanılması mümkündür. Sözleşmenin tarafının yapacağı tek yanlı
bildirim ile sözleşme sona erdirilebilecektir. Ancak dönme hakkının kullanılabilmesi sözleşmenin
uyarlanamamasına bağlıdır. Bundan dolayı sözleşmeyi mahkeme dışı sonlandırmak isteyen tarafın
uyarlamanın mümkün olup olmadığını değerlendirirken hassas davranması gerekir. Burada düşülecek bir
yanılgı, dönmenin haksız olması sonucunu doğurur. Bundan dolayı uyarlamanın mümkün olmadığını
düşünen ve dönme hakkını tercih eden tarafın temkinli davranarak bu hakkını dava yoluyla kullanmasında
yarar vardır (Oğuzman ve Öz (2018): 201). Aksi durumda dava dışı tek yanlı irade açıklamasıyla
sözleşmeden dönen taraf, dönmenin haksız olarak görülmesi riskini üstlenmiş olacaktır.
Covid-19 Pandemisi
Değerlendirilmesi
Bağlamında
Kira
Sözleşmelerinin
Aşırı
İfa
Güçlüğü
Bakımından
Genel Değerlendirme
Covid-19 pandemisi nedeniyle sinema, tiyatro, spor ve konser salonları gibi bazı işyerleri bütünüyle
kapanıp, yeni normaller kapsamında kademeli olarak belirli kısıtlarla faaliyete izin verilirken, sportif
müsabakaların oynandığı stadyumlar ve kapalı spor salonlarının yeni normalde dahi izleyici kabulüne
müsaade edilmemiştir. İlk başlarda restoranların müşteri kabulü yasaklanmış, paket servisi ve gel al tarzına
dönülmüştür. Bir süre sonra yeni normal kapsamında belirli sınırlamalarla bunların müşteri kabulüne izin
verilmiş, 2020 sonlarına doğru tekrar paket servisi ve gel al tarzına dönülmüştür. 2021 Ocak ayı ortalarında
tekrar restoranların sınırlı müşteri kabulüne izin verilmiş, Şubat sonu gibi gene müşteri kabulü yasaklanarak
paket servisi ve gel al tarzına dönülmüştür. Buradaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere, Pandemiyle
mücadele kapsamında alınan önlemler zamana ve koşullara göre farklılaşmakta, kiracının kiralanandan
yararlanma imkânı durumdan duruma değişmektedir. Gene sulu yemek sunan lokantaların paket servisi
yapmaları ya da gel al tarzına dönmeleri pek de beklenen düzeyde olmamakta, bu sistem özellikle fast food
olarak bilinen ayaküstü yemek açısından büyük ölçüde beklentiyi karşılamaktadır. Gene akşam müşteri
kabul eden restoranlar açısından bakıldığında sınırlı sayıda müşteri kabulüne izin verilen hallerde dahi, gece
sokağa çıkma yasakları bulunması nedeniyle bu restoranlar açısından alınan önlemler tam kapanmaya eş
değer olmaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir ki Pandemi tüm sektörleri aynı şekilde etkilememiştir. Virüsten
korunmak amacıyla teknolojinin imkânlarından da yararlanılmış, bazı sektörler olumsuz yönde etkilenmek
şöyle dursun bu süreçte büyüme kaydetmişlerdir. Sanal gıda marketleri, sanal dükkânlar içeren teknolojik
ürün satış portalları, bunun doğal sonucu olarak kargo ve lojistik firmaları bu dönemde daha önceki
dönemlerden daha fazla ciro yapmışlardır.
Tüm bu anlatılanlardan anlaşılacağı üzere, işyeri kira bedellerinin mutlaka uyarlanacağı sonucuna
varılamayacağı gibi, uyarlama çözümü her bir işyeri için farklılıklar da içerebilecektir (aynı yönde bkz.
Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 4. H.D., 28.09.2020 T., 2020/1103 E.- 2020/1008 K. s.lı ilamı:
https://www.lexpera.com.tr/ictihat/bolge-adliye-mahkemesi/bursa-bam4-hd-e-2020-1103-k-2020-1008-t28-9-2020 E.T.: 03.04.2021).
Pandemi tarafların sözleşmenin kurulması sırasında öngöremeyecekleri ve öngörmelerinin de
beklenemeyeceği olağanüstü bir durumdur ve bu durumun ortaya çıkmasında sözleşmenin taraflarının bir
kusuru da bulunmamaktadır. Gene pandeminin olumsuz etkisiyle sözleşmenin kurulması anında mevcut
olan dengenin kiracı aleyhine, ona katlanması dürüstlük kurallarına göre kendisinden beklenemeyecek
biçimde değişmiş olması gerekir. Pandemiden önceki müşteri sayısıyla Pandemi sonrası müşteri sayısı
arasında ciddi fark bulunan işletmelerde bu dengenin bozulduğu söylenebilecektir. Pandemi döneminde iş
hacmini artıran sektörler bakımından edimler dengesinin kiracı aleyhine bozulmadığı aşikârdır. Özellikle
ayaküstü yemek sektörü bakımından bu dengenin dürüstlük kurallarına göre beklenemeyecek ölçüde
bozulduğu kolaylıkla söylenemeyecektir. Burada Pandemi sonrası tolere edilebilir ölçüde ciro kaybı normal
olarak görülmeli, bu değerlendirme yapılırken hassas davranılmalıdır.
Uyarlamanın Nasıl Gerçekleştirileceği
Uyarlama yapılması gerektiği sonucuna varıldığında sözleşmenin kurulduğu sırada mevcut olan edim
dengesinin yeniden nasıl kurulacağı koşulların değişmesi ve sürecin dinamik olması nedeniyle güçlükler
arz edecektir.
Kiracının kira bedelinin uyarlanmasını talep ettiği hallerde, kanaatimce kalıcı biçimde bedelde indirime
gidilmesi mümkün değildir. Hal böyle olmakla birlikte pandeminin etkilerinin ne zaman sona ereceği, eski
koşulların ne zaman tekrar geri geleceği belirsizdir. Bu belirsizlik sebebiyle uyarlamanın Pandemi
dönemiyle sınırlı olarak talep edilmesi gerekir. Pandeminin ne zaman sona ereceği şu an için belirsiz
olduğundan ve dönem dönem açılmalar ve kapanmalar yaşandığından dolayı Pandemi süreci boyunca
103
uygulanacak tek bir kira bedeli uyarlamasının da ideal olmayacağı aşikârdır. Öte yandan kiracının koşullar
her değişkenlik gösterdiğinde yeni bir dava açması hem usul ekonomisine aykırı olacak, hem de
mahkemeleri ciddi bir iş yüküne maruz bırakacaktır. Davaların belirli bir süreç gerektirmesi ve geliştirilen
aşılarla pandeminin sona ermesi umudunun arttığı göz önüne alındığında, uyarlama davalarında dönem
dönem gözden geçirilecek ihtiyati tedbir kararları verilerek soruna çözüm bulunabilecektir.
HMK.m.389, f. 1 hükmüne göre, “Mevcut durumda meydana gelebilecek bir değişme nedeniyle hakkın
elde edilmesinin önemli ölçüde zorlaşacağından ya da tamamen imkânsız hâle geleceğinden veya gecikme
sebebiyle bir sakıncanın yahut ciddi bir zararın doğacağından endişe edilmesi hâllerinde, uyuşmazlık
konusu hakkında ihtiyati tedbir kararı verilebilir”. HMK.m.396, f. 1 hükmüne göre, “Durum ve koşulların
değiştiği sabit olursa, talep üzerine ihtiyati tedbirin değiştirilmesine veya kaldırılmasına teminat
aranmaksızın karar verilebilir”.
Uyuşmazlığın esasını çözecek şekilde ihtiyati tedbir kararı verilemeyeceği genel kabul görse de,
Pandemi sürecinde kira bedellerine ilişkin uyarlama kapsamında ihtiyati tedbir kararı verilmemesi
işletmelerin kapanmasına yol açabilecektir. Böylesi durumlarda da uyarlama davasının anlamı
kalmayacaktır. Şöyle ki, ihtiyati tedbir kararı verilerek kira bedelinde indirim yapılmadığı takdirde kiracı
sözleşmede belirlenmiş olan kira bedelini ödemek zorunda kalacak, işletmenin faaliyette bulunamaması ya
da kısıtlı faaliyette bulunması nedeniyle kira bedelini ödeyemeyecek olmasından dolayı temerrüt nedeniyle
ya da iki haklı ihtar ile kiralananın tahliyesi sağlanabilecektir. Her ne kadar 7220 sayılı Kanun geçici ikinci
maddesiyle 01.03.2020-30.06.2020 tarihleri arasında işleyecek işyeri kira bedellerinin ödenmemesinin fesih
ve tahliye sebebi oluşturmayacağı yönünde kiracıyı koruyacak düzenleme yapılmış ise de, günümüz
itibariyle böylesi bir koruma bulunmamaktadır. Ayrıca böylesi bir koruma getirilse dahi işyerlerinin tek
gider kalemi kira bedeli değildir. Çalışanların ücretleri, sosyal güvenlik primleri, vergi, faaliyetin
yürütülebilmesi için gerekli malzemenin satın alınması vs. birçok gider bulunmaktadır ve kira bedelinin
Pandemi sürecinde aynı kalması halinde kapanma riski bertaraf edilmiş olmayacaktır. Bundan dolayı
açılacak uyarlama davasında ihtiyati tedbir kararının verilebileceği kanaatindeyim.
Bu dönemde mahkemelerce verilen karara bakılacak olursa;
Antalya BAM 6. H.D. davanın ve uyuşmazlığın esasını çözer tarzda tedbir kararı verilemeyeceği
gerekçesiyle, ihtiyati tedbir kararının reddine hükmeden ilk derece mahkemesinin kararını yerinde görerek
istinaf başvurusunu oy çokluğuyla reddetmiştir. Mahkeme başkanı karar muhalefetini oldukça detaylı
biçimde gerekçelendirmiştir (Antalya BAM. 6. H.D., 27.11.2020 T., 2020/1435 E-2020/953 K. s.lı ilamı İçtihat Bülteni Programı). Antalya BAM. 6. H.D. kararında Yargıtay’ın bu yöndeki uygulamalarına işaret
edilmiştir (Yarg. 13. H.D., 01.06.2012 T., 2012/12474 E.-2012/14232 K.; Yarg. 6. H.D., 26.11.2012 T.,
2012/9519 E.-2012/15466 K.; 10.12.2012 T., 2012/17116 E.-2012/16273 K.; 13.11.2013 T., 2013/14106
E.-2013/15221 K. s.lı ilamları).
Bursa’da bir restoranın 23.000 TL olan aylık kira bedelinin Pandemi süreciyle sınırlı olarak 11.500
TL’ye uyarlanması için açılan davada Bursa 9. Sulh Hukuk Mahkemesi ihtiyati tedbir talebini reddetmiş,
bunun üzerine ret karanına Bursa Bölge Adliye Mahkemesi nezdinde itiraz edilmiştir. Bursa BAM 4. H.D.
işletmelerin kapanma riskine işaret ederek, ihtiyati tedbir talebinin reddine ilişkin kararı kaldırmış ve talebin
kabulüyle aylık kira bedelinin tedbiren 11.500 TL üzerinden ödenmesine hükmetmiştir (Bursa BAM4. H.D.,
28.09.2020 T., 2020/1103 E.- 2020/1008 K. s.lı ilamı: https://www.lexpera.com.tr/ictihat/bolge-adliyemahkemesi/bursa-bam4-hd-e-2020-1103-k-2020-1008-t-28-9-2020 E.T.: 03.04.2021 - Ayrıca bkz. İçtihat
Bülteni Programı).
Bursa BAM 4. H.D. yerinde bir kararla, mahkemece uyarlama talep eden kiracının yürüttüğü işin
niteliği ve tüm koşullar ile dava dosyasına sunulu delillerin dikkate alınarak kiranın belirlenecek bir miktar
üzerinden ödenmesine yönelik ihtiyati tedbir kararı verilmesi gerektiğine hükmetmiştir. Bununla birlikte
istinaf mahkemesi tedbir kararının mahkemece veya tarafların talebiyle gözden geçirilerek durum ve
koşulların değişmesi halinde kaldırılmasına ya da yeniden belirlenecek miktar üzerinden devam edilmesi
gerektiğine de karar vermiştir. Bursa BAM 4. H.D. Pandemi süresince işyerlerinin etkilenme sürecinin
aylara göre değişebileceği ve bu etkilerin kadar süreyle etkili olacağının belirsiz olması nedeniyle altı ayda
bir tedbir kararının gözden geçirilmesinin gerekli olduğu sonucuna varmıştır. BAM 4. H.D. somut olayda
davacının işyerinin paket servisi yöntemi ile faaliyetine devam ettiğini, ancak bu süreçte alınan idari
tedbirlerin davacının iş hacminde belirli etkilerinin olabileceğini dikkate alarak tedbir kararının verilmesi
gerektiğine hükmetmiştir.
104
İzmir BAM 6.H.D. de aynı doğrultuda karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde kira bedelinin
uyarlanması davalarında ihtiyati tedbir kararının verilmesine yasal engel bulunmadığını, davacının delilleri
toplanarak, davacı kiracının devletten kira desteği alıp almadığının belirlenerek, gerektiği takdirde
muhasebeci bilirkişiden rapor alınarak dava tarihi itibariyle düzenleyici ihtiyati tedbir kararı verilebileceğini
ifade etmiştir (İzmir BAM. 6.H.D., 12.02.2021 T., 2021/21 E.-2021/237 K. s.lı ilamı – İçtihat Bülteni
Programı).
Bursa BAM 4. H.D. ve İzmir BAM 6. H.D.’nin kararları davanın ve taraflar arasındaki uyuşmazlığın
esasını çözecek tarzda ihtiyati tedbir kararı verilememesi yönünden tartışılabilecek olsa da, gerek kiracının
korunması, gerek ekonomik faaliyetin devamı bakımından doğru kararlardır. Davanın ve uyuşmazlığın
esasını çözecek tarzda tedbir kararı verilemeyeceğine dair bir yasal düzenleme bulunmamaktadır.
HMK.m.391 hükmünün gerekçesinde bu ifadeye yer verilmiş olması yorumda dikkate alınabilmekle
birlikte, gerekçede yer alan bu ifadenin bağlayıcı olduğundan bahsedilemez. Davanın ve uyuşmazlığın
esasını çözecek tarzda ihtiyati tedbir kararı verilemeyeceği hususu tartışmalıdır (Bkz. Karamercan, s. 85,
86; Ayrıca bkz. https://www.facebook.com/karamercanhukuk/posts/249396241866825/ E.T.: 04.04.2021).
Kaldı ki Tasarının 395 inci maddesinin birinci fıkrasında geçen "asıl uyuşmazlığı çözecek nitelikte olmamak
şartıyla” ibaresi yasalaşma sürecinde madde metninden çıkarılmıştır, Bu nedenle salgının etkilerinin ağır ve
değişkenlik gösteriyor olması nedeniyle ihtiyati tedbir kararları ile etkilerin kiracılar lehine hafifletilmesi
mümkündür.
İşin esasına gelince; mahkemelerin somut olayın tüm özelliklerini dikkate alması ve bozulan edim
dengesinin tekrar sağlanması gerekir ki, kanaatimce burada keşif ve bilirkişi incelemesi yoluna gidilmelidir.
Bu kapsamda kiracının ticari defter ve kayıtları incelenerek salgın öncesi ortalama aylık kazancı
belirlenmeli, bulunan bu rakam –ciroyu etkileyebilecek sezona dayalı etkenler de dikkate alınarak- salgın
sonrası aylık ortalama kazançla kıyaslanarak kira bedelinde orantılı bir indirime gidilmelidir.
Mahkemenin Pandeminin sona ermesi durumunda yukarıda belirtilen yöntemle uyarlama kararı
vermesi mümkün iken, salgın devam ederken mahkemeler sadece ihtiyati tedbir kararı verip salgının sona
ermesini mi beklemelidir? Bu yola başvurulması durumunda da görülmekte olan davalar birikecek ve
tasfiyesinde sorunlar yaşanacak boyuta ulaşabilecektir. Böylesi bir durumdan kaçınmak için mahkemeler
salgın sürerken esasa ilişkin karar vermek istediklerinde ne yapmalıdırlar?
Kanaatimce TBK.m.114, f. 2 ve TBK.m.75 hükümlerinden yararlanılarak bir çözüm bulunması
mümkündür. TBK.m.114, f. 2 hükmüne göre, haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler kıyas yoluyla
sözleşmeye aykırılık hallerine de uygulanır. TBK.m.75 hükmü ise, bedensel zararın kapsamının, karar
verme sırasında tam olarak belirlenemediği hallerde hâkimin kararın kesinleşmesinden başlayarak iki yıl
içinde, tazminat hükmünü değiştirme yetkisini saklı tutabileceğini düzenlemektedir.
TBK.m.75 hükmü bedensel zarara ilişkin olsa da buradaki temel düşünce zararın kapsamının
belirlenemediği hallerde, daha adil bir sonuca varmak için kararın tekrar gözden geçirilerek hükmün
değiştirilmesinin sağlanmasıdır.
TBK.m.75 hükmünün altındaki yatan adaleti sağlama düşüncesi salgın sürecindeki değişkenlikler
nedeniyle kesin bir hesaplama yapılamaması olgusu açısından da geçerlidir. Her ne kadar burada
sözleşmeye aykırılık nedeniyle gerçekleşen bir zarardan bahsedilemese de, önüne gelen davaya bakmak
zorunda olan ve adil bir karar vermesi beklenen hâkimin TBK.m.75 hükmünden kıyas yoluyla yararlanarak
kararını gözden geçirme hakkını saklı tutması daha adil kararların ortaya çıkmasına katkı sağlayacaktır.
Sözleşmenin Sonlandırılması
Sözleşmenin uyarlanması imkânı bulunmayan durumlarda sözleşme sonlandırılabilecektir. Kira
sözleşmelerinde kiracının borcu kira bedelini ödeme borcudur. Kiracının kira bedelini ödeme borcunun
uyarlanmasının imkânsız olmayacağı kanaatindeyim. Uyarlamanın güçlükler içermesi onun imkânsız
olduğu anlamına gelmemektedir.
Kiracı bakımından aşırı ifa güçlüğü sebebiyle TBK.m.138 kapsamında sözleşmenin feshi söz konusu
olmasa da, TBK.m.331 kapsamında olağanüstü fesih imkânı düşünülmelidir. Ancak kiraya veren açısından
pandeminin bir olağanüstü fesih sebebi olarak görülemeyeceği kanaatindeyim. TBK.m.331 hükmünün
TBK.m.138’in özel bir hali olduğu öğretide ifade edilmektedir (Baysal (2017): 415 ). TBK.m.331 hükmüne
dayalı olarak kiracı tarafından sözleşmenin sonlandırılması durumunda feshin parasal sonuçlarını hâkim
takdir edecektir.
105
Pandemi nedeniyle kapanan işyerlerinde hiçbir şekilde faaliyet yapılamaması durumunda amacın boşa
çıkmasından da bahsedilebilir. Amacın boşa çıktığı bu durumda gerçekleşen rizikonun taraflar arasında nasıl
paylaştırılacağı sorunu ortaya çıkar. Sözleşmede buna dair hüküm bulunmaması durumunda sözleşme
boşluğu bulunduğu kabul edilmelidir. Bu durumda TMK.m.1 uyarınca hâkim öncelikle örf ve âdete, örf ve
âdette hüküm bulamadığı takdirde hukuk yaratma yoluna gidecektir (Canpolat (2012): 273 vd.). Burada da
amacı boşa çıkan tarafın uyarlama ya da sözleşmenin sonlandırılmasını hâkimden isteyebileceği ifade edilir
(Toprakkaya
Babalık,
https://blog.lexpera.com.tr/korona-virus-salgininin-kira-sozlesmelerine-etkisigecici-ifa-imkansizligi-ifa-guclugu-ve-uyarlama-2/ E.T.: 05.04.2021).
Sonuç
Covid-19 pandemisinden olumsuz etkilenen çatılı işyeri kira sözleşmelerinde kiracı bakımından aşırı
ifa güçlüğü bulunduğunda kuşku yoktur. Tüm dünyada etkili olan Pandemi sözleşmenin kurulması sırasında
taraflarca öngörülemeyen, öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum olup, kiracının kusuruna
dayanmamaktadır. Pandemiyle mücadele kapsamında alınan önlemlerden dolayı kiracının kiralanan
işyerinden yararlanamaması ya da sınırlı şekilde yararlanması sözleşmenin kurulduğu sırada var olan
edimler arasındaki dengeyi borçludan ifayı istemenin dürüstlük kurallarına aykırı olacak şekilde
değiştirmesi halinde kiracı aşırı ifa güçlüğünden doğan hakları kullanabilir. Bu kapsamda kiracı henüz ifa
etmediği ya da yasal haklarını saklı tutarak ifa ettiği kira bedelinin uyarlanmasını mahkemeden isteyebilir.
Kiracı aşırı ifa güçlüğü sebebiyle TBK.m.138 hükmüne dayalı olarak sözleşmeyi feshedemez. Çünkü
TBK.m.138 hükmü uyarlamaya öncelik tanımaktadır. Kira bedeli para borcu olup uyarlanabilecek bir
borçtur. Bu nedenle uyarlamanın imkânsız olduğu söylenemeyecek ve kiracının TBK.m.138 hükmüne
dayalı olarak sözleşmeyi sona erdirme hakkı bulunmayacaktır. Ancak bu durumda kiracının TBK.m.331
kapsamında olağanüstü fesih imkânına sahip olduğu söylenebilecektir. TBK.m.331 hükmüne dayalı olarak
kiracı tarafından sözleşmenin sonlandırılması durumunda feshin parasal sonuçlarını hâkim takdir edecektir.
Kiracı uyarlama talep etmediği takdirde sözleşme hükümleri ile bağlı olup, ifada bulunmaması halinde
borçlunun temerrüdü hükümleri devreye girecektir. Kanun ile ayrıca bir kısıtlama getirilmediği sürece
kiraya veren temerrüt ya da iki haklı ihtar nedeniyle tahliyeyi isteyebilecektir.
Kira bedelinin uyarlanması Pandemi dönemi ile sınırlı olmalıdır. Gene Pandemi sebebiyle uyarlama
yapılırken alınan önlemlere göre koşullardaki değişkenlikler göz ardı edilmemelidir. Uyarlama davasının
belirli bir süre gerektirdiği göz önünde bulundurulduğunda kiracının ihtiyati tedbir talebi kabul edilmelidir.
Davanın ve uyuşmazlığın esasını çözecek tarzda ihtiyati tedbir kararı verilmemesi gerektiği HMK.m.391’in
gerekçesinde yer alsa da, HMK.m.395’in Tasarıdaki metninden bu ifadenin çıkarılmış olduğu da dikkate
alındığında yasal olarak geçici düzenleme kapsamında tedbir kararı verilebilmelidir. Bursa BAM. 4. H.D.
ve İzmir BAM. 6. H.D.’nin kiracı lehine verdiği kararlar isabetli olup, Antalya BAM. 6. H.D.’nin tedbir
talebinin reddi kararı bu denli önemli toplumsal ve ekonomik soruna çözüm getirmemektedir.
Kira bedelinin uyarlanması davasında genel bir uyarlama ölçütü getirmek olası değildir. Somut olay
özelinde değerlendirme yapılmalı, Pandemi öncesi ve sonraki cirolar ve alınan destekler dikkate alınarak
bilirkişi incelemesi yapılarak Pandemi dönemiyle sınırlı, orantılı bir indirim yapılmalıdır.
Pandemi koşullarının değişkenlik arz etmesi nedeniyle uyuşmazlığı esastan çözen mahkemenin
kararından sonraki koşulların da dikkate alınarak daha adil bir karar verilebilmesi için TBK.m.114, f. 2 ve
TBK.m.75 hükümlerinden kıyasen yararlanılarak hâkimin hükmün değiştirilmesi hakkını saklı tutması
gerekir. Böylece daha sonraki dönemde koşullarda gerçekleşen değişiklikler de dikkate alınarak en adil
sonuca ulaşılmış olur.
Kaynakça
1. Baysal, B. (2017). Sözleşmenin Uyarlanması – BK m.138 – Aşırı İfa Güçlüğü, 2. Bası, Oniki
Levha, İstanbul
2. Canpolat, F. (2012). Sözleşmelerde Amacın Gerçekleşmesi, Boşa Çıkması ve Çökmesi, Yetkin,
Ankara.
3. Eren, F. (2019). Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin, Ankara.
4. Günergök Ö. ve Kayıhan Ş. (2020), Borçlar Hukuku Dersleri Genel Hükümler, İstanbul.
5. Hochstrasser, M. (2020). Auswirkungen einer Pandemie auf Dauerschuldverhaeltnisse,
Schweizer Fachzeitschrift für Luft- und Weltraumrecht, 152/2020, 37-55.
106
6. Karamercan, F. (2013). Dövize Endeksli Tüketici Kredilerinde Tüketicilerin Açmış Olduğu
Sözleşmenin Uyarlanması Davaları İle İlgili Uygulama Sorunları Ve Yargıtay’ın Tutumu, Terazi
Hukuk Dergisi, Yıl: 2013, Sayı: 78, s. 85, 86.
7. Oğuzman, M.K. ve ÖZ T. (2018). Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. I, İstanbul.
8. Toprakkaya Babalık, İ. (2020). Korona Virüs Salgınının Kira Sözleşmelerine Etkisi, İfa
İmkânsızlığı, İfa Güçlüğü ve Uyarlama - https://blog.lexpera.com.tr/korona-virus-salgininin-kirasozlesmelerine-etkisi-gecici-ifa-imkansizligi-ifa-guclugu-ve-uyarlama-2/ E.T.: 05.04.2021).
107
Presentation ID/Sunum No= 107
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Развитие Туристического Сектора В Постпандемический Период
Doç. Dr. Elmira Qocayeva
Azerbaijan Tourism and Management University
Резюме
В статье, автором отмечается, что положение нашей страны как в природно-географическом, так и
в современном мире сделало и в последствии сделает Азербайджан интересным местом для туристов. У
гостей нашей страны много причин приехать в Азербайджан. 9 из 11 климатических зон мира.
В контексте отношения поведения населения к путешествиям в условиях пандемии, планирования
туристических поездок в Азербайджане и за пределы республики изучаются, что создает реальные
возможности и ограничения развития туристической индустрии в постпандемический период.
Таким образом, развитие внутреннего и въездного туризма в современных условиях требует расширения
антикризисного пакета мер, адресованного пострадавшим отраслям (снижение налоговой нагрузки, отсрочки
платежей, кредитные каникулы), как минимум до 2021 года, государственная поддержка малых туристических
проектов для малого и среднего бизнеса, субсидирование программ развития туризма.
Ключевые слова: постпандемический период, внутренний туризм, социологический опрос, добавленная
стоимость, COVID-19.
Summary
In the article, the author notes that the position of our country both in the natural-geographical and in the modern
world has made and will subsequently make Azerbaijan an interesting place for tourists. The guests of our country
have many reasons to come to Azerbaijan. 9 out of 11 climatic zones in the world. In the context of the attitude of the
population towards travel in the context of a pandemic, planning of tourist trips in Azerbaijan and outside the republic,
they are being studied, which creates real opportunities and limitations for the development of the tourism industry in
the post-pandemic period.
Thus, the development of domestic and inbound tourism in modern conditions requires the expansion of the anticrisis package of measures addressed to the affected industries (reduction of the tax burden, deferred payments, credit
holidays), at least until 2021, state support for small tourism projects for small and medium-sized businesses, subsidies
tourism development programs.
Keywords: post-pandemic period, domestic tourism, sociological survey, value added, COVID-19.
Введение
Положение нашей страны как в природно-географическом, так и в современном мире сделало
и в последствии сделает Азербайджан интересным местом для туристов. У гостей нашей страны
много причин приехать в Азербайджан. 9 из 11 климатических зон мира. Уникальный случай, когда
в пределах одной страны встречается большинство существующих типов климата на планете: от
сухого и влажного субтропического (Ленкорань) до горной тундры (высокогорья Большого
Кавказа). Самое большое соленое озеро на планете - Каспийское море. Его площадь на данный
момент составляет около 371 тыс. кв. км, максимальная глубина 1025 м. Объекты всемирного
наследия ЮНЕСКО: Гобустанский государственный историко-художественный заповедник редкий памятник мировой культуры с доисторическими наскальными рисунками, один из первых
центров человеческой цивилизации. Еще один объект Всемирного наследия ЮНЕСКО - Ичери
Шехер (Внутренний город) - уникальный историко-архитектурный заповедник в центре Баку. Это
одно из самых древних и до сих пор густонаселенных мест в стране и на Ближнем Востоке. Здесь
расположены всемирно известные памятники древности - Девичья башня (XII век) и Дворец
Ширваншахов (XIII-XVI века). Кроме того, за массивными крепостными стенами сохранилось
множество других уникальных памятников: мечети, минареты, остатки караван-сараев, бани [1].
Уникальный курорт лечебного масла «Нафталан» получил мировую известность благодаря
уникальному по своим биологическим свойствам лечебному нафталановому маслу, не имеющему
108
аналогов на планете. Национальная кухня Азербайджана. Азербайджанская кухня - одна из самых
интересных и вкусных не только на Востоке, но и в мире. Большинство азербайджанских блюд
готовят из баранины, говядины и птицы [2]. В разных регионах страны есть свои знаменитые блюда.
В Шеки это пити (азербайджанский национальный суп из баранины, приготовленный в
запечатанной глиняной посуде в духовке), халва (восточный десерт из сахара, орехов или семян), в
Масаллы и Лянкярани - левенги (курица или рыба, фаршированная молотыми орехами. со специями)
и др. Наряду с историческими достопримечательностями в современном Баку появились новые
символы. Прежде всего, это знаменитый комплекс Flame Towers, который состоит из 3-х корпусов.
Не меньшую известность получил знаменитый Культурный центр Гейдара Алиева - комплексное
здание, включающее конгресс-центр, музей, библиотеку и парк площадью 9 гектаров. И, наконец,
ультрасовременный концертный комплекс Crystal Hall, расположенный на Площади
Государственного флага в Баку, где проходил конкурс «Евровидение 2012» [3].
Как видим, у Азербайджана большой туристический потенциал, в том числе для приема
иностранных туристов. Туризм в Азербайджане представлен самыми разнообразными видами.
Наиболее активно развиваются экологический, спортивный, образовательный, деловой,
оздоровительный, рыболовный, охотничий, событийный и гастрономический виды туризма.
Создана необходимая нормативно-правовая база для развития отрасли.
Методы
Более 20 азербайджанских туристических компаний и отелей получили членство во Всемирной
туристской организации (ЮНВТО). Наибольшую долю рынка туристических услуг занимает
культурный туризм. Ежегодно проводится реставрация культурных объектов, которые затем
включаются в туристические маршруты. Культурный туризм приносит огромную прибыль как
бюджету страны, так и местному населению. Культурный туризм включает в себя несколько видов
туров, таких как «Ковровый тур», который включает посещение Музея ковра, современного
производства ковров в стране и поездку в города, известные своими традициями ковроделия. Вино
«Шараб-тур» включает посещение винодельческой и коньячной промышленности страны, в том
числе традиционных центров виноделия, обеды в ресторанах, дегустацию местной алкогольной
продукции. Пляжный отдых представлен несколькими туристическими зонами на побережье
Каспийского моря. Крупнейшими поставщиками туристических услуг здесь являются AF Hotel &
AquaPark. «Пляжный отдых эконом-класса представлен несколькими отелями, расположенными в
южной части побережья Каспийского моря, на достаточном удалении от крупных городов [7].
Азербайджанская экономика способствует развитию туризма и создает благоприятные условия
для его развития, определяет и поддерживает приоритетные направления туристической
деятельности, формирует представление об Азербайджане как о стране, благоприятной для туризма,
оказывает поддержку и защиту. С 1994 по 2019 годы государственные органы Азербайджана
приняли более 60 законов в области культуры и туризма. Приоритетными регионами с точки зрения
привлечения туристов являются Европа и Азия. За последние три года более 300 организаций
получили лицензии на деятельность в туристическом секторе [8]. Особое место здесь может занять
исторический, культурный и экологический туризм, уже есть компании, готовые предложить туры
по разработанным маршрутам с полным бытовым и экскурсионным сопровождением потребителя
услуги. Также стоит отметить высокие темпы роста пляжного отдыха, в Азербайджане достаточно
качественные каспийские пляжи и развитая гостиничная инфраструктура различной ценовой
категории. На основе «Стратегической дорожной карты развития специализированной
туристической индустрии в Азербайджане» предусматривается создание новых предложений по
оздоровительному туризму для местных и иностранных граждан, поддержка развития зимнего
туризма, создание маршрутов для культурного туризма, укреплять потенциал устойчивого туризма
(сельский туризм, экотуризм), а также проводить соответствующую работу по развитию делового
туризма. Культурно-туристический маршрут «Великий шелковый путь», который в древности
пролегал из Европы в Азию через Кавказ, является одним из самых привлекательных туристических
продуктов. Также, с целью повышения привлекательности Азербайджана для туристов,
принадлежащих к разным интересам, такие культурные туристические маршруты, как «Александр
Дюма на Кавказе», «Винный путь в Азербайджане», «Следы немцев в Азербайджане», «Следы
Поляки в Азербайджане »,« Путь исторических побед и мужество дедов », многие маршруты были
сертифицированы. Доля туризма в ВВП Азербайджана в 2019 году составила 2,4%. Для сравнения,
в соседней Грузии этот показатель составляет 7%, в Турции - 12%. Азербайджан посещают 2,5
109
миллиона туристов. Всего несколько лет назад лишь небольшая часть жителей Азербайджана могла
вставать на лыжи, а любителям зимнего туризма приходилось выезжать за границу. Но уже третий
зимний сезон в стране работают два горнолыжных курорта - Шахдаг и Туфан Даг.
Результаты и обсуждения
За последние 10 лет показатели туристической индустрии выросли в четыре раза. Доходы
индустрии туризма оцениваются в 2,5 миллиарда долларов. Эта сумма составляет около 5-6%
ненефтяного ВВП. Сюда входят доходы 432 туроператоров и туристических агентств и компаний
(из них 430 - частные), 642 гостиниц, отелей, курортных центров и гостевых домов,
представительств иностранных авиакомпаний, в которых вместе работает около 12,5 тыс. Человек.
За период 2015-2019 годов доходы туроператоров и туристических агентств увеличились в 1,7 раза
и составили в 2019 году 63,4 миллиона манатов. Выручка гостиниц в 2019 году выросла в 2,4 раза и
достигла 450,2 миллиона манатов. Средний доход отрасли на одного посетителя составляет около
1050 долларов. По данным Госкомстата Азербайджана, в 2019 году на внутреннем рынке труда в
сфере туризма было занято 59,7 тысячи человек. В сфере размещения (гостиницы и аналогичные
объекты размещения) в 2019 году было трудоустроено 12,5 тыс. человек (среднегодовая
численность). Добавленная стоимость в сфере туризма составила в 2019 году 3,7 миллиарда манатов.
На предприятиях туроператоров (туроператоры и турагенты) за тот же период работало 2,2 тыс.
человек. В то же время следует отметить, что теоретико-методологическая основа социологического
анализа стратегии и тактики правительств различных стран в контексте эпидемии коронавируса
находится в зачаточном состоянии, что затрудняет проведение сравнительных исследований и
применение их результатов в практике управления туристической отраслью. Установки и
стереотипы поведения населения в контексте отношения к путешествиям в условиях пандемии,
планирования туристических поездок в Азербайджане и за пределы республики изучены
недостаточно. Очень мало эмпирических данных, отражающих, с одной стороны, потребности и
интересы населения в сфере туризма в ближайшем будущем (в контексте временной отмены
ограничений на поездки и частичного возобновления воздушного движения), и, с другой стороны,
реальные возможности и ограничения развития туристической индустрии в постпандемический
период. Основываясь на этом суждении, следует отметить, что социологический опрос, в котором
задается следующий вопрос:
Как вы думаете, есть ли эпидемия COVID-19 в Вашей стране?
D2. Возраст (лет)
Все
18-24
25-34
35-44
45-54
База
417
207
69
55
53
Как
вы
думаете,
есть ли
эпидеми
я
COVID19 в
Вашей
стране?
Нет,
эпидемия
уже
прошла
Да,
пик еще
предстои
т
Да,
сейчас
самый
пик
Да,
но не
могу
оценить
предстои
т пик или
прошел
55+
33
27.6
%
26.1
%
23.2
%
30.9
%
39.6
%
21.2
%
4.6%
3.4%
4.3%
5.5%
3.8%
12.1
%
7.2%
6.3%
4.3%
3.6%
13.2
%
15.2
%
60.7
%
64.3
%
68.1
%
60.0
%
43.4
%
51.5
%
110
База: все респонденты. Как видим, данные показывают, что 27,6% респондентов говорят, что
эпидемия еще не прошла, поскольку 60,7% ответили затруднительно; что они не понимают, прошел
ли пик или нет. Вышеупомянутые темы побудили ученых из азербайджанских университетов в
марте - апреле 2020 года провести социологическое исследование влияния пандемии коронавируса
на туристическую отрасль. Общий размер выборки по Азербайджану составил 417 респондентов из
разных регионов Азербайджана. Основная масса респондентов - 51,4% в возрасте от 24 до 55 лет и
старше. 24,7% респондентов - государственные служащие (работники сферы образования,
медицины, юристы, экономисты, программисты, инженеры), 42,2% - магистранты, докторанты и
студенты 2-4 курсов экономических, туристических и юридических специальностей, 18,9% - работа
в частном секторе (руководители и сотрудники частной компании, фрилансеры), 8,9% - пенсионеры,
домохозяйки и безработные. На вопрос:
Как вы думаете, есть ли эпидемия COVID-19 в Вашей стране?
Все
417
База
Как вы
думаете, есть
ли эпидемия
COVID-19 в
Вашей
стране?
Нет,
эпидемия уже
прошла
Да, пик еще
предстоит
Да, сейчас
самый пик
Да, но не
могу оценить
предстоит пик или
прошел
D1. Пол
Женщина
286
Мужчина
131
27.6%
26.9%
29.0%
4.6%
2.1%
9.9%
7.2%
4.5%
13.0%
60.7%
66.4%
48.1%
Как видите, большинство респондентов (60,7%) ответили не утвердительно. 27,6% участников
опроса уверены, что эпидемии нет. Доля респондентов, считающих, что пандемия идет полным
ходом, составила 7,2%. Еще 4,6% опрошенных считают, что пик пандемии еще впереди.
Примечательно, что даже те, кто утвердительно ответил на вопрос о наличии в стране пандемии
коронавируса, не имеют представления о том, стоит ли ожидать пик пандемии или он уже прошел.
На наш взгляд, результаты опроса по первому вопросу свидетельствуют о том, что население
республики в самом начале пандемии не до конца осознавало все угрозы жизни, связанные с
коронавирусом. В некотором смысле смягчающим обстоятельством может стать тот факт, что в
марте 2020 года, то есть на момент проведения опроса, многое еще было непонятно даже
специалистам, не говоря уже о населении. В республике только что введен карантин, утвержден
подробный план действий по смягчению воздействия пандемии на социально-экономическую
жизнь, количество инфицированных и смертность находятся на низком уровне. Следующий вопрос
был таким:
Думаете ли Вы предпринимать туристическое путешествие внутри вашей страны при
первой же возможности после отмены чрезвычайного положения в Вашей стране?
Все
417
База
Думаете ли
Вы
предпринимать
туристическое
путешествие
Да
Скорее да,
чем нет
Скорее нет,
чем да
D1. Пол
Женщина
286
Мужчина
131
23.3%
23.8%
22.1%
23.7%
24.5%
22.1%
30.0%
31.1%
27.5%
111
внутри вашей
страны...
Нет
23.0%
20.6%
28.2%
Как видите, данные опроса показали, что только 23,3% респондентов соглашаются
путешествовать по стране при первой же возможности после отмены чрезвычайного положения,
чтобы совершить туристическую поездку в пределах вашей страны. Отношение к поездкам внутри
страны после отмены карантина.
В первые 1-2 месяца после отмены чрезвычайного положения в Вашей стране, Вы бы
предприняли путешествовать за границу, если бы там был разрешен въезд иностранных
туристов?
Все
417
База
В первые 1-2
месяца после отмены
чрезвычайного
положения в Вашей
стране...
нет
D1. Пол
Женщина
286
Мужчина
131
Да
17.3%
15.7%
20.6%
Скорее да, чем
16.5%
15.0%
19.8%
28.3%
29.7%
25.2%
37.9%
39.5%
34.4%
Скорее нет,
чем да
Нет
База: все респонденты.
Кризис короны обострил тенденции последних лет: снижение организованного туризма и
приверженности туристическим пакетам, рост экотуризма, более широкое использование цифровых
технологий, использование онлайн-агрегаторов и платформ, индивидуализация и персонализация
предложений, В целом в ближайшее время можно прогнозировать снижение общего количества как
международных, так и внутренних туристических поездок. Этому способствует ряд факторов:
глобальная рецессия и снижение покупательной способности населения; широко распространенные
опасения заражения COVID-19 среди потенциальных туристов; ограничение спектра туристических
услуг, связанное с необходимостью удаленного удорожания услуг для туристов; а также боязнь
заражения, вынуждающая потенциальных туристов избегать скопления людей, существенное
изменение стереотипов поведения (переход к более интенсивному онлайн-потреблению, в том числе
виртуальным путешествиям). Кроме того, санитарно-эпидемиологической защите курортных
территорий следует уделять гораздо больше внимания, чем раньше. В то же время сдерживающие
развитие туризма факторы, связанные с противоэпидемиологическими ограничениями, повлияют на
рынок, по крайней мере, до начала массовой вакцинации. В этих условиях сохранение и даже
увеличение внутреннего и въездного туризма, несмотря на снижение спроса, возможно только за
счет замены части выездного туристического потока поездками в АР и продвижения
азербайджанских туристических направлений на мировом рынке. Участникам туристического
рынка следует сосредоточиться на внутреннем туризме, поскольку он может восстанавливаться
быстрее, чем выездной туризм.
Это потребует изменения структуры предложения в туристическом секторе, вывода на рынок
новых продуктов и услуг, гибкого регулирования и эффективной государственной поддержки
отрасли.
Вы планируете совершить туристическое путешествие по своей стране при первой же
возможности после отмены чрезвычайного положения в вашей стране?
112
Таким образом, пандемия создала благоприятные условия для развития внутреннего туризма в
Азербайджане. Вполне логично ожидать увеличения числа азербайджанских туристов,
предпочитающих проводить летний отпуск в 2020 году внутри страны. Такой отпуск легче
организовать, не требует виз и сопряжено с меньшими рисками, так как не зависит от открытия
границ между странами и на фоне снижения доходов определенной части населения, скорее всего,
будет более доступный для жителей республики в финансовом отношении. Материалы опроса
показали, что, несмотря на сложную эпидемиологическую и экономическую ситуацию, жители
республики планируют отправиться в отпуск следующим летом. На вопрос: «Думаете ли вы
совершить туристическую поездку по своей стране при первой возможности после отмены
чрезвычайного положения в вашей стране?» Мнения респондентов разделились примерно поровну.
Большинство не хотят жертвовать отпуском, но осторожно строят планы. Поездка за границу в
ближайшем будущем остается под вопросом, поэтому, когда людей спросили о семейном отдыхе,
47% ответили, что готовы к этому. Среди опрошенных 53% не готовы ехать в Азербайджан после
самоизоляции, несмотря на то, что они уже «устали» от карантина. Более того, 23% жителей
республики готовы категорически исключить дальние поездки из-за опасений заразиться
коронавирусом.
450
12,7%
400
12,6%
350
12,5%
300
250
12,4%
200
12,3%
150
12,2%
100
12,1%
50
0
12,0%
Женщина
Все
Мужчина
D1. Пол
База
Нет
Да для резервации отеля
Да, для покупки билетов
Да, для резервации трансфера
Вы бы посетили до конца 2020 года какую-то из стран, которая, по вашему,
больше всего задета COVID-19?
D1. Пол
База
Вы бы
посетили до
конца 2020 го1
какую-то из
стран, которая,
по вашему,
Да
нет
да
Скорее да, чем
Скорее нет, чем
Все
417
Женщина
286
9.1
%
11.8
%
26.1
%
6.6%
11.5%
29.4%
Му
жчина
131
14.5
%
12.2
%
19.1
%
113
больше всего
задета COVID19?
Нет
53.0
%
52.4%
54.2
%
Результаты опроса еще раз подтвердили тот факт, что пандемия серьезно повлияла на планы
жителей республики на период отпусков. По результатам опроса, большинство жителей
планируют провести отпуск и отдых внутри республики: дома, в загородном доме, отдохнуть в
санатории или санатории республики, посвятить свободное время экскурсиям по
достопримечательностям Азербайджана. Боязнь заразиться побуждает значительную часть
жителей республики оставаться в пределах республики, ограничиваясь пассивным отдыхом.
Как вы думаете, где санитарные условия (включительно и обслуживающий
персонал) будут безопаснее, и Вы предпочтете заселиться, так чтобы не
заразиться и не распространить COVID-19?
База
Все
417
D1. Пол
Женщина
286
Мужчина
131
В своем
собственном
доме/вилле
Отель 4/5 звезд
67.9%
70.6%
61.8%
26.9%
25.9%
29.0%
В отеле от сети
отелей
Airbnb квартира
18.5%
17.1%
21.4%
8.9%
8.0%
10.7%
Отель 1,2 или 3
звезды
Хостел/Гостевой
дом
Другое
3.4%
2.8%
4.6%
1.9%
1.7%
2.3%
0.7%
1.0%
0.0%
База: Все респонденты
Лишь десятая часть (9,1%) респондентов, несмотря на опасность заражения коронавирусом,
по-прежнему предпочитают активное времяпрепровождение - экскурсии за город. жительства,
но в пределах Азербайджана. Потенциальные азербайджанские туристы проявляют сдержанный
оптимизм в оценке перспектив выезда за границу в период отпусков. 28,3% респондентов ожидают
открытия границ и планируют посвятить это отдыху и экскурсиям. Из них (23,5%) собираются
отдыхать за пределами республики в специализированных учреждениях, а 4,8% посвящают отдых
экскурсионным вопросам. Эти цифры отчасти свидетельствуют о стремлении граждан
Азербайджана за последние два десятилетия проводить отпуск за пределами республики, чтобы
познать мир, расширить свои представления о нем, познакомиться с образцами мировой культуры,
познакомиться с ним. памятники истории и культуры. Основная причина отказа от выезда за
границу летом 2020 года - неуверенность в том, что это будет возможно «технически» - что
границы откроются, заработают отели и другие туристические сервисные организации. Другие
причины - снижение доходов и опасения за свое здоровье. Более половины респондентов (52,8%)
ответили на этот вопрос отрицательно. Что останавливает более половины наших сограждан?
На наш взгляд, это свидетельствует, прежде всего, о том, что, скорее всего, респонденты
предполагают, что организаторы туристического обслуживания республики, потратившие много
денег во время карантина, «повысят» цены на свои услуги, что накладывается на падение доходов
потенциальных туристов и приводит к отказу последних от услуг различных посредников. Другой
причиной, скорее всего, является традиция граждан республики, как и до пандемии, при поездках по
стране использовать личные, семейные неформальные связи, вести переговоры напрямую с
гостиницей, санаторием и другими учреждениями отдыха и туризма. Особенно это касается
малообеспеченной категории наших сограждан.
114
Таким образом, при наличии обширного научного материала по проблемам туризма в целом у
нас нет работ, посвященных оценке краткосрочных и среднесрочных эффектов распространения
COVID-19 на внутренний и въездной туризм, анализу последствий. введенных ограничений
передвижения граждан и работы отрасли, эффективности мер поддержки туристической
отрасли. и индустрии гостеприимства в условиях пандемии, рационального выбора тактики
поведения населения, особенностей реакции на соблюдение санитарных правил со стороны граждан
и т. д.
Заключение
Туризм - как международный, так и внутренний - оказался в числе отраслей, наиболее
пострадавших от распространения новой коронавирусной инфекции. При этом сдерживающие его
развитие факторы, связанные как с санитарными процедурами, так и с кризисными
поведенческими и экономическими эффектами, будут влиять на отрасль как минимум на 3-5 лет.
В этот период, в зависимости от эффективности мер поддержки туристической индустрии и
индустрии гостеприимства, произойдет либо ее масштабное сокращение, либо ее сохранение и
развитие за счет импортозамещения и господдержки [9]. Последнее потребует развития и
поддержки как премиального туристического сегмента, так и инфраструктуры для региональных
и местных экономических поездок. Перспективными направлениями деятельности могут быть:
расширение функциональности существующих туристических маршрутов (например, рост «услуг
на воде» в рамках культурно-познавательных путешествий); возрождение исторических мест и
туризм по следам местных культурных ценностей; формирование новых крупных культурных и
туристических маршрутов; развитие индустриального и агротуризма, круизов, создание формата
работы туристических национальных парков. Развитие внутреннего и въездного туризма в
современных условиях требует расширения антикризисного пакета мер, адресованного
пострадавшим отраслям (снижение налоговой нагрузки, отсрочки платежей, кредитные
каникулы), как минимум до 2021 года, государственная поддержка малых туристических проектов
( для малого и среднего бизнеса, импакт-инвестиции и социальный дизайн), субсидирование
программ развития туризма.
Список использованной литературы
1. Godjayeva Elmira Mahammad, Babayeva Saida Jabi, Sadigova Ulker Farhad ... Economic and
Social Development – ResearchGate 2013; Web of Science, Google Scholar: 438–442.
2. Aras O.N, Suleymanov, E.B, Mamedov, E.K. Economy of Azerbaijan. East-West printing house,
Baku.– 2016.– 412 p.
3. Levashenko A.D., Anes S.M. Measures to support the tourism sector in the COVID-19 crisis. URL:
https://www.ranepa.ru/documents/monitoring/2020_10-112_April.pdf.
4. Shpyrnya O.V. Trends in the development of the international market for tourist services //
Scientific Bulletin of YIM. 2018. No. 1. P. 62–66.
5. Education for sustainable development as a tool to reach high quality in teaching F Rahmanov, N
Kostyuchenko, D Smolennikov… - Economic and Social Development: Book of …, 2020
6. Recovery Scenarios 2020 & Economic Impact from COVID-19Infographics. URL:
https://wttc.org/Research/Economic-Impact/Recovery-Scenarios-2020-Economic-Impact-fromCOVID-19
7. Fung
Magdalene:
Planning
overseas
college
education
amid
pandemic
https://www.straitstimes.com/business/invest/planning-overseas-college-education-amidpandemic. https://hightech.fm/2020/03/18/covid-19-pandemia
8. MacCannell D. Staged Authenticity: Arrangements of Social Space in Tourist Setting // American
Journal of Sociology. - 79 (3), 2015. - P. 589-603.
9. Kortunov V.V., Chudinov V.A., Sokolova E.Y. Tourism as a Way of Expanding Human Existence
// World Applied Sciences Journal. -30 (1). - 2014. - P. 124-127.
10. Recovery Scenarios 2020 & Economic Impact from COVID-19 Infographics. URL: https:
//wttc.org/Research/Economic-Impact/Recovery-Scenarios-2020-Economic-Impact-fromCOVID-
115
Presentation ID/Sunum No= 65
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Oecd Ülkelerı̇nde Çevresel Kuznets Eğrı̇sı̇ Hı̇potezı̇nı̇n Geçerlı̇lı̇ğı̇: Panel Gmm Analı̇zı̇
Dr. Öğretim Üyesi Selı̇m Demez1
1
Hakkari Üniversitesi
*Corresponding author: Selim DEMEZ
Özet
Son yıllarda çevresel sorunlar tüm dünyanın üzerinde durduğu en büyük problemlerin başında gelmektedir. Nüfus
artış hızına paralel olarak artan enerji talebinin büyük kısmının fosil yakıt tüketimi ile karşılanması CO 2 emisyonunu
artırmaktadır. Bu çalışmanın amacı OECD ülkelerinde çevre kirliliği ve ekonomik büyüme ilişkisini iktisat
literatüründe oldukça çok kullanılan Çevresel Kuznets Hipotezi (EKC) bağlamında ortaya koymaktır. EKC’ye göre
ülkelerin gelişme sürecinde ilk olarak CO2 salınımı artmakta daha sonra ise azalmaktadır. Çünkü ekonomik gelişmenin
ilk aşamasında gelirin artırılması için üretimin artırılmasına odaklanılmıştır. Sağlık ve çevre kirliliği gibi kavramlara
büyümenin ilk aşamasında önem verilmemektedir. Sağlık ve çevre duyarlılığı ülkelerin belirli bir gelir seviyesine
ulaşması ile önem kazanmaktadır. Bu çalışmada 1992-2018 yılları arasında 28 OECD ülkesi için EKC’nin geçerliliği
Arellano ve Bond (1991) Genelleştirilmiş Momentler Yöntemi (GMM) ile test edilmiştir. Analiz sonuçlarına göre CO 2
emisyonu ile ekonomik büyüme arasında EKC’nin önerdiği ters U şeklinde bir ilişki bulunamamıştır. Diğer bir ifadeyle
EKC hipotezi geçerli değildir.
Anahtar kelimeler: Çevresel Kuznets Eğrisi, Ekonomik Büyüme, CO2 Emisyonu, Panel GMM
Abstract
In recent years, environmental problems have been one of the biggest problems that the whole world has focused on.
Meeting most of the energy demand, which increases in parallel with the population growth rate, by fossil fuel
consumption increases CO2 emission. The aim of this study is to reveal the relationship between environmental
pollution and economic growth in OECD countries in the context of the Environmental Kuznets Hypothesis (EKC),
which is widely used in economics literature. According to EKC, in the development process of the countries, CO2
emission firstly increases and then decreases. Because the focus is on boots the production to increase income in the
first stage of economic development. Concepts such as health and environmental pollution are not given importance
in the first stage of growth. Health and environmental awareness gains importance as countries reach a certain income
level. In this study, the validity of EKC for 28 OECD countries between 1992-2018 was tested with Arellano and Bond
(1991) Generalized Moments Method (GMM). According to the analysis results, an inverse U-shaped relationship
suggested by EKC could not be found between CO2 emission and economic growth. In other words, the EKC
hypothesis is not valid.
Keywords: Environmental Kuznets Curve, Economic Growth, CO2 Emission, Panel GMM
Giriş
Sanayileşme ve hızlı nüfus artışı dünya genelinde çevresel bozulmalara neden olmaktadır. Çevresel
kirliliğin artması ekonomi bilimiyle ilgilenenlerin de dikkatlerini çevresel konular üzerine çekmeyi
başarmıştır. Ekonomi literatüründe ekonomik büyümenin çevresel etkileri ile ilgili oldukça fazla çalışma
vardır. Fakat tüm çalışmaların ortak noktası çevresel bozulmaların ekonomik büyümenin erken aşamasında
artacağı, ekonomik büyüme belirli bir düzeye ulaştıktan sonra ise azalacağı şeklindedir. Aslında teorinin
motivasyonu oldukça geçerlidir; çünkü büyümenin ilk aşamasında üretimi artırma çabası, insanların temiz
hava ve su gibi isteklerinin önünde gelmektedir. (Dinda, 2004: 432).
Kuznets (1955) çalışmasında gelir dağılımındaki eşitsizlik ile ekonomik büyüme/kalkınma arasındaki
ilişkiyi ortaya koymuştur. Büyümenin ilk aşamasında gelir dağılımının bozulacağını ama çıktıda meydana
gelen artışla belli bir eşikten sonra tekrar gelir dağılımdaki eşitsizliğin azalacağını iddia etmektedir. Yani
gelir dağılımı ile ekonomik büyüme arasında ters U şeklinde bir ilişkinin olduğunu belirtmiştir. Grossmann
116
ve Krueger (1991) yılında yaptıkları çalışmada Kuznets hipotezini çevre ile ekonomik büyüme arasındaki
ilişkiye uyarlamışlar ve (Environmental Kuznets Curve) Çevresel Kuznets eğrisi olarak adlandırmışlardır.
Şekil-1. Çevresel Kuznets Eğrisi
Kaynak: Başar ve Temurlenk (2007: 2).
Şekil-1’de görüldüğü gibi çevre kirliliği ilk başlarda gelirin artması ile doğru orantılı olarak artmakta
belli bir değere ulaşınca (Y*) artık gelir artışına ters orantılı bir şekilde azalmaktadır. Test U şeklindeki EKC
hipotezinin açıklanmasına yönelik olarak ölçek, kompozisyon ve teknoloji etkisi olmak üzere 3 etkiden
bahsedilmektedir (Panayatou, 2007: 7; Başar ve Temurlenk 2007: 2).
• Ölçek etkisi: Ekonomik büyümeye bağlı olarak firmaların üretimlerini artırmalarının doğal kaynak
kullanımını ve atık miktarını artırması ile çevrede meydana getirdikleri tahribatı ifade etmektedir.
• Kompozisyon etkisi: Ekonomik büyüme aşamalarının çevre üzerinde meydana getirdiği etkiden
bahsetmektedir. Tarım toplumundan sanayi toplumuna daha sonra ise bilgi toplumuna geçişin çevre
üzerindeki etkiyi açıklamaya çalışır. Tarımdan sanayiye geçişte çevresel bozulmaların artması beklenirken
sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçiş daha az doğal kaynak ve atık anlamına geldiğinden çevresel
bozulma azalacaktır (Yandle vd. 2014: 3).
• Teknoloji etkisi (Tecnique effect): Gelirin artması ile teknolojik gelişmelerin doğru orantılı olarak
arttığı varsayımı altında, teknolojik gelişmenin dinamiği ARGE faaliyetlerine yönelik yatırımların artması
daha çevre dostu teknolojilerin ortaya çıkmasına neden olacak ve çevresel bozulmaları azaltacaktır
(Borghesi, 1999: 6-7).
• Bir diğer görüşte kaliteli bir çevreye olan talebin gelir esnekliğidir. Bu varsayıma göre gelirdeki
artış daha yüksek bir yaşam standardı talebini beraberinde getirdiğinden çevre dostu ürün tüketimini
artırmaktadır. Diğer bir ifadeyle gelirin artması çevre dostu malları normal mal statüsüne taşırken çevre
dostu olmayan malları ise düşük mal statüsüne koymaktadır (Grossman, 1995: 43).
𝑌𝑖𝑡 = 𝑖 + 𝛽1 𝑋𝑖𝑡 + 𝛽2 𝑋𝑖𝑡2 + 𝛽3 𝑋𝑖𝑡3 + 𝛽4 𝐾𝑖𝑡 + 𝜇𝑖𝑡 denkleminde 𝑌, Çevresel bozulma göstergesi, 𝑋,
büyümeyi temsil eden (GSYH ya da kişi başına GSYH gibi) değişkeni, 𝐾 ise çevresel sorunlara neden olan
ya da olabilecek diğer değişkenleri ifade etmektedir. Buna göre çevresel-ekonomik büyüme ilişkisi
aşağıdaki gibidir.
𝛽1 = 𝛽2 = 𝛽3 = 0ise X ve Y arasında ilişki yok.
𝛽1 > 0𝑣𝑒𝛽2 = 𝛽3 = 0 ise X ve Y arasında pozitif doğrusal ilişki vardır.
𝛽1 < 0𝑣𝑒𝛽2 = 𝛽3 = 0 ise X ve Y arasında negatif doğrusal bir ilişki vardır.
𝛽1 > 0𝑣𝑒𝛽2 < 0𝑣𝑒𝛽3 = 0 ise X ve Y arasında ters U şeklinde bir ilişki vardır. (EKC hipotezi)
𝛽1 < 0𝑣𝑒𝛽2 > 0𝑣𝑒𝛽3 = 0 ise X ve Y arasında U şeklinde bir ilişki vardır.
𝛽1 > 0𝑣𝑒𝛽2 < 0𝑣𝑒𝛽3 > 0 ise X ve Y arasında N şeklinde bir ilişki vardır.
𝛽1 < 0𝑣𝑒𝛽2 > 0𝑣𝑒𝛽3 < 0 ise X ve Y arasında ters N şeklinde bir ilişki vardır.
117
Eğer X ve Y arasında EKC’nin önerdiği gibi ters U şeklinde bir ilişki varsa eğrinin dönüm noktası
𝛽
𝑋 ∗ = − 2𝛽1 şeklinde hesaplanır (Dinda, 2004: 440 – 441).
2
Bu çalışmada 28 OECD üyesi ülke için EKC Hipotezinin geçerliliği incelenmiştir. Amacımız
Türkiye’nin de içinde olduğu gelişmiş ekonomi sayabileceğimiz bu ülke grubunda EKC hipotezinin
önerdiği gibi sadece gelirin artmasının çevresel bozulmaların önüne geçip geçemediğini araştırmaktır.
İktisadi modellerde yer alan değişkenler aslında geçmiş tecrübelerin etkisi altındadır. Diğer bir ifadeyle
modele bağımlı değişkenin gecikmeli değerlerinin eklenmesi modelin açıklama gücünü arttıracaktır. Bu
nedenle dinamik panel veri ekonometrisinden faydalanılmıştır. Hem yöntem hem de amaç olarak literatüre
yeni bir katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Seçilmiş Literatür
EKC hipotezi ile ilgili literatürde birçok çalışma yer almaktadır. Bunun en önemli sebebi elbette ki
hızla artan çevre kirliliğidir. EKC hipotezinin test edilmesinde genellikle CO 2 emisyonu, kişi başı CO2
emisyonu, GSYH, kişi başı GSYH gibi temel test bileşenlerinin yanı sıra kontrol değişken olarak ya da
gerçekten CO2 emisyonu üzerinde etkili olan enerji tüketimi, küreselleşme indeksi, ticari açıklık, finansal
açıklık gibi diğer değişkenler de modellerde yer almaktadır.
Tablo-1. Seçilmiş Ampirik Literatür
Yazar
(lar)
Ülke(ler)
Yıllar
/
Selden
ve
Song
(1994)
Seçilmiş 30 ülke
Moomaw
ve
Unruh
(1997)
16 OECD ülkesi
Grimes
ve
Roberts
(1997)
Seçilmiş 47 ülke
Halkos
(2003)
Yöntem
Sonuç
Panel OLS analizi
EKC hipotezi geçerlidir.
1979 - 1987
Panel OLS analizi
1950 - 1992
Panel OLS analizi
EKC hipotezi
değildir.
geçerli
EKC hipotezi geçerlidir.
1962 - 1991
73 gelişmiş ve
gelişmekte olan ülke
1960 - 1990
Focacci
(2003)
6 gelişmiş ülke
Dijkgraaf
ve Vollebergh
(2005)
24 OECD ülkesi
Başar ve
Temurlenk
(2007)
Türkiye
Güriş ve
Tuna (2011)
Seçilmiş 88 ülke
Panel GMM ve
Panel GMM analizinde
EKC hipotezi geçerli, diğer
Sabit ve Rassal etkiler analizde geçerli değil.
modeli
EKC hipotezi
değildir.
geçerli
Hererojen ve homojen
EKC hipotezi
panel veri analizi
değildir.
geçerli
EKC hipotezi
değil.
geçerli
Parametrik panel veri
EKC hipotezi
modelleri analizi
değil.
geçerli
Trend analizi
1960 - 1997
1960 - 1997
1950 - 2000
1971 - 2008
Regresyon analizi
118
Saatçi ve
Dumrul
(2011)
Türkiye
Dam vd.
(2013)
Türkiye
Kocak
(2014)
Türkiye
Kejriwal
(2008)
yapısal
kırılmalı
eşbütünleşme analizi
1950 – 2007
Dinamik EKK analizi
1960 – 2010
ARDL eşbütünleşme
analizi
1960 - 2010
EKC hipotezi geçerlidir.
EKC hipotezi
değil.
EKC geçerli değil.
Gelir gruplarına
Pedroni (2004) panel
EKC hipotezi
göre ayrılmış 53 ülke eşbütünleşme analizi
değil.
Aytun
(2014)
geçerli
geçerli
1981 - 2010
Ertaş ve
BRICT
Uysal (2014)
grubu
ülke
Westerlund
(2007)
EKC hipotezi
eşbütünleşme analizi
değil.
geçerli
1992 - 2010
Erdoğan
vd. (2015)
Erdoğan
(2015)
Erdoğan
vd. (2015)
Türkiye
1975 - 2010
Toda ve Yamamoto
(1995)
nedensellik
analizleri
Artan vd.
(2015)
Türkiye
Jhonsen ve Juselius
(1992) eşbütünleşme ve
VAR analizleri
AlMulali
(2015)
Vietnam
vd.
Ergün ve
Polat (2015)
Işık
(2015)
vd.
vd.
1981 - 2012
1981 - 2011
30 OECD ülkesi
1980 - 2010
Erdoğan vd. (2015)
ARDL eşbütünleşme
Erdoğan vd. (2015)
EKC hipotezi
değil
EKC hipotezi geçerlidir.
ARDL eşbütünleşme
EKC hipotezi
analizi
değildir.
Pedroni (2004) ve Kao
(1999) Panel eşbütünleşme
testleri ve VECM panel
Granger nedensellik analizi
31 düşük, 79
Panel
orta, 47 yüksek gelirli analizi
ülke
regresyon
geçerli
geçerli
EKC hipotezi geçerlidir.
EKC hipotezi
değildir.
geçerli
1980 - 2012
Apergis
ve
Ozturk
(2015)
14 Asya ülkesi
GMM analizi
EKC hipotezi geçerlidir.
Lebe
(2016)
Türkiye
ARDL eşbütünleşme
EKC geçerli değil.
1960 - 2010
VECM
Granger
CO2 ile EB arasında geri
nedensellik analizleri
besleme hipotezi geçerli.
Çağlar ve
Mert (2017)
Türkiye
Gregory ve Hansen
(1996) ve Hatemi-J (2008)
1990 - 2011
1960 - 2013
EKC hipotezi geçerlidir.
119
yapısal
kırılmalı
eşbütünleşme analizleri
Bozkurt
ve Okumuş
(2017)
33 Gelişmiş ülke
Özkoç
vd. (2017)
Seçilmiş 91 ülke
Güney
(2018)
Türkiye
1980 - 2013
1964 - 2009
1960 - 2016
Örnek ve
13
Türkmen
piyasa
(2019)
ülkeleri
13
ekonomi
Pedroni
(2004)
EKC hipotezi
eşbütünleşme analizi
değildir.
geçerli
Pedroni
(2004)
Düşük
orta
gelirli
eşbütünleşme ve Granger ülkelerde EKC geçerli
nedensellik analizleri
Üst orta gelirli ülkelerde
EKC geçerli değildir.
ARDL eşbütünleşme
analizi
EKC hipotezi geçerlidir.
yükselen
Westerlund
ve
Gelişmiş ekonomilerde
ekonomisi Edgerton (2008) yapısal EKC hipotezi geçerlidir.
kırılmalı
eşbütünleşme
Yükselen ekonomilerde
analizi
gelişmiş
EKC hipotezi geçerli değildir.
1975 – 2016
Öztürk
ve
Gülen
(2019)
Türkiye
Çetin ve
Saygın (2019)
Türkiye
Tatoğlu
ve İçen (2019)
Seçilmiş 66 ülke
Ceylan
ve Karaağaç
(2020)
Türkiye
Güzel
(2021)
Türkiye
1960 - 2014
1960 - 2014
1971 - 2014
1960 - 2014
1960 - 2015
ARDL eşbütünleşme
analizi
EKC hipotezi geçerlidir.
ARDL eşbütünleşme
analizi
EKC hipotezi geçerlidir.
Çok boyutlu
veri analizi
Panel
Yüksek ve düşük gelirli
ülke
gruplarında
EKC
hipotezi geçerlidir.
Gregory ve Hansen
EKC hipotezi
(1996) yapısal kırılmalı değildir.
eşbütünleşme ve VECM
analizleri
geçerli
ARDL eşbütünleşme
EKC hipotezi
analizi
değildir.
geçerli
Note: EKC: Çevresel Kuznets Eğrisini ifade etmektedir.
Görüldüğü gibi literatürde EKC hipotezinin geçerliliği ile ilgili bir fikir birliği yoktur. Sonuçların
değişkenlik göstermesinin ülke ya da ülke grubu, analize konu olan dönem ve kullanılan yöntemlerin farklı
olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Veri Seti ve Yöntem
Veri Seti
Çalışmada Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatına (OECD) üye olan 1992-2018 yılları arasında
düzenli verilerine ulaşabildiğimiz Avusturalya, Avusturya, Belçika, Kanada, Şili, Danimarka, Finlandiya,
Fransa, Almanya, Yunanistan, İzlanda, İrlanda, İsrail, İtalya, Japonya, Kore Cumhuriyeti, Lüksemburg,
Meksika, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Portekiz, İspanya, İsveç, İsviçre, Türkiye, İngiltere ve Amerika
olmak üzere 28 ülke için analiz yapılmıştır. Enerji Tüketimi (LNEC) (10 milyon kilo kaloriye denk gelen
enerji tüketimi) ve Karbondioksit emisyonu (LNCO2) (fosil yakıt tüketiminden kaynaklanan emisyonlar)
verileri Uluslararası Enerji Ajansından (IEA, 2020) alınmıştır. Büyümeyi temsilen alınan Gayrisafi Yurtiçi
120
Hasıla (LNGDP) (2010 baz yıllı Amerikan doları cinsinden) verileri Dünya Bankası Veri Tabanından
(WDI) elde edilmiştir. LNGDP2 serisi LNGDP’nin karesini ifade etmektedir. Tüm değişkenlerin doğal
logaritmaları alınmıştır.
Tablo-2. Değişkenlere Ait Tanımlayıcı İstatistikler
Değişkenler
Gözlem
Sayısı
Ortalama
Std.
Sapma
Min.
Max.
LNCO2
757
2.0876
0.6819
0.2787
3.7582
LNGDP
757
11.7375
0.6256
9.8896
13.2531
LNGDP2
757
138.1612
14.6039
97.8044
175.6466
LNEC
757
4.6357
0.6103
3.1393
6.2025
Yöntem
Arellano ve Bond (1991) İki Aşamalı Genelleştirilmiş Momentler Yöntemi
İktisadi modeller açıklanmaya çalışılırken iktisadi davranış biçimlerinin geçmiş tecrübelerin etkisinde
olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir. Bu açıdan dinamik panel veri modelleri statik modellerden
farklı olarak değişkenlerin gecikmeli değerlerini de modele dahil ettiği için oldukça kullanışlı yöntemlerdir.
Dinamik modeller iki türlüdür. Birincisi otoregresif panel veri modelleri ve gecikmesi dağıtılmış panel veri
modelleridir. Bir gecikmeli otoregresif model aşağıdaki gibi ifade edilir (Yerdelen Tatoğlu, 2012: 65).
𝑌𝑖𝑡 = 𝑌𝑖𝑡 − 1 + 𝛽𝑋𝑖𝑡 + 𝜀𝑖𝑡 (1)
1 numaralı eşitlikte i, birim boyutunu t, zaman boyutunu 𝜀𝑖𝑡 = 𝑖 + 𝑖𝑡 ’dir. Görüldüğü gibi bağımlı
değişken 𝑌𝑖𝑡 ’nin 1 gecikmeli değeri 𝑌𝑖𝑡 − 1 modele bağımsız değişken olarak eklenmiştir. Dinamik
modellerinde 𝑌𝑖𝑡 − 1 𝜀𝑖𝑡 ’yi oluşturan 𝑖 , 𝑖𝑡 ile korelasyonlu olduğundan 𝜀𝑖𝑡 ile de korelasyonlu olmaktadır.
Bu durum için araç değişken kullanımı önerilir. Bu yöntem aslında birinci farklar yöntemdir. Anderson ve
Hsiao (1982) yönteminde 1 nolu eşitliğin birinci farkı alınır ve aşağıdaki gibi ifade edilir.
𝑌𝑖𝑡 − 𝑌𝑖𝑡−1 = (𝑌𝑖𝑡−1 − 𝑌𝑖𝑡−2 ) − 1 + 𝛽(𝑋𝑖𝑡 − 𝑋𝑖𝑡−1 ) + (𝑖𝑡 − 𝑖𝑡−1 )(2)
2 numaralı eşitliği aşağıdaki gibi ifade etmek mümkündür.
∆𝑌 = ∆𝑍 + ∆∆𝑍 = [(𝑌𝑖𝑡−1 − 𝑌𝑖𝑡−2 ), (𝑋𝑖𝑡 − 𝑋𝑖𝑡−1 )](3)
3 numaralı eşitlikte görüldüğü üzere birim etki modelden düşmektedir. Burada 𝑌𝑖𝑡−2 ya da diğeri araç
değişken olarak kullanılabilir. Sonuç olarak kullanılan araç değişken ∆𝑖𝑡 ile korelasyonlu olmadığında
geçerli bir araç değişkendir. Anderson ve Hsiao (1982) yönteminin etkinliği için hata terimlerinin sabit
varyans ve otokorelasyonsuz olma şartlarını sağlaması gerekir (Yerdelen Tatoğlu, 2012: 76). Bu durumda
Arellano ve Bond (1991) Genelleştirilmiş Momentler yönteminin kullanılması daha tutarlı tahminlerin elde
edilmesini sağlayabilir. İki aşamalı bir tahmindir. İlk olarak birinci fark modeli bağımlı ve bağımsız araç
değişkenler kullanılarak yeniden modellenir. Bu yeni model EKK ile tahmin edilir (Baltagi: 2015: 138).
Araç değişkenli birinci farklar modeli aşağıdaki gibidir.
𝐾 ′ ∆𝑌 = 𝛿𝐾 ′ ∆𝑍 + 𝐾 ′ ∆∆𝑍 = [(𝑌𝑖𝑡−1 − 𝑌𝑖𝑡−2 ), (𝑋𝑖𝑡 − 𝑋𝑖𝑡−1 )](4)
Arellano ve Bond (1991) araç değişkenlerin geçerliliğini test etmek için Sargan testini önermiştir.
Sargan testi aşağıdaki gibi ifade edilebilir.
𝑠=
𝑁
−1
∆𝑢̂𝑍 (∑ 𝑍𝑖′ ∆𝑢̂𝑖 𝑢̂𝑖′ 𝑍𝑖 )
𝑖=1
2
𝑍 ′ ∆𝑢̂𝜒𝑝−𝐾−1
(5)
̂ , iki aşamalı tahminden elde edilen kalıntılardır. Bu test sonuçları aşırı tanımlama
5 nolu eşitlikte ∆𝑢
kısıtlamaları geçerlidir temel hipotezine karşı sınanır. 𝐻0 hipotezinin kabul edilmesi araç değişkenlerin
geçerli olduğu anlamına gelmektedir (Baltagi:2015: 141; Yerdelen Tatoğlu: 2012: 99).
121
Arellano ve Bond (1991) dinamik modellerde otokorelason olup olmadığını sınak için Arellano ve
Bond otokorelasyon testini önermiştir. Bu test birinci fark modelinin kalıntılarında ikinci mertebeden AR(2)
korelasyonu sınar. 3 nolu eşitliğin kalıntıları aşağıdaki gibidir.
̂ = 𝑌 − 𝑍
̂ = 𝜀 − (
̂ − )(6)
Burada
̂ , ’nın GMM tahmincisini ifade eder. Farklardan elde edilen kalıntıların kullanıldığı modelde
test istatistiği aşağıdaki gibidir.
𝑣̂−2 𝑣̂
𝑁(0,1)(7)
𝑣̂ 1/2
Burada 𝑣̂−2 ikinci gecikmedeki kalıntıları ifade eder. Bu testte fark modelinden elde edilen kalıntılar
ikinci mertebeden otokorelasyon yoktur temel hipotezine karşı sınanır. Hipotezin kabul edilmesi 𝑣𝑖,𝑡 ’nin
otokorelasyonsuz olduğu anlamına gelir (Arellona ve Bond, 1991:280-281). Bu çalışma için kurulan model
aşağıdaki gibidir.
𝑚2 =
𝐿𝑁𝐶𝑂2 = 𝐿𝑁𝐶𝑂2𝑖𝑡−1 + 𝛽1 𝐿𝑁𝐺𝐷𝑃𝑖𝑡 + 𝛽2 𝐿𝑁𝐺𝐷𝑃𝑖𝑡2 + 𝐿𝑁𝐸𝐶𝑖𝑡 + 𝜀𝑖𝑡 (8)
8 nolu eşitlikte 𝐿𝑁, değişkenlerin logaritmalarını, 𝜀𝑖𝑡 , hata terimini göstermektedir. Bu model Arellano
ve Bond (1991) GMM analizi ile tahmin edilmiş test sonuçları Tablo-2’de gösterilmiştir.
Tablo-3. Arellano ve Bond (1991) GMM Test Sonuçları
Bağımlı Değişken: LNCO2
Bağımsız Değişkenler
Katsayı
LNCO2(-1)
0.5486*
43.4559
0.0000
LNGDP
-2.3729*
-33.3872
0.0000
LNGDP2
0.0928*
30.2980
0.0000
LNEC
0.7059*
22.7022
0.0000
Model için Gereken Diğer Testler
Test
istatistiği
Test
istatistiği
P-Olasılık
Değeri
P-Olasılık
Değeri
Wald Testi (χ2)
46600
0.0000
Sargan Testi
30.67
0.2408
Arellano-Bond Otokorelasyon Testi AR(1)
-3.3492
0.0008
Arellano-Bond Otokorelasyon Testi AR(2)
-0.0364
0.9709
Not: * Katsayıların %1 seviyesinde anlamlı olduklarını göstermektedir.
Tablo-3’te Arellano ve Bond (1991) GMM test sonuçları yer almaktadır. Tüm değişkenler %1
seviyesinde istatistiki olarak anlamlıdır. Ayrıca parametre anlamlılığını sınamak için kullanılan Wald, araç
değişkenlerin geçerliliğini sınayan Sargan ve ikinci mertebeden otokorelasyonun olup olmadığını sınayan
Arellano ve Bond (1991) otokorelasyon testleri de modelin geçerlilik varsayımlarını doğruladığı
görülmektedir. Analiz sonuçlarına göre LNGDP’de meydana gelen %1’lik bir değişme LNCO 2’yi %2.37
azaltmaktadır. LNGDP2’de emydana gelen %1’lik bir değişim ise LNCO2’yi %0.09 arttırmaktadır.
LNEC’de meydana gelen %1’lik bir değişim ise yine CO2’yi %0.70 arttırmaktadır. Test sonuçlarına göre
Çevresel Kuznets hipotezinin önerdiği test U ilişkisi değil U şeklinde bir ilişki olduğu anlaşılmıştır. Diğer
bir ifadeyle Çevresel Kuznets Hipotezi geçerli değildir. Analiz sonuçları literatürde yer alan Moomaw ve
Unruh (1997), Focacci (2003), Dijkgraaf ve Vollebergh (2005), Güriş ve Tuna (2011), Aytun (2014), Ertaş
ve Uysal (2014), Işık vd. (2015), Bozkurt ve Okumuş (2017) çalışmalarıyla da desteklenmektedir.
122
Sonuç
EKC hipotezi çevre kirliliği ile ekonomik büyüme arasında ters U şeklinde bir ilişki olduğunu yani
ülkelerin gelişme süreçlerinde öncelikle CO2 emisyonunun artacağını ve ülkeler gelişmiş ülke seviyesine
ulaştıkça diğer bir ifadeyle gelirleri arttıkça CO2 emisyonunun da azalacağını ifade etmektedir. Analiz
sonuçlarında EKC hipotezinin geçerli olmadığı sonucuna varılmıştır. Bunun iki sebepten
kaynaklandığı düşünülmektedir. Birincisi ülkelerin gelişmişlik seviyeleri arttıkça çevre duyarlılığının da
gelir artışı ile doğru orantılı bir şekilde artacağı varsayımının her zaman geçerli olmayacağıdır. İkincisi ise
Kuznets hipotezinin ve ekonomi literatürünün önerdiği büyüme verisinin (GSYH, Kişi başı GSYH gibi)
aslında gerçekten ülkelerin ekonomik açıdan büyük ülke olup olmadıklarının bir göstergesi midir?
Görüldüğü üzere ülkelerin sadece gelişim süreçlerini tamamlamaları çevresel problemlerin kendiliğinden
çözümünü beraberinde getirmemektedir. Bu nedenle; Ülkeler gelişmişlik düzeylerine bakılmaksızın fosil
yakıt tüketimlerini azaltmalıdırlar. Aslında bunu ilk yapması gerekenler yüksek gelirli ülkelerdir.
Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı teşvik edilmelidir. Teknolojik yeniliklerin de çevresel
duyarlılık üzerine evirilmelerinin bir zorunluluk haline getirilmesi gerekmektedir. Hane halkı başta olmak
üzere toplumun tamamının geri dönüşüm hakkında bilinçlendirilmesi de uzun dönemde çevresel
problemlerin çözümüne büyük katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Kaynakça
1. ALBAYRAK, E. N., & GÖKÇE, A. (2015). Ekonomik Büyüme ve Çevresel Kirlilik İlişkisi: Çevresel
Kuznets Eğrisi ve Türkiye Örneği. Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, 4(2), 279-301.
2. AL-MULALI, U., SABOORI, B., & OZTURK, I. (2015). Investigating the environmental Kuznets
curve hypothesis in Vietnam. Energy Policy, 76, 123-131.
3. ANDERSON, T. W., & HSIAO, C. (1982). Formulation and estimation of dynamic models using panel
data. Journal of econometrics, 18(1), 47-82.
4. APERGIS, N., & OZTURK, I. (2015). Testing environmental Kuznets curve hypothesis in Asian
countries. Ecological Indicators, 52, 16-22.
5. ARELLANO, M., & BOND, S. (1991). Some tests of specification for panel data: Monte Carlo evidence
and an application to employment equations. The review of economic studies, 58(2), 277-297.
6. ARTAN, S., HAYALOĞLU, P., & SEYHAN, B. (2015). Türkiye’de Çevre Kirliliği, Dışa Açıklık ve
Ekonomik Büyüme İlişkisi. Yönetim ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi, 13(1), 308-325.
7. AYTUN, C. (2014). Çevresel Kuznets eğrisi hipotezi: Panel veri analizi. Akademik Bakış Uluslararası
Hakemli Sosyal Bilimler Dergisi, (44).
8. BALTAGI, B. (2005). Econometric analysis of panel data. John Wiley & Sons.
9. BAŞAR, S., & TEMURLENK, M. S. (2007). Çevreye uyarlanmiş Kuznets eğrisi: Türkiye üzerine bir
uygulama. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 21(1), 1-12.
10. BORGHESI, S. (1999). The environmental Kuznets curve: a survey of the literatüre, Econstar, Working
Paper, 1-30.
11. BOZKURT, C., & OKUMUŞ, I. (2017). Gelişmiş Ülkelerde Çevresel Kuznets Eğrisi Hipotezinin Test
Edilmesi: Kyoto Protokolünün Rolü. İşletme ve İktisat Çalışmaları Dergisi, 5(4), 57-67.
12. CEYLAN, R., & KARAAĞAÇ, G. E. (2020). Türkiye’de Çevresel Kuznets Eğrisi Hipotezinin Test
Edilmesi: Yapısal Kırılmalı Eşbütünleşme Testi ile Hata Düzeltme Modelinden Kanıtlar. Pamukkale
Journal of Eurasian Socioeconomic Studies, 7(2), 75-85.
13. ÇAĞLAR, A. E., & MERT, M. (2017). Türkiye'de çevresel Kuznets Hipotezi ve yenilenebilir enerji
tüketiminin karbon salımı üzerine etkisi: Yapısal kırılmalı eşbütünleşme yaklaşımı. Yönetim ve
Ekonomi: Celal Bayar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 24(1), 21-38.
14. ÇETİN, M., & SAYGIN, S. (2019). Çevresel Kuznets Eğrisi Hipotezi’nin Ampirik Analizi: Türkiye
Ekonomisi Örneği. Yönetim ve Ekonomi: Celal Bayar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, 26(2), 529-546.
15. DIJKGRAAF, E., & VOLLEBERGH, H. R. (2005). A test for parameter homogeneity in CO 2 panel
EKC estimations. Environmental and resource economics, 32(2), 229-239.
16. ERATAS, F., & UYSAL, D. (2014). Çevresel Kuznets Eğrisi Yaklaşımının" BRICTt" Ülkeleri
Kapsamında Değerlendirilmesi. Istanbul Üniversitesi Iktisat Fakültesi Mecmuasi, 64(1), 1.
17. ERDOĞAN, İ., TÜRKÖZ, K., & GÖRÜŞ, M. Ş. (2015). 11. Çevresel Kuznets Eğrisi Hipotezinin
Türkiye Ekonomisi için Geçerliliği. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, (44).
123
18. ERGÜN, S., & POLAT, M. A. (2015). OECD ülkelerinde CO2 emisyonu, elektrik tüketimi ve büyüme
ilişkisi. Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, (45), 115-141.
19. FOCACCI, A. (2003). Empirical evidence in the analysis of the environmental and energy policies of a
series of industrialised nations, during the period 1960–1997, using widely employed macroeconomic
indicators. Energy Policy, 31(4), 333-352.
20. GROSSMAN, G. M. (1995). Pollution and growth: what do we know. The economics of sustainable
development, 19-45.
21. GROSSMAN, G., KREUGER, A. (1991). “Environmental Impacts of a North American Free Trade
Agreement”, NBER Working Paper, No. 3914.
22. GÜNEY, A. (2018). Genişletilmiş Çevresel Kuznets Eğrisinin Türkiye İçin Yeniden
Değerlendirilmesi. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 32(3), 745-761.
23. GÜRİŞ, S., & TUNA, E. (2011). Çevresel Kuznets eğrisi’nin geçerliliğinin panel veri modelleriyle
analizi. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 13(2), 173-189.
24. GÜZEL, F. (2021). Çevresel Kuznets Eğrisi Hipotezinin Türkiye Ekonomisinde Geçerliliğinin Ampirik
Analizi. Uluslararası İktisadi ve İdari İncelemeler Dergisi, (30), 59-76.
25. HALKOS, G. E. (2003). Environmental Kuznets Curve for sulfur: evidence using GMM estimation and
random coefficient panel data models. Environment and development economics, 581-601.
26. IŞIK, N., ENGELOĞLU, Ö., & KILINÇ, E. C. (2015). Kişi Başına Gelir ile Çevre Kirliliği Arasındaki
İlişki: Gelir Seviyesine Göre Ülke Grupları için Çevresel Kuznets Eğrisi Uygulaması. Journal of
Economics & Administrative Sciences/Afyon Kocatepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, 17(2).
27. KOÇAK, E. (2014). Türkiye'de Çevresel Kuznets Eğrisi Hipotezinin Geçerliliği: ARDL Sınır Testi
Yaklaşımı. İşletme ve İktisat Çalışmaları Dergisi, 2(3), 62-73.
28. LEBE, F. (2016). Çevresel Kuznets eğrisi hipotezi: Türkiye için eşbütünleşme ve nedensellik analizi.
Doğuş Üniversitesi Dergisi, 17(2), 177-194.
29. MOOMAW, W. R., & UNRUH, G. C. (1997). Are environmental Kuznets curves misleading us? The
case of CO₂ emissions. Environment and development economics, 451-463.
30. ÖRNEK, İ., & TÜRKMEN, S. (2019). Gelişmiş ve Yükselen Piyasa Ekonomilerinde Çevresel Kuznets
Eğrisi Hipotezi'nin Analizi. Journal of the Cukurova University Institute of Social Sciences, 28(3), 109129.
31. ÖZKOÇ, H., YILDIRIM, A., & KUDUBEŞ, E. (2017). Çevresel Kuznets Eğrisinin Geçerliliğinin
Düşük ve Üst Orta Gelirli Ülkeler için Sınanması: 1964-2009 Dönemi, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 9(22), 327-340.
32. ÖZTÜRK, S., & GÜLEN, M. İ. (2019). Çevresel Kuznets Hipotezinin Türkiye İçin geçerliliğinin
ampirik analizi: 1960-2014 dönemi ARDL sınır testi yaklaşımı. Balkan Sosyal Bilimler Dergisi, 8(16),
219-227.
33. ROBERTS, J. T., & GRIMES, P. E. (1997). Carbon intensity and economic development 1962–1991:
a brief exploration of the environmental Kuznets curve. World development, 25(2), 191-198.
34. SAATÇİ, M., & DUMRUL, Y. (2011). Çevre kirliliği ve ekonomik büyüme ilişkisi: Çevresel kuznets
eğrisinin Türk ekonomisi için yapisal kirilmali eş-bütünleşme yöntemiyle tahmini. Erciyes Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, (37), 65-86.
35. TATOĞLU, F., & İÇEN, H. (2019). Çevresel Kuznets Eğrisinin Çok Boyutlu Panel Veri Modelleri ile
Analizi. Anadolu İktisat ve İşletme Dergisi, 3(1), 26-38.
36. YANDLE, B., BHATTARAI M., VIJAYARAGHAVAN, M. (2014) “Environmental Kuznets Curves:
A Review of Findings, Methods, and Policy Implications”, Research Study 2, 1-16.
37. YERDELEN TATOĞLU, F. (2013). İleri panel veri analizi stata uygulamalı. Baskı, İstanbul, Beta
Yayınları.
124
Presentation ID/Sunum No= 2
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Gastronomide Yeni Trend Marijuana:Cannabidiol (CBD)
Dr. Öğretim Üyesi Emrah Köksal Sezgı̇n1
1
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi
Özet
Marijuana olarak da adlandırılan cannabidiol400'den fazla aktif bileşen içerir. Kanabinoidler konusunda çok sayıda
çığır açan küresel araştırma var. Bunlar, kanserle savaşan yeteneği, bağışıklık dâhil tanımlanabilir tıbbi özellikleri,
sahip olduğu ortaya çıkan kanıtlarsistem desteği ve antienflamatuar güçler şeklinde sıralanabilir. Marijuana
kurutulmuş çiçeklerin yeşilimsi gri bir karışımıdır.Marijuana son dönemde gastronomide ve tıbbi alanda sıklıkla
kullanılmaya başlanmıştır. CBD ayrıca, THC'nin psikoaktif etkilerini hafifletir, yükseklerden uzaklaşır ve
bildirildiğine göre büyük dozlara eşlik edebilecek kaygıyı azaltır. Bu kullanım alanları dışında son zamanlarda
gastronomi alanında kullanılmaya başlamıştır. Bu çalışmanın amacı CBD Yağı’nın kullanım alanlarını, türlerini ve
gıdalarda kullanımı incelemek üzerinedir. Çalışma nitel araştırma yöntemlerinden literatür taraması yöntemi ile
gerçekleştirilmiştir. Çalışmada öncelikle CBD yağı hakkında bilgi verilecek olup, sonrasında CBD yağının kullanım
alanları ve gastronomi alanında kullanımı incelenecektir.
Anahtar Kelimeler: Marijuana, CBD Yağı, Cannabidiol, Gastronomi.
Abstract
Cannabidiol, also called marijuana, contains more than 400 active ingredients. There is a lot of ground breaking
global research on cannabinoids. These include cancer-fightingability, identifiable medical properties, including
immunity, emerging evidence, system support, and anti-inflammatory powers. Marijuana is a greenish gray mix of
dried flowers. Marijuana has recently been used frequently in gastronomy and medicine. CBD also alleviates the
psycho active effects of THC, shifts away from highs, and reduce sanxiety that can reportedly accompany large
doses.Apart from these areas of use, it has recently been used in the field of gastronomy. The aim of this study is to
examine the uses, types and uses of CBD Oil in foods. The study was carried out with the literature review method,
one of the qualitative research methods. In the study, firstly, information about CBD oil will be given, and then the
uses of CBD oil and its use in the field of gastronomy will be examined.
Keywords:Marijuana, CBD Oil, Cannabidiol, Gastronomy.
Giriş
Cannabis Sativa insanlık tarihinde yetiştirilmiş 2n=20 kromozomlu tek yıllık, C3 grubundan uzun ve
kuvvetli, tohumu ve lifleri için yetiştirilen ilk kültür bitkilerinden birisidir. (Gizlenci, v.d., 2019: 2)
Esrar yağı, karma yağı, saksı yağı, CBD yağı, Rick Simpson Yağı (RSO) gibi farklı isimler ile
adlandırılmıştır. (Martini, 2016: 182)
CBD yağı ilk keşfedildiği andan itibaren farklı alanlarda kullanılmakta olup, son birkaç yıldır dünya
genelinde popüler hale gelmeye başlamıştır. Örneğin, çocuklarda Dravet sendromu için etkili bir ilaç olarak,
tıbbi ilaç yapımında, hastalıkların tedavisinde, son zamanlarda da gastronomi alanında kendisine kullanım
alanı bulmuştur. Günümüzde CBD’nin yüzlerce üreticisinin olmamasına rağmen, piyasada aktif bir şekilde
CBD satıcılarının ve kullanıcılarının sayıları artmaktadır. (Hazekamp, 2018: 65) Bu çalışmada genel olarak
CBD Yağı’nın kullanım alanları, türleri ve gıdalarda kullanımı incelenecektir.
CBD Yağı
“Cannabis Sativa” bitkisi marihuana olarak da adlandırılmakta olup, içerdiği kimyasal maddeler
bakımından insan üzerinde fizyolojik ve psikolojik etkiler bırakmaktadır. Bu nedenle Cannabis Sativa
bitkisinin üretimi kaçak yollarla gerçekleştirilmektedir. Cannabis Sativa’nın dişi ve erkek olarak iki farklı
türü bulunmakta olup, bu türlerinin etrafında bulunan çiçekli tepeleri ve dişi bitkinin tohumu etrafında
bulunan yaprakları psikoaktif maddeler taşır. Dişi bitkinin çiçekli tepelerinden salgılanan reçine “haşhiş”
125
olarak adlandırılmaktadır. Esrar olarak da bilinen bu reçine pek çok sayıda kannabinoid içermesine rağmen
delta-9-tetrahidrokannabinol (Δ9-THC) en etken psikoaktif maddedir. Taşikardi, vazodilasyon,
hipertansiyon, bronkodilasyon, göz içi basıncında azalma, dış uyaranları algılamada değişimler, hafıza
kaybı ve zaman algısını kavrayamama gibi etkileri vardır. (Özşeker, v.d., 2017: 36)
Esrarın ağız yoluyla alınımı gerçekleştirildiğinde 3-4 saat içerisinde etkisi belirgin bir şekilde
hissedilir. Ancak sigara içerisinde inhalasyon yoluyla alımlarda etkisi hemen gözlemlenmektedir. (Özşeker,
v.d., 2017: 36)
CBD
yağının
bileşenlerini
meydana
getiren
kenevir
bitkisinin,
flavonoidler,
terpenoidler ve kanabinoidlerdâhil olmak üzere 500'den fazla bileşenden meydana geldiği bilinmektedir.
Kannabinoidlerin aktif bileşikleri, bu delta-9- olan tetrahidrokannabinolden (THC),THC psikoaktif etkisine
karşı olarak, başlıca psikoaktif bileşik ve kannabidiol (CBD) şeklinde en yüksek konsantrasyonda
üretilmektedir.(Martini, 2016: 182) Bununla birlikte, Kannabidiol (CBD), Cannabis Sativa'nın bir
bileşenidir ve bitki özlerinin %40'ına kadarını oluşturmaktadır. Diğer taraftan, CBD konsantrasyonları
oldukça değişken olmakla birlikte, büyüme koşullarına, farklı fenotiplere bağlı olarak, yasadışı kenevir
şeklinde ve analiz edilen bitkinin bir bölümünden meydana getirilmektedir. (Bergamaschi, v.d., 2011: 1)
Nitekim, Kannabidiol (CBD), kenevir bitkisinde bulunan doğal olarak ortaya çıkan kannabinoidlerden
biridir.
Esrar yağları çeşitli konsantrasyonlar içerebilir. CBD, tetrahidrokanabinol (THC) ve küçük
kannabinoidler, esas olarak kullanılan kenevir çeşidine bağlı olarak şekillenmektedir. Bununla birlikte şu
an için en popüler yağın CBD yağı olduğu söylenmekle birlikte esrarjeprol bakımından(CBG) bakımından
yağların da ön plana çıktığı gözlenmektedir. THC bakımından zengin kenevir yağı türü, birkaç yıldır
bilinmekte olup, genellikle “Simpson yağı” olarak adlandırılmaktadır. Hazırlık aşamasındaki metotlara
bağlı olarak, bu ürünlerde terpenlerinvar olabileceği ya da kullanılabileceği söylenmektedir. Bununla
birlikte, buharlaştırılmış terpenleri yoğunlaştırma yoluyla yakalamak ve tekrar nihai yağa yeniden sokmak
mümkündür.
CBD yağı, birçok nedenden dolayı kenevir ve kannabinoidlerin birçok tıbbi kullanıcısı için favori
uygulama şekli haline gelmiştir. CBD yağı kullanımının zehirlenme riski taşımadığı bilinmektedir. THC
bakımından ürünler için mümkün olandan çok daha büyük dozlar tüketilebilir. Bitkisel esrar kullanmanın
bütünsel yaklaşımını tercih eden birçok kullanıcı, sigara içmenin veya onu buharlaştırmanın neden olduğu
tipik koku ile ilgili damgalanma konusunda endişelenmektedir. (Hazekamp, 2018: 65) Esrar yağı, bir
tüketiciyi
esrar kullanıcısı olarak tanımlayabilecek bir kokuya sahip değildir ve sosyal bir ortamda, örneğin işte ya da
ailenin çevresinde bile gizli olarak kullanılabilir.Konsantre bir ekstrakt kullanmanın bu aynı
yararları, 2013'te yayınlanan tıbbi esrar kullanıcıları arasında yapılan geniş bir araştırmada, belki de tercih
edilen bir alım yöntemi olarak kenevir yağlarının ortaya çıkışının erken bir göstergesi olarak tanımlanmıştır.
(Hazekamp, 2018: 66)Halenpiyasa, oralkapsüller, lipozomal ürünler, cilt kremleri ve CBD içeren sakızlar
dahil olmak üzere daha sofistike ve patentlenebilir ürünlere doğru daha da gelişmektedir. (Hazekamp, 2018:
66)
Kenevir özlerinden üretilen kenevir yağı insan sağlığını koruma özelliğine sahip olduğu için gıdalarda
ve gıda takviyelerinde kullanılabilmektedir. Örneğin Polonya’ya özgü Siemieniotka, geleneksel Noel arifesi
yemeğinde sıkça yenen kenevir tohumu ile yapılan Silezya çorbasıdır. (http://www.eiha.org/ , Erişim
Tarihi: 18.08.2019)
Kenevir yağı ağızdan alınabilir, buharlaştırılarak solunur, topikal olarak uygulanır veya fitiller halinde
formüle edilir. Yüksek kalitede yağ, yüksek oranda aktif bileşen içerir ve kenevir türüne, ham bitki
materyalinin kalitesine ve özütleme işlemine bağlıdır.(Martini,2016:182) Kannabis ve kannabinoidlerin
(özellikle de yağ ekstraksiyonunda bulunan yüksek dozlarda) kanser hücrelerini öldürebileceğine dair,
birçok doğrulanmamış istemin yanı sıra artan bir ilgi vardır. (Martini, 2016: 182)
CBD Yağı’nın Kullanım Alanları
Kenevirden yapılan CBD yağı, ABD'de tamamen yasaldır ve şimdi restoranlarda imza yemeklerinde
kullanılmaktadır. Bunun yanı sıra, CBD yağı, psikotropik özelliklere sahip olmamakla birlikte, baş ağrısı,
kaygı bozukluğu ve depresyon dâhil birçok hastalığın tedavisinde kullanılmaktadır. CBD yağına dair
günümüzde az sayıda çalışma yapılmış olmasına rağmen, farklı sektörlerde ilgi artışı gün geçtikçe
126
çoğalmaktadır. Gastronomi alanında CBD’ye ilişkin kullanımlar özellikle 2019 yılında artmış olmakla
birlikte, Kaliforniya'dan New York'a kadar olan restoranlar, CBD yağını kullanarak kokteyller, tuzlu
yemekler ve tatlılar yaratmaktadır. Amerika’da şu an 12 restoran, CBD katkılı yiyecek ve içecekler
üretmektedir. CBD yağı ile birlikte, eklenmiş maya içermeyen kendiliğinden fermantasyondan yapılmış
birçok bira çeşidinin yapımının gerçekleştirilmesi planlanmaktadır. Şarap yapımına veya sirke üretimine
benzer şekilde yapılan bu demleme yöntemi, ekşi ve korkak tatlar yaratır ve genellikle fıçılarda
yaşlandırılmaktadır. Bu bağlamda büyük meşrubat şirketleri şimdilerde esrar ve CBD’infüze içecekler
üzerine bahis koymaktadırlar. Molson-Coors, Constellation Brands ve hatta Coca-Cola, bira ve alkolsüz
içeceklere
THC
eklenmiş
içeceklerin
üretimini
araştırdığı
bilinmektedir.
(https://www.theculinarypro.com/2019-culinary-trends, Erişim Tarihi: 24.07.2019) 2018 yılı içerisinde
CBD katkılı yağ dolu kapsüller, tropikal balsamların üretildiği bilinmektedir. Bununla birlikte
Birmingham'da bir şirket CBD içeren ilk gazlı içeceği ürettiğinin bilgisini vermektedir. Yine 2018 yılı
içerisinde Birmingham’da Green Monkey adında CBD ürünlerini satmak için bir şirket kurulmuştur. Bu
gelişmelerin devamında CBD ile ilgili ürünlerin satışını yapan dükkânlar açılmış olup, CBD,CVS,
Walgreen's ve Rite-Aid gibi ana perakendecilerin raflarında yerini almaya başlamıştır.
(https://www.bbc.com/news/uk-england-birmingham-48053266, Erişim Tarihi: 21.08.2019) ABD’de
bulunan San Antonio şehrindeki Dab Hemp Cafe’de CBD yağı katkılı meyve suları, hamur işleri, kahveler,
sıcak
çikolatalar
ve
ebegümeci
çayı
üretildiği
bilgisi
medyaya
yansımıştır.
(https://www.nytimes.com/2019/05/06/us/cbd-cannabis-marijuana-hemp.html, Erişim Tarihi: 22.08.2019)
Dünya geneline Magic Brownies ve Cherry Garcia dondurması satışı yaptığı bilinen bir şirket kısa bir
süre önce yapmış olduğu açıklama ile birlikte yakın gelecekte CBD katkılı dondurma üretimine
başlayacağını duyurmuştur. Bununla birlikte gıda şirketleri CBD katkılı ürünlerin sadece dondurma ile
sınırlı kalmayacağını bildirmektedirler. Nitekim 2019 yılının Nisan ayı içerisinde Carl's Jr. Hamburger
zinciri, kenevir kullanıcıları için ulusal bayram olarak kabul edilen 4/20 hafta sonu boyunca CBD’li
burgerlerin yasal olacağını duyurmuştur. Oreo çerezleri ve diğer aperatif yiyeceklerin üretimini yapan
uluslararası şirket Mondelez'in genel müdürü Dirk Van de Put, CNBC'ye şirketin mayıs ayında CBD'ye
infekte edilmiş gıda üretimi için “hazırlanıyor” olduğunu ve devlet onayının beklendiğinin açıklamasını
yapmıştır. (https://www.healthline.com/health-news/ice-cream-and-other-foods-that-may-soon-be-infusedwith-cannabidiol#CBD-remains-illegal-as-a-food-additive, Erişim Tarihi: 24.08.2019)
Ancak 2018’de imzalanan Çiftlik Yasası ile birlikte kenevir bitkisinden elde edilen CBD yağı
yasallaştırılmasına rağmen, Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) CBD yağının henüz bir gıda katkı maddesi olarak
kullanılmasını onaylamamıştır. FDA, CBD'nin pediatrik nöbetleri tedavi etmek için bir ilaç olarak
onaylandığı için (Haziran 2018'deEpidiolex), yasal olarak gıda veya diyet maddelerine eklenemediğini
söylemektedir.
(https://www.healthline.com/health-news/ice-cream-and-other-foods-that-may-soon-beinfused-with-cannabidiol#CBD-remains-illegal-as-a-food-additive, Erişim Tarihi: 24.08.2019)
Ulusal Restoranlar Birliği ve Amerikan Mutfak Federasyonu, 2019 yılı için en iyi mutfak ve restoran
konseptleri hakkında yapmış olduğu çalışma kapsamında 650 profesyonel şef ile görüşmüştür. Bu çalışma
kapsamında her 4 şeften 3'ünün CBD ve esrarla beslenen gıdaların 2019 yılı içerisinde sıcak bir trend olacağı
görüşünü belirttiği bilinmektedir.Elbette, şeflerin esrar ve kenevir bitkisinde bulunan psikoaktif olmayan
bir bileşik olan CBD'ye olan ilgisi, CBD yağının kesin bir şekilde yakın bir gelecek içinde restoranlara
geleceği anlamına gelmediği de bir gerçektir. Esrar kullanımı federal düzeyde yasadışı kalmakta olup,
sadece 10 ülkenin rekreasyon amaçlı yasallaştırıldığı bilinmektedir. Biraz daha az incelemeyle trende
girmek isteyen bazı restorancılar, lüks kenevir kaplı yiyecekler içeren menüler sunan özel akşam yemeği
kulüplerine dönüşmektedir. Kanada’da 2018 yılında marijuana kullanımının yasallaştırılmış olmasına
rağmen 2019 yılının Ekim ayına kadar yasal olarak kullanılmayacağı kabul edilmiştir. Nitekim CBD
ürünlerinin çoğu, Başkan Donald Trump'ın Aralık ayında Çiftlik Yasası’nı imzalamasından sonra federal
yasalarla yasal hale geldi. Bununla birlikte, Gıda ve İlaç İdaresi, FDA onaylı bir ilaçta aktif bir bileşen
olduğundan, yiyecek ve içeceklere CBD eklenmesini yasaklamaktadır. Gıda ve İlaç Dairesi, ilk kamuya
açık duruşmasını 31 Mayıs’ta yiyecek ve içeceklerde CBD’nin yasallaştırılması üzerine başlattı. Bu, bazı
restoranların tüketici talebine cevap vermek için MİA kaynaklı ürünleri satmasını engellememiştir. Esrar
için kısa olan CBD, bedeni THC gibi değiştirmeden rahatlamaya yardımcı olmaktadır.
Ancak, özellikle halka açık olan restoran zincirleri, yasal düzenleme sorunu çözülene kadar menüye
CBD eklemekten büyük ölçüde uzak durdu. Yasal düzenleme sonrasında dahi Hood Crecca yapmış olduğu
bir açıklamada, özellikle kendilerini aile dostu olarak faturalandırmak istiyorlarsa, CBD ile beslenen
127
yiyecek ve içeceklerin restoran konseptlerine ve markalarına nasıl uyduğunu düşünmeleri gerektiğini
söyledi.
Yerel düzenleyicilerden gelen baskılar, trendin yanı sıra yükselişe geçti. New York’un sağlık
departmanı restoranlara yiyecek ve içecek eklemeyi bırakmalarını emrederken, Los Angeles’ın sağlık
departmanı yiyecek ve içeceklerde CBD kullanan restoranlar için teftiş noktaları başlattı.
Restoran grubunun anketinde esrarın ya da CBD kaynaklı yiyeceklerin altına inen diğer restoran
eğilimleri tartışmaya daha az karışmış durumdadır. Sıfır atık pişirme, doğal malzemeler ve lüks paket servisi
paketleme de ilk 10'da yer almıştır. (https://www.cnbc.com/2019/04/08/chefs-pick-cbd--and-cannabisinfused-food-as-this-years-hot-trend.html, Erişim Tarihi: 24.07.2019)
CBD yağı farklı hastalıkların semptomlarını hafifletmek amacıyla farklı şekillerde kullanılabilmektedir
Bu bağlamda bazı CBD yağı ürünlerinin, farklı yiyecek ve içeceklerle karıştırılarak tüketildiği veya pipet
yoluyla tüketildiği bilinmektedir. Bununla birlikte CBD yağından yapılan bazı ürünler yoğun bir kıvama
getirilerek cilde masaj yolu ile de uygulanabilmekte olup, bazı durumlarda da kapsül şeklinde de
kullanılabilmektedir. (http://kozmetrik.com/cbd-yagi-faydalari/, Erişim Tarihi: 29.07.2019).
Sonuç
CBD olarak da bilinen Esraridiol, az bilinen bir molekülden, sağlık bilincine sahip kişilerce
tüketildiğinde hızla büyüyen bir potansiyel besin takviyesine dönüşmektedir.CBD, kenevir ve kenevir de
dâhil olmak üzere kenevir bitkisi çiçekleri, tohumları ve sapları boyunca doğal olarak bulunur. 85+
kannabinoidlerin çoğundan farklı olarak - esrarda bulunan bileşikler - CBD esrarda önemli miktarlarda
bulunur, bu nedenle günlük CBD kenevir yağı takviyelerinde kullanılmak üzere kenevir bitkisinden kolayca
çıkarılır. Kannabidiol, ABD´de ve uluslararası 40 ülkede sayısız potansiyel yararı ve yasal statüsü nedeniyle
şu anda mevcut olan en heyecan verici kannabinoid olarak değerlendirilmektedir.
CBD, kenevir bitkisinde ve kenevirin birçok çeşidinde önemli miktarlarda bulunur. Kenevir ve esrar
arasındaki temel fonksiyonel fark, THC´nin ölçülebilir seviyesidir. Esrar, özellikle rekreasyonel kullanım
için önemli miktarda THC içerecek şekilde yetiştirilirken, kenevir sadece THC miktarında eser miktarda
bulunur. Kenevirde doğal olarak bulunan CBD Amerika Birleşik Devletleri´nde de yasaldır. ABD´de
esrardan elde edilen CBD federal olarak yasa dışıdır ve Kannaway, CBD kenevir yağını yasal olarak temin
edilebilen kenevir bitkilerinden alır ve gönderdiğimiz ürünlerin tüm federal kısıtlamaları karşılamasını
sağlar.
Tıbbi araştırmalar, esrarda bulunan ve iyi bilinen yüksek indükleyici molekül olan kannabidiolün THC ile
aynı şekilde psikoaktif olmadığını göstermiştir. Bu zehirlenme, CBD´yi yaşına bakılmaksızın popülaritesine
katkıda bulunan herkes tarafından kullanımı güvenli hale getirir.
Örneğin, diğer kanabinoidler gibi CBD´nin iştah, uyku ve bağışıklık tepkisi gibi fonksiyonlar
arasındaki dengeyi teşvik ederek vücutta homeostazın yaratılmasından sorumlu olan, vücudun doğal olarak
oluşan
endokannabinoid
sistemi
ile
etkileşime
girdiği
bilinmektedir.
(http://www.kannawayturkiye.com/335-kenevir-yagi&lang=1, Erişim Tarihi: 31.07.2019)
Burada CBD yağının bir ilaç mı yoksa gıda takviyesi mi olduğu meselesi ortaya çıkmaktadır. İkisi
arasındaki başlıca fark bu şifalı ilaçlar güvenli olduğu kanıtlanıncaya kadar güvensiz olarak kabul edilir.
Gıda takviyeleri aksi ispat edilmediği sürece güvenli kabul edilir. Sonuç olarak, asıl soru olsun ya da olmasın
CBD, tüketiciler (çocuklar, yaşlılar, hastalar) için büyük ve düzenlenmemiş miktarlarda güvenli değildir.
Nitekim Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) yakın bir tarihte yapmış olduğu incelemede, bugüne dek
saf CBD kullanımıyla ilişkili olarak herhangi bir rekreasyonel kullanım ya da halk sağlığıyla ilgili herhangi
bir sorun olduğuna dair hiçbir kanıt bulunamadığı sonucuna varmıştır.
Bununla birlikte kontrolsüz kaynaklardan elde edilen CBD yağının bazen ciddi sağlık sorunlarına ve
hastaneye yatışlara sebebiyet verebileceği iyi bilinmektedir. Buna sebep olarak da CBD yağının elde
edilmesi aşamasında kasıtlı olarak eklenmiş kimyasal maddelerin ağırlığı, verimi, potansiyelini arttırmak
için kullanılan böcek ilacı katkıları( ağır metaller, küfler, bakteriler) gösterilmektedir. Örneğin pestisitlerin
Hollanda’da kahve dükkânlarında esrarla birlikte sıklıkla kullanıldığı bilinmektedir. (Hazekamp, 2018: 65)
On binlerce çalışma, kannabidiolün sahip olabileceği çok çeşitli potansiyel faydaları göstermiştir.
Düzenleyiciler ve milletvekilleri dikkat çekmeye ve anlamlı reformlar yaratmaya başladıkça, esrar, her tür
128
ortak üründe ana madde haline gelme olanağına sahiptir. Bu arada, siz ve aileniz tarafından kullanılmak
üzere Kannaway mağazasından yasal olarak çeşitli CBD ürünleri satın alınabilir.
(http://www.kannawayturkiye.com/335-kenevir-yagi&lang=1, Erişim Tarihi: 31.07.2019)
Sonuç olarak CBD yağının kullanımının gıdalarda ve ilaç sanayinde kullanımı her geçen gün terapatik
bir işlev görse dahi CBD yağlarının mevcut düzenlemesiz üretim ve satışlarının sorumlu bir şekilde yapılıp
yapılmadığının denetlenmesi gerekmektedir.
Kaynakça
1. EIHA Presentation on Hemp Extracts, European İndustrial Hemp Association, 12 March 2019, WG
PAFF Committee, http://www.eiha.org/ , Erişim Tarihi: 18.08.2019
2. Hazekamp, Arno, (2018). “The Trouble with CBD Oil”, Legal and Regulatory Aspects-Commentary,
Med Cannabis Cannabinoids. 1:65–72.
3. Gizlenci, Ş., Acar M., Yiğen, Ç., Aytaç, S., (2019). Kenevir Tarımı. Samsun: Tarım ve Orman
Bakanlığı Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü Yayınları.
4. Martini, Nataly, (2016). “Cannabis Oil”, Journal of primary health care. 182-183
5. Özşeker Efeoğlu, P., Dip, A., Dağlıoğlu, N., Gülmen, M.K., (2017). “Sentetik Kannabinoidler: Yeni
Nesil Esrar”, Türk Aile Hekimleri Dergisi, 21 (1): 34-40
6. http://www.kannawayturkiye.com/335-kenevir-yagi&lang=1, Erişim Tarihi: 31.07.2019
7. https://www.theculinarypro.com/2019-culinary-trends, Erişim Tarihi: 24.07.2019
8. https://www.cnbc.com/2019/04/08/chefs-pick-cbd--and-cannabis-infused-food-as-this-years-hottrend.html, Erişim Tarihi: 24.07.2019
9. http://kozmetrik.com/cbd-yagi-faydalari/, Erişim Tarihi: 29.07.2019
10. https://www.bbc.com/news/uk-england-birmingham-48053266, Erişim Tarihi: 21.08.2019
11. https://www.nytimes.com/2019/05/06/us/cbd-cannabis-marijuana-hemp.html, Erişim Tarihi:
22.08.2019
12. https://www.healthline.com/health-news/ice-cream-and-other-foods-that-may-soon-be-infused-withcannabidiol#CBD-remains-illegal-as-a-food-additive, Erişim Tarihi: 24.08.2019
13. Arwa Mahdawi, Are ‘weedtampons’ theanswertoperiodpain?,
https://www.theguardian.com/commentisfree/2019/may/28/are-weed-tampons-answer-to-period-paincbd-suppositories-pms, Erişim Tarihi: 23.07.2019
14. https://www.nyccriminallawyers.com/cbd-oil-illegal/ Is CBD oil illegal? Erişim Tarihi: 23.08.2019
15. Helen Holmes, New York City Lays Out Its Plan to Enforce the Ban on CBD-Infused Food
16. https://observer.com/2019/02/cbd-banned-in-nyc-food-drink-how-will-it-be-enforced/ Erişim Tarihi:
11.07.2019
17. https://www.ers.usda.gov/webdocs/publications/41740/15852_ages001eb_1_.pdf?v=0Identification:
Industrial Hempor Marijuana? Erişim Tarihi: 01.07.2019
129
Presentation ID/Sunum No= 23
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Futbol Pazarlaması ve Futbol Kulüplerinin “seyircisiz” Liglerde Gelir Arttırma Çabaları:
Fenerbahçe Spor Kulübü Örneği
Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Can Demirtaş1
1
Kırklareli Üniversitesi
Özet
SARS-CoV-2 olarak tanımlanan ve küresel ölçekte etkisini sürdüren pandemi, ekonomik ve sosyal etkilerini bir
çok sektörde çok derinden hissettirmektedir. Ülkelerin milli gelir kaybı yaşayarak küçüldüğü, ulaştırma, turizm,
yiyecek içecek endüstrilerinin ise aylar süren kapalı konumları, ilgili sektörlerin finansal temelde rekabet yapısını çok
olumsuz şekilde etkilemektedir. Futbol endüstrisi de benzer şekilde pandemi sürecinde dünya futbol tarihinde
görülmeyen kararlar kapsamında faaliyetlerine devam etmekte, hayatı olduğu gibi futbolu renklendiren insan
olgusundan hariç bir şekilde rekabeti sürdürmektedir. Futbolun taraftar olmaksızın sürdürülmesi bir çok kulüp için
çok değerli görülen maç günü ve stadyum gelirlerinin elde edilememesine neden olmakta, endüstri içi rekabetin
finansal güç ile doğru orantılı olarak gerçekleştiği göz önüne alındığında, kulüplerin bir çok farklı problemle
yüzleşmesine de neden olmaktadır. İlgili dönemde sportif başarı kadar finansal başarının sağlanması amacıyla gelir
elde etmek öncelikli hedef olarak görülmektedir. Dolayısı ile pandemi sürecinde stadyum gelirlerinin alternatiflerinin
yaratılması stratejik bir hedef olarak belirlenmekte, bu noktada hedefe ulaşmada yardımcı olarak ise pazarlama
biliminin öğretileri devreye girmektedir.
Bu çalışma, futbol kulüplerinin pandemi sürecinde karşılaştıkları sorunları değerlendirmek ve futbol pazarlaması yolu
ile alternatif gelir yaratma sürecinin nasıl gerçekleştiğini Fenerbahçe Spor Kulübü örneği ile açıklama amacını
taşımaktadır. Çalışma sonucunda ilgili kulübün, geleneksel ve dijital kanalları kullanarak, taraftar entegrasyonunu
sağladığı, yeni ürün geliştirme, değer yönlü deneyimsel pazarlama ile gelir elde etmeyi hedeflediği
değerlendirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Futbol Pazarlaması, Covid-19, Seyircisiz Ligler.
Abstract
The pandemic, which is defined as SARS-CoV-2 and continues its impact on a global scale, makes its economic
and social effects deeply felt in many sectors. Countries shrinking with a loss of national income, and the closed
positions of the transportation, tourism and food and beverage industries for months affect the competitive structure
of the relevant sectors on financial basis very negatively. Football industry likewise in the process of the pandemic
continues to operate under the decision unseen in the history of world football in a way that continues to color the
football competition, except from human as well as life. sustaining without football fans causing an inability to obtain
very valuable common on game day and stadium income for a lot of clubs, considering that occurs in direct proportion
with the financial strength of the competing domestic industry, the clubs are also causes confronted with a very
different problem. In order to ensure success in the related period, financial success as sporty as it is seen as a priority
objective to generate income. Therefore, the creation of alternatives for stadium revenues during the pandemic process
is determined as a strategic goal, and at this point, the teachings of marketing science come into play to help achieve
the goal.
This study aims to evaluate the problems faced by football clubs during the pandemic process and to explain
how the process of generating alternative income through football marketing with the example of Fenerbahçe Sports
Club. As a result of the study, it is evaluated that the relevant club achieved fan integration by using traditional and
digital channels, and is considered as to generate income with new product development and value-oriented
experiential marketing
Keywords: Football Marketing, Covid-19, Leagues without spectators.
Giriş
Simon Kuper 1994 yılında orijinal ismi olarak “Football Against the Enemy” ile yayımlanan
Türkçe’ye ise “Futbol Asla Futbol Değildir” şeklinde tercüme edilen eseri ile futbolun sadece bir spor dalı
130
olmadığını, bir çok farklı disiplini çok yüksek düzeyde etki altına alan ekonomik ve sosyal bir faaliyet
olduğunu belirtmektedir (Kuper, 2006). Gerçekten de futbol, bir çok ülkede sadece basit bir spor
organizasyonu olarak tanımlanmasının ötesinde, bireysel ve kitlesel özellikte mobilitenin kolaylıkla
sağlanabildiği bir faktörü meydana getirmektedir. Özellikle de bireylerin sosyal kimliklerine ilave ettikleri
taraftar kimliği, yaşam tarzı ve tüketim alışkanlıklarına kadar bir çok konuda etkisini göstermektedir.
Futbolun ekonomik yönü ise günümüzde önemini çok daha net bir şekilde ortaya çıkarmaktadır. Futbol
kulüpleri sportif faaliyetleri kadar ekonomik faaliyetleri ile de önemli bir endüstri bileşenini ortaya
çıkarmaktadır. Futbol kulüplerinin gelir kalemlerini “yayın gelirleri, ticari gelirler ve seyirci hasılatları”
olmak üzere üç ana başlıkta sınıflandırmak mümkündür (Güneş, 2010: 39). Deloitte tarafından
gerçekleştirilen “Futbol Para Ligi” isimli çalışmada 2019 yılında Barcelona isimli kulübün 840,8 Milyon €
gelir elde ederek dünyanın en çok gelir sağlayan takımı olduğu, en çok gelir elde eden ilk 20 futbol
kulübünün ise toplamda yaklaşık 8.3 Milyar € gelir sağladığı belirtilmektedir (Deloitte, 2019). Futbol
kulüplerinin bu derece yüksek gelire sahip olması, finansal imkanlarını da doğrudan etkilemekte ve sportif
başarı için gerekli olan yatırımları rakiplerine göre daha esnek şekilde gerçekleştirmelerine olanak
tanımaktadır. Sportif başarının sağlanması ile memnuniyet elde eden kulüp taraftarları da buna karşılık
olarak kulüplerine yönelik finansal desteği çeşitli alternatifleri (lisanlı ürün satın alma, nedensel pazarlama,
bağlılık programları, stadyum/maç günü alışverişleri, sms kampanyaları, kombine bilet satın alma vb.) satın
alarak sunmaktadır. Bundan dolayı günümüzde modern futbolun sürdürülebilir başarı kriteri, finansal
olanakları yaratmaya yönelik “sportif başarı ve taraftar desteği” sarmalından meydana geldiği
söylenebilmektedir.
Aralık 2019 yılında Çin’in Wuhan şehrinden başlayarak dünyaya yayılan ve 2020 yılı itibari ile tüm
dünyada milyonlarca kişiye bulaşan Sars-CoV2 isimli virüsün etkilediği endüstrilerden birisi de futboldur.
Her ne kadar spor karşılaşmalarını stadyumlarda izleyen kişi sayısı normal zamanlarda da stadyum
kapasitesi ile sınırlı olsa da, dünya futboluna yön veren FIFA ve ülkeler özelinde federasyonlar, 2020 yılı
bahar aylarındaki tüm karşılaşmaların önce ertelenmesine daha sonra ise oynanması halinde ise seyirci
katılımı olmaksızın gerçekleştirilmesine karar vermiştir. Ancak, spor etkinliklerinin gerçekleştirilmesine ve
seyirciler tarafından izlenmesine olanak veren mekânlar olan stadyumlar (Gürel ve Akkoç, 2011: 346)
sadece sportif faaliyetlerin merkezi olmanın ötesinde, stadyumu kullanan futbol kulübü ve taraftarları için
adete bir “mabed” veya bir kimlik bileşeni olarak görülebilmektedir. Dünya futbol tarihi göz önüne
alındığında bir çok spor organizasyonun heyecan verici ve unutulmayan anları belirli stadyumlarla
özdeşleşerek literatüre dahil olmaktadır. Öyle ki bir çok futbol kulübü için maçların oynandığı stadyumun
atmosferi ve seyirci desteği sportif başarının bir kilit bileşeni olarak görülebilmektedir. Dolayısı ile futbol
kulüpleri için sportif faaliyetlerin sürdürüldüğü stadyumların çok değerli bir motivasyon kaynağı olduğu
söylenebilmektedir. Ancak stadyumlar, sayılan manevi değerler kadar futbol kulüplerinin sürdürülebilir
rekabete dahil olmalarına olanak tanıyacak finansal imkanları desteklemesi açısından da önemli bir bileşeni
meydana getirmektedir. Stadyumların sahip olduğu görsel, işitsel ve tatsal deneyimler taraftar tatminini
yaratmakta, etkinlik tatmini de spor tüketim davranışları üzerinde güçlü pozitif etki yaratmaktadır (Argan
vd. 2018: 233). Futbol maçları her ne kadar geleneksel (TV, Radyo) ve dijital medya (online, mobil)
aracılığı ile servis edilmekte ise de kulüpler, kombine bilet satışı, loca satışı, maç günü gelirleri, tribün
sponsorlukları vb. gibi taraftar yoğun beklenti içeren gelir kaynaklarında çok önemli büyüklükte kayıplarla
karşılaşmaktadır. Bu durum da sportif başarı için gerekli olan transfer harcamaları, idari yapılanma, alt yapı
vb. gibi yatırımların ertelenmesine, rakipler ile olan farkın da giderek açılmasına neden olmaktadır.
Futbol sadece bir ekonomik bir olgu olmayıp aynı zamanda sosyal yönü de bulunan bir faaliyettir.
Bireyin bir futbol kulübüne yönelik taraftar yönlü aidiyetinin varlığı, futbol kulübünün başarısı ile doğru
orantılı olarak mutluluğuna da etki edecektir. Böylelikle futbolda başarı için gerekli olan finansal istikrarın
da sağlanması hem ekonomik hem de toplum yönlü bir amaç olarak görülmektedir. Futbol kulüplerinin
seyircisiz maçlar nedeniyle elde edemediği gelirleri, pazarlama biliminin öğretileri ile alternatif kanallardan
sağlamaları olanaklıdır. Futbol pazarlaması olarak tanımlanabilecek bu çaba ile kulüpler, modern pazarlama
araçlarından yararlanarak gelir etme şansı elde edebilmektedir.
Bu çalışmanın amacı Covid-19 pandemisinin futbol endüstrisi üzerindeki olası etkilerini belirlemek
ve futbol kulüplerinin pandemi nedeniyle azalan gelirlerini arttırmak için gerçekleştirdikleri çabaları
pazarlama bilimi kapsamında değerlendirmektir. Çalışma nitel bir desende tasarlanmaktadır. Çalışma
amacına uygun şekilde hedef değerlendirmelerde online ve yazılı dökümanlar incelenmekte ve betimsel
analiz yolu ile değerlendirmeler pazarlama bilimi öğretilerine uygun olarak sunulmaktadır. Çalışma; futbol
131
pazarlaması kavramının tanımlanması, Covid-19 pandemisinin futbol endüstrisi üzerindeki etkisi ve
Fenerbahçe Spor Kulübü’nün pandemi sürecinde gelir arttırmaya yönelik gerçekleştirdiği çabaları örnekler
ile açıklama şeklinde üç ana başlıkta tasarımlanmakta, sonuç ve önerilerin belirtilmesi ile
tamamlanmaktadır.
Futbol Pazarlaması Kavramı
Pazarlama kavramı, işletme (futbol kulüpleri) paydaşlar (taraftar, kamu, medya vb.) ve genelde
toplum için değer ifade eden sunulanları yaratma, duyurma, teslim ve mübadele faaliyeti (Mucuk, 2014: 5)
ve firmaların tüketicilere yönelik değer yaratarak, müşterilerinden değer elde etmek amacıyla güçlü müşteri
ilişkileri yaratma süreci (Kotler ve Armstrong, 2012: 29) olarak tanımlanmaktadır. İlgili pazarlama
tanımlarından hareketle pazarlama biliminin temel hedefinin her ne kadar belirli bir değer kazanımı ifade
ettiği karşılığında ise müşteri değeri, güçlü ve sürdürülebilir bir ilişkinin yaratılma hedefinin var olduğu
görülmektedir. Dolayısı ile pazarlama bilimi işletmelerin pazarlama başarısı için hedef kitleleri ile
sürdürülebilir, ilişkisel ve karşılıklı bir alışverişin sürekliliğini gerekli görmektedir. Aynı zamanda Kotler
ve Levy (1969) pazarlama biliminin sadece fiziksel ürün üreten işletmeleri ilgilendirecek bir disiplin
olmadığını, fiziksel ürünler kadar servisler, kar amacı hedefi olmayan girişimler, vakıflar, kamu hizmetleri
gibi bir çok farklı alana uyarlanabileceğini belirtmektedir. Sporun, çok sayıda insanı aynı anda bir araya
getirebilen büyük bir güç (Altunbaş, 2007: 93) olarak gördüğümüzde, Kotler ve Levy (1969)’nin belirttiği
üzere spor ve spor organizasyonlarının da pazarlama biliminin kapsamında değerlendirilmesi oldukça
olasıdır. Spor pazarlaması olarak literatürde yer alan ilgili kavram; Gray ve McEvoy (2005: 229)’a göre
pazarlama ilke ve uygulamaları yoluyla spor tüketicilerinin beklentileri, istek ve ihtiyaçlarının yönetimi ve
memnuniyeti ile ilgili bir alanı tanımlamaktadır. Spor tüketicilerinin istek ve ihtiyaçlarının tatmin edilmesi
sürecinde toplamda üç boyut altında spor pazarlamasından yararlanılmaktadır. Bunlardan ilki, sporun veya
organizasyonun kendisinin pazarlanması ve katılımın sağlanması, ikincisi spor ürünlerinin pazarlanması ve
üçüncü olarak da spor dışı ürünlerin spor aracılığı ile pazarlanması şeklindedir (Temel, 2019: 5). Bir spor
organizasyonu olarak futbol da benzer şekilde boyutlandırılmaktadır. Yani bir anlamda sporun bir alt dalı
olarak futbol da pazarlama biliminin hedefindedir ve futbol kulüpleri pazarlama stratejilerini kullanarak
taraftarları ile uzun dönemli sürdürülebilir, karşılıklı ve ilişkisel bir değeri yaratma imkanına sahip
olmaktadır. Futbolun pazarlama bilimi içerisinde Serarslan (2020: 35) tarafından gerçekleştirilen spor
pazarlaması türlerine benzer şekilde; futbol pazarlaması, futbol yolu ile pazarlama ve futbolcu pazarlaması
şeklinde alt disiplinlere de ayrılabilmesi mümkündür. Futbol pazarlaması, modern dönemde tüketicilerin
ürün ve hizmetlere yönelik beklentilerindeki artışa paralel daha duygusal yoğunlukta deneyim beklentileri
ile şekillenmekte olup, futbol kulüpleri de bu beklentilere kayıtsız kalamamaktadır. Artan tüketici bilinci ve
istekleri futbolun pazarlanması sürecinde bir çok yeni pazarlama girişimlerinin de doğmasına neden
olmaktadır (Chanavat ve Despordes, 2017: 9). Örneğin, Allianz grubun dünya üzerinde farklı ülkelerde
“Arena” stadyumlarına sponsorlukları, bir çok kulübün stadyumlarında ücretsiz wifi, ısıtma, bebek bakım
odası, otopark hizmeti sunması, stad içi müzelerin oluşturulması, sosyal medya ve dijital platformalara
yönelik çabaların üstlenilmesi, doğrudan pazarlama vb. gibi bir çok farklı pazarlama çabalarının son yıllarda
sıklıkla kullanıldığı görülmektedir. Futbol pazarlaması sürecinde futbol kulüplerinin üstlendikleri alternatif
pazarlama çabalarını aşağıdaki Tablo 1’deki gibi gruplandırmak mümkündür. Tablo 1’de gösterildiği üzere
futbol pazarlamasının sekiz farklı boyutundan söz edilebilmektedir. Ancak üzerinde önemle durulması
gereken husus, futbol pazarlamasının lokomotifi “futbol seyrinin” pazarlanmasıdır. İlgili pazarlama çabası
medya örgütleri, spor alanı, stadyumlar, spor programı yayınları ve reklam veren firmalar ile takıma ait
lisanslı ürünlerden (merchandising) oluşan pazar kapsamında değerlendirilmektedir. Ancak bunların
sayısının, sektördeki cironun ve katma değerin artması, seyirci sayısının artmasına bağlı olmaktadır
(Serarslan, 2009: 12).
Tablo 1. Futbol Pazarlamasının Boyutları
Futbol Pazarlamasının
Boyutları
Futbol Pazarlaması Boyutlarının
Tüketicileri
Futbol Seyrinin Pazarlanması
Seyirciler / Taraftarlar
İsim Hakkı Pazarlaması
Spor İşletmesi, Kafe, Lokanta Yatırımcısı
Lisanslı Ürün Pazarlaması
Logolu Ürün Tüketicileri
132
Sponsorluk
Futbol Yoluyla Pazarlama Yapan Firmalar
Yayın Hakkı Pazarlaması
Medya Örgütleri
Taraftar Kart
Seyirciler / Taraftarlar
Stadyum Pazarlaması
Stadyum Hizmetleri Tüketicileri
Gençlik Geliştirme Programı
Spor İşletmesi, Kulüpler
Kaynak: Serarslan, M. Z., (2009: 11).
Pandemi süreci ile birlikte futbol maçlarının seyircisiz oynanması, bir çok kulübün stadyum kaynaklı
ve maç günü ile ilgili gelirlerden mahrum kalmasına neden olmaktadır. Buna ek olarak sosyal izolasyonda
yaşamını sürdüren bireyler, futbol dışı gündemle yoğun olarak karşılaşmakta ve dolayısı ile de alışılagelen
ilgiyi futbol maçlarına yönlendirememektedir. Bu durum ise kulüplerin finansal dengelerine etki etmekte
ve sportif başarı için gerekli olan yatırımların ertelenmesine hatta ihtiyaç duyulan kısa vadeli giderlerin
karşılanması için finansal kuruluşlara ya da devlete yardım amaçlı başvuru yapılmasına neden olmaktadır.
Ancak bu koşullar altında finansal başarının elde edilmesinde hiç kuşku yok ki pazarlama biliminin
öğretileri ve modern uygulamalarının yardımcı olması olasıdır. Bu nedenle pandemi sürecinde mahrum
kalınan gelirler yerine alternatif kaynakların yaratılması amacıyla kulüplerin üzerinde önemle durması
gereken husus pazarlama biliminin öğretileri olmalıdır. Pazarlama biliminin öğretileri ile değişen koşullara
uygun stratejilerin geliştirilmesi yolu ile söz konusu gelir kaybı, yeni ve yaratıcı çözümler aracılığıyla
problem olmaktan çıkabilecek ve sürdürülebilir rekabet başarısı elde edilebilecektir.
Covid-19’un Futbol Pazarı Üzerine Etkileri
Yeni koronavirüsün (SARS-CoV-2) dünya üzerinde yayılımı bir çok farklı sektöre olduğu gibi futbol
endüstrisine de çok olumsuz yansımaktadır. Pandemi ile birlikte ülkelerin büyüme beklentileri çok yüksek
oranda negatife dönmekte, gayri safi milli hasılaları azalmakta, istihdam ve yatırım hacmi düşmekte dolayısı
ile ekonomik darboğazlar ortaya çıkmaktadır. Pandeminin küresel yayılım dönemi içerisinde petrol talebi
negatif değerler ile ifade edilmekte, bir önceki yıla göre ulaştırma endüstrisinin kayıp beklentisi 314 Milyar
$, Avrupa bölgesi turizm gelir kaybı ise 87 Milyar $ olarak tahmin edilmektedir. Aynı zamanda küresel
borsa hareketleri ortalama %25 kayıp ile sonuçlanmaktadır (Roy, 2020). Ortaya çıkan ekonomik kaybın
milyarlarca dolar ile ifade edilmesi ve ulaştırma, turizm ve hizmet gibi ana sektörlerin yaklaşık bir yıldır
neredeyse durma konumuna gelmesi de olumsuz tablonun bir göstergesi olarak görülmektedir.
Futbol endüstrisi de küresel ekonomik görünüme benzer şekilde pandemi nedeniyle bir çok farklı
olumsuz etkiler altındadır. UEFA, 2020 yılında gerçekleştirmeyi planladığı Avrupa Futbol Şampiyonasını
2021 yılına, Kadınlar Avrupa Futbol Şampiyonası ise 2022 yılına erteleme kararı almak durumunda
kalmıştır (uefa.com Erişim Tarihi: 03/03/2021). Ancak bu kararın belirli bir ekonomik karşılığı söz konusu
olmaktadır. İlgili ertelemenin finansal büyüklüğü yaklaşık olarak 300 Milyon € olarak tahmin edilmektedir
(Statista, 2020). Avrupa şampiyonasının erteleme kararına paralel şekilde Mart 2020 tarihinde bir çok ulusal
ligde de karşılaşmalar ileri tarihlere ertelenmiştir. Türkiye örneğinde, Türkiye Futbol Federasyonu 19 Mart
2020 tarihinde aldığı kararla profesyonel ve amatör ligleri ileri bir tarihe ertelemiş ve 87 gün süren ara
sonrası 12 Haziran 2020 tarihinde ise karşılaşmaların “seyircisiz” bir şekilde tekrar başlaması kararını
açıklamıştır. Arada geçen sürelerde ise kulüpler maç günü hasılatı, stadyum gelirleri gibi gelirlerden
mahrum kalmış, vadesi gelen borçlar nedeniyle de finansal bir takım zorluklar yaşamıştır. Ancak futbol
karşılaşmalarının seyircisiz oynanması her ne kadar tüm futbol paydaşlarını etkileyecek bir süreç olarak
tanımlansa da, bu gelişmeden en yoğun etkilenen kulüplerin genellikle maç günü gelirlerine daha fazla
bağımlı küçük futbol ülkelerindeki kulüpler ile daha büyük ülkelerin alt liglerindeki kulüpler olması tahmin
edilmektedir (Deloitte, 2019).
Covid-19 pandemisinin futbol endüstrisini etkilemesi sadece futbol kulüpleri ile sınırlı
kalmamaktadır. Futbolu organize eden kuruluşlar, oyuncular, yayın hakkı sahibi medya kuruluşları, sponsor
kuruluşlar ve kamu ilgili süreçten olumsuz yönde etkilenmektedir. Ülkelerde liglerin sürdürülmesinden
sorumlu olan kuruluşlar (Türkiye için TFF) çok hayati öneme sahip kararları almak zorunda kalmakta,
birçok paydaş için kritik sayılabilecek hususlarda görüş bildirmektedir. Futbolun oynanmaya devam etmesi
koşulunda gelir sağlayan birçok birey ya da örgütün yaşamına devam edip etmeyeceğine ilişkin kararların
133
verilmesi, bu tür kuruluşların karşılaştığı zorluklar arasında sayılabilmektedir. Covid-19 pandemisinin
futbol üzerinde yarattığı diğer önemli bir etki alanı bizatihi oyuncuların kendilerinden oluşmaktadır.
Futbolcuların meslek olarak gerçekleştirdikleri futbol oyunu, küresel salgın ile son bulmakta, kontratlar
dondurulmakta, maç başı gelir elde edilmemekte ve küresel ekonomik durgunluk ile futbol dışı gelir
ihtimalleri de azalmaktadır. Dolayısı ile ilgili grup içerisinde yer alan özellikle daha alt ulusal liglerde ya da
amatör liglerde oynayan futbolcular için Covid-19 pandemisinin yıkıcı etkileri olduğu kolaylıkla
söylenebilmektedir. Ayrıca seyircisiz müsabakalarda maskesiz ve mesafe kurallara uymaksızın futbol
oynayan oyuncuların sıklıkla virüse yakalanma, takım arkadaşları ve rakiplerine bulaştırma imkanı
yaratması ile önemli bir riski taşımakta oldukları görülmektedir.
Covid-19 pandemisinin futbol endüstrisi üzerinde yarattığı olumsuzluklardan etkilenen bir diğer grup
da yayın hakları sahibi medya kuruluşları ile sponsorlardır. Yayın hakkı sahibi kuruluşlar maçların
ertelenmesi ile önemli bir sorunla karşı karşıya kalmakta, üyelerine sunmayı vaat ettikleri hizmetleri tam
olarak yerine getirememekte ve üye kayıpları yaşama gibi durumlarla karşılaşmaktadırlar. Benzer şekilde
belirli bir sponsorluk hedefi ile iletişim yatırımı gerçekleştiren işletmeler de karşılaşmaların ertelenmesi ya
da seyircisiz oynanması nedeniyle önemli sayılabilecek büyüklükte bir hedef kitle ile iletişime geçme
şansını kaybederek, sponsorluk hedeflerinden uzaklaşmaktadır. Bu durum ilerleyen yıllar için
gerçekleştirilecek yayın ihaleleri ve sponsorluk anlaşmalarının da daha dikkatli bir şekilde hazırlanmasına
neden olabilecektir. Covid-19 pandemisinin futbol üzerindeki olumsuz etkileri ile ilişkili son organizasyon
kamu otoritesidir. Pandemi ile tüm spor organizasyonları gibi futbolun da ertelenmesi ya da seyircisiz
şekilde müsabakaların gerçekleştirilmesi, kamunun ilgili alana ilişkin daha önce belirlediği vergi hedefi ve
gelirlerinden mahrum kalmasına neden olmaktadır. Aynı şekilde gelirini futbol ve futbol ile bağlantılı işler
yolu ile kazanan kişilerin bu gelirlerini de elde edememesi, kamu otoritesinin daha çok sayıda bireye
doğrudan gelir desteği sağlamasına neden olmaktadır.
Fenerbahçe Spor Kulübü’nün Covıd-19 Sürecinde Pazarlama Yönlü Gelir Arttırma Çabaları
Türkiye’de bulunan profesyonel ve amatör futbol kulüpleri Mart 2020 itibari ile yepyeni bir çevre
altında mücadelelerini sürdürmektedir. Türkiye Futbol Federasyon’unun Sağlık Bakanlığı’ndan aldığı
tavsiye kararı neticesinde maçların seyircisiz oynanacağına dair aldığı karar itibariyle birçok kulüp
olağanüstü bir gelir kaybı ile karşı karşıya kalmaktadır. Ancak sportif faaliyetlerin ve işletme yaşamının
devam etmesi, ilgili gelir grubunun alternatif kaynaklar yaratması ve yeniden gelir elde etmesini gerekli
kılmaktadır. Türkiye’nin en köklü spor kulüplerinden birisi olan Fenerbahçe Spor Kulübü’de bu duruma
uyum sağlamakta ve pazarlama biliminin öğretilerini kullanarak alternatif gelir kaynakları yaratma
çabalarını üstlenmektedir. Futbolun en önemli finansman kaynağı olarak kulüp taraftarlarının görülmesi,
gelir yaratıcı faaliyetlerin de bu odakta gerçekleşmesine neden olmaktadır. Dolayısı ile oluşturulan
pazarlama kampanyaları taraftarın kitlesel katılımını destekleyecek kapasitede planlanmalı ve iletişimi bu
amaç doğrultusunda gerçekleştirilmelidir. Fenerbahçe Spor Kulübü pandemi sürecinde, “Fener Ol”,
Youtube üzerinden “Katıl” kanalının aktifleştirilmesi, müsabakalarda futbolcular tarafından giyilen
formaların “O Forma Senin” açık arttırma ile satışı kampanyası, internet üzerinden “Fenerbahçe web
tarayıcı eklentisi” sunma ve pandemi döneminde kişisel koruma eşyalarının online kanallar aracılığı ile
satışı gibi uygulamaları üstlenerek geleneksel ve dijital kanallar aracılığı ile gelir yaratma hedefini
gerçekleştirmeye çalışmaktadır. İlgili çabaları aşağıdaki gibi detaylandırmak mümkündür.
“Fener Ol” Kampanyası
“Fener Ol” kampanyası Covid-19 öncesi dönemde kulübün mali sıkıntılarının üstesinden gelebilmek
amacıyla 4 Nisan 2019 tarihinde başlatılan ve pandemi döneminde de devam eden taraftar entegrasyonu
odaklı bir bağış kampanyası olarak tanımlanmaktadır. Taraftarların ilgili kampanyaya katılımının
sağlanması amacıyla “feneroltaraftarefsanesi.com” isimli web sitesi oluşturulmuş, kulüp web sitesi ve
sosyal medya hesaplarından da bütünleşik olarak katılımın sağlanması amaçlanmıştır. Taraftarlar; kredi
kartı, EFT/Havale, PTT aracılığı ile ödeme, SMS katılımı gibi dört farklı ödeme alternatifini kulübe yönelik
bağışlarında kullanabilmektedir. Pazarlama açısından yeni ürün geliştirme stratejileri içerisinde
değerlendirilmesi muhtemel olan kampanya; 2020 yılı içerisinde Kristal Elma (Entegre Kampanya, EEntegre Kampanya, Felis (Topluluk Yaratma ve Yönetimi, Spor İletişimi, Spor Olaylarında Sosyal Medya
ve Gerçek Zamanlı PR Çalışmaları) ve Webrazzi (yılın dijital Pazarlama Kampanyası) ödüllerine layık
görülmüştür (www.fenerbahce.org Erişim Tarihi: 04/03/2021). Gelir yaratma hedefi taşıyan kampanya
güncel olarak devam etmekte ve taraftara özel dijital dergi tasarımı ile hedef kitle ile iletişimini
sürdürmektedir.
134
“O Forma Senin” Kampanyası
2020-2021 sezonu itibari ile kulüp tarafından başlatılan bir diğer gelir getirici pazarlama çabası, futbol
A takımı oyuncularının maçlarda giymiş olduğu formaların açık arttırma yolu ile satılmasıdır. “O Forma
Senin” sloganı ile taraftarlara iletilen ilgili pazarlama çabası matchwornshit.com web sitesi aracılığı ile
gerçekleştirilmektedir. Fenerbahçe taraftarı üzerine gerçekleştirilen bir alan araştırmasının sonuçlarına göre
kulüp taraftarları “yıldız oyuncular” ile Galatasaray ve Beşiktaş taraftarlarına oranla kendilerini daha fazla
özdeşleştirmektedir (Kılıç ve İspir, 2018: 24). Dolayısı ile kulübün bu tür bir pazarlama çabası ile daha önce
gelir elde etmediği bir kalemi pandemi sürecinde pazarlama yeniliği olarak kulübe kazandırdığı ifade
edilebilmektedir. Aynı zamanda bu pazarlama çabası kulüp-futbolcu-taraftar arasında duygusal ve ilişkisel
bir deneyim yaratarak kulübün bütünleşik pazarlama iletişimi hedeflerine de katkı sunmaktadır. Güncel
olarak ilgili site üzerinden gerçekleştirilen açık arttırmalar incelendiğinde; formaların 164 € - 770 €
aralığındaki tutarlarda tekliflere sahip olduğu gözlemlenmektedir (www.matchwornshirt.com Erişim Tarihi:
04/03/2021).
Youtube “Katıl” Kampanyası
Futbol A takımı ile taraftar entegrasyonunun sağlanması, stadyuma gelme şansı olmayan
taraftarların takıma ilişkin detaylı bilgi sahibi olması, takımın antreman performansının takip edilebilmesi
ve eğlence içerikli deneyimlerin taraftar ile paylaşılması amacı ile oluşturulan ve Youtube dijital platformu
üzerinden yürütülen üyelik esaslı dijital pazarlama programı olarak tanımlanmaktadır. İlgili programın gelir
yaratma süreci ise taraftarların kulüp tarafından “Sarı” olarak adlandırılan pakete geçiş yaparak ayda
15TL’lik düzenli ödemeyi gerçekleştirmeleri ile ortaya çıkmaktadır. Aktif olarak ilgili dijital kanalın
1.920.864 üyesi bulunmaktadır (www.fenerbahce.org Erişim Tarihi: 04/03/2021). Böylelikle ilgili çaba,
dijital pazarda bağlamsal pazarlama ve içerik pazarlamasının uyarlanması olarak değerlendirilmektedir.
Fenerbahçe Tarayıcı Eklentisi İndirme Kampanyası
Taraftarların kulübe yönelik finansal katkılarını çeşitlendiren bir dijital pazarlama çabası örneği
olarak kulübün tarayıcı eklentisi indirme önerisi, taraftarlar ile uzun dönemli sürdürülebilir dijital iletişimin
varlığını beraberinde ortaya çıkaran bir faaliyet olarak görülmektedir. İlgili eklentiyi indirerek web
tarayıcısında kullanan taraftarlar, her bir web sitesi ziyareti ile kulübe finansal katkı sağlama imkanı elde
etmektedir. İlgili çaba, pazarlama bilimi kapsamında özellikle modern pazarlama anlayışı içerisinde sıklıkla
karşılaşılan amaçlara yönelik pazarlama ve yatay pazarlama anlayışının dijital mecraya uyarlanması olarak
da görülebilmektedir.
Koronavirüsten Korunma Amaçlı Ürünlerin Pazara Sunumu
Koronavirüsün bulaşmasını önlemek amacıyla kullanılan maskelerin ve el dezenfektanlarının kulüp
ürünlerinin online satış kanalı olan “fenerium.com.tr” ve “Fenerium” mağazaları üzerinden satılması yolu
ile gerçekleştirilen gelir yaratıcı pazarlama aktivitesidir. İlgili dezenfektanların ve maskelerin üretiminde
TSEK standartlarına uyum gösterildiği ve maskelerin yıkanabilir olması nedeniyle birden fazla kullanıma
imkan tanındığı belirtilmektedir. İlgili maskelerin çocuk ve yetişkin kategorilerinde, 13 farklı dizayn altında
24.95 TL - 29.95 TL aralığında, dezenfektanların ise 12.95 TL fiyatlandırma ile taraftarlara sunulduğu
görülmektedir (www.fenerium.com.tr Erişim Tarihi: 04/03/2021). Bu şekilde kulüp dijital ve geleneksel
kanallardan yararlanarak güncel koşullara uyarlanmış ürünleri pazara sunmakta ve pazarlama çabalarını da
konsolide ederek değer yaratmaktadır.
Sonuç
Dünya üzerinde etkisini çalışmanın hazırlandığı zaman diliminde yoğun şekilde sürdüren Covid-19
pandemisi, bir çok endüstriyi etkilediği gibi futbol endüstrisini de olumsuz şekilde etkilemektedir. Futbolun
sadece futbol olmadığı, futbolun yarattığı etki ile turizm, ulaştırma, yiyecek içecek, online ve geleneksel
perakende vb. gibi bir çok farklı sektörün de katma değer sahibi olduğu konusu, futbol endüstrisinin önemini
ortaya çıkarmaktadır. Bir anlamda diğer sektörleri besleyecek tüketim davranışının tetikleyicisi olarak
futbolun şimdiye kadar hiç görülmediği üzere seyircisiz bir şekilde sürdürülmesi, futbol endüstrisi kadar
futbolun aracılık rolünü üstlendiği endüstrilerin de gelir kaybı yaşamasına neden olmaktadır.
Modern futbolda rekabetin boyutunun giderek finansal imkanlar ile belirlenmesi, futbol kulüplerinin
de gelir kaynaklarını çeşitlendirmelerini zorunlu kılmaktadır. Covid-19 sürecinde müsabakaların bir dönem
135
ertelenmesi, daha sonra ise seyircisiz oynanma kararı ile kulüpler, gelir kalemleri arasında oldukça önemli
bir paya sahip olan “stadyum gelirleri, isim hakları, sponsorluklar, kombine bilet satışı, maç günü
tutundurma faaliyetleri ve özel taraftar paketlerinin satışını” gerçekleştirememektedir. Dolayısı ile sayılan
gelir kalemlerine aşırı bağımlı olan özellikle küçük bölge takımları ile alt lig takımlarının çok ciddi anlamda
sorun yaşadığı değerlendirilmektedir.
Finansal başarının gelir ve gider arasındaki olumlu fark ile tanımlaması, futbol kulüplerinin sportif
başarıları kadar sportif başarıyı sürdürecek yatırımların gerçekleşmesi için gerekli olan finansal kaynakları
da yaratmalarını gerekli kılmaktadır. Pandemi süreci ile dünya pazarının durağan konuma geçmesi bir çok
geleneksel çabanın üstlenilmesini engellese de, pazarlama biliminin öğretilerinden faydalanılması
durumunda ihtiyaç duyulan finansal desteğin futbolun tüketicileri olan taraftarlardan elde edilmesi mümkün
görülmektedir. Bu çalışma ile Türkiye Süper Lig’inde mücadele eden Fenerbahçe Spor Kulübü’nün
pandemi sürecinde gerçekleştirdiği özgün gelir yaratıcı futbol pazarlaması çabaları, içerikleri itibari ile
değerlendirilmiştir. Fenerbahçe Spor Kulübü, gelir arttırma çabalarını geleneksel ve dijital pazarlama
çabaları olarak iki boyutta planlamakta, geleneksel çabaları pandemi ile tüketicilerin hayatına yoğun olarak
giren taraftara özel farklı tasarımlara sahip maske ve dezenfektan satışı ve TV yayını sürecinde SMS
katılımlı veya kredi kartı ve banka aracılığıyla gerçekleştirilebilen bağış elde etme kampanyaları ile; dijital
çabaları ise futbolcuların müsabaka esnasında giydiği formaların online kanallardan açık arttırma yolu
kullanılarak satışı, Youtube dijital platformunda kanal oluşturma (Katıl) ve ücretli abonelik ile içerik
zenginliği sunma, web tarayıcılarında “Fenerbahçe tarayıcı eklentisi kullanımını teşvik etme” şeklinde
tasarlamaktadır.
Pazarlama çabalarının başarısı hedef kitleler ile sürdürülebilir ve değer yönlü ilişkilerin
gerçekleştirilmesi olarak görüldüğünden (Tek, 2006: 35), Fenerbahçe Spor Kulübü’nün üstlendiği
pazarlama çabalarının yoğun olarak taraftar entegrasyonunu hedeflediği, geleneksel ve dijital kanalların
bütünleşik olarak kullanıldığı ve sürece has olarak nitelendirilen ürünlerin yine deneyimsel değer yaratacak
şekilde uyarlamasının gerçekleştirildiği görüldüğünden, etkili ve değerli bir futbol pazarlaması programını
meydana getirdiği düşünülmektedir. Dolayısı ile futbol kulüplerinin ilerleyen dönemlerde yüksek bağlılık
gösterdikleri stadyum ve maç günü gelirlerinin alternatiflerini pazarlama biliminin öğretileri ışığında kısa
dönemde planlayarak hayata geçirmeleri, sportif ve finansal başarı açısından oldukça önemli görülmekte ve
tavsiye edilmektedir.
Kaynakça
1. Altunbaş, H. (2007), Sporun Pazarlaması ve Pazarlama İletişiminde Spor, Selçuk İletişim, 5(1), 93-101.
2. Argan, M., Özgen, C., Koç, A. F. (2018). Futbol Seyircilerinin Duyusal Deneyimlerinin, Etkinlik
Tatmini Üzerindeki Etkisi. Pazarlama ve Pazarlama Araştırmaları Dergisi, 22, 233-248.
3. Chanavat, N., Desbordes, M. (2017). The marketing of football: History, definitions, singularities,
strategies and forms of operationalizations. Routledge Handbook of Football Marketing içinde
Editörler: Nicholas Chavanat, Michel Desbordes, Nicolas Lorgnier, s.9-59.
4. Gürel, E., Akkoç, U. (2011), Stadyum: Benzerlikler, Koşutluklar ve İzdüşümler, Uluslararası Sosyal
Araştırmalar Dergisi, 4(19): 346-370.
5. Deloitte,
(2019),
http://www2.deloitte.com/tr/en/pages/technology-media-andtelecommunications/articles/deloitte-football-money-league-2019.html Erişim Tarihi: 03/03/2021.
6. Gray, D., McEvoy, C. (2005). Sport marketing strategies and tactics. Jn B. Parkhouse (Ed), The
management of sport: Its foundation and application. New York, McGraw-Hill.
7. Güneş, İ. (2010), Futbol Ekonomisi Ekonomist Gözüyle Futbol, Karahan Kitabevi.
8. Kılıç, D., İspir, N.B. (2018), Futbol Kulüplerinde Marka Çağrışımları, Anadolu Üniversitesi İletişim
Bilimleri Fakültesi Uluslararası Hakemli Dergisi, 26(1), 16-25.
9. Kotler, P., Levy, S. J. (1969). Broadening the concept of marketing. Journal of Marketing, 33(1), 1015.
10. Kotler, P., Armstrong, G. (2012). Principles of Marketing, Global Edition, Pearson.
11. Kuper, S. (2006). Futbol Asla Futbol Değildir. Çeviren: Sinan Gürtunca, İstanbul, İthaki Yayınları.
12. Mucuk, İ. (2014), Pazarlama İlkeleri, Gözden Geçirilmiş 20. Basım, İstanbul, Türkmen Kitabevi.
13. Roy, S. (2020). Economıc Impact of Covıd-19 Pandemıc, A Preprint, 1-19.
14. Serarslan, M.Z. (2009). Futbol Pazarlaması, TFF Futbol Eğitim Yayınları, Elma Basım, İstanbul.
15. Serarslan, M.Z. (2020). Spor Yoluyla Pazarlama Kavramına Analitik Yaklaşım, SPORMETRE Beden
Eğitimi ve Spor Bilimleri Dergisi, 18(1), 33-45.
136
16. Statista (2020), https://www.statista.com/statistics/1105619/covid-euro-2020-revenue-loss/ Erişim
Tarihi: 03/03/2021.
17. Temel, A.S. (2019), Sosyal Medya, Spor ve Spor Pazarlaması, Sporda Yeni Akademik Çalışmalar, s.122.
18. Tek, Ö.B. (2006). Pazarlamada Değer Yaratmak Pazarlamada Değer Çağı ve Türkiye’de Değer
Pazarlaması, Hayat Yayınları.
137
Presentation ID/Sunum No= 39
Oral Presentation / Sözlü Sunum
TRA-B-C Düzey-1 Bölgelerı̇ İ̇llerı̇nı̇n Ulusal Endeks Sıralamalarındakı̇
Performanslarının Entropı̇ Temellı̇ TOPSIS Yöntemı̇ İ̇le Analı̇zı̇
Dr. Muhammed Çubuk1 ,
Dr. Öğretim Üyesi Emre Yakut2
1
Fırat Kalkınma Ajansı
2
Osmaniye Korkut Ata Üniversitesi
*Corresponding author: Muhammed Çubuk
Özet
Ulusal ölçekte illeri belirli bir konu özelinde sıralayan veya endeks puanı oluşturan çalışmalar bulunmaktadır. Bu
çalışmalar illerin rekabetçiliğine ve il düzeyinde politikalara katkı sağlayıcı niteliktedir. Ulusal ölçekte yapılan
çalışmaların bu niteliği doğrultusunda yapılan bu çalışmanın amacı, TRA, TRB ve TRC Düzey-1 Bölgelerinde yer alan
görece az gelişmiş illerin sıklıkla kullanılan ulusal endeks sıralamalarındaki sonuçlarını bütünleşik hale getirerek bu
illerin performansını analiz etmektir. Çalışmada beşeri sermaye ve yaşanabilirlik, marka becerisi ve yenilikçilik,
ticaret becerisi ve üretim potansiyeli, erişilebilirlik, Ar-Ge ve yenilik performansı, SEGE ve URAK Rekabetçilik
sıralamaları kriter olarak alınmıştır. Bu yedi kriterin ağırlıklandırılmasında Entropi yöntemi kullanılmış ve elde edilen
ağırlıklar ile birlikte illerin sıralaması TOPSIS yöntemi ile yapılmıştır. Sıralama sonucuna göre 24 il arasından
Gaziantep 1. sırada yer almış, Gaziantep’i sırasıyla Malatya, Erzurum, Elazığ, Şanlıurfa ve Diyarbakır illeri takip
etmiştir. 24 il arasından son beş sırada ise sırasıyla Hakkâri, Iğdır, Muş, Ardahan ve Bitlis illeri yer almıştır.
Anahtar kelimeler: Ulusal endeks sıralamaları, Düzey-1 bölgeleri, Entropi, TOPSIS
Abstract
On a national scale, there are studies that rank provinces or create an index score according to a specific subject.
These studies contribute to the competitiveness of the provinces and to provincial policies. The purpose of this study,
which is conducted in line with this nature of the national scale studies, is to integrate the results of the relatively less
developed provinces in the TRA, TRB and TRC NUTS-1 Regions in the national index rankings that are frequently
used and to analyze the performance of these provinces.In the study, human capital and livability, brand skill and
innovation, trade skills and production potential, accessibility, R&D and innovation performance, SEGE and URAK
Competitiveness rankings were taken as criteria. Entropy method was used in weighting these seven criteria and the
ranking of the provinces with the weights obtained was made by the TOPSIS method.According to the results of the
ranking, Gaziantep ranked first among 24 provinces, followed by Malatya, Erzurum, Elazığ, Şanlıurfa and Diyarbakır,
respectively. Hakkâri, Iğdır, Muş, Ardahan and Bitlis were respectively in the last five provinces.
Keywords: National index ranking, Nuts-1 regions, Entropy, TOPSIS
Giriş
Ulusal endeks çalışmaları, il veya bölge düzeyinde belirli bir konuda çeşitli verileri ve göstergeleri
kullanarak illeri veya bölgeleri sıralamak ve çalışma konusu ile ilgili bir rekabet alanı oluşturmak amacıyla
yapılmaktadır. Çeşitli konularda illerin ve bölgelerin sıralanması, ilgili konuda karar verici durumunda olan
kişi ve kurumlara yol gösterici niteliktedir. Ulusal ölçekte yapılan sıralama çalışmaları bazı durumlarda
politika ve stratejilere temel teşkil etmektedir. Bu önemi ile birlikte değerlendirildiğinde ulusal endeks
çalışmalarının illerin veya bölgelerin gelecek planlamalarında önemli bir konumda olduğu söylenebilir.
Türkiye’de illerin sıralandığı birçok çalışma bulunmaktadır. Bu çalışmalar sosyo-ekonomik
gelişmişlik, rekabetçilik, yaşanabilirlik, güvenlik gibi birçok alanda yapılmıştır. Bu çalışmaların başında
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından sonuncusu 2019 yılında yayımlanan, hem iş dünyası hem de kamu
kesimi tarafından dikkate alınan Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Endeksi (SEGE) yer almaktadır. SEGE,
temeli 1960’lı yıllara dayanan, ilk olarak 1996 yılında standart bir formatta yayımlanan ve bölgesel gelişme
politikalarının izlenmesinde ve değerlendirilmesinde kullanılan önemli bir çalışmadır. 2019 yılında
yayımlanan 2017 SEGE çalışmasında demografi, istihdam, eğitim, sağlık, rekabetçi ve yenilikçi kapasite,
138
mali, erişilebilirlik ve yaşam kalitesi değişkenleri başlıklarında toplam 52 değişken kullanılmıştır. İller bu
değişkenler ve güçlü temel bileşenler analizi kullanılarak sıralanmıştır. Toplam altı kademede gelişmiş
illerin verildiği çalışmada ilk beş sırada İstanbul, Ankara, İzmir, Kocaeli ve Antalya yer almıştır. Son beş
sırada ise Van, Hakkâri, Muş, Ağrı ve Şırnak illeri yer almıştır (T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, 2019).
Bu alanda önemli çalışmalardan bir diğeri ise FORBES Türkiye Dergisi tarafından yapılan “İş Yapmak
ve Yaşamak İçin En İyi Kentler” araştırmasıdır. Araştırmada“Beşeri Sermaye ve Yaşam Kalitesi”,
“Markalaşma Becerisi ve Yenilikçilik”, “Ticaret Becerisi ve Üretim Potansiyeli” ve “Erişilebilirlik”
kategorilerinde 81 ilin sıralaması oluşturulmaktadır. Sonuncusu 2019 Mayıs ayında yayımlanan “İş Yapmak
ve Yaşamak İçin En İyi Kentler” araştırmasında toplam 113 başlıktan oluşan veri seti kullanılmıştır. En çok
verinin toplandığı kategori 48 başlıkla “Beşeri Sermaye ve Yaşam Kalitesi Endeksi” olmuştur. Araştırmada
her bir veri seti kendi içinde endekslenmiştir. Sıralamanın yapıldığı dört ana kategorinin her birinde
ağırlıklandırma yapılmış ve genel endeks sonucuna ulaşılmıştır (FORBES, 2019, s. 68).
Belgin ve Avşar (2019) tarafından yapılan “Türkiye’de Bölgeler ve İller Düzeyinde Ar-Ge ve Yenilik
Performansının Gri İlişkisel Analiz Yöntemi ile Ölçülmesi” başlıklı çalışmada Türkiye’nin bölgeler ve iller
düzeyinde Ar-Ge ve yenilik performansının ölçülmesi amaçlanmıştır. Çalışmada çok kriterli karar verme
yöntemlerinden biri olan Gri İlişkisel Analiz Yöntemi kullanılmıştır.İllerin ve bölgelerin Ar-Ge ve yenilik
performans endeksinin oluşturulabilmesine yönelik önerilen model, performans bileşenleri olarak
adlandırılan beş temel bileşen (Beşerî Sermaye, Ar-Ge ve Yenilik Altyapısı, Bilimsel Araştırma Etkinliği,
Ar-Ge Yetkinliği ve Kamu-Üniversite-Sanayi İşbirliği (KÜSİ) İle Fikri Sınai Mülkiyet Hakları (FSMH) ve
Ticarileşme) ve bu beş temel bileşenin altında yer alan 29 adet göstergeden oluşturulmuştur. Yapılan analiz
ve değerlendirmelerde, 81 il düzeyinde Ar-Ge ve yenilik performans sıralaması sonuçlarına göre, ilk sırada
İstanbul ili yer almıştır. İstanbul’u sırasıyla Ankara ve İzmir illeri takip etmiştir. Çalışmada Beşerî Sermaye
temel bileşeni açısından ilk sırada yer alan İstanbul, Ankara ve İzmir iline ek olarak Bursa, Kocaeli, Manisa,
Konya ve Eskişehir illerinin de yüksek performansa sahip olduğu gözlemlenmiştir. Ar-Ge ve Yenilik
Altyapısı değişkeni bakımından ise; İstanbul, Ankara, İzmir ve Kocaeli illerinin ön plana çıktığı
görülmüştür. Bilimsel Araştırma Etkinliği temel bileşeni bakımından ilk sıralarda İstanbul ve Ankara illeri
yer almış, bu illeri İzmir takip etmiştir. Ar-Ge Yetkinliği ve KÜSİ temel bileşeni bakımından illerin Ar-Ge
ve yenilik performanslarının dağılımı incelenmiş ve İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Kocaeli, Konya,
Kayseri, Sakarya, Adana, Eskişehir ve Gaziantep illerinin yüksek performans gösterdiği; buna karşın
çoğunluğu Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde yer alan Hakkâri, Iğdır, Kars, Mardin, Siirt
ve Tunceli gibi illerin ise düşük performans gösterdiği gözlenmiştir. FSMH ve Ticarileşme temel bileşeni
bakımından illerin Ar-Ge ve yenilik performansının dağılımında ise, genel performans sıralamasında ilk
sırada yer alan illerin yine bu göstergede de ilk sıralarda yer aldığı ancak genel olarak illerin büyük
çoğunluğunun birbirine yakın performans gösterdiği tespit edilmiştir. Manisa, Antalya ve Sakarya gibi
illerin FSMH ve Ticarileşme göstergesinde gelişmekte olduğu ve ilk sıralarda yer alan illeri takip ettikleri
de elde edilmiştir (Belgin ve Avşar, 2019).
Önemli ulusal endeks çalışmalarının bir diğeri ise Uluslararası Rekabet Araştırmaları Kurumu (URAK)
tarafından yapılan İllerarası Rekabetçilik Endeksi’dir. Bölgesel ve sektörel stratejilerin oluşturulmasına ve
hayata geçirilmesine yönelik çalışan URAK tarafından Türkiye’de ilk defa şehirlerin rekabetçiliğinin her
sene yenilenebilir şekilde ölçülmesini sağlayacak rekabetçilik endeksi projesi hayata geçirilmiştir. Endeks
çalışmasında öncelikle geniş bir literatür taraması gerçekleştirilmiş, dünyada ve Türkiye’de rekabetçilik
alanında yapılan çalışma ve analizler incelenmiştir. İlk olarak 2004 yılı verileri ve 36 değişken baz alınarak
oluşturulan endeks paylaşılmıştır (Alkin, Bulu ve Kaya, 2007). Gelen geri bildirimler ile güçlendirilmiş ve
nihai hali verilmiştir. 2018 yılı İllerarası Rekabetçilik Endeksi’nde 4 alt başlıkta toplam 85 değişken
kullanılmıştır. Endeks sıralamasının sonucuna göre ilk beş sırada yer alan iller İstanbul, Ankara, İzmir,
Kocaeli ve bursa olmuştur. Son beş sırada ise Iğdır, Muş, Şırnak, Hakkari ve Ağrı yer almıştır (URAK,
2018).
Yöntem
Çalışmada, İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflandırmasına göre oluşturulan 12 Düzey-1 Bölgesinden
sıralamada sonlarda yer alan TRA, TRB ve TRC Düzey-1 Bölgelerinde yer alan illerin ulusal endeks
çalışmalarında aldıkları sıraların TOPSIS yöntemi ile bütünleşik hale getirilmesine odaklanılmıştır. Bu odak
doğrultusunda illerin belirli konularda karşılaştırmasını sunan ve sıklıkla kullanılan ulusal endeks
çalışmaları alınarak kriter seti oluşturulmuştur. Elde edilen kriter setinin Entropi yöntemi ile
139
ağırlıklandırılması yapılmış ve bu ağırlıklarla birlikte TRA, TRB ve TRC Bölgelerinde yer alan illerin
TOPSIS yöntemi ile karşılaştırılması yapılmıştır.
Entropi Yöntemi
Entropi yöntemi alt kriter ağırlığının hesaplanmasında kullanılan bir yöntemdir. Shannon Entropisi
olarak da anılan bu kavram, doğa bilimlerinde sistemin düzensizliğinin ölçüsü olarak kullanılan
termodinamiğin ikinci yasası olan entropi, bilgiyle ilgili olarak kullanıldığında belirsizliğin düzeyini
belirlemektedir (Han vd., 2015, s. 218). Entropi yönteminin uygulama adımları sırasıyla aşağıda ele
alınmıştır.
Adım 1. Başlangıç Karar Matrisinin Oluşturulması: Entropi yönteminin ilk adımı olan bu aşamada
ilk olarak başlangıç karar matrisi oluşturulur. Karar matrisinin satırlarında performansları sıralanmak
istenen karar birimleri, sütunlarında ise karar vermede kullanılacak değerlendirme kriterleri yer alır. Karar
matrisi (𝑋) aşağıdaki eşitlik (1)’de verildiği gibidir:
𝑥11 𝑥12 ⋯ 𝑥1𝑛
𝑥21 𝑥22 ⋯ 𝑥2𝑛
⋮
⋮
⋯
⋮ 𝑖 = 1,2, … , 𝑚
(1)
𝑋= ⋮
⋮
⋯
⋮ 𝑗 = 1,2, … , 𝑛
⋮
⋮
⋯
⋮
[𝑥𝑚1 𝑥𝑚2 ⋯ 𝑥𝑚𝑛 ]
Adım 2. Başlangıç Karar Matrisinin Normalizasyonu: Başlangıç karar matrisi oluşturulduktan
sonra farklı ölçü birimlerindeki aykırılıkları yok etmek için normalizasyon yapılarak 𝑟𝑖𝑗 hesaplanır.
𝑟𝑖𝑗 =
𝑥𝑖𝑗
𝑚
∑𝑖=1 𝑥𝑖𝑗
(2)
Burada 𝑖 alternatif değeri, 𝑗 kriter değeri ve 𝑟𝑖𝑗 ise normalize edilmiş değerleri ifade etmektedir.
Normalizasyon işleminden sonra elde edilen değerler 𝑅 = [𝑟𝑖𝑗 ]𝑚𝑥𝑛 matrisinde gösterilir.
Adım 3. Entropi Değerlerinin Hesaplanması: Herbir kriterin Entropi değeri (𝑒𝑗 ) aşağıdaki eşitlik (3)
yardımıyla hesaplanmaktadır:
𝑚
𝑒𝑗 = −𝑘 ∑ 𝑟𝑖𝑗 ln(𝑟𝑖𝑗 )
(3)
𝑖=1
Bu eşitlikte k değeri; 𝑘 = (ln(𝑚))−1 formülünden faydalanılarak hesaplanmaktadır. Burada k Entropi
katsayısını, 𝑒𝑗 ise 𝑗’nci kriterin entropi değerini göstermektedir.
Adım 4. Farklılaşma Derecesinin Hesaplanması: Entropi değerinin farklılaşma derecesi (𝑑𝑗 )
aşağıdaki eşitlik (4) yardımıyla hesaplanmaktadır.
𝑑𝑗 = 1 − 𝑒𝑗 , ∀𝑗
(4)
Adım 5. Entropi Ağırlığının Hesaplanması: Bütün kriterlerin nesnel ağırlığı (𝑤𝑗 ), aşağıdaki eşitlik
(5) yardımıyla hesaplanır:
𝑤𝑗 =
𝑑𝑗
𝑛
∑𝑗=1 𝑑𝑗
, ∀𝑗
(5)
Entropi ağırlığı faydalı bilginin derecesini gösterdiği için ağırlığı fazla olan kriterin, karar verme
açısından daha önemli olduğu sonucu elde edilmektedir. (Çakır ve Perçin, 2013, s. 84).
TOPSIS Yöntemi
TOPSIS (The Technique for Order Preferences by Similarity to an Ideal Solution) yöntemi, Hwang ve
Yoon tarafından 1980 yılında önerilmiş ve literatüre kazandırılmıştır. Yöntemin çalışma şekli pozitif ideal
çözüme en yakın ve negatif ideal çözümden en uzak alternatifi seçmeye yönelik uzlaşma çözümüne
dayanmaktadır. Uzlaşma çözümü, ideal çözümden en kısa Öklid mesafesi ve negatif ideal çözümden en
uzak Öklid mesafesi ile çözümü seçmek olarak kabul edilir (Tzeng ve Huang, 2011, s. 69).
140
TOPSIS yönteminin uygulanmasında takip edilmesi gereken altı adım aşağıdaki gibidir (Peters ve
Zelewski, 2007; Özbek, 2013; Triantaphyllou, 2000; Atan ve Altan, 2020):
Adım 1. Karar Matrisinin Oluşturulması: Karar matrisinin satırlarında üstünlükleri sıralanmak
istenen alternatifler (karar noktaları), sütunlarında da karar vermede kullanılacak kriterler (değerlendirme
faktörleri) yer alır. 𝐴 matrisi karar verici tarafından oluşturulan başlangıç matrisidir. Karar matrisi aşağıdaki
gibi gösterilir:
𝑎11
𝑎21
⋮
𝐴= ⋮
⋮
[𝑎𝑚1
𝑎12
𝑎22
⋮
⋮
⋮
𝑎𝑚2
⋯ 𝑎1𝑛
⋯ 𝑎2𝑛
⋯
⋮ 𝑖 = 1,2, … , 𝑚
⋯
⋮ 𝑗 = 1,2, … , 𝑛
⋯
⋮
⋯ 𝑎𝑚𝑛 ]
𝐴 matrisinde “𝑚” alternatif sayısını, “𝑛” ise değerlendirmede kullanılan kriter sayısını temsil
etmektedir.
Adım 2. Normalize Karar Matrisinin Oluşturulması: TOPSIS yönteminde normalize edilmiş karar
matrisi için vektör normalizasyonu kullanılmaktadır. Normalize edilmiş karar matrisi aşağıda verilen eşitlik
(6) ile hesaplanır.
𝑟𝑖𝑗 =
𝑎𝑖𝑗
(6)
2
√∑𝑚
𝑘=1 𝑥𝑘𝑗
Örneğin 𝑅 matrisinin 𝑟11elemanının değeri; 𝐴 matrisinin 𝑎11 elemanının, matrisin birinci sütun
elemanlarının kareleri toplamının kareköküne bölünmesiyle hesaplanır. Aynı işlem tüm elemanlar için
uygulanarak 𝑅 matrisi oluşturulur.
𝑟11
𝑟21
⋮
𝑅= ⋮
⋮
[𝑟𝑚1
𝑟12
𝑟22
⋮
⋮
⋮
𝑟𝑚2
⋯ 𝑟1𝑛
⋯ 𝑟2𝑛
⋯
⋮ 𝑖 = 1,2, … , 𝑚
⋯
⋮ 𝑗 = 1,2, … , 𝑛
⋯
⋮
⋯ 𝑟𝑚𝑛 ]
Adım 3. Ağırlıklı Normalize Karar Matrisinin Oluşturulması: Öncelikle değerlendirme kriterlerine
ilişkin ağırlık değerleri (∑𝑛𝑖=1 𝑤𝑖 = 1) belirlenir. Daha sonra ilgili 𝑤𝑖 değeri ile 𝑅 matrisinin her bir
sütunundaki elemanlar çarpılarak 𝑉 matrisi oluşturulur.
𝑣𝑖𝑗 = 𝑤𝑖 ∗ 𝑟𝑖𝑗 (𝑖 = 1,2, … , 𝑚; 𝑗 = 1,2, … , 𝑛)
𝑤1 𝑟11
𝑤1 𝑟21
⋮
𝑉=
⋮
⋮
[𝑤1 𝑟𝑚1
𝑤2 𝑟12
𝑤2 𝑟22
⋮
⋮
⋮
𝑤2 𝑟𝑚2
⋯ 𝑤𝑛 𝑟1𝑛
⋯ 𝑤𝑛 𝑟2𝑛
⋯
⋮
𝑖 = 1,2, … , 𝑚
⋯
⋮
𝑗 = 1,2, … , 𝑛
⋯
⋮
⋯ 𝑤𝑛 𝑟𝑚𝑛 ]
Adım 4. Pozitif (𝑨+ ) ve Negatif (𝑨− ) İdeal Çözümlerin Oluşturulması: Pozitif ideal çözüm
kümesinin oluşturulabilmesi için 𝑉 matrisindeki ağırlıklandırılmış kriterlerin yani sütun değerlerinin en
büyükleri (ilgili kriter değeri minimizasyon yönlü ise en küçüğü) seçilir. İdeal çözüm kümesinin bulunması
için aşağıdaki eşitlik (7) kullanılır.
𝐴+ = {(𝑚𝑎𝑘𝑠𝑣𝑖𝑗 |𝑗 ∈ 𝐽),(𝑚𝑖𝑛𝑣𝑖𝑗 |𝑗 ∈ 𝐽)̇ }
Eşitlik (12) ile hesaplanan küme 𝐴+ = {𝑣1∗ , 𝑣2∗ , … , 𝑣𝑛∗ } şeklinde gösterilir.
(7)
141
Negatif ideal çözüm kümesi ise, 𝑉 matrisindeki ağırlıklandırılmış kriterlerin yani sütun değerlerinin en
küçükleri (ilgili değerlendirme kriteri maksimizasyon yönlü ise en büyüğü) seçilerek oluşturulur. Negatif
ideal çözüm kümesinin bulunması aşağıdaki eşitlik (8) ile gerçekleştirilir.
𝐴− = {(𝑚𝑖𝑛𝑣𝑖𝑗 |𝑗 ∈ 𝐽),(𝑚𝑎𝑘𝑠𝑣𝑖𝑗 |𝑗 ∈ 𝐽)̈ }
(8)
Eşitlik (13) ile hesaplanacak küme 𝐴− = {𝑣1− , 𝑣2− , … , 𝑣𝑛− } şeklinde gösterilir. Burada 𝐽 ̇ fayda kriterini,
𝐽 ̈ maliyet kriterini temsil etmektedir.
Adım 5. Her Alternatifin Pozitif ve Negatif İdeal Çözümden Uzaklıklarının Hesaplanması:
TOPSIS yönteminde her bir alternatife ilişkin kriter değerinin pozitif ideal ve negatif ideal çözüm
kümesinden sapmalarının bulunabilmesi için Euclidian Uzaklık Yaklaşımından yararlanılmaktadır. Buradan
elde edilen karar noktalarına (alternatiflere) ilişkin sapma değerleri ise pozitif ideal çözüme uzaklık (𝑆𝑖+ ) ve
negatif ideal çözüme uzaklık (𝑆𝑖− ) olarak adlandırılmaktadır. Bu uzaklıkların hesaplanmasında aşağıdaki
eşitlik (9) ve eşitlik (10) kullanılır.
𝑆𝑖+
𝑆𝑖−
𝑛
(9)
= √∑(𝑣𝑖𝑗 − 𝑣𝑗∗ )2
𝑗=1
𝑛
(10)
= √∑(𝑣𝑖𝑗 − 𝑣𝑗− )2
𝑗=1
Hesaplanacak 𝑆𝑖+ ve 𝑆𝑖− sayısının karar alternatif sayısı kadar olması gerekmektedir.
Adım 6. İdeal Çözüme Göreceli Yakınlık Değerlerinin Hesaplanması: Her bir karar noktasının ideal
çözüme göreceli yakınlığının (𝐶𝑖∗ ) hesaplanmasında pozitif ideal ve negatif ideal çözümden uzaklık
değerlerinden yararlanılır. Burada kullanılan ölçüt, negatif ideal çözüme uzaklık değerinin pozitif ideal
çözüme uzaklık değeri ile negatif ideal çözüme uzaklık değerinin toplamına oranıdır. Bu oran, aşağıda
verilen eşitlik (11) kullanılarak hesaplanır.
𝐶𝑖∗ =
𝑆𝑖−
𝑆𝑖− + 𝑆𝑖+
(11)
Burada 𝐶𝑖∗ değeri 0 ≤ 𝐶𝑖∗ ≤ 1 aralığında değer alır ve 𝐶𝑖∗ = 1, ilgili karar noktasının pozitif ideal
çözüme, 𝐶𝑖∗ = 0 ise ilgili karar noktasının negatif ideal çözüme mutlak yakınlığını gösterir.
Kriter Seti
Ulusal Araştırmalardaki Sıralamalar başlığı altında toplam 7 kriter belirlenmiş ve bu kriterlere ait
kısaltma, veri kaynağı, yıl ve birim bilgileri Tablo 1’de gösterilmiştir.
Tablo 1. Ulusal Endeks Sıralamaları Kriterleri
Kriter
Kısaltma
Veri Kaynağı
1.
Beşeri Sermaye ve
Yaşanabilirlik Sıralaması
K1
2.
Marka Becerisi ve
Yenilikçilik Sıralaması
Y
FORBES
ıl 2
019
Bir
im
Sıra
K2
FORBES
2
019
Sıra
3.
Ticaret Becerisi ve
Üretim Potansiyeli Sıralaması
K3
FORBES
2
019
Sıra
4.
Erişilebilirlik
Sıralaması
K4
FORBES
2
019
Sıra
142
5.
ARGE ve Yenilik
Performans Sıralaması
K5
Belgin ve Avşar
2
019
Sıra
SEGE Sıralaması
K6
Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı
2
019
Sıra
K7
URAK
2
018
Sıra
6.
7.
URAK Rekabetçilik
Sıralaması
Beşeri Sermaye ve Yaşanabilirlik Sıralaması (K1): FORBES tarafından 2019 yılında
gerçekleştirilen “İş Yapmak ve Yaşamak İçin En İyi Kentler” araştırmasında yer alan bu kriter illerin beşeri
sermaye ve yaşanabilirlik sıralamasını göstermesi sebebiyle çalışmaya dahil edilmiştir. Çalışmada minimum
yönlü (en düşük olan en iyi) olarak değerlendirilmiştir.
Marka Becerisi ve Yenilikçilik Sıralaması (K2): “Beşeri Sermaye ve Yaşanabilirlik Sıralaması”
kriteri ile benzer şekilde FORBES tarafından 2019 yılında yapılan araştırmada yer alan illerin sıralama
sonuçları kullanılarak oluşturulmuş bu kriter, çalışmada minimum yönlü (en düşük olan en iyi) olarak
değerlendirilmiştir.
Ticaret Becerisi ve Üretim Potansiyeli Sıralaması (K3): FORBES tarafından 2019 yılında
gerçekleştirilen araştırmanın diğer bir bileşeni olan “Ticaret Becerisi ve Üretim Potansiyeli Sıralaması”
sonuçlarına göre oluşturulan bu kriter çalışmaya minimum yönlü (en düşük olan en iyi) olarak dahil
edilmiştir.
Erişilebilirlik Sıralaması (K4):FORBES tarafından 2019 yılında gerçekleştirilen “İş Yapmak ve
Yaşamak İçin En İyi Kentler” araştırmasında son bileşen olan “Erişilebilirlik Sıralaması” sonuçları
kullanılarak oluşturulan bu kriter de çalışmada minimum yönlü (en düşük olan en iyi) olarak
değerlendirilmiştir.
ARGE ve Yenilik Performans Sıralaması (K5): Belgin ve Avşar (2019) tarafından yapılan
“Türkiye’de Bölgeler ve İller Düzeyinde Ar-Ge ve Yenilik Performansının Gri İlişkisel Analiz Yöntemi ile
Ölçülmesi” başlıklı çalışmada elde edilen sıralama sonuçları alınarak oluşturulan bu kriter, çalışmada
minimum yönlü (en düşük olan en iyi) olarak değerlendirilmiştir (Belgin ve Avşar, 2019, s. 39-40).
SEGE Sıralaması (K6): Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından 2019 yılında yayınlanan 2017
Sosyo-Ekonomik Gelişmişlik Endeksi (SEGE) sıralaması kullanılarak oluşturulan bu kriter, çalışmada
minimum yönlü (en düşük olan en iyi) olarak ele alınmıştır (T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, 2019).
URAK İllerarası Rekabetçilik Endeksi Sıralaması (K7):Uluslararası Rekabet Araştırmaları
Kurumu tarafından 2018 yılında illerin 85 farklı kriter kullanılarak rekabetçilik sıralamasının çıkarıldığı bu
kriter, ulusal ölçekte önemli bir gösterge olması sebebiyle çalışmaya dahil edilmiş ve minimum yönlü (en
düşük olan en iyi) olarak değerlendirilmiştir.
Bulgular
Çalışmada, TRA, TRB ve TRC Düzey-1 Bölgeleri illerinin yukarıda belirlenen kriterlere göre
karşılaştırılması yapılmıştır. İlk olarak Entropi yöntemi ile kriterlerin ağırlıklandırılması yapılmış ve elde
edilen bu ağırlıklar kullanılarak TOPSIS yöntemi ile sıralama işlemi yapılmıştır.
Entropi Yöntemi ile Kriter Ağırlıklarının Hesaplanması
Entropi yöntemi ile kriter ağırlıklarının hesaplanmasında aşağıda verilen Entropi yönteminin işlem
adımları takip edilmiştir. TRA, TRB ve TRC Düzey-1 Bölgelerinde yer alan illerin Tablo 1’de verilen
kriterlere göre verileri temin edilmiştir.
Adım 1. Başlangıç Karar Matrisinin Oluşturulması:Entropi yönteminin ilk adımında oluşturulan
karar matrisi Tablo 2’de verilmiştir.
143
Tablo 2. Karar Matrisi
DüzeyDüzeyTRA1
TRA
TRA2
TRB1
TRB
TRB2
TRC1
n
TRC
TRC2
TRC3
ır
İl
Erzurum
Erzincan
Bayburt
Ağrı
Kars
Iğdır
Ardahan
Malatya
Elazığ
Bingöl
Tunceli
Van
Muş
Bitlis
Hakkâri
Gaziante
Adıyama
Kilis
Diyarbak
Şanlıurfa
Mardin
Batman
Siirt
Şırnak
2
9
0
5
0
8
4
9
6
4
3
9
2
7
0
7
5
K
5
3
4
7
3
7
6
3
4
4
1
8
7
6
6
6
7
7
7
7
7
8
6
6
2
8
9
4
9
5
0
6
7
3
1
2
7
2
6
0
8
K
2
7
7
7
6
7
7
1
3
8
7
4
7
7
8
8
5
6
4
3
5
6
7
5
6
9
0
3
9
8
8
1
7
0
4
6
9
8
1
5
2
K
7
5
6
6
7
7
7
4
6
7
3
7
7
8
7
1
7
1
6
5
5
8
7
1
5
9
5
2
0
6
6
7
1
1
8
8
7
4
9
2
8
K
2
1
2
6
4
6
7
3
2
3
5
7
6
8
7
1
4
6
1
2
4
5
7
6
2
0
9
9
1
2
3
4
5
8
2
1
7
7
2
3
1
K
1
5
8
7
4
7
8
2
2
7
7
3
7
7
6
9
4
7
2
3
6
4
6
7
7
5
9
0
7
2
1
9
9
6
8
6
2
3
2
5
1
K
6
4
6
8
6
7
6
4
4
7
5
7
7
7
7
3
6
6
6
7
7
7
7
8
9
5
0
7
4
6
8
3
8
2
0
6
9
6
5
1
9
K
3
3
6
8
7
7
6
4
3
6
3
7
7
7
8
2
6
5
6
7
7
7
7
7
Adım 2. Başlangıç Karar Matrisinin Normalizasyonu:Eşitlik (2) kullanılarak elde edilen normalize
edilmiş karar matrisi Tablo 3’te verilmiştir.
Tablo 3. Normalize Edilmiş Karar Matris
Düz
ey-1
TR
A
TRB
TRC
Düzey
-2
TRA1
İl
Erzurum
Erzinca
n Bayburt
Ağrı
Kars
TRA2
Iğdır
Ardahan
Malatya
Elazığ
TRB1
Bingöl
Tunceli
Van
Muş
TRB2
Bitlis
Hakkâri
Gaziant
TRC1
Adıyam
an Kilis
Diyarba
TRC2
kır Şanlıurf
Mardin
a
Batman
TRC3
Siirt
Şırnak
K
1 0,
0,
0,
06844
0,
04470
0,
0,
07300
0,
02920
0,
03650
0,
0,
04563
0,
04977
0,
11527
0,
0,
02882
0,
03422
0,
03476
0,
0,
02772
0,
03042
0,
0,
02844
0,
0,
02738
0,
03269
03369
K
2 0,
0,
0,
02328
0,
02149
0,
0,
02430
0,
02265
0,
02122
0,
0,
04790
0,
02096
0,
02206
0,
0,
02177
0,
02296
0,
02070
0,
0,
03224
0,
02502
0,
0,
05239
0,
0,
02540
0,
02395
02890
K
3 0,
0,
0,
03406
0,
02764
0,
0,
02725
0,
02613
0,
02414
0,
0,
02805
0,
02445
0,
06153
0,
0,
02477
0,
02384
0,
02577
0,
0,
02510
0,
10039
0,
0,
03289
0,
0,
02355
0,
02543
15895
K
4 0,
0,
0,
10226
0,
05289
0,
0,
03409
0,
02474
0,
02191
0,
0,
05899
0,
04261
0,
02691
0,
0,
02515
0,
01894
0,
01966
0,
0,
03196
0,
02289
0,
0,
06391
0,
0,
02600
0,
02130
02256
K
5 0,
0,
0,
03056
0,
01986
0,
0,
03243
0,
02012
0,
01962
0,
0,
07223
0,
02177
0,
02147
0,
0,
02119
0,
02037
0,
02563
0,
0,
03876
0,
02064
0,
0,
04295
0,
0,
03784
0,
02522
02238
K
6 0,
0,
0,
05533
0,
04001
0,
0,
03769
0,
03715
0,
03881
0,
0,
06191
0,
03663
0,
04408
0,
0,
03292
0,
03422
0,
03334
0,
0,
03940
0,
04194
0,
0,
03562
0,
0,
03612
0,
03467
03210
K
7 0,
0,
0,
05881
0,
03528
0,
0,
03276
0,
02979
0,
03584
0,
0,
06371
0,
03373
0,
06950
0,
0,
02940
0,
03185
0,
02867
0,
0,
03475
0,
03887
0,
0,
03018
0,
0,
03058
0,
03230
02903
144
Adım 3. Entropi Değerlerinin Hesaplanması:Bu adımda ilk olarak Tablo 3’te yer alan her bir kriter
değerinin logaritma değeri alınmış ve kendisiyle çarpılarak Tablo 4’te verilen 𝑟𝑖𝑗 ln(𝑟𝑖𝑗 ) değerleri elde
edilmiştir.
Tablo 4. 𝑟𝑖𝑗 ln(𝑟𝑖𝑗 ) Değerleri Tablosu
DüzeyDüzeyİl
1
2
Erzurum
TRA1
Erzincan
Bayburt
TRA
Ağrı
Kars
TRA2
Iğdır
Ardahan
Malatya
Elazığ
TRB1
Bingöl
Tunceli
TRB
Van
Muş
TRB2
Bitlis
Hakkari
Gaziante
TRC1
Adıyama
n Kilis
Diyarbak
TRC2
TRC
ır Şanlıurfa
Mardin
Batman
TRC3
Siirt
Şırnak
Toplam
K
1 0,1032
0,1208
0,1409
0,1493
0,2490
0,1022
0,1155
0,1168
0,0994
0,1062
0,1013
0,0985
0,1118
0,1142
K
2 0,0858
0,0818
0,1455
0,0810
0,0841
0,0833
0,0867
0,0803
0,1107
0,0923
0,1545
0,0933
0,0894
0,1024
K
3 0,0952
0,0899
0,1002
0,0907
0,1716
0,0916
0,0891
0,0943
0,0925
0,2308
0,1123
0,0883
0,0934
0,2923
K
4 0,0915
0,0837
0,1670
0,1345
0,0973
0,0926
0,0751
0,0773
0,1100
0,0865
0,1758
0,0949
0,0820
0,0855
K
5 0,0786
0,0771
0,1898
0,0833
0,0825
0,0817
0,0793
0,0939
0,1260
0,0801
0,1352
0,1239
0,0928
0,0850
K
6 0,1223
0,1261
0,1722
0,1211
0,1376
0,1124
0,1155
0,1134
0,1274
0,1330
0,1188
0,1199
0,1166
0,1104
K
7 0,1047
0,1193
0,1754
0,1143
0,1853
0,1037
0,1098
0,1018
0,1167
0,1262
0,1056
0,1066
0,1109
0,1028
Bu adımda bir sonraki aşamada ise Tablo 4’te verilen değerlerin toplamı alınmış ve eşitlik (3)
yardımıyla herbir kriterin Entropi değeri (𝑒𝑗 ) hesaplanarak Tablo 5’te verilmiştir. Eşitlik (3)’te yer alan k
değeri; 𝑘 = (ln(𝑚))−1 formülünden faydalanılarak hesaplanmaktadır. Burada alternatif sayısı 𝑚 =
24olduğundan 𝑘 = (ln(24))−1 = 0,314658 olarak hesaplanmıştır.
Tablo 5. Entropi Değerleri Tablosu
K1
K2
0,97018
0,89913
𝒆𝒋
9
1
K3
0,92639
2
K4
0,94625
4
K5
0,92029
7
K6
0,98839
3
K7
0,97211
4
Adım 4. Farklılaşma Derecesinin Hesaplanması:Entropi değerinin farklılaşma derecesi (𝑑𝑗 ) eşitlik
(4) yardımıyla hesaplanmış ve Tablo 6.’da verilmiştir.
Tablo 6. 𝑑𝑗 Değerleri Tablosu
K1
K2
0,029
0,100
𝒅𝒋
81
87
K3
0,073
61
K4
0,053
75
K5
0,079
70
K6
0,011
61
K7
0,027
89
Topla
m
0,377
23
Adım 5. Entropi Ağırlığının Hesaplanması:Entropi yönteminin son adımında Tablo 6’da yer alan her
bir 𝑑𝑗 değeri toplam 𝑑𝑗 değerine bölünmüş ve Tablo 7’de yer alan Entropi ağırlıkları (𝑤𝑗 ) elde edilmiştir.
145
Tablo 7. Entropi Kriter Ağırlıkları
K1
K2
0,07903
0,26739
𝒘
𝒋
K3
0,19513
K4
0,14248
K5
0,21128
K6
0,03077
K7
0,07392
TOPSIS Yönteminin Uygulanması
TOPSIS yöntemi ile TRA, TRB ve TRC Düzey-1 Bölgeleri illerinin karşılaştırılması yapılırken
yöntemin uygulama aşamasında verilen işlem adımları aşağıdaki şekilde takip edilmiştir.
Adım 1. Karar Matrisinin Oluşturulması:Yöntemin ilk adımında oluşturulan karar matrisi Tablo 8’de
verilmiştir.
Tablo 8. Karar Matrisi
DüzeyDüzeyTRA1
TRA
TRA2
TRB1
TRB
TRB2
TRC1
n
TRC
TRC2
TRC3
ır
İl
Erzurum
Erzincan
Bayburt
Ağrı
Kars
Iğdır
Ardahan
Malatya
Elazığ
Bingöl
Tunceli
Van
Muş
Bitlis
Hakkâri
Gaziante
Adıyama
Kilis
Diyarbak
Şanlıurfa
Mardin
Batman
Siirt
Şırnak
2
9
0
5
0
8
4
9
6
4
3
9
2
7
3
0
7
5
K
5
3
4
7
3
7
6
3
4
4
1
8
7
6
6
6
7
7
7
7
7
8
6
6
2
8
9
4
9
5
0
6
7
3
1
2
7
2
3
6
0
8
K
2
7
7
7
6
7
7
1
3
8
7
4
7
7
8
8
5
6
4
3
5
6
7
5
6
9
0
3
9
8
8
1
7
0
4
6
9
8
5
1
5
2
K
7
5
6
6
7
7
7
4
6
7
3
7
7
8
7
1
7
1
6
5
5
8
7
1
5
9
5
2
0
6
6
7
1
1
8
8
7
4
7
9
2
8
K
2
1
2
6
4
6
7
3
2
3
5
7
6
8
7
1
4
6
1
2
4
5
7
6
2
0
9
9
1
2
3
4
5
8
2
1
7
7
5
2
3
1
K
1
5
8
7
4
7
8
2
2
7
7
3
7
7
6
9
4
7
2
3
6
4
6
7
7
5
9
0
7
2
1
9
9
6
8
6
2
3
4
2
5
1
K
6
4
6
8
6
7
6
4
4
7
5
7
7
7
7
3
6
6
6
7
7
7
7
8
9
5
0
7
4
6
8
3
8
2
0
6
9
6
3
5
1
9
K
3
3
6
8
7
7
6
4
3
6
3
7
7
7
8
2
6
5
6
7
7
7
7
7
Adım 2. Normalize Karar Matrisinin Oluşturulması:TOPSIS yönteminde karar matrisinin
normalizasyonunda eşitlik (6) kullanılmıştır. Bunun için Tablo 8’de verilen karar matrisinde yer alan her bir
elamanın bulunduğu sütundaki elemanların kareleri toplamının kareköküne bölünmesiyle Tablo 9’da yer
alan normalize karar matrisi elde edilmiştir.
Adım 3. Ağırlıklı Normalize Karar Matrisinin Oluşturulması:Normalize karar matrisinin
ağırlıklandırılmasında Entropi yöntemi ile elde edilen ve Tablo 7’de yer alan kriter ağırlıkları kullanılmıştır.
Bu kriter ağırlıkları Tablo 9’da verilen normalize karar matrisinin her bir sütunundaki elemanlar ile
çarpılarak Tablo 10’da yer alan Ağırlıklı Normalize Karar Matrisi elde edilmiştir.
Tablo 9. TOPSIS Yöntemi Normalize Karar Matrisi
Düz
Düzey
İl
K
ey-1
-2
1 0,
Erzurum
TRA1
Erzinca
0,
Bayburt
0,
n
10358
TR
Ağrı
0,
15861
A
Kars
0,
TRA2
Iğdır
0,
09711
Ardahan 24277
0,
19421
K
2 0,
0,
0,
23595
0,
25561
0,
0,
22612
0,
24250
25889
K
3 0,
0,
0,
17712
0,
21823
0,
0,
22139
0,
23088
24986
K
4 0,
0,
0,
05766
0,
11147
0,
0,
17298
0,
23832
26907
K
5 0,
0,
0,
18060
0,
27784
0,
0,
17018
0,
27437
28131
K
6 0,
0,
0,
14245
0,
19701
0,
0,
20913
0,
21216
20307
K
7 0,
0,
0,
12240
0,
20400
0,
0,
21970
0,
24167
20086
146
Malatya
Elazığ
Bingöl
Tunceli
Van
Muş
TRB2
Bitlis
Hakkâri
Gaziant
TRC1
Adıyam
Kilis
Diyarba
TRC2
kır Şanlıurf
Mardin
Batman
TRC3
Siirt
Şırnak
0,
0,
0,
15537
0,
14242
0,
06150
0,
0,
24600
0,
20716
0,
20392
0,
0,
0,
23305
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
11470
0,
26216
0,
24905
0,
0,
25233
0,
23922
0,
26544
0,
0,
0,
21956
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
21507
0,
24670
0,
09805
0,
0,
24353
0,
25302
0,
23405
0,
0,
0,
06009
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
09994
0,
13838
0,
21910
0,
0,
23448
0,
31136
0,
29982
0,
0,
0,
25754
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
07641
0,
25353
0,
25700
0,
0,
26047
0,
27089
0,
21533
0,
0,
0,
26742
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
12730
0,
21519
0,
17882
0,
0,
23944
0,
23035
0,
23641
0,
0,
0,
18792
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
11299
0,
21342
0,
10357
0,
0,
24480
0,
22597
0,
25108
0,
0,
0,
18517
0,
0,
0,
0,
0,
Tablo 10. Ağırlıklı Normalize Karar Matrisi
Düz
Düzey
İl
K
ey-1
-2
1 0,
Erzurum
TRA1
Erzinca
0,
Bayburt
0,
n
07084
TR
Ağrı
0,
06649
A
Kars
0,
TRA2
Iğdır
0,
07135
Ardahan 05984
0,
Malatya 06368
0,
Elazığ
0,
TRB1
Bingöl
0,
06675
Tunceli
0,
06777
TRB
Van
0,
07417
Muş
0,
TRB2
Bitlis
0,
05959
Hakkâri 06265
0,
Gaziant 06291
0,
TRC1
Adıyam
0,
0,
an Kilis
05882
Diyarba 06061
0,
TRC2
TRC
0,
kır Şanlıurf
Mardin
0,
a
05933
Batman
0,
TRC3
Siirt
0,
05856
Şırnak
0,
06189
06240
K
2 0,
0,
0,
20430
0,
19905
0,
0,
20693
0,
20255
0,
19817
0,
0,
23673
0,
19729
0,
20080
0,
0,
19992
0,
20343
0,
19642
0,
0,
22183
0,
20869
0,
0,
23935
0,
0,
20956
0,
20606
21657
K
3 0,
0,
0,
16057
0,
15254
0,
0,
15193
0,
15008
0,
14637
0,
0,
15316
0,
14699
0,
17600
0,
0,
14761
0,
14576
0,
14946
0,
0,
14822
0,
18340
0,
0,
15933
0,
0,
14514
0,
14884
18772
K
4 0,
0,
0,
13426
0,
12659
0,
0,
11783
0,
10852
0,
10414
0,
0,
12824
0,
12276
0,
11126
0,
0,
10907
0,
09811
0,
09976
0,
0,
11619
0,
10578
0,
0,
12933
0,
0,
11016
0,
10304
10523
K
5 0,
0,
0,
17313
0,
15258
0,
0,
17533
0,
15332
0,
15185
0,
0,
19514
0,
15772
0,
15698
0,
0,
15625
0,
15405
0,
16579
0,
0,
18120
0,
15478
0,
0,
18413
0,
0,
18047
0,
16506
15919
K
6 0,
0,
0,
02639
0,
02471
0,
0,
02433
0,
02424
0,
02452
0,
0,
02685
0,
02415
0,
02527
0,
0,
02340
0,
02368
0,
02350
0,
0,
02461
0,
02499
0,
0,
02396
0,
0,
02405
0,
02377
02322
K
7 0,
0,
0,
06487
0,
05884
0,
0,
05768
0,
05606
0,
05907
0,
0,
06557
0,
05815
0,
06627
0,
0,
05583
0,
05722
0,
05536
0,
0,
05861
0,
06023
0,
0,
05629
0,
0,
05652
0,
05745
05559
TRB1
TRB
TRC
Adım 4. Pozitif (𝑨+ ) ve Negatif (𝑨− ) İdeal Çözümlerin Oluşturulması:Bu adımda pozitif ideal çözüm
kümesi eşitlik (7) kullanılarak Tablo 10’da verilen ağırlıklandırılmış her bir kriterin bulunduğu sütunda yer
alan elemanların maksimum değerinden çıkarılmış ve elde edilen pozitif ideal çözüm değerleri Tablo 11’de
verilmiştir. Negatif ideal çözüm kümesi ise eşitlik (8) yardımıyla Tablo 10’da verilen her bir kriter
değerinden bulunduğu sütundaki yer alan elemanların minimum değerinin çıkarılmasıyla elde edilmiş ve
negatif ideal çözüm değerleri Tablo 12’de verilmiştir.
Tablo 11. Pozitif İdeal Çözüm Değerler
Düz
Düzey
İl
ey-1 TR
-2
Erzurum
TRA1
Erzinca
A
Bayburt
K
1 0,
0,
0,
K
2 0,
0,
0,
K
3 0,
0,
0,
K
4 0,
0,
0,
K
5 0,
0,
0,
K
6 0,
0,
0,
K
7 0,
0,
0,
147
Ağrı
Kars
Iğdır
Ardahan
Malatya
Elazığ
TRB1
Bingöl
Tunceli
Van
Muş
TRB2
Bitlis
Hakkâri
Gaziant
TRC1
Adıyam
an Kilis
Diyarba
TRC2
kır Şanlıurf
Mardin
a
Batman
TRC3
Siirt
Şırnak
TRA2
TRB
TRC
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
00742
0
00639
0,
0,
0,
01458
0,
01151
0,
01126
0,
0,
01535
0,
01356
0,
0,
01484
0,
0,
01560
0,
01228
01177
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
02366
0,
06309
0,
05959
0,
0,
06046
0,
05696
0
06397
0,
0,
03856
0,
05170
0,
0,
02103
0,
0,
05082
0,
05433
04381
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
03456
0,
04073
0,
01173
0,
0,
04011
0,
04197
0,
03826
0,
0,
03950
0,
00432
0,
0,
02839
0,
0,
04258
0
03888
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
00657
0,
01205
0,
02355
0,
0,
02574
0,
03669
0
03505
0,
0,
01862
0,
02903
0,
0,
00548
0,
0,
02464
0,
03176
02957
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
00954
0,
04696
0,
04770
0,
0,
04843
0,
05063
0
03889
0,
0,
02348
0,
04990
0,
0,
02055
0,
0,
02422
0,
03962
04550
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
00112
0,
00382
0,
00270
0,
0,
00457
0,
00429
0
00448
0,
0,
00336
0,
00298
0,
0,
00401
0,
0,
00392
0,
00420
00476
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
00371
0,
01114
0,
00302
0,
0,
01346
0,
01206
0
01392
0,
0,
01067
0,
00905
0,
0,
01299
0,
0,
01276
0,
01183
01369
Tablo 12. Negatif İdeal Çözüm Değerleri
Düz
Düzey
İl
ey-1
-2
Erzurum
TRA1
Erzinca
Bayburt
n
TR
Ağrı
A
Kars
TRA2
Iğdır
Ardahan
Malatya
Elazığ
TRB1
Bingöl
Tunceli
TRB
Van
Muş
TRB2
Bitlis
Hakkâri
Gaziant
TRC1
Adıyam
an Kilis
Diyarba
TRC2
TRC
kır Şanlıurf
Mardin
a
Batman
TRC3
Siirt
Şırnak
K
K
K
K
K
K
K
1 0,
2 0,
3 0,
4 0,
5 0,
6 0,
7 0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0, 00789
0, 01543
0, 03615
0, 02128
0, 00317
0, 00974
0,
01253
0, 00263
0, 00741
0, 02848
0, 00073
0, 00149
0 00371
0
00819
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0, 01052
0, 00679
0, 01972
0, 02348
0, 00112
0, 00255
0,
01305
0,
0,
0,
0,
0
0,
0,
00153 00613 00494 01041 00147 00103 00093
0, 00175
0, 00123
0, 00602
0,
0, 00131
0, 00394
0,
00537
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0, 04031
0, 00802
0, 03012
0, 04329
0, 00364
0, 01044
0,
00844
0, 00088
0, 00185
0, 02464
0, 00587
0, 00093
0, 00302
0,
00946
0 00438
0, 03086
0, 01314
0, 00514
0, 00205
0, 01114
0,
01586
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0, 00351
0, 00247
0, 01095
0 00440
0, 00019
0, 00070
0,
00128
0, 00701
0 00062
0,
0, 00220
0, 00047
0, 00209
0,
00435
0,
0, 00432
0, 00164
0, 01394
0, 00028
0, 00023
0,
00460
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0, 02541
0, 00309
0, 01807
0, 02935
0, 00140
0, 00348
0,
00051
0, 01227
0, 03826
0, 00767
0, 00294
0, 00177
0, 00510
0,
00230
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0,
0, 04294
0, 01419
0, 03122
0, 03229
0, 00075
0, 00116
0,
00102
0,
0,
0
0,
0,
0,
0,
0, 01314
0,
0, 01205
0, 02862
0, 00084
0, 00139
0,
00026
0, 00964
0, 00370
0, 00493
0, 01321
0, 00056
0 00232
0,
00358
00409
02015
04258
00712
00734
00046
Adım 5. Her Alternatifin Pozitif ve Negatif İdeal Çözümden Uzaklıklarının Hesaplanması:Bu
adımda her bir ilin pozitif ve negatif ideal çözümden uzaklıkları Tablo 11 ve Tablo 12’de verilen pozitif ve
negatif ideal çözüm değerleri üzerinden hesaplanmıştır. Eşitlik (9) kullanılarak Tablo 11’de verilen pozitif
ideal çözümlerin 𝑆𝑖+ çözümleri, eşitlik (10) kullanılarak ise Tablo 12’de verilen negatif ideal çözümlerin
𝑆𝑖− çözümleri elde edilmiş ve bu çözümler Tablo 13’te verilmiştir.
Adım 6. İdeal Çözüme Göreceli Yakınlık Değerlerinin Hesaplanması:Her bir karar noktasının ideal
çözüme göreceli yakınlığının (𝐶𝑖∗ ) hesaplanmasında pozitif ideal ve negatif ideal çözümden uzaklık
değerlerinden yararlanılmış ve eşitlik (11) kullanılarak 𝐶𝑖∗ değerleri hesaplanmıştır. Bu değerlerin büyükten
küçüğe sıralanmasıyla illerin TOPSIS sıralama sonuçları elde edilmiş ve Tablo 13’te verilmiştir.
148
Tablo 13. Pozitif, Negatif ve İdeal Çözüm Değerleri ve İllerin Sıralamaları
İl
İdeal Çözüm
𝑺−
𝑺+
𝒊
𝒊
(𝑪∗𝒊 )
Gaziantep
0,011272868
0,100425145
0,899077273
Malatya
0,028180483
0,081010908
0,741916625
Erzurum
0,041141082
0,077804724
0,654119105
Elazığ
0,044253795
0,068295179
0,606804099
Şanlıurfa
0,045883819
0,06375671
0,581506773
Diyarbakır
0,049491318
0,06551206
0,569653353
Van
0,066320714
0,045682705
0,40786884
Erzincan
0,070080663
0,04818395
0,407424916
Şırnak
0,072197252
0,048383792
0,401255375
Adıyaman
0,06561539
0,043101591
0,396456845
Mardin
0,068067126
0,036770535
0,35073784
Kilis
0,07936229
0,041429978
0,342985345
Tunceli
0,080832496
0,039373338
0,32754931
Kars
0,073782216
0,035702858
0,326097944
Batman
0,077535024
0,033758272
0,303327095
Bayburt
0,089219817
0,030924472
0,257394442
Bingöl
0,090386379
0,027305035
0,232005329
Siirt
0,085736121
0,017997003
0,173493307
Ağrı
0,088029246
0,017100793
0,162663239
Hakkâri
0,092937424
0,015397225
0,142126504
Iğdır
0,092115892
0,01329279
0,126107166
Muş
0,093206259
0,012644836
0,119458715
Ardahan
0,097664652
0,009327556
0,087179771
Bitlis
0,095977295
0,00882358
0,084193766
TOPSIS
Sıralaması
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
Sonuç
Çalışmada, Türkiye’nin istatistiki bölge birimleri sınıflandırmasına göre gelişmişlik seviyesi düşük
olan ve bu sıralamada sonlarda yer alan TRA, TRB ve TRC Düzey-1 Bölgelerinde bulunan toplam 24 ilin
ulusal endeks sıralamalarındaki performansları bütünleşik olarak analiz edilmiştir. Ulusal ölçekte 81 ilin
karşılaştırıldığı endeks çalışmalarının sıralama sonuçları kriter olarak alınmıştır. Çalışmada performansları
analiz edilen 24 ilin belirlenen bu 7 farklı kritere göre aldığı skorlara göre veri seti oluşturulmuş ve bu veri
seti üzerinden Entropi yöntemi kullanılarak kriter ağırlıkları hesaplanmıştır.
Çalışmada ele alınan Düzey-1 Bölgelerindeki 24 il, Entropi yöntemi ile elde edilen kriter ağırlıklarına
göre TOPSIS yöntemi ile analiz edilmiş ve nihai sıralama elde edilmiştir. Bu nihai sıralamaya göre 24 il
içinden ulusal endeks çalışmalarında en iyi performansı gösteren il Gaziantep olmuştur. Gaziantep’i
sırasıyla Malatya, Erzurum, Elazığ, Şanlıurfa ve Diyarbakır illeri takip etmiştir. Sıralamada son sırada ise
Bitlis ili yer almıştır. Bitlis ile birlikte son beş sırada yer alan diğer iller Hakkari, Iğdır, Muş ve Ardahan
illeri olmuştur.
SEGE sonuçlarına göre bakıldığında ulusal endeks sıralamalarında 24 il içerisinden en iyi performansa
sahip olan Gaziantep’in 30. sırada yer aldığı SEGE’de de bu iller içerisinde en iyi skora sahip olduğu
görülmektedir. Gaziantep’ten sonra ikinci sırada yer alan Malatya’nın SEGE sıralaması 44’tür. Çalışmada
kullanılan kriterler arasında en iyi sıralamayı 13. olduğu marka becerisi ve yenilikçilik sıralamasında elde
etmiştir. En kötü sıralamayı ise 47. olduğu ticaret becerisi ve üretim potansiyeli sıralamasından elde etmiştir.
Çalışmanın sonucuna göre üçüncü sırada yer alan ve Doğu Anadolu Bölgesi illeri içerisinde ikinci sırada
bulunan Erzurum’un SEGE sıralaması 61’dir. Yedi kriter içerisinde en iyi sıralamayı 15. olduğu Ar-Ge ve
Yenilik Performansı sıralamasında yakalamıştır. SEGE sonuçlarına göre Doğu Anadolu Bölgesi içerisinde
en iyi skora sahip olan Elazığ, çalışmada 4. sırada yer almıştır. 24 il içerisinden en şaşırtıcı sonuca sahip
olan il Şırnak olmuştur. SEGE’de 81. olarak son sırada yer alan Şırnak, ulusal endeks çalışmalarının
sıralama sonuçlarına göre 24 il arasında 9. sırada yer almıştır. Bu sıralamada en önemli etkenin 81 il
içerisinden 13. sırada yer aldığı ticaret becerisi ve üretim potansiyeli sıralaması olduğu
değerlendirilmektedir.
Sosyal ve ekonomik kalkınmaya yönelik atılım yapmak isteyen illerin temel gösterge ve ulusal
sıralamalarda üst sıralarda yer almak için çaba sarfetmeleri gerekmektedir. Bu doğrultuda özellikle az
gelişmiş bölgelerde yer alan illerin bu gösterge ve endeks çalışmalarını iyi analiz etmeleri önerilmektedir.
149
İllerde uygun kalkınma ekosisteminin oluşturulması, kamu, üniversite, sanayi ve sivil toplum işbirliklerinin
geliştirilmesi ve yerel politikaların bu amaçla ele alınması önerilmektedir. Verilerin paylaşılması ve ilgili
makamlara yerelden doğru bilginin aktarılması da sağlıklı iletişimi sağlayacak ve illerin mevcut
durumlarının yapılacak değerlendirmelerde ele alınmasına imkan tanıyacaktır. Bu sayede illerin temel
göstergeler ve ulusal endekslerde üst sıralarda yer alması mümkün olabilecektir.
Kaynakça
1. Alkin, K., Bulu, M., & Kaya, H. (2007). İller arası rekabet endeksi: Türkiye’deki illerin rekabetçilik
seviyelerinin göreceli olarak ölçülebilmesi için bir yaklaşım.
2. Atan, M., Altan, Ş. (2020). Örnek uygulamalarla çok kriterli karar verme yöntemleri. Gazi Kitabevi, 1.
Baskı, Ankara.
3. Belgin, Ö., Avşar, B. A. (2019). Türkiye’de bölgeler ve iller düzeyinde ar-ge ve yenilik performansının
Gri İlişkisel Analiz yöntemi ile ölçülmesi. Verimlilik Dergisi, 2, 27-48.
4. Forbes Türkiye Dergisi Mayıs Sayısı (2019). İdeal kentler araştırması.
5. Özbek, A. (2013). Performance evaluation of learning management system. NWSA-Education
Sciences, 8(2), 164-178.
6. Peters, M. L., Zelewski, S. (2007). TOPSIS als technik zur effizienzanalyse. WiStWirtschaftswissenschaftliches Studium, 36(1), 9-15.
7. T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı. (2019). İllerin ve bölgelerin sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralaması
araştırması (SEGE-2017). Ankara: Kalkınma Ajansları Genel Müdürlüğü.
8. Triantaphyllou, E. (2000). Multi-criteria decision making methods. In Multi-criteria decision making
methods: A comparative study, 5-21.
9. Tzeng, G. H., Huang, J. J. (2011). Multiple attribute decision making: methods and applications. CRC
Press, New York.
10. URAK. (2018). İllerarası Rekabetçilik Endeksi 2016-2017, Uluslararası Rekabet Araştırmaları Kurumu
Yayını.
11. Wang, T. C., Lee, H. D. (2009). Developing a fuzzy TOPSIS approach based on subjective weights and
objective weights. Expert Systems With Applications, 36(5), 8980-8985.
150
Presentation ID/Sunum No= 40
Oral Presentation / Sözlü Sunum
PROMETHEE Yöntemı̇ İ̇le TRB1 Bölgesı̇nde Kanatlı Etı̇ Üretı̇m Yerı̇ Seçı̇mı̇
Dr. Muhammed Çubuk1
1
Fırat Kalkınma Ajansı
*Corresponding author: Muhammed Çubuk
Özet
Üretim yeri veya kuruluş yeri işletmenin üzerinde kurulacağı, yaşamı boyunca iş ve işlemlerini sürdüreceği yerdir.
İşletme stratejisinin belirlenmesinde ürün ve süreç tasarımından sonra verilecek en önemli karar kuruluş yerinin
belirlenmesidir. Bu karar uzun dönemli ve stratejik bir karardır. Uzun dönemli olması sebebiyle de değiştirilmesi hem
güç hem de maliyetlidir. 2025 yılı için 3,35 milyon ton üretim hedefleyen kanatlı eti sektörü için yatırım yeri kararı
önem arz etmektedir. Bu çalışma, hem kanatlı eti sektörünün yukarıda belirtilen hedeflere ulaşmasına yardımcı olma
hem de mevcut yatırım yeri kararları verilirken kullanılan yöntemlere alternatif olması ve karar kontrol
mekanizmasının güçlendirilmesine odaklanmıştır. Çalışmada çok kriterli karar verme tekniklerinden biri olan ve
uygulama kolaylığı sağlayan Promethee yöntemi kullanılmıştır. TRB1 Bölgesi illeri olan Malatya, Elazığ, Bingöl ve
Tunceli, kanatlı eti üretiminde önemli olduğu değerlendirilen ortalama yatırıma katkı oranı, teşvik bölgesi, işsiz sayısı,
IPARD kapsamında olup olmadığı ve Se-Ge sıralaması kriterleri bakımından sıralanmıştır. Kullanılan kriterler
bölgede ilgili sektörde faaliyet gösteren firmaların görüşleri alınarak ağırlıklandırılmıştır. Promethee yöntemi ile tam
sıralama sonucunda kanatlı eti üretim yeri bakımından 1. Malatya, 2. Elazığ, 3. Tunceli ve 4. Bingöl sıralaması elde
edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Promethee, Kanatlı Eti, Üretim Yeri, TRB1 Bölgesi.
Abstract
The place of production or the place of establishment is the place where the business will be established and its
operations will continue throughout its life. The most important decision to be made after the product and process
design in determining the business strategy is to determine the location of the establishment. This decision is a longterm strategic decision. Because of the long-term, change is both difficult and costly. In particular, the decision to
invest in poultry meat sector, which targets 3,35 million tones production for 2025 years, is important. This study
focuses on helping the poultry sector achieve the above-mentioned objectives, as well as being an alternative to the
methods used when making existing investment decisions, and strengthening the decision control mechanism. In this
study, Promethee method was used which is one of the multi-criteria decision making techniques and provides ease of
application. TRB1 Region provinces Malatya, Elazığ, Bingöl and Tunceli, are listed in terms of the average investment
contribution rate, incentive zone, number of unemployed, whether it is within IPARD and Se-Ge ranking criteria. The
criteria used were weighted by taking the opinions of the companies operating in the region. In terms of production
place of poultry meat as a result of full sequencing with Promethee Method 1.Malatya, 2.Elazığ, 3. Tunceli and 4.
Bingöl ranking was obtained.
Keywords: Promethee, Poultry Meat, Production Place, TRB1 Region.
Giriş
Uluslararası ölçekte ciddi rekabet koşullarına uyum sağlamak zorunda olan işletmeler ve yatırımcılar,
nitelikli üretim veya hizmet sunmaya yönelik ihtiyaç duydukları ve çevresel etkilerle de ortaya çıkan önemli
miktarlardaki bilgiyi düzenleyerek anlamlı hale getirmek, faaliyetlerini dinamik bir şekilde yürütebilmek
ve sürekli değişen küresel piyasa beklentilerine zaman kaybetmeden cevap verebilmek için farklı karar
verme süreçlerini yaşarlar. Bu sebeple, bir işletmenin devamlılığın sağlanması veya bir yatırımın isabetli
şekilde yapılabilmesi bakımından, mevcut teknolojik gelişmeler ve yoğun rekabetçilik, işletme ve
yatırımcıların karmaşık problemler karşısında etkili ve doğru karar vermelerini gerekli hale getirmiştir. Bu
karar verme süreci sonunda verilen karar doğrultusunda elde edilen sonuçlar, işletmenin ve karar vericinin
karar almadaki başarısını, işletmenin yakaladığı fırsatları, yeni ekonomik değer oluşturma hedefine ne
ölçüde ulaşıldığını göstermektedir. Bu durum ise alınan kararların etkisinin istenen sonuçlara götürme
151
başarısıyla ölçülebilir. Günümüzde pek çok işletme, faaliyetleri ile ilgili kararlarını zaman kaybetmemeye
özen göstererek, bilgi ve deneyimlerine dayanarak geleneksel şekilde almaktadır. Fakat karmaşık ve uzun
vadeli bir karar problemi karşısında geleneksel yöntemlere dayalı karar vermek yerine, belirli bir plan
dâhilinde bilgi toplama ve analiz süreci için zaman ayrılması ve detaylı bir araştırma yapılması, çözüm
süreci için gelişmiş karar yöntemlerinden en uygun olanının kullanması gerekmektedir (Gülenç ve Bilgin,
2010).
Sürekli kendini güncelleyen ve ekonomik olarak önemli bir yer tutan gıda sektöründe, nüfusun sürekli
artması sebebiyle, yeni yatırımlara ihtiyaç duyulmaktadır. Nüfus artışı ve beslenme alışkanlıklarına paralel
olarak dünya genelinde başta piliç eti olmak üzere kanatlı eti üretimi ve tüketimi son yıllarda hızlı bir artış
göstermiştir. Başta kalp ve damar hastalıkları, şişmanlık gibi beslenmeye dayalı hastalıkların dünya
genelinde yaygınlaşması ve bunun sonucunda ilgili çevrelerin tüketicinin günlük beslenme alışkanlıklarında
beyaz ete öncelik vermesi konusundaki uyarıları ve kanatlı eti fiyatlarının kırmızı ete göre daha düşük
olması kanatlı eti tüketiminin hızla artmasını sağlamıştır (Civaner, 2007; Keskin ve Demirbaş, 2012).
Türkiye’de kanatlı eti sektörünün gıda sektörü içinde AB ile rekabete girebilecek birkaç alt sektörden
biri olarak belirlenmesi; sektörün geniş işgücü istihdamı oluşturması ve en iyi örgütlenmiş gıda alt
sektörlerinden biri olması kanatlı eti sektörünün Türkiye için önemini ortaya koymaktadır (Hekimoğlu ve
Altındeğer, 2009; Keskin ve Demirbaş, 2012).
Üretim yeri veya kuruluş yeri bir işletmenin geleceğini etkileyen en önemli kararlardan biridir. İmalata
dayalı işletmelerin üretim yeri seçimini yanlış yapmaları ileriye dönük telafisi mümkün olmayan veya çok
masraflı olan durumları ortaya çıkarabilir. Kaynakların verimli kullanılmasına ve kar maksimizasyonuna
doğrudan etki etmesi sebebiyle üretim yeri seçimi önem arz etmektedir. İşletmelerin bu kararı vermesinde
geleneksel yöntemlerle birlikte bilimsel yöntemler de kullanılmaktadır. Özellikle çok sayıda kriterin söz
konusu olduğu bu tip karar verme problemlerinde literatürde sıklıkla çok kriterli karar verme teknikleri
kullanılmaktadır. Bu çalışmada olduğu gibi tek bir yöntem kullanılarak karar vericilere ilave bilgi
sağlanması ve karar süreçlerinin kolaylaştırılması mümkündür. İlave olarak birkaç yöntemi biraraya
getirerek hibrit bir model oluşturmakta mümkündür.
Materyal ve Metot
Bu çalışmada, kanatlı eti üretimi yatırımlarında yer seçimi problemi ele alınmıştır. Üretim yeri
seçiminde yatırımcıların dikkate alacağı temel kriterler belirlenmiş ve TRB1 Düzey-2 Bölgesi illeri olan
Malatya, Elazığ, Bingöl ve Tunceli illeri alternatif olarak alınmıştır. Oluşturulan bu gösterge setinde
krtiterler sektörle ilgili olan uzmanların görüşü alınarak ağırlıklandırılmıştır. Alternatiflere, belirlenen
kriterler ve ağırlıklar üzerinden çok kriterli karar verme yöntemlerinden biri olan Promethee yöntemi, Visual
PROMETHEE programı vasıtasıyla uygulanmış ve tam sıralama yapılarak illerin TRB1 bölgesi içinde nasıl
sıralandıkları verilmiştir.
Promethee Yöntemi
Karar verme süreçlerinin iyileştirilmesi ve etkinliğinin artırılması amacıyla son dönemlerde karar
verici tarafından belirlenen kriterlere göre alternatifler arasından en iyisinin seçilebilmesi için kullanılacak
çok sayıda karar verme tekniği geliştirilmiştir. Bu tekniklerden biri olan “The Preference Ranking
Organization Method For Enrichment Evaluation” olarak ifade edilen ve bu tanımın baş harfleri kullanılarak
“PROMETHEE” şeklinde ifade edilen yöntem literatürde en sık kullanılan yöntemlerden biridir.
PROMETHEE yöntemi, Jean-Pierre Brans tarafından ilk olarak 1982 yılında geliştirilmiş çok kriterli
bir öncelik belirleme ve sıralama yöntemidir (Kücü, 2007). Belirlenen çok sayıda kritere göre sonlu sayıda
alternatif arasından seçim yapılmasını gerektiren problemlere çok uygundur (Goumas ve Lygerou, 2000).
PROMETHEE yöntemi, karar verme tekniklerinin önceliklendirme yöntemlerinin uygulama aşamalarının
zor ve karmaşık olmasından hareketle geliştirilmiş ve çok sayıda çalışmada kullanılmıştır (Dağdeviren ve
Eraslan, 2008). PROMETHEE yöntemi bankacılık, işgücü planlaması, yatırım ve yer seçim kararları, sağlık,
ilaç ve kimya endüstrileri gibi birçok alana uygulanmıştır (Brans ve Mareschal, 2002).
PROMETHEE yöntemi, çok kriterli karar verme problemlerin çözümünde diğer yöntemlere kıyasla en
etkili ve en pratik yöntemlerden biridir. PROMETHEE yönteminin kısmi sıralama yapan PROMETHEE-I
ve tam sıralama yapan PROMETHEE-II modülleri de geliştirilmiştir. Bunların dışında PROMETHEE III,
IV, V ve VI gibi farklı yaklaşımlar da bulunmaktadır. Ayrıca yapılan işlemlerin ve seçim sürecinin
görselliğini sağlayan GAIA modülü ile grafiksel olarak etkin bir gösterim sağlanır. Yöntemin literatürde
152
geniş bir yer bulmasının ve başarılı şekilde uygulanmasının temelinde matematiksel yönü ve kullanımının
pratik olması bulunmaktadır (Ballı ve Karasulu, 2007).
PROMETHEE yönteminin;
0, x ≥ 0
,
Birinci Tip - Olağanp(x) = {
1, x < 0
0, x ≤ l
(l: parametre),
İkinci Tip - U tipip(x) = {
1, x > l
x/m, x ≤ m
Üçüncü Tip - V tipi p(x) = {
(m: parametre),
1, x ≥ m
x≤q
0,
Dördüncü Tip - Seviyeli p(x) = {1/2 , q < x ≤ q + p(q, p: parametre),
x>q+p
1,
x≤s
0,
Beşinci Tip-Lineer p(x) = {(x − s)/r , s < x ≤ s + r(s, r: parametre) ve
x ≥s+r
1
0, x ≤ 0
Altıncı Tip - Gaussian p(x) = {
(σ: parametre)
−x2 /2σ2
1−e
, x≥0
olmak üzere altı farklı tercih fonksiyonu bulunmaktadır. Çalışmada IPARD kapsamında olma
kriterinde birinci tip (olağan) tercih fonksiyonu diğer kriterlerde ise altıncı tip (Gaussian) tercih fonksiyonu
kullanılmıştır.
Kriter Seti
Çalışma kapsamında ele alınan kriterlere ilişkin oluşturulan gösterge seti Tablo.1’de verilmiştir.
Tablo 1. Kriter-Gösterge Seti
Kriter
Ortalama Yatırıma Katkı Oranı
(max.)
Bölgesel Teşvik (max.)
IPARD Kapsamında mı?
İşsiz Sayısı (max.)
SE-GE Sıralaması (min.)
Malatya
Elazığ
Bingöl
Tunceli
%404,58
%115,89
%353,04
%900,83
4
4
6
5
Evet
Evet
Hayır
Hayır
46.193
36.725
23.612
4.899
44
42
71
59
Ortalama yatırıma katkı oranı, 2019 yılı içerisinde alınan teşvik belgeleri ile yapılan yatırımların il
bazında yatırıma katkı oranları belirlenmiş ve her ilin ortalaması alınarak hesaplanmıştır. Hesaplamada
Malatya ilinden 55, Elazığ ilinden 57, Bingöl ilinden 8 ve Tunceli ilinden 5 teşvik belgesinin yatırıma katkı
oranları ele alınmıştır.
Bölgesel teşvik kriterinde ilin teşvik sisteminde yer aldığı bölge ele alınmıştır. Aynı zamanda illerin,
Avrupa Birliği (AB) tarafından aday ve potansiyel aday ülkelere destek olmak amacıyla oluşturulan, katılım
öncesi yardım aracının kırsal kalkınma bileşeni IPARD kapsamında olup olmadığı bilgisi kullanılmıştır.
İllerde bulunan işsiz sayısı; 2019 yılsonu itibariyle İŞKUR tarafından ilan edilen 15 yaş ve üzeri kadın ve
erkek işsizlerin toplamıdır.
SE-GE sıralaması ise Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından 52 kriter ele alınarak oluşturulan
“İllerin Sosyoekonomik Gelişmişlik Endeksi 2017” sonuçlarının ele alındığı kriterdir.
Kriterlerin ağırlıklandırılmasında çok kriterli karar verme tekniklerinde uygun yöntemler olsa da daha
gerçekçi ve yatırım özelinde net fikirler vermesi amacıyla TRB1 bölgesinde faaliyet gösteren kanatlı sektörü
153
firmalarına danışılmış ve söz konusu kriterleri puanlayarak önceliklendirmeleri istenmiştir. Elde edilen
sonuçlara göre de Promethee yönteminin uygulanmasında kullanılan ağırlıklandırma oranları Tablo.2’de
verilmiştir.
Tablo 2. Kriter Ağırlıklandırma Oranları
Kriter
Oran
Ortalama Yatırıma Katkı Oranı
(max.)
%10
Bölgesel Teşvik (max.)
%30
IPARD Kapsamında mı?
%30
İşsiz Sayısı (max.)
%10
SE-GE Sıralaması (min.)
%20
Bulgular
Kanatlı eti üretim yeri seçiminde Şekil.1’de gösterilen TRB1 bölgesi illeri olan Malatya, Elazığ, Bingöl
ve Tunceli’ye ait ortalama yatırıma katkı oranı, teşvik, IPARD kapsamında olup olmadığı, işsiz sayısı ve
SE-GE sıralaması kriterlerinin verileri temin edilmiştir. Bu veriler, kriter ağırlıkları bölgede faaliyet
gösteren firmalarla görüşülüp belirlenerek Visual PROMETHEE programı ile değerlendirilmiş ve illerin
tam sıralaması yapılmıştır. Bu sonuçlara göre illerin aldığı puanı ve sıralamayı gösteren Tablo 3 aşağıda
verilmiştir.
Tablo 3. PROMETHEE Tam Sıralama Sonuçları
Sıra
İl
Phi
(φ)
Phi
(φ) +
Phi
(φ) -
1
Malatya
0,4151
0,5000
0,0849
2
Elazığ
0,2676
0,4262
0,1587
3
Tunceli
0,2613
0,1775
0,4387
4
Bingöl
0,4214
0,1119
0,5333
Şekil 1. TRB1 Bölgesinin Konumu
154
Sonuç
Çok kriterli karar verme yöntemleri hem sosyal hem de ekonomik çevrelerde karşılaşılan çeşitli karar
verme problemlerini bilimsel metotlara dayandırarak en faydalı sonucu elde edecek şekilde çözmeyi
amaçlar. Karşılaşılan bu karar verme problemlerinin çözümünde kullanılacak farklı yöntemler
bulunmaktadır. Bu yöntemlerin en sık tercih edilenlerinden biri PROMETHEE yöntemidir. PROMETHEE
yönteminde çok sayıda alternatif arasından belirlenen kriterlere göre seçim yapılırken kriterler arasında
ağırlıklandırma yapılması söz konusudur. Yöntemi güçlü hale getiren avantajlarından biri karar verme
süreci içerisinde kriter ağırlıklarının ihtiyaç duyulması halinde değiştirilebilmesidir.
Çalışmada kanatlı eti üretim yeri seçimi problemi ele alınmıştır. Yatırımcıların yatırım yeri seçiminde
optimum koşullarda karar vermesi, kaynakların etkin ve yerinde kullanımı ve kar maksimizasyonu için
vazgeçilmezdir. Bu beklenti, orta ve uzun vadeli hedefleri karşılayabilmek için yatırım yeri seçimi yaparken
daha fazla bilimsellik gerektirmektedir. Bu çalışmada kanatlı eti üretim yeri seçimi yaparken teşvikte yer
alınan bölge, ortalama yatırıma katkı oranı, Se-Ge sıralaması, IPARD kapsamında olup olmadığı ve işsiz
sayısı olmak üzere 5 kriter ele alınmıştır. Veriler Visual Promethee paket programı kullanılarak analiz
edilmiştir.
Yapılan uygulama sonucunda TRB1 Bölgesi illeri içerisinde seçilen kriter ve ağırlıklara göre en uygun
ilin Malatya olduğu belirlenmiştir. Söz konusu yatırım konusu ve değerlendirme bakımından;
Çıkan sonuca göre kanatlı eti üretim yeri için en uygun il Malatya olarak belirlenmiştir.
Hem IPARD kapsamında olması hem de işsiz sayısı bakımından en yüksek nüfusa sahip olması
Malatya’nın ilk sırada yer almasını sağlamıştır.
Mevcut durumda sektörde önemli yatırımlara sahip olan Elazığ ikinci sırada yer almıştır.
SEGE sıralamasında en iyi skora sahip olan Elazığ IPARD kapsamındadır. Ortalama yatırıma katkı
oranı ve işsiz sayısında Malatya’nın gerisinde kalması Elazığ’ı ikinci sıraya yerleştirmiştir.
IPARD kapsamında olmayan Tunceli ve Bingöl illeri ise Malatya ve Elazığ’ın gerisinde
kalmıştır. Üçüncü sırada Tunceli ve dördüncü sırada Bingöl yer almıştır. Her iki ilin sosyo
ekonomik gelişmişlik bakımından sıralamalarının geride olması sektörel değerlendirmelere de
yansımaktadır. Bu illerin sosyal donatı ve ekonomik anlamda düzenleyici ortam unsurlarından
azami derecede faydalanması sektörel yatırımların bölgeye kanalize edilmesinde önemli rol
oynayacaktır.
Çalışmada kullanılan PROMETHEE yöntemi, kolay anlaşılabilir olması ve pratik kullanımı
sebebiyle çok kolay şekilde benzer seçim problemlerine uygulanabilir niteliktedir. Aynı zamanda
farklı kriter setleri üzerinden üretim yeri seçimine benzer şekilde farklı sektörlerdeki seçim
problemlerinde de kullanılabilir. Tüm seçim problemlerinde genel kabul görmüş seçim veya
sıralama yöntemleri ile birlikte PROMETHEE yönteminin veya diğer çok kriterli karar verme
yöntemlerinin kullanılması karar vericiye ilave bilgi sunacağından karar verme sürecinin etkinliğini
artıracaktır.
TRB1 bölgesinin konumu ve ekonomik özellikler göz önüne alındığında söz konusu yatırım
bakımından önemli fırsatlar sunan bir bölge olduğu değerlendirilmektedir.
Bölgede faaliyet gösteren Kalkınma Ajansı, Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme
Kurumu (TKDK) ile Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından uygulanan Cazibe Merkezlerini
Destekleme Programı (CMDP), Sosyal Gelişmeyi Destekleme Programı (SOGEP) gibi destek
mekanizmaları ile beraber yer alan bölgesel kurumsallaşma becerisi de yatırım süreçlerinin
kolaylaştırılması ve sosyal refahın sağlanması bakımından önemlidir.
Kaynakça
1. Ballı, S. ve Karasulu, B. (2007). En uygun otomobil seçimi problemi için bir bulanik
PROMETHEE yöntemi uygulamasi. Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, 22(1), 139-147.
2. Brans, J. P. ve Mareschal, B. (2000). How to Decide with PROMETHEE, ULB and VUB, Brussels
Free Universities.
3. Civaner, E. Ç. (2007). Kanatlı Etleri. İhracatı Geliştirme Etüd Merkezi, Ankara.
4. Dağdeviren, M. ve Erarslan, E. (2008). PROMETHEE sıralama yöntemi ile tedarikçi seçimi. Gazi
Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Dergisi, 23(1).
155
5. Goumas, M. ve Lygerou, V. (2000). An extension of the PROMETHEE method for decision
making in fuzzy environment: Ranking of alternative energy exploitation projects. European
Journal of Operational Research, 123(3), 606-613.
6. Gülenç, İ. F. ve Bilgin, G. A. (2010). Yatırım Kararları İçin Bir Model Önerisi: Ahp Yöntemi-A
Model Proposal For Investment Decısıons: Ahp Method. Öneri Dergisi, 9(34), 97-107.
7. Hekimoğlu, B. ve Altındeğer, M. (2009). Kanatlı Hayvan Eti Sektör Raporu Sorunları ve Çözüm
Önerileri. http://www.yms.org.tr/getdoc/13cec955-82ef-49f4-bae4- d61efbaca8b0/KANATLISEKTÖRÜ-RAPORU---2009.aspx (Erişim Tarihi: 20 Ocak 2021).
8. Keskin, B. ve Demirbaş, N. (2012). Türkiye'de kanatlı eti sektöründe ortaya çıkan gelişmeler:
Sorunlar ve öneriler. Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Dergisi, 26(1), 117-130.
9. Kücü, H. (2007). Promethee sıralama yöntemi ile personel seçimi ve bir işletmede uygulaması
(Yüksek Lisans Tezi), Gazi Üniversitesi. Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
10. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı. (2019). İllerin ve bölgelerin sosyo-ekonomik gelişmişlik sıralaması
araştırması (SEGE-2017). Ankara: Kalkınma Ajansları Genel Müdürlüğü.
156
Presentation ID/Sunum No= 38
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Cevat Fehmı̇ Başkut’un Tı̇yatrolarında İ̇dealı̇ze Edı̇len Erkek Tı̇pı̇
Dr. Gökçe Ulus 1
Atılım Üniversitesi
*Corresponding author: Gökçe ULUS
1
Özet
Cevat Fehmi Başkut, Muhsin Ertuğrul’un teşvikiyle tiyatro yazarlığına başlamış gazeteci yazardır. Cevat
Fehmi’nin gazeteci oluşu, toplumsal sorunlar ve değer yargılarının değişmesi gibi döneminin hassas konularının
üzerinde durmasını körüklemiştir. O, döneminin sorunlarını sade bir dille ve genellikle komedi türünde eserlerle
anlatan başarılı bir yazardır. Yazar, özellikle değer yargılarının değişmesi, adaletsizlik, para hırsı, sanatın ve bilginin
küçümsenmesi, sevgisizlik, çıkar kavgası, siyasetin ve ticaretin kirletilmesi gibi konulara eğilmiştir.
Komedi tarzında oyunlar yazan Cevat Fehmi, oyunlarının güldürü unsurlarını olumsuz durumlardan yaratır.
Dalkavukluk yapan, alafranga yaşama özenip kendini komik hale düşüren cahil kişiler seyirciyi ve okuyucuyu
güldürür. Olumlu tipler, başlarına gelen şanssızlıklara oyun sonuna kadar direnirler ve bu sırada yaşanan en ağır
durumlarda bile espri yapabilir, yaşadıklarına gülebilir, güldürebilirler. Bütün oyun boyunca güldüren yazar,
oyunlarının bazılarını, sonlarını belirsiz bırakarak veya olumlu tipleri mağlup ederek dram ortaya koyar. İncelenen
tiyatrolar; toplumsal taşlama amacıyla yazılan, döneminin sorunlarını işleyen oyunlardır. Yazar, kendine has
anlatımını hiçbir oyununda değiştirmemiş, ak kişilerle kara kişileri savaştırmış, yanlış batılılaşmayı, eğitimsizliği,
dalkavukluğu, namussuzluğu, çıkarcılığı, adaletsizliği ve zulmü her fırsatta eleştirmiştir. Hemen hemen bütün
oyunlarını iyi ve kötünün çatışmasından oluşturan yazar, bu oyunlarının çoğunda olumlu erkek kişiyi kendi sözcüsü
olarak kullanır. Oyundaki kadronun yarısından fazlası erkeklerden oluşur. Başkut’un erkek karakterlere yüklediği
özellikler ve onların üzerinden vermek istediği toplumsal mesajlar bu yazının temel inceleme konusunu oluşturur.
Anahtar Kelimeler: Cevat Fehmi Başkut, tiyatro, ideal, erkek, tip
Abstract
Cevat Fehmi Başkut is a journalist who started to work as a theater writer with the encouragement of Muhsin
Ertuğrul. Cevat Fehmi's journalist identity has made issues such as social problems and change in value judgments
his subject. He is a successful writer who tells the problems of his time in plain language and often with comedy-style
works. The author particularly focuses on issues such as change in value judgments, injustice, greed for money,
underestimation of art and knowledge, lovelessness, conflict of interest, pollution of politics and trade.
Cevat Fehmi, who writes plays in comedy style, creates the comedy elements of his plays from negative situations.
Ignorant people who are flattering, who take care of the European life and make themselves funny, make the audience
and the reader laugh. Positive characters resist their misfortunes until the end of the game, and they can make jokes,
laugh and laugh at their experiences even in the most severe situations. The writer, who made him laugh throughout
the play, reveals drama by leaving some of his plays, the endings unclear or defeating the positive types. Theaters
examined; They are games written with the aim of social grinding and handling the problems of the period. The writer
has never changed his own narrative in any of his plays, made white people fight black people, and criticizes false
westernization, lack of education, flattery, dishonesty, self-interest, injustice and cruelty at every opportunity. The
author, who creates almost all of his plays from the conflict of good and evil, uses the positive male person as his
spokesperson in most of these plays. More than half of the cast in the game is made up of men. The characteristics
Bashkut attributes to male characters and the social messages he wants to convey through them constitute the main
study subject of this article.
Key Words: Cevat Fehmi Başkut, theater, ideal, male, character
Giriş
Cumhuriyet’in ilânı ile düzene giren kurum ve kuruluşların arasında bir tiyatro okulu olan Darülbedayi
bulunur. Muhsin Ertuğrul 1927 yılında, 1934’te “Şehir Tiyatrosu” adını alacak olan Darülbedayinin başına
getirilmiştir (Nutku, 1983:11). Burada Batı’dan çevrilen eserlerin sahnelenmesinin yanında Muhsin
Ertuğrul, genç yazarlara yeni ufuklar açmıştır. Muhsin Ertuğrul’un tiyatro ve edebiyat dünyasına
kazandırdığı isimlerden birisi Cevat Fehmi Başkut’tur. İlk oyunu olan Büyük Şehir’i Muhsin Ertuğrul’a
157
sunan Başkut, oyununun Ertuğrul tarafından beğenilmesi ve sahneye konulması ile tiyatro yazarlığına
başlamış ve ölünceye dek oyun yazmaya devam etmiştir.
Cevat Fehmi’nin gazeteci oluşu, toplumsal sorunlar ve değer yargılarının değişmesi gibi döneminin
hassas konularının üzerinde durmasını körüklemiştir. Enginün’e göre Başkut’un eserlerindeki konular
günlük hayattan belki de gazetelere yansıyan haberlerden alınmıştır. Bu durum sanatçının konuda tekrara
düşmesine yol açsa da yazar mekânın kişilikler ve davranışlar üzerindeki tesirine, eserlerinde önem
vermiştir. O, bütün eserlerinde haksız ve uygunsuz yollarla para kazanma, taklit, ikiyüzlülük ve ahlâksızlık
temalarını işlemiştir. Söz konusu olumsuz özellikler aile hayatında, politikada görünür hâle gelir (Enginün,
2004:167).
Cevat Fehmi Başkut, döneminin sorunlarını sade bir dille ve genellikle komedi türünde eserlerle
anlatan başarılı bir yazardır. Komedi tarzında oyunlar yazan Cevat Fehmi, oyunlarının güldürü unsurlarını
olumsuz durumlardan yaratır. Dalkavukluk yapan, alafranga yaşama özenip kendini komik hale düşüren,
cahil kişiler seyirciyi ve okuyucuyu güldürür. İncelenen tiyatrolar; toplumsal taşlama amacıyla yazılan,
döneminin sorunlarını işleyen oyunlardır.
Cevat Fehmi Başkut’un Tiyatrolarında İnsan Portreleri
Cevat Fehmi Başkut’un oyunlarındaki kişiler olumlu ve olumsuz olarak sınıflandığında, yazarın belli
tiplere ağırlık verdiği ve bu kişileri kullandığı görülür. Hatta oyunlarda kullandığı isimler bile genellikle
(Murtaza, İsmail, Ayşe, Fatma, Salim, Ahmet, Ali vb..) aynıdır.
Bu çalışmada ele alınacak olan ideal erkeklere en yakın tip, ideal koruyucu kadın tipidir. İyi erkeklerin
yanında çoğu oyunda en büyük ve bazen tek destekçileri olan koruyucu kadın tipi adı altında toplanabilecek
kadın modeli vardır. Bu kadınlar orta halli bir ailede yaşar, geleneksel değerlere bağlıdır, iyi bir ev kadını
ve iyi bir annedir. Maddi manevi zorluklarda ailesine dayanak olur. Sadık, yapmacıksız, çalışkan ve
kanaatkârdırlar60.
Birlikte ayakta kalmaya çalışan ideal erkek ve ideal kadın tipinin karşısında onlardan daha güçlü
olumsuz kişiler bulunur. İdeal erkek tiplerinin durumu anlayabilmek için olumsuz cepheyi temsil eden
tiplere bakmakta fayda vardır. Yazar; haksız kazançla zengin olmuş, saygısız, görgüsüz, çıkarcı, ahlâkî
değerlere önem vermeyen, anlayışsız, acımasız iş insanı ve tüccar tiplerine geniş yer verir. Bu kişiler
kendisinden güçlü kişiler karşısında eğilirken, zayıf bulduğu herkesi ezmeye çalışır. Kumara, kadınlara ve
dedikoduya düşkündürler61.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan ekonomik krizin zengin ettiği karaborsacı, kaba ve
görgüsüz “Hacıağa” tipleri ideal kişilerin karşısındaki olumsuz başka bir modeldir. Etrafındaki herkese
acımasız davranırlar62. İdeal tipleri zorda bırakan bir başka olumsuz örnek şımarık, laubali, gösteriş
meraklısı, tembel, korkak, hazır yiyici, eğlenceye, kumara ve kadınlara düşkün, züppe delikanlı tipidir63.
Olumsuz tiplerin arasında küçük fırsatçılar da bulunur. Onlar, zengin ve güçlü insanlara yanaşarak
zengin olma yolunda ilerleyen, gurursuz, kurnaz, çıkarcı kimselerdir64. Olumsuz kadın tiplerinin başında
ise; haksız yoldan edinilmiş bir servet sonucu değişen, alafranga yaşam tutkusundaki sosyete hatta züppe
kadın tipi gelir. Bu kişiler manevi değerlere önem vermeyen, süsüne, gezmesine düşkün, gece hayatını
seven, çok eşli yaşamı tercih eden (eşini aldatan), görgüsüz, frapan ve çıkarcı kimselerdir65. İkinci olumsuz
Göç; Sabahat, Koca Bebek; Celile Fatinizade, Ayarsızlar; Ayşe, Kadıköy İskelesi; Ayşe, Kleopatra’nın Mezarı; Fatma, Hepimiz
Birimiz İçin; Meryem, Dostlar; Sabahat
61 Soygun; İsmail, Koca Bebek; Halil Kâhya, Kadıköy İskelesi; Gâvur İbrahim ve Müteahhit Muhip, Hacı Yatmaz; Rıza, Harput’ta
Bir Amerikalı; Abraham Maderus, Ölen Hangisi; Reşit Ahmet Forsaoğlu, Sana Rey Veriyorum; Lütfullah Aşkî, Büyük Şehir; Feyzi
İşgüzar, Dostlar; Şefkati, Halit, Buzlar Çözülmeden; Hacı Murat Ağa, Sarı Mahmut Ağa
62 Kleopatra’nın Mezarı; Abdullah Hoca, Paydos; Bakkal Hacı Hüsamettin, Muhtar Hasan, Hepimiz Birimiz İçin; Osman Ağa, Sana
Rey Veriyorum; Abdürrezzak ve Kasaba Eşrafı, Göç; Taşralı Tüccar
63 Ayarsızlar; Mehmet, Veli, Küçük Şehir; İlhan Soyubüyük, Koca Bebek; Hasan, Göç; Nejat, Ayna; Hurşit, Ayarsızlar; Ali
64 Göç: Kapıcı Hüseyin, Küçük Şehir: Ali, Sana Rey Veriyorum: Hasta Simsarı Bayram, Buzlar Çözülmeden: Şeref Hakarar, Koca
Bebek: Mehmet Karavezirzâde, Kâşif Dil
65 Koca Bebek; Meliha, Ayarsızlar; Prenses Leyla, Kadıköy İskelesi; Şazimet, Hacı Yatmaz; Fazilet, Ölen Hangisi; Keriman Fikirli, Sana
Rey Veriyorum; Mübeccel, Harput’ta Bir Amerikalı; Celile Kızılçiçek, Üzüntüyü Bırak; Handan, Ayna; Alev, Dostlar; Dilruba, Göç;
Belkıs, Makine; Muazzez, Paydos; Hatice
60
158
kadın tipi ise züppe genç kız tipidir. Zengin ailenin şımarık, eğlenceye düşkün, iyi eğitilememiş ve aşka
inanmayan genç kızıdır. Bu gençler her zaman daha fazla para ve rahatlık isterler66.
Olumsuz tiplerin karşısında aydın genç kız ve delikanlı tipleri vardır. En büyük özellikleri eğitim
seviyesi yüksek, dürüst, erdemli, saygılı, olgun, çalışkan, güçlü ve anlayışlı oluşlarıdır.67 Bu gençler ideal
kadın ve erkek tiplerinin halefi pozisyonundadırlar. Aynı pozisyonda saf ve iyi niyetli, eğitim seviyesi
düşük, manevi değerlere çok önem veren erdemli köylü delikanlılar da bulunur.68 Bunların yanında
toplumda deli olduğu düşünülüp dışlanan aslında çok dürüst ve akıllı olan uyanık köylü kızı 69 tiplerine de
oyunlarda rastlanır. Cevat Fehmi Başkut’un tiyatrolarında sınıflamaya dâhil edilebilecek son tip ise vefalı
hizmetkâr tipidir, kadın ya da erkek olabilirler70. Bu tiplerin dışında kalan karakterler çoğunlukla, dekoratif
unsur görevindedir.
İdeal Erkek Tipi:
Yazarın sözcüsü olan olumlu erkek tipleri oyunlarda ön plana çıkar. Başkut’un tiyatroları erkek
ağırlıklıdır. Yazar kendi düşüncelerini idealize ettiği erkek kahramana söyletir. Tipin genel özelliği;
ideallerinden vazgeçmemeleri, sağlam karakterli, çalışkan, orta halli ya da fakir, alçak gönüllü, gururlu ve
namuslu oluşlarıdır. 71
Ayarsızlar
Cevat Fehmi Başkut, Ayarsızlar adlı oyununu 1943-1944 yılları arasında yazmıştır. Oyun üç perdeden
oluşur ve yazarın ikinci eseridir. Ayarsızlar oyununda ideal erkek Murtaza’dır. “60 yaşlarında, sevimli,
temiz yürekli, işine âşık.” (Başkut, 1972b:3)
Murtaza, Aksaray’da saatçilik yaparak geçimini sağlar. Hayat tecrübeleriyle olgunlaşmış, namuslu,
anlayışlı, hoşgörülü, saygıya ve ahlaki değerlere önem veren biridir. Toplum sorunları ve aile ilişkileri
hakkındaki olumlu duruşun temsilcisidir. Verilmek istenen mesajlar ve anlatılmak istenen ideal kimlik,
saatçi Murtaza’nın kimliğinde sergilenir. Oyunun ilk repliklerinde Murtaza mevcut durumu özetler:
- Onlar alafrangadır, biz alaturkayız… Onlar zengindirler, biz fakiriz. Onlar meşhurdurlar, biz
meçhulüz. Onlar bizden başka türlü yaşar, başka türlü konuşur ve başka türlü düşünürler.” (Başkut, 1972b:6)
Bu oyunda, ifadelerden de anlaşıldığı üzere kişilikler arasında ciddi bir fark ve kutuplaşma söz
konusudur. İki kutbun temsilcisi olarak bir yanlış anlama sonucu yirmi beş senedir görüşmeyen iki kardeşin
ve ailelerinin farklı yaşamları resmedilir. Bütün değişimler karşısında Murtaza, duruşuyla ve ifadeleriyle
örnek insan modeli çizer.
Hacı Kaptan
Hacı Kaptan 1944 – 1945 yıllarında yazılmıştır. Sosyal eleştirinin yanında sevgi, dürüstlük, çalışma
azmi ve ahlak temleri bulunur. Hacı Kaptan, oyuna ismini veren başrol oyuncusudur.
“Hüdaverdi şilebinin süvarisi, 65 yaşlarında” (Başkut, 1972b:3). Doğaüstü güçlere inanan, dinî
duyguları kuvvetli, namus, çalışkanlık, dürüstlük gibi kavramlara değer veren biridir. Mecbur kalırsa şiddete
başvurabilir. Tahsili olmasa da işinin ustasıdır. İnançlarına çok bağlı olan Hacı Kaptan, namus konusunda
çok hassastır. Özellikle Yusuf’a karşı aldığı tavırlardan bu hassasiyeti anlaşılabilir.
Küçük Şehir
Küçük Şehir; Nebile, Göç; Selma, Büyük Şehir; Macide, Ayarsızlar; Nazan, Kadıköy İskelesi; Şükûfe, Kleopatra’nın Mezarı;
Selma, Ayna; Esma
67 Kleopatra’nın Mezarı; Saniye, Sana Rey Veriyorum; Ahmet Sönmez ve Asuman, Hacı Kaptan; Sezâ ve Yusuf, Harput’ta Bir
Amerikalı: Ayşe, Paydos; Rıdvan, Harput’ta Bir Amerikalı; Necmettin Ars, Hepimiz Birimiz İçin; Öğretmen, Küçük Şehir; Eşref
İlk, Koca Bebek; Ali
68 Ayarsızlar; Mustafa, Büyük Şehir; Hasan Buyanlı, Hacı Kaptan; Musa, Kadıköy İskelesi; Bülent, Kleopatra’nın Mezarı; Hayati,
Hacı Yatmaz; İbrahim, Hepimiz Birimiz İçin; Makinist Ömer, Kör Zeynel, Makine; Aziz
69 Koca Bebek; Neriman, Küçük Şehir; Ayşe, Paydos; Ayşe, Hacı Yatmaz; Neriman, Buzlar Çözülmeden; Hatice, Hepimiz Birimiz
İçin; Ayşe, Ayna; Gülsüm
70 Koca Bebek; Şâyeste, Bayram, Soygun; Nazife, Sana Rey Veriyorum; İfakât, Dostlar; Aşçı Uzleti, Göç; Ayşe
71 Ayarsızlar; Murtaza, Soygun; Salim, Koca Bebek; Ahmet, Paydos; Murtaza, Hacı Yatmaz; İsmail, Makine; Hacı Bey, Harput’ta
Bir Amerikalı; Ahmet Müderrisoğlu, Göç; Vefa Bey, Sana Rey Veriyorum; Ramazan Cankurtaran, Üzüntüyü Bırak; Bahtiyar, Küçük
Şehir; Âdem, Buzlar Çözülmeden; Kaymakam, Ölen Hangisi: Muhlis Fikirli, Ayna; İsmail, Ali.
66
159
1945–1946 yılları arasında yazılmıştır. Büyük Şehir oyununda köyden İstanbul’a gelen kişilerin
karşılaştığı olumsuz durumun benzerlerini bu oyunda İstanbul’dan küçük şehre gelenler taşır. Namus, iyi
niyet ve emek konuları da yardımcı temalardır. Olumsuz kişilerin karşısında olumlu ideal erkek tipleri
bulunur. Adem Ateşli, Eşref İlk ve Murtaza oyundaki iyi kişilerdir. Saf, çalışkan, dürüst, iyi niyetli,
ahlaklıdırlar. Hemen her oyunda bulunan, her özelliğiyle ideal olan erkek bu oyunda Eşref İlk’tir. Eşref İlk,
kasabanın ilkokul öğretmenidir. Gururlu, namuslu, zeki ve çalışkan olduğu kadar fakirdir. Belediye meclisi
üyesidir. Murtaza; saf, namuslu, dürüst ve yaşlı bir köylüdür.
Oyundaki ana çatışma, iyi ve kötü çatışmasıdır. Büyük şehirden gelen kişilerin çoğunu kötü olarak
veren yazar kasaba insanının bozulmamışlığı ve saflığını iyi olarak kabul etmiştir. Köy ve şehir insanı
arasındaki çatışma oyunun birçok yerinde dile getirilse de Eşref bunu en başta dile getiren kişi olmuştur.
Koca Bebek
1946-1947 yıllarında kaleme alınan ve aynı sezonda İstanbul Şehir Tiyatrosunda sahnelenen oyundur.
1940’lı yılları anlatan bu oyunda söz konusu olaylar 25 sene öncesine dayanır. 1920’li yıllarda karısının evi
terk etmesiyle aklî dengesini kaybeden Ahmet’in 25 sene sonra iyileşmesi olay kurgusunu yaratır. 25 senede
toplum düzeninin ve ahlâkî değerlerin ne kadar yozlaştığı gözler önüne serilir. Çizilen uç tiplemeler,
olağanüstü olayların yaşanmasını normal kılar. Başkut’un birçok oyununda rastlanan kolay yoldan zengin
olan, ahlâkı bozuk insanlar yüzünden namuslu, iyi, dürüst ve görgülü insanların mağdur duruma düşmeleri
bu eserde Fâtinizâde ailesi örneği ile anlatılır.
Fâtinizâde konağı ihtişamın, varlığın, saygı ve sevginin, iyi niyetin, yardımlaşmanın güzel
örneklerinin yaşandığı bir konaktır. “Eski konak düzeninden yeni konak düzenine geçişte geleneksel
değerlerin değişimi” (Necatigil, 1971:186) hayatları alt üst eder. Yardımcı temalar bu repliklerin içinde
sıralanıyor gibidir.
Şayeste’nin ağzından, o günkü konağı ve yaşayışı şöyle ifade edilir:
ŞAYESTE :
Değil biz, bütün mahalle bir tek idik o zamanlar… Yoksullar için aşhane bu konaktı. Yetimler,
öksüzler için mektep bu konaktı. Kavgalılar için mahkeme bu konaktı. Fakir kızlar gelin giderken çeyizleri
burada hazırlanırdı. Fakir delikanlıların güveylik çamaşırları, fakir anaların kundak takımları burada
dikilirdi. Bilirdik kim dertli, kim gamda… bilirdik kim yoksul, kim darda… Bilirdik kim alil, kim hasta.
(Başkut, 1972:139)
Konak ve ideal kahraman Ahmet; bozulmamışlığın, ahlakın ve yazarın hatırlatmak istediği güzelliklerin
simgesidir. Sükûnet, saygı, nezaket, kusurları görmezden gelebilme, dedikodudan uzak durma gibi erdemler
konak somutlamasıyla yüceltilir. Ahmet; Hacı Fâtinizâde’lerin, çocukluğu ve gençliği konakta, varlık içinde
geçmiş oğludur. Karısı başka bir adam için onu terk edince aklî dengesini kaybetmiş, yirmi beş yıl akıl
hastanesinde yatmıştır. İki çocuğu vardır. Dürüst, görgülü, ahlaklı, asil, iyiliksever ve duygusal bir
karakterdir. Sosyal eleştiri temelli bu güldürüde yazarın sözcüsü Ahmet’in ağzından çıkanlar önem taşır.
Oyunun sonunda yaşadıklarına dayanamayan Ahmet tekrar aklî dengesini kaybeder. Olan bitenden,
gerçeklerden habersiz oluşuyla konağın koca bebeğidir. Ahmet’ten sonra oyunda önem taşıyan ideal erkek
tipleri Ali ve Bayram’dır. Konakta arabacı olarak görev yapmış olan Durmuş’un oğlu Ali, Hukuk bölümü
son sınıf öğrencisidir. Dürüst, namuslu, vefalı bir gençtir. Konağın eski bahçıvanı Bayram ise Arnavut’tur.
Ahlaklı, cesur ve dürüst bir adamdır. Kendisine yapılan iyilikleri unutmaz. Fâtinizâde’lerden sonra yanında
çalıştığı zengin insanların huysuz ve sonradan görme olmalarından bıkıp mesleğini bırakmıştır. Aradan
yıllar geçse de eski patronundan haber gelince her işini bir kenara bırakıp hizmet için oraya koşacak kadar
vefalıdır.
Paydos
Bu eseri yazar, 1948–1949 yılları arasında yazmış ve babasına ithaf etmiştir. Oyun, Şehir
Tiyatrolarında 140 kez oynanarak döneminin seyirci rekorunu kırmıştır (Şehir Tiyatroları, 1985:13). Trajik
durumlar yoğunluktadır. Ancak duygusal ögelerin komedi ögeleri kadar ağırlıklı oluşu, oyunun türü
konusunda soru işareti doğurur. Sokullu, Başkut’un oyunlarında komedyanın uzak açısını koruyamadığı
için eleştirisinde duygu dozunu aşırı kullandığı için komedyadan uzaklaştığını belirtir (1979: 204).
160
Hırsızlık yapan, haksız kazanç elde eden insanlar refah içinde yaşarken, namusuyla yaşayan idealist
insanların sefalet çekmesi bu oyunun en can alıcı mesajıdır ve bu düşünce bütün oyuna hâkimdir. Başta
eşitsizlik ve adaletsizlik olmak üzere, toplumdaki değer yargılarının değişmesi ve namusuyla, idealizmi
uğruna savaş veren insanların, emeklerinin karşılıklarını alamaması hatta iftiraya uğramaları eleştirilir.
Muallim Murtaza; hayatını eğitimci olmaya adamıştır. Annesinden kalan tek hatıra olan eski bir konağı
korumak için hayatını maddi sıkıntılarla geçirir. Etrafındaki birçok insan, yolsuzluklarla, hırsızlıkla veya
gurursuzluklarıyla zengin olmuştur. Yardımcı temalar eğitimsizlik, fesatlık, para hırsı ve yalancılıktır.
Muallim Murtaza, “ İstanbul 47’nci ilkokul öğretmenlerinden, 55 yaşlarında” (Başkut, 1970:5) ifadeleriyle
okuyucuya tanıtılır. Ufak tefek, korkak gibi görünen; ancak aslında sinirli biridir. Öfkesini bastırmayı
çoğunlukla başarır. Murtaza’nın görgülü, eğitimli, mütevazı, saygılı, sakin konuşmaları oyuna muhtar
Hasan’ın girdiği sahnelerde tamamen değişir. Yazarın deyimiyle; muhtar Hasan, muallimin bütün
isyanlarını, kin ve nefretini, hiddet ve şiddetini kilitlediği demir mahzenin anahtarıdır.
Olumsuzluğun temsilcisi Muhtar Hasan’la, inat uğruna yıllarca beslenen bir kin ve patlamaya hazır iki
insan ortaya çıkar. Murtaza ile muhtar arasındaki sürtüşmeler çatışma olmanın ötesinde hayat mücadelesine
dönmüştür. Burada iyi ile kötünün mücadelesi vardır. Oyundaki ideal insan tipi olan Murtaza etrafındaki
insanlarla karşı karşıyadır. Öğretmenlik aşkı, ailesi ve çevresi tarafından maddi hırslar yüzünden
köreltilmeye çalışılır. Söz konusu kişilerin çoğunun, eğitime, onura, ideallere ve insan hayatına önem
vermemesi oyunun komedi yönlerini arttırsa da topluma karşı ağır bir itham niteliği de taşır. Muallim
Murtaza’nın, oyunun sonunda aklanmış olması, doğru insanların sonunda kazanacağını gösterirken, bunun
hemen ardından Hüsamettin ve Hasan’dan kurtulamamış olması akılda soru işaretleri bırakır.
Sana Rey Veriyorum
Cevat Fehmi Başkut’un 1950 – 1951 yıllarında kaleme aldığı yedinci tiyatro eseridir. Dönemindeki
siyaseti ve siyasetçileri eleştiren oyun aynı zamanda başka mesleklerde çalışan insanları da eleştirerek
görevin doğru düzgün yapılması gerektiğini Ramazan Cankurtaran karakteriyle gösterir. Yazıldığı
dönemdeki insan profili yansıtmasının yanında hâlâ güncel kabul edilebilecek bir eserdir. Yaşadıklarını
yazdığı bilinen Cevat Fehmi’nin bir anısı bu oyunla ilgilidir. CHP’den milletvekili adayı olan yazar bu
oyununu tamamen bir gözlem sonucu yazmıştır. Özgü, (1972:3) “Milletvekili adayı olunca Anadolu’daki
kampanyalarda oy toplayabilmek için ne dolaplar döndüğüne, neler tezgâhlandığına yakından tanık oldu
derken Şener (1970:3) de Yazar, alçakgönüllü bir doktorun serüveni içinde politikadaki yozlaşmayı
sergilemiştir ifadeleriyle bu görüşü destekler. Eleştiri, Ramazan Cankurtaran üstünden sunulur. Ahlaklı bir
doktor olan Ramazan Cankurtaran yıllarca Anadolu’da halka hizmet etmiş, aza kanaat eden namuslu bir
adamdır. Oyunda olumsuz tipler, cehalet ve kötü niyetin zararları, sevgi, dürüstlük gibi yardımcı temaları
desteklerler. Oyunun sonunda Ramazan ve Asuman’ın yine eskisi gibi mütevazı ve dürüst bir hayata
dönmeleri yazarın onları desteklediğinin kanıtıdır72.
Ramazan Cankurtaran bütün idealizmine karşın karısının baskılarına dayanamayıp kendi fıtratına
uymayan işlere girişir. İdeal erkek tipinin bir diğer örneği de “Muallim” (Başkut, 1952: 3) Ahmet
Sönmez’dir. O da Ramazan’ın genç hâli gibidir.
Anadolu’ya giden Ramazan ve ailesinin yaşadıkları sonucunda onları yönetenlerle aralarında
çatışmalar ortaya çıkar. Oyunun sonunda sevginin gücü ve doğru, kişisel çıkarlar karşısında galip gelir. Her
şeyin para demek olmadığı oyunun son sahnelerinde ortaya konur.
Soygun
Yazarın 1951 – 1952 döneminde kaleme aldığı 8. tiyatro eseridir. Eşkıya ve hırsızların refah sürmesi,
belli bir kesim tarafından itibar görmesinin karşısında, milletine hizmet edebilmek uğruna hayatını feda
eden insanların haksızlığa uğramaları eleştirilir. Başlarına gelen her şeye rağmen bu onurlu insanlar
fikirlerinden taviz vermezler. Oyunda toplumun bozulan düzeni eleştirilirken; namus, adalet,
“Başkut, oyununun başkahramanı Ramazan’ın doğruyu bulması, ideallerinin değerini anlamasıyla mesajını verir: Doktorluk gibi
kutsal bir mesleğin insanı, politika gibi bir dalavereye bulaşmamalıdır. Böyle bir kişinin oyu da kötü politikacılara değil, ilim
aşkına, tevazuu gibi eskinin değerlerine olacaktır.” (Paker, 1990, 55)
72
161
yardımseverlik, vicdan ve doğruluk konuları yardımcı tema olarak okura ve seyirciye ibret örnekleri
sunulur.
Salim Defterdaroğlu, bu oyundaki ideal başkişidir. Hayatını adalete ve millete hizmete adamış bir
hâkimdir. Ne pahasına olursa olsun fikirlerinden taviz vermez. Yazar onu orta boylu, gözlüklü, olduğundan
daha yaşlı görünen, zeki, sakin, ciddi ve üstüne başına fazla özen göstermeyen biri olarak tarif eder (Başkut,
1972d:14).
Olumlu karakteriyle uyumlu bir üslubu olan bir başka kişi Salim’dir. Atasözlerini çok sık kullanan
Salim’in iyiliği ve kültürü konuşmalarından anlaşılır. Oyundaki ana çatışma Salim ile İsmail arasındaki, iyi
– kötü çatışmasıdır. Salim ne kadar dürüst, çalışkan, vicdanlı, namuslu ve saygılı ise, İsmail de o kadar
acımasız, namussuz, ahlâksızdır. Salim’in ağzından İsmail’e karşı söylenenler aslında yazarın hırsız ve
zorba kişiler için düşüncelerini yansıtır.
Kadıköy İskelesi
Cevat Fehmi Başkut’un 1952–1953 yıllarında yazdığı 9. oyunudur. Toplumdaki çarpık insanî ilişkiler;
haksız kazanç ve mevki elde edip sevgiyi, hoşgörüyü ve yardımlaşma duygusunu yitirmiş kötülerin zaferiyle
sergilenir.
Oyunun yardımcı temaları; aile mefhumunun önemi, sevgi, bağlılık, dürüstlük, vefa ve namustur.
Vatman Arif, Ayşe, Bülent, şoför Ali, falcı Kadın olumlu tiplerdir ve hayatlarını zor şartlarda idame ettirmek
mecburiyetindedirler. İdeal erkek olan Vatman Arif, zorluklara göğüs geren olumlu başkişidir. Zengin bir
ailenin çocuğu olarak köşkte yetişmesine rağmen hayat şartları onu fakirleştirmiştir. Karşılaştığı zorlukların
hiç birisi onun yaşam sevincini, umudunu ve insanlara karşı saygısını yok etmez. Kötü niyetli insanlara hak
ettikleri gibi davranmayı da becerebilen, ancak her durumda dürüst, namuslu, ailesine büyük bir sevgi ve
güvenle bağlı, özverili ve görgülü bir karakterdir. Arif, zor durumlarda neşesini koruyabilir, güçlüklerden
kendilerine eğlence çıkartabilir. Ev sahibi Gâvur İbrahim kapının altından hamam böcekleri attığında bu
durumu bir oyun gibi yaşar. Oğlu Bülent ve karısının moralinin bozulmasına izin vermez. Şartların hep
olumsuz oluşu şahısların ruh hallerini kötü etkiler. Oyunun sonunda Arif kendini kaybeder ve kendinden
beklenmeyen şekilde konuşur. Bozulan toplum düzeninin insanlar üzerindeki olumsuz etkisinin görüldüğü
bu oyunda Vatman Arif ideal insan tipi olarak ön plana çıkar.
Makine
İlk olarak 1953–1954 mevsiminde İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenmiştir (Paker, 1990:10). Bu
oyun; batılılaşmanın bireyler üzerindeki yanlış etkisiyle beraber, özenmenin yanlış yönleri ve kişilerin
düştüğü trajikomik durumu anlatır. Bununla beraber, Hacı Bey'in başına gelen garip olayları aşma şekli,
şoförü Aziz'in saf ve yanlış çözümleriyle bir ucu oluşturan yazar, Mücteba gibi aşırı kuralcı bir sigorta
çalışanıyla diğer bir ucu oluşturmuş ve genel olayları üç perdeye yayarak bu çerçeve içinde; aşk ilişkileri,
yanlış batılılaşma gibi alt başlıklarla geliştirmiştir.
Yazar en başta yazdığı prologla Hacı Bey'in ağzından anlattığı yoğun beklentilerin ve hayallerin nasıl
gerçekleşmediğini oyun dâhilinde çok farklı yönlerden anlatır. Hacı Bey’in asıl adı Hayri’dir. Ama aile adı
Hacı Beyler olduğundan ona Hacı Bey denilmektedir. 25 yıl kâtip olarak hizmet verdikten sonra emekli
olmuş bir memurdur. Bu durumdan çok da memnun değildir. Bunu da karşı komşusunu izlerken dile getirir.
Hayallerine kendini fazlaca kaptıran Hacı Bey'in hayatına giren garip insanlarla yaşamı hızla değişir.
Dolandırıcılık -dahi- yapmak zorunda kalan Hacı Bey, planladıkları olay sonucu şoförü Aziz'in ölümüyle
vicdan azabı çekse de sigortadan para alabilmek için arabasını denize uçuracak kadar yoldan çıkar.
Yazar karakterlerin yapılarına göre bir dil ve üslup sistemi oturtmuştur. Oya’nın gençliği ve
özentiliğiyle babasının çatışması ilk olarak dil hususunda ortaya çıkar. Bununla beraber Hacı Bey’in
kişiliğine yakışır bir dil kullanması yansıtılmış olur. Kız kardeşi Muazzez ve kocası Hamdi Bey’le de çatışan
Hacı Bey “Yanlış Batılılaşma” kavramının tipik örneği olan kardeşi ve eniştesinden de hiç memnun değildir.
162
Harput’ta Bir Amerikalı
Cevat Fehmi Başkut’un, 1955 yılında yazmış olduğu on birinci oyunudur. Harput’un ölüme terk
edilmesi yazarda büyük bir etki bırakmıştır. İnsanların vefasızlığı, teknolojinin ve yaşama haklarının büyük
şehirlerde bulunması, zenginliğe ve batılı yaşama özenmenin yanlışlığı yardımcı temaları ile anlatılan
oyunun sonunda Ahmet Müderrisoğlu tavırları, tepkisi ve söyledikleri ile insanlık dersi verir. Bu oyunda
ideal erkek tipi üç kişidir: Necmettin Ars, Ahmet Müderrisoğlu ve Murtaza Bıçakçıoğlu.
“Kâtip Necmettin 33 yaşında bir Amerikan Koleji mezunu. Mektepten yeni çıkmıştır. Yakışıklıdır.
Yaşının icap ettirdiğinden daha fazla ciddidir. Okuduğu mektep onu Amerikanlaştırmamıştır.” (Başkut,
1955:11) Ahlaklı, zeki, yerine göre esprili ve duygusal bir gençtir. Abraham Maderus’un kâtipliği
görevindedir. İnsânî ve millî değerlere bağlıdır. Ahmet Müderrisoğlu ise:
43 yaşındadır, fakat 60 yaşında gözükür. Sırtında eski bir avcı ceketi, onun altında,
boynunu kapayan siyah yün bir süveter, ayağında ütüsüz bir pantolon ve ökçesine basılmış
ayakkabıları vardır. Mihnetin çöktürdüğü omuzları arasındaki başını halâ dik tutmaya çalışır.
Dudaklarında belli belirsiz acı bir tebessüm görülmektedir. Hiçbir şeyi umursamayan bir
haleti ruhiye içindedir. (Başkut, 1955:79)
Ahmet, Abraham Maderus’un kardeşidir. Harput’ta doğup büyümüştür. Birçok zorluk yaşamış,
annesini, eşini ve çocuklarını yoksulluktan, hastalıktan kaybetmiştir. Her işi yapmaya çalışmış ancak maddî
sorunları aşamamıştır. Bahçesinde yetiştirdiği sebzeleri satarak geçinir. Kardeşinin, bozuk karakterli biri
olmasını kabullenemediği için onu görmek istemez.
Belediye Reisi Murtaza Bıçakçıoğlu, tatlı dilli, anlayışlı, yardımsever bir Harputludur. Harput’u terk
etmeyi asla düşünmez:
Harput Belediye reisi beyaz saçlı, beyaz kısa sakallı, biraz eski tarzda fakat temiz giyinmiş
bir adamdır. O da 60’ı geçmiş olmasına rağmen belediye kâtibine nazaran hayli dinç görünür.
Daima gülümsemektedir. Fakat hâli tavırları, konuşuşu otoriter bir adam olduğunu anlatır.
(Başkut, 1955:58)
Oyunda kullanılan dil o günkü İstanbul Türkçesi olsa da bazı şahıslar Amerikan özentisi ile İngilizce
kelimeleri çok kullanırlar. Bu kişiler olumsuz örneklerdir. Abraham Maderus adlı şahıs da aslında Türk’tür;
fakat Amerika’da kimliğini ve dilini unutmuştur ya da unutmuş gözükür. İnsanların başka kültürlere aşırı
derecede hayranlık besleyip yabancıymış gibi görünmeye, konuşmaya çalışması trajikomik sahneler ortaya
koyar. Buna karşın bu özentiler özellikle cahil insanlarda görülür.
Büyük şehirlere veya yabancı ülkelere göç eden insanların Harput’u ölüme terk etmesine de geniş yer
veren yazar, eski – yeni çatışmasını yaşatır. Belediye reisi, kâtibi ve Ahmet Müderrisoğlu gibi eski zaman
insanlarının terk etmediği Harput harabe haline gelmişken, modernliğin öncüsü ve simgesi olan İstanbul’da
Hilton otellerinde insanlar kimliğini unutmuş vaziyette yaşarlar. Teknolojinin hızla geliştiği yıllarda,
gazetenin Harput’takiler tarafından en az bir hafta sonra okunabiliyor olması da eşitsizliğin, terkedilmişliğin
kanıtıdır.
Hacı Yatmaz
Cevat Fehmi Başkut’un 15. oyunu olan “Hacı Yatmaz” dört perdeden oluşan bir komedidir. Türkiye
siyasetinin ve siyasetçilerinin o dönemdeki abartılı örneklerini, gelecekte yaşanacakmış gibi anlatan yazar,
namus, gurur ve emek yardımcı temalarıyla çıkarcılığı, dalkavukluğu eleştirir. Haksız yere kazanç sağlayan
insanlarla, çalışıp onuruyla yaşayan insanlar arasındaki eşitsizliği anlatan bu oyununun sonunda, trajikomik
bir şekilde yine Rıza’nın ve Rıza’ların yere yatmadığını, tıpkı bir hacıyatmaz gibi her tarafa eğilip ayağa
kalktıklarını gösterir.
Oyuna adını veren “Hacı yatmaz” Rıza’dır. Çıkarları doğrultusunda yaşayan ahlâksız, gurursuz,
yağcı, sonradan görme bir adamdır. Bir dairede kâtiplik yaparken, başbakana aşırı derecede övgü dolu bir
konuşma yaparak yükselmeye başlayan Rıza, her zaman güçlü olanın yanına geçerek tıpkı hacı yatmaz gibi
ayakta durmayı başarır. Karısını ve kızını bile menfaatleri uğruna ortaya koyabilecek kadar iffetsizdir.
163
İdeal erkek olan İsmail Şeker, Rıza’nın kardeşidir. İlkokul öğretmenliği yaparak kıt kanaat geçinir.
İdealist ve gururludur. Saygılı, ileri görüşlü, dürüst ve açık sözlüdür. Oyundaki en büyük çatışma Rıza ve
İsmail arasındaki fikir çatışmasıdır. İdealist ve gururlu bir insan olan İsmail, fakir olmasına rağmen Rıza’nın
tavırlarını kabul etmez. İki kardeş arasında iyi ve kötü çatışması vardır.
Göç
İnsanların bozulmuşluğunu yaşanan ahlâkî çöküntüyü İstanbul’dan kaçan eski İstanbul halkı ve köyden
büyük umutlarla İstanbul’a göç eden insanlar yardımıyla anlatılır. Yardımcı tema olarak sevgi, ahlâk,
eğitim, namus ve saygıyı alan yazar, bunları ak ve kara kişilerle gösterir.
Vefa, “ 60 yaşında “ (Başkut, 1962: 8) şişmanca, yakışıklı ve sevimli bir emeklidir. Yazar onu
tanıtırken şu cümleleri kullanır; “Evine, çocuğuna düşkün, biraz karısının tesirinde, bazen aksi, fakat
umumiyetle iyi kalpli, hassas, bugünkü yaşayışımızın ezdiği orta sınıftan tam bir numune” (Başkut, 1962:
50) Eşini ve babasını üzmemek için yıllarca sır saklamayı başarabilen, çok saygılı bir karakterdir.
Berber Salih “ 60 yaşında” (Başkut, 1962: 5) büyük Apartmanda oturur. Zayıf, dalgın ve bezgindir.
Maziyi hiç unutmaz. İşine çok özen gösterir. Kibar tavırları ve hoş bir sohbeti vardır. Yaşanan toplumsal
yozlaşma yüzünden mutsuzdur.
Rauf , “ 60 yaşında “ (Başkut, 1962: 5) Büyük Apartman’ın kiracılarından olan ve iğnecilikle hayatını
kazanan Rauf’u yazar şöyle tarif eder:
Rauf 60 yaşında bir mütekait memurdur. Renksiz bir yüzü, çelimsiz bir görünüşü vardır.
Zaten pek ufak tefektir. Mamafih sözlerinden işgüzar ve çalışkan bir adam olduğu anlaşılır.
(Başkut, 1962: 28)
Kapıcı Hüseyin, köyden gelen yeğenini kendisi gibi yetiştirmeye çalışır. Kendisi ise kiracılar arasında
ayrım yapan, maddî çıkarlarına göre hareket eden ahlaksız, yalancı bir adamdır. Kiracılardan Salih, Vefa ve
Rauf beyler ideal fakat zorluklarla karşı karşıya yaşayan insanlar olarak Hüseyin ve Hüseyin gibilerle ahlak
ve adalet çatışması içindedirler.
Kapıcı Hüseyin alacağı bahşişe göre hizmet verirken, ideal kişilerden berber Salih’in işine gösterdiği
titizlik ve özen emek çatışmasını ortaya çıkarır. Emeğinin karşılığını tam olarak alamayan Salih,
müşterilerine karşı saygılı, nazik davranır. Sorumluluklarını yerine getirir. Evine tıraşa gittiği kişilerin,
kendisi ile ilgili olan bütün dağınıklıkları toplamaya çalışması, seviyeli sohbetler etmesi onun ne kadar ideal
bir esnaf olduğunu gösterirken karşısında kapıcı Hüseyin gibi sorumsuz ve çıkarcı insanlar haksız kazançlar
sağlar.
Oldukça trajik durumlar yaşanan Büyük Apartman’da, eski İstanbul’a özlem duyulur. Vefa, Salih, Rauf
ve Sabahat’in konuşmalarında, yazar kendi özlemlerini dışa vurur. İstanbul’un geldiği hal ile eski hali
karşılaştırılır. Halkın çelebi duruşu, komşuluk ilişkileri, huzur dolu sokaklar, saygı, yardımlaşma eski
İstanbul’a ait vasıflar olarak anılır.
Oyunun sonunda ideal erkek tipi olarak çizilen karakterlerin hayalleri yıkılmıştır. Kaptan vefat etmiş,
hiç kimse hastalığında ya da cenazesinde bulunmamıştır. Hatta torunu Nejat bile eşiyle Avrupa
seyahatindedir. İstanbul’dan, başka şehirlere göç etmeye başlamışlardır. Eski İstanbul’u ve insanları hasretle
anarken bir yanda köyden göç edenler İstanbul’a akın eder. Kapıcı Hüseyin ve onun karakterindeki insanlar
da İstanbul’da kendilerine kazanç kapısı bulmuş, başkalarının sırtında yaşarlar. İstanbul hanımefendisi,
beyefendisi tabirine uyan kişileri apartmandan kaçırarak hileyle, ahlaksızlıkla apartmanın hisselerini alan
Hüseyin ve onun gibiler burada yüzsüzce yaşamaya devam edecektir.
Buzlar Çözülmeden
Yazarın 17. tiyatro eseri olan bu oyun üç perdelik ütopik bir komedidir. Şahısların büyük kısmı
gerçeğe yakın olsa da eleştiri ve komedi unsurlarının dozunu yükseltmek için olaylar ve karakter özellikleri
abartılır. Sinemaya da aktarılmış olan bu oyun farklı konusu ve kurgusuyla seyircinin ve okuyucunun
dikkatini çeker. Aklı başında geçinen yöneticilerin yapamadığı hizmetleri, akıl hastanesinden kaçan
delilerin yapması olağanüstü bir şey olsa da anlatılmak istenen düşünce açık bir şekilde verilir. Oyunun
164
yardımcı temaları; adalet, dürüstlük, sevgi, cesaret ve çalışma azmidir. Bu yardımcı temaları özellikle
olumsuz tiplerin cezalandırılması, halkın ve delilerin zafer kazanması destekler.
Oyunun ana karakteri olan kaymakam 45 yaşındadır ve delidir. İyi bir insan olan Kaymakam aynı
zamanda aklı başında olan insanlardan çok daha güzel şeyler yapar. Yazar oyunun başında “Karakterlere
Dair” başlığıyla verdiği bölümde Kaymakam’ı şöyle anlatır:
… Onun kıyafeti deyince gözlerimin önüne uzun çizmeli, kapalı yakalı, büyük düğmeli
ve dışardan cepli ceketi, bunun üstünde yakası kürklü, kalın kumaştan paltosu ve nihayet
kalpağı ile elindeki kamçısı geliyor.
Hemen daima âsabi gibidir. Zaman zaman sesi şiddetle yükselir, bakışları tuhaflaşır
ve gene zaman zaman ceketinin yakası çok dar geliyormuş gibi sağ elini bu yaka ile boynu
arasına sokarak daha rahat nefes almaya çalışır. Ceketinin yakası dar değildir ama bu onun
vazgeçilmez bir hareketidir.” (Başkut, 1965a:7)
Sarı Mahmut Ağa, Hacı Murat Ağa ve Şeref Hakarar olumsuz kötü tüpleri teşkil ederken halka ve deli
Kaymakama sataşırlar. Bu kişilerin olduğu her yerde çıkar çatışması ile karşılaşılır.
Hepimiz Birimiz İçin
Üç perdelik bu oyun yazarın 18. tiyatro eseridir. Birbirlerine çok zıt olan insanların köy yaşantısında
birleşmelerinin doğurduğu çatışmalar ve sonuçlar abartılı da olsa gerçeği yansıtır. Paris’te Sosyal Hukuk
bölümünü bitirmiş olan Osman, ağaların kışkırtması ile babasının yokluğunu aratmayacak kadar zalim bir
ağa olur. Oyundaki köylülerin saflığı gerçekle uyum gösterir. Olaylardan bazıları masalımsı öğeler taşısa
da köy gerçeklerini yansıttığı için realist bir oyundur diyebiliriz. Yazıldığı dönemle olay ve kişiler arasında
da gerçeklik ve uyum vardır. Yazarın birçok oyununda olduğu gibi tema sosyal eleştiridir. Ağalık düzeni,
zulüm, başlık parası, adaletsizlik, eğitimsizlik ve para hırsı yardımcı tema olarak alınır ve eleştirilir.
Öğretmen, yazarın sözcüsü konumundadır ve eşitliği, köylünün haklarını savunur. Kör Zeynel,
makinist Ömer, Ayşe, Meryem, Kahveci ve Turist Yaşar kötülüklere karşı direnirler. Cahilliğine rağmen
paraya esir olmayan bu insanlar için sevgi ve iyilik her şeyden önemlidir. Öğretmen, genç bir yedek
subaydır. Osman Ağa ile Paris’te aynı okulda okumuşlardır. Dürüst, iyi niyetli, adaletli, cesur ve saygılıdır.
Bu oyunun ana çatışması iyiler ve kötüler arasında yaşanır. Öğretmen, Zeynel, Ömer, Ayşe, Kahveci,
Yaşar, Meryem tipleri iyi, Kâhya, Osman, Muhtar, İmam ve Hasan Ağa ise kötüdür. Bu kişiler arasında
aynı zamanda ahlâk ve fikir çatışmaları da yaşanır.
Üzüntüyü Bırak
Tek perdelik bu oyun yazarın 19. oyunudur ve 1967 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda
sahnelenmiştir. Oyunun başkişisi Bahtiyar yıllarca eşi ve etrafındaki insanlar için çalışmış, sakin, dürüst ve
namuslu, iyi biridir. İşinde fazla başarılı olmamasına rağmen farklı yollardan zengin ve meşhur olan doktor,
jigololuk yaparak rahat bir hayat yaşayan Selim ve adı geçen insanlar Bahtiyar’ın karşısındaki olumsuz
tiplemelerdir. 50 yaşında, merhametli ve iyi bir adam olan Bahtiyar çelebi ruhlu, yumuşak, müsamahakâr,
zekâsını saf, bön bir görünüş altında gizleyen sevimli bir adamdır (Başkut, 1965b: 233). Bahtiyar
konuşmalarının düzgün olmasının yanı sıra espri yapmayı da bilir ve durum elvermese bile bu espriler abes
kaçmaz.
Oyundaki en büyük çatışma Bahtiyar ile karısı ve diğer insanların arasındaki fikir çatışmalarıdır.
Bahtiyar başkalarının hayatlarıyla ilgilenmeyen, kendi halinde iyi bir adamdır. Doktor başta olmak üzere,
karısı da başka insanların hayatlarının dedikodusunu yapar ve ikiyüzlü davranırlar.
Ayna
Cevat Fehmi Başkut, Ayna’yı 1966 – 1967 yılları arasında yazmıştır. Olaylar ve geçmiş ve yaşanılan
zaman arasındaki farkı belirginleştirmek için eski zaman insanları ve çağdaş insanlar arasındaki uçurum ön
plânda tutulmuştur. Geçmişteki insanları canlandırıp güncel hayatı izletmek, yorum yaptırmak, eleştirilen
bozulmayı ortaya koymakta başarıya ulaşan bir teknik olmuştur. Yazar kendi düşüncelerini uygun bir dil ve
üslupla söyletir. Herkes kendine uygun şekilde konuşur.
İsmail’in eşi ve çocuklarının zenginlik hevesine kapılmaları, ahlâkî değerlerini kaybetmeleri
eleştirilir. İsmail, cebecibaşı ve cebeci neferi ile eve geldiğinde, bu olaylar eskiden yaşansaydı, verilen tepki
165
ve cezaların ağır olacağından bahsederler. Ancak yapılan yanlış hareketlere, hatta ahlaksızlıklara özenilir.
İsmail, yaşadığı olumsuz durumlar sonucu insanlara olan güvenini kaybetmiştir. Oysa o; anlayışlı, dürüst,
duygusal, gururlu bir insandır.
Para hırsıyla, alafranga hayata duyulan özenti ve kişisel heveslerle aile kavramını çürüten; kocasını,
babasını, amcasını tuzağa düşürmeye çalışan insanlar ve ideallerine bağlı, iyiliksever, hatıralarıyla yaşayan
mütevazı insanlar karşı karşıyadır. Bu insanlar arasında ahlâk çatışması, fikir çatışması had safhadadır.
Alev; hırsı yüzünden eşine ilaç yerine Arsenik vererek şüphe çekmeden onu öldürmeye çalışır. Alev’in,
İsmail ile evlenme amacı da paradır. Bütün bunlara karşı Ali’nin karşılık beklemeden İsmail’e parasını
vermesi büyük bir iyiliktir. Paraya ihtiyacı olmasına rağmen arkadaşına tereddüt etmeden elindeki bütün
parayı veren Ali, dostluğun, iyiliğin ve saflığın simgesi gibidir. Ali, Alev ve Hurşit ile karşı karşıya
geldiğinde iyi ve kötü çatışması ortaya çıkar. Ali, İsmail’i içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarmaya
çalışırken, Alev onu akıl hastanesine kapatmaya çalışır. Oyundaki ideal başkişi İsmail, deli olmakla suçlanır.
Dostlar
Cevat Fehmi’nin yazdığı son oyundur. Şahısların abartılı halleri, mekânın ve zamanın, yazıldığı
dönemden geride olması tezatlık doğurarak durumların güldürücü yönlerini arttırır.
1935 yılında geçen bu oyunda gerektiğinde 10 sene daha geriye dönülür. O yılların konuşmasının daha
farklı olması gerekirken dil ve üslup özelliklerinde dikkat çeken bir farklılık yoktur. Ancak dönemin sosyal
ve siyasi durumu ile bağlantı kurması73 olayların gerçekliğini arttırır.
Leylâ adlı karakterin etrafında dönen olaylar sonucunda toplumsal yozlaşmanın vardığı boyutlar ortaya
çıkar. Bütün oyun Leylâ’nın yaşadıklarını anlatır. Kumarbaz, yalancı, özentili, görgüsüz ya da eğitimsiz
olan akrabalarına karşın; Leylâ’nın tok gözlü, kültürlü, kibar, saygılı, sevgi dolu ve dürüst oluşu, ancak
oyunun sonunda mağdur durumda kalması trajik bir durumdur.
Dostluk örnekleri ve bir aşk hikâyesi de vardır oyunda. İyi ve gururlu bir insan olan Bedri ile Leylâ’nın
arasındaki aşk, önyargı ve tecrübesizlikten yıllarca mutlu bir sona kavuşamamıştır. İnsanlar sevgilerinin
kıymetini anlamazlarsa, zaman çok acımasız davranabilecekleri Leylâ ve Bedri’nin arasında geçen hikâyede
görülür. İdeal erkek tipleri Bedri ve Nuri’dir. Bedri, “ 39 yaşında, yakışıklı, saf, hayat tecrübesi olmayan,
muhafazakâr düşünceli bir erkek.” (Başkut, 1971l:3) İdealist bir insandır ancak saflığı yüzünden birçok
talihsizlik yaşamıştır. Aşkından vazgeçmez.
Bedri ile Leyla’nın aşklarının, Bedri’nin önce tekkede şeyh olması, sonra da Bedri’nin Leylâ’nın
parasını kabul etmemesi sebepleriyle sonuçlanamaması iki çatışmayı daha beraberinde getirir. Bedri, şeyh
olacak kadar mutasavvıf bir kafa yapısına sahip olmamasına rağmen babasından devraldığı görev için
tekkede bulunur. Leylâ ise evlenip, kendisini bir Bektaşi tekkesine kapatacak bir insan değildir. Yazar, bu
aşk hikâyesinde de bir obje kullanarak, olanlara olağanüstülük katmıştır. Sadece aşk facialarında çalan bir
saat vardır. Simgesel obje olarak saatin kullanılması, zaman kavramına atıfta bulunulmasıyla “Ayarsızlar”
adlı oyunu akla getirir.
Tekkeden çıkınca normal hayata ayak uyduramayan insan örnekleri Bedri ve Uzleti’dir. Tasavvuf
yoluna girmiş kişiler ile dışarıda yaşayan insanlar arasındaki fark giyinişinden konuşmasına, yaşamındaki
her şeye yansır. Bu yaşam şekillerinin zıtlıkları uyum sorunuyla birlikte fikir çatışmalarını beraberinde
getirir. Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, tekkeler de kapanınca Bedri özgür olmuştur. Bu sefer de zengin –
fakir çatışması yüzünden birleşemezler çünkü Bedri Leylâ ile evlenebilmesi için kendisinin de çalışması
gerektiğini düşünür.
Sonuç
Cevat Fehmi Başkut’un oyunlarında; alafranga hayat yaşama, zengin olma, güç kazanma olumsuz
tiplerin başlıca amacıyken, olumlu tiplerin en büyük amacı onurlu bir hayat sürmek, idealleri ve insanların
yararı uğruna çaba harcamaktır. Olumlu kişilerin en belirgini olan ideal erkek, aynı zamanda yazarın
savunduğu manevî, ahlâkî değerlerin savunucusudur ve birçoğu deli olmakla suçlanır; hatta Buzlar
Çözülmeden’deki Kaymakam ve arkadaşları gerçekten delidir. Ayna oyunundaki İsmail’e, karısı “deli” diye
iftira atar. Koca Bebek’te Ahmet, karısı terk ettiği için aklını yitirmiştir. Cevat Fehmi’ye göre, toplumun
dışladığı deliler aslında herkesten daha akıllı kişilerdir. Harput’ta Bir Amerikalı’daki Komiser bu tanımın
73
1925 yılında tekkelerin kapatılması gibi
166
dışındadır. O, yanlış hareketleri yüzünden mesleğinden kovulmuş daha sonra aklını yitirmiş olumsuz bir
karakterdir.
Ele alınan oyunlarda sosyal eleştiri mutlaka vardır. Ahlaksızlık, kültürel yozlaşma, yanlış Batılılaşma,
eğitimsizlik, para hırsı, yalancılık ve bunlara yakın pek çok olumsuz durum eleştirilir. Her oyunda var olan
olumsuz kişilerin karşısında ideal erkek mutlaka bulunur. Oyunun başkişisi olan bu erkek kahramanların
kişilik özellikleri aşağı yukarı aynıdır. Tipin genel özelliği; ideallerinden vazgeçmeyen, sağlam karakterli,
çalışkan, orta halli ya da fakir, alçak gönüllü, gururlu ve namuslu oluşlarıdır. İstanbul Türkçesi konuşurlar.
Çok sabırlıdırlar. İçinde bulundukları bütün kötü koşullara rağmen (Makine’de Hacı Bey ve Sana Rey
Veriyorum’da Doktor Ramazan Cankurtaran hariç ki onlar da kısa bir süre içinde pişman olur) inançlarından
taviz vermezler. Deli damgası yemek bu kişiler ya da onlara yakın olumlu kişiler için ihtimal dâhilindedir.
Oyunlarında dikkat çeken özelliklerin başında kurgunun aynılığı gelmektedir. Hemen hemen bütün
oyunlarını ak kişiler ve kara kişilerin çatışmasından oluşturan yazar, bu oyunlarının bazılarında kendi
sözcüsü olarak kullandığı başkahramana zafer kazandırır. Eleştirisinin dozunu arttırmak için olsa gerek,
bazılarında ise (Paydos, Soygun, Kadıköy İskelesi, Koca Bebek, Ayna, Ölen Hangisi, Dostlar, Göç) olumlu
tipler, olumsuz tiplerle mücadelelerinde başarıya ulaşamaz ve çaresiz olarak ortada kalırlar.
Ayarsızlar’da Murtaza, Hacı Kaptan’da Kaptan, Soygun’da Salim, Koca Bebek’te Ahmet, Paydos’ta
Murtaza, Hacı Yatmaz’da İsmail, Makine’de Hacı Bey, Harput’ta Bir Amerikalı’da Kâtip Necmettin Ars,
Göç’te Vefa, Salih ve Rauf Beyler, Hacı Yatmaz’da İsmail Şeker, Sana Rey Veriyorum’da Ramazan
Cankurtaran ve Ahmet Sönmez, Kadıköy İskelesi’nda Arif, Üzüntüyü Bırak’ta Bahtiyar, Küçük Şehir’de
Eşref, Buzlar Çözülmeden’de Kaymakam, Ölen Hangisi’nde Muhlis Fikirli, Ayna’da İsmail ve Dostlar
oyununda da Bedri ideal erkek kahramandır.
İdeal erkek tipi eğitimlidir. Öğretmenlik (Küçük Şehir; Eşref İlk, Paydos; Murtaza, Sana Rey
Veriyorum; Ahmet Sönmez, Hacı Yatmaz; İsmail Şeker, Hepimiz Birimiz İçin; Öğretmen) ideal erkeğe
yakışan bir meslektir. Diğer meslekler de kaymakamlık (Buzlar Çözülmeden; Kaymakam), saatçilik
(Ayarsızlar; Murtaza), kaptanlık (Hacı Kaptan; Kaptan), hâkimlik (Soygun; Salim), vatmanlık (Kadıköy
İskelesi; Arif), devlet memurluğu (Makine; Hacı Bey), berberlik (Göç; Salih), iğnecilik (Göç; Rauf), kâtiplik
(Harput’ta Bir Amerikalı; Necmettin Ars)’tir.
Zenginken maddi durumu kötüleşen ailelerdeki ideal erkek tiplerinin meslekleri ön planda değildir.
(Koca Bebek; Ahmet, Üzüntüyü Bırak; Bahtiyar, Ayna; İsmail, Dostlar; Bedri)
Yazar, kendine has anlatımını hiçbir oyununda değiştirmemiş, ak kişilerle kara kişileri savaştırmış,
yanlış batılılaşmayı, eğitimsizliği, dalkavukluğu, namussuzluğu, çıkarcılığı, adaletsizliği ve zulmü her
fırsatta eleştirmiştir. Özellikle değer yargılarının değişmesi, para hırsı, sanatın ve bilginin küçümsenmesi,
sevgisizlik, çıkar kavgası, siyasetin ve ticaretin kirletilmesi gibi konulara eğilmiştir. Bu sorunlar ideal erkek
tipinin mücadele alanı olmuştur. Günümüzde sahnelendiği takdirde çok ilgi çekici ve farklı gelmeyecek
olan oyunların hepsi yazıldığı dönemde büyük başarılara ulaşmış, ülkede yaşananlara tercüman olmuşlardır.
Kaynaklar
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
Başkut, C. F. (1950). Küçük Şehir. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F. (1952). Sana Rey Veriyorum. İstanbul: Mehmet Halit Kitapevi.
Başkut, C. F. (1955). Harput’ta Bir Amerikalı. İstanbul: Cumhuriyet Matbaası.
Başkut, C. F. (1962). Göç. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F. (1965a). Buzlar Çözülmeden. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F. (1965b). Hepimiz Birimiz İçin ve Üzüntüyü Bırak. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları
Başkut, C. F. (1970). Paydos. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F.(1970). Ölen Hangisi. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F. (1972a). Büyük Şehir. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F. (1972b). Ayarsızlar. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F. (1972c). Hacı Kaptan. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F. (1972ç). Koca Bebek. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F. (1972d). Soygun. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
167
14.
15.
16.
17.
18.
19.
20.
21.
22.
23.
24.
Başkut, C. F. (1972e). Kadıköy İskelesi. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F. (1972f). Makine. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F.(1972g). Kleopatra’nın Mezarı. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F. (1972h). Tablodaki Adam. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F. (1972ı). Öbür Gelişte. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F. (1972i). Hacı Yatmaz. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları, İstanbul, 1972.
Başkut, C. F. (1972j). Ayna. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F. (1972k). Emekli. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Başkut, C. F. (1972l). Dostlar. İstanbul: İnkılap ve Aka Yayınları.
Cumhuriyet Gazetesi (1981). Ölümünün 10. Yılında Cevat Fehmi Başkut. Özel Nüsha.
Enginün, İ. (2004). Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı. İstanbul: Dergâh Yayınları.
25. Necatigil, B. (1971). Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü, İstanbul, s. 186.
26. Nutku, Ö. (1983). Cumhuriyet Tiyatrosu, Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi. Ankara: İletişim
Yayınları.
27. Özgü, M. (1972). Acar Başkut’un Anısı. T. A. D. 3, 3.
28. Paker, Ö. (1990). Cevat Fehmi Başkut ve Tiyatrosu. İzmir: Basılmamış Doktora Tezi.
29. Sokullu, S. (1979). Türk Tiyatrosunda Komedyanın Evrimi. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
30. Şehir Tiyatroları 70. yıl Özel Sayısı, 1985.
31. Şener, S. (1970). Çağdaş Türk Tiyatrosunda Ahlâk Ekonomi Kültür sorunları (1923-1970). Ankara:
DTFC Yayınları.
168
Presentation ID/Sunum No= 95
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Oğuz Atay'ın Tehlikeli Oyunlar'ında Diyalojik Söylem
Dr. Murat Dirlikyapan1
1
Bilkent Üniversitesi
Özet
Bu bildiride, Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar romanındaki çokseslilik örneklerle gösterilmeye çalışılacak, Oğuz Atay
metinlerini analiz etmenin zorluğunu yaratan niteliklerin metnin “diyalojik söylem”ine katkısı üzerine fikir
yürütülecektir. Oğuz Atay’ın edebiyatına ilişkin özgün saptamalar yapmak oldukça zordur. Metinlerinin kendilerine
yönelik yorumları da içeriyor olması, bu zorluğun temel nedenidir. Yapıtlarda oldukça iyi planlanmış kurgular ve bu
planlamada sağlamaları yapılmış hesaplar kendini gösterir. Okurun metni okurken neler düşünebileceği, neleri
eleştirebileceği, aklından geçebilecek yorumlar önceden hesaplanmış ve metne dahil edilmiştir. Atay’ın bunu yapma
gerekçesi üzerine düşünmek, metinlerini yorumlarken bize yeni kapılar açar. Bu kapılardan biri de Mihail Bahtin’in
kavramıyla söylersek “karnavalesk” bir sesin, “çoksesli” bir tonun üsluba hâkim oluşudur. Atay aynı zamanda
romanında “ruh çözümlemesi”, “aktarılan iç konuşma” ve “alıntılanan iç konuşma” yöntemlerinin üçünü de kullanır.
Farklı edebi tür ve söylemleri iç içe geçirir. Ancak, romandaki çok seslilik, yalnızca çeşitli söylemlerin, türlerin ve
yöntemlerin birlikte kullanılmasıyla değil, öyküler ve oyunlardaki çeşitlilik ve bunlar arasındaki geçişlerle,
diyalogların monologlara dönüşmesi ve monologların parçalanıp birbirine girmesiyle, metinler arası göndermelerle,
benliğin sorgulanması ve kişilik bölünmeleriyle, ciddiyet ve gülünçlük gibi karşıtlıkların birlikteliğiyle de sağlanır.
Anahtar Kelimeler: Mihail Bahtin, Tehlikeli Oyunlar, diyalojik söylem, karnavalesk
Abstract
In this paper I will indicate the polyphony in Oğuz Atay’s Tehlikeli Oyunlar (Dangerous Plays) by the passages from
the book and think about the contribution of qualities that make it difficult to analyze Atay’s texts to the “dialogical
discourse” of these texts. It is really hard to make original comments on Atay’s literature. The main cause of this
hardness is that his texts involves also the interpretations of these texts. Well-planned editings and verified calculations
stand out. Thoughts and comments that readers could have during the process of reading are considered and included
in the text. Thinking about the reason of Atay’s doing this opens new doors to the readers. One of these doors is, in
Mihail Bahtin’s terms, the ruling of “carnivalesque” sound and polphonic tone to the style. Atay also uses the
techniques of “psychoanalysis”, “transferred monolog” and “quoted monolog”. Different genres and discourses are
intertwined. However it’s not only the using of various discourses, genres and techniques all together that build the
polyphony, but also with the range of stories and plays and transitions between them, diologues turn monologs and
with intertexuality, the questioning of ego, association of seriousness and humour, polyphony gets stronger.
Keywords: Mihail Bahtin, Tehlikeli Oyunlar (Dangerous Plays), dialogic discurse, carnivalesque
Türk edebiyatının en özgün yazarlarından biri olan Oğuz Atay’ın yapıtları, hem bireyin iç dünyasındaki
çatışmalara yönelen içeriğiyle hem de bilinç akışı, üstkurmaca, metinlerarasılık gibi çeşitli tekniklere yer
veren ironik ve çok katmanlı yapısıyla özel bir öneme sahiptir. Özellikle romanlarında okurların yapıt
karşısındaki muhtemel tepkilerini de ölçebilecek düzeyde bir planlamanın yattığı görülür. Onun bu özelliği
romanlarının çok sesliliğine katkıda bulunan bir unsur olarak değerlendirilebilir. Bu çalışmada Oğuz
Atay’ın Tehlikeli Oyunlar romanında çoksesliliğin nasıl sağlandığı ele alınacak, metnin diyalojik özellikleri
üzerinde durulacaktır.
Yaşadığı yıllarda okurlardan ve eleştirmenlerden beklediği ilgiyi göremeyen Oğuz Atay’ın 1980’lerden
sonra “marjinal” imgesiyle birlikte neredeyse bir furyaya dönüştüğü söylenebilir. Oğuz Atay’dan çok
Tutunamayanlar furyasıdır bu ve giderek dönemin değer yargılarıyla doğrudan ilgili bir biçimde Oğuz
Atay’dan da onun Tutunamayanlar’ından da kopmuş, romanın popüler imgesi olan “tutunamama”
kavramının tüketilmesine yönelik bir anlam kazanmıştır. Bu noktada birçok insan “tutunamayanlar”dan biri
olduğunu kanıtlama çabasına girmiş gibidir. Atay’ın arkadaşı Barlas Özarıkça’nın da ifade ettiği gibi, bu
furyayı yaratanlar, “Oğuz Atay’ın romanını dünyaya ve insana bakışıyla kapsamlı bir çalışmayla
169
irdeleyemedikleri halde hepsi birer Tutunamayan”dır; “[b]ir zamanlar dört beş kitabın altı veya yedi
sayfasını ezberleyip Marksist olunduğu gibi” (Özarıkça, 1996: 68).
Özarıkça’nın “Oğuz Atay Tarikatı” diye nitelediği yazar kesimine günümüzün popüler edebiyat
dergilerinin kapaklarını ve okurların sosyal medya paylaşımlarının çokluğunu da ekleyince bu furyanın ne
kadar yaygın olduğu görülebilir. Bu kadar çok sevilmesine, okurlarının tutkuyla bağlı olmasına rağmen
Oğuz Atay, belki de hakkında hem en çok hem de en az yazılmış romancılarımızdan biridir.
Atay’ın romanları üzerine yapılan incelemelerin yeterli olmayışı, başka nedenler bir yana, yapıtlardan
da kaynaklanan bir durumdur. Onun romanlarının saptama yapmayı ve eleştiriyi güçleştiren bir özelliğe
sahip olduğu görülür. Nedir bu özellik? Öncelikle, son derece iyi planlanmış bir kurgu, sağlamaları yapılmış
bir hesap vardır bu romanlarda. Diyelim ki Tehlikeli Oyunlar’ı okuyorsunuz ve bazı notlar almaya, bazı
belirlemeler yapmaya başladınız. Ancak Atay, bu belirlemeleri sonraki sayfalarda bir şekilde açıkça ifade
edecek ve saptamaları sizin buluşunuz olmaktan çıkaracaktır. Böylece çok geçmeden, neler
düşünebileceğinizi, neleri eleştirebileceğinizi, aklınızdan geçebilecek olan birçok şeyi önceden hesaplamış
bir zekâ ile karşı karşıya olduğunuzu anlarsınız.
Örneğin, romanın başkarakteri Hikmet Benol kendi kendine konuşurken sürekli “albayım” diye birine
seslenir. “Albayım”, Hikmet’in komşusu olan Emekli Albay Hüsamettin Tambay’dır. Yani, anlatı içinde
gerçekliği olan biridir. Ancak, Hikmet’in zihninde bir “albay” ile konuşması, sizi Albay’ın Hikmet’in “öteki
ben”i olduğu yolunda bir sonuca götürür. Siz “öteki ben” saptaması yaptıktan sonra anlatıcı ileride bir
yerlerde buna bir karşılık verir ve “öteki ben senin babandır” (Atay, 1999: 362) der. Bununla yetinmeyip,
Hikmet’i başka “ben”lere bölmeye başlar. Romanda hepsi farklı oyunları yaşayan yedi ayrı Hikmet yer alır.
Anlatıcı Hikmet’i böldüğü gibi Hikmet’in zihnindeki Albay’ı da böler. “Albayım”, bir yerde “doktorum”
oluverir (Atay, 1999: 331). Anlatıcı bununla da yetinmez ve araya bir de “beden bölünmesi”ni ekler.
Hikmet, her parçası ayrı bir ölüden alınmış bir tür Frankeştayn yaratığıdır. Hatta, ellerini aldıkları adam da
onun gibi “birçok insanın üst üste yamanmasından” meydana gelmiştir. Hikmet, “bu kadar çok parça içinde
artık ‘Ben’ diye bir şey söz konusu olabilir mi?” (Atay, 1999: 334) diye sorar.
Tehlikeli Oyunlar, bütün karmaşıklığına rağmen, birtakım üçgenlere bölünebilir. Örneğin, Hikmet,
Hüsamettin Albay ve Nurhayat Hanım, bir üçgenin köşeleri gibidirler. Oğuz Atay’ın sıklıkla İsa mitosuna
göndermeler yaptığına dayanarak bu üçlünün bir “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh” imgesi olduğu düşünülebilir.
Üstelik romanda bir de “Son Yemek” başlığını taşıyan bir bölüm vardır. Bu bölümde Hikmet, İsa’nın
havarilerini topladığı gibi, bütün arkadaşlarını yemeğe çağırır. Burada İsa mitosuna bir gönderme olduğu
çok açıktır. Ancak, anlatıcı burada bırakmaz ve bu bölümde “İsa’nın son yemeği”nden de söz eder. Romanın
sonlarına doğru “kutsal üçleme”yi de açık bir şekilde ifade edecektir: “Sizi de elimden almak istiyor
albayım, dul kadını da: Kutsal üçlemeyi bozmak istiyor” (Atay, 1999: 445). Böylelikle bu saptamanızın
özgünlüğü de bozulmuş olur. Her ne kadar bazı eleştirmenler, bu gibi örnekleri kendi saptamalarıymış gibi
sunsa da romana yakından bakınca yazarın bunları zaten söylemiş olduğu görülecektir. Bu yüzden Afşar
Timuçin, Oğuz Atay’ın üslûbunu anlatırken bile zorlanır: “Oğuz Atay nesir edebiyatımıza çok değişik bir
ses, yer yer yadırgatan çok değişik bir anlatım, çok değişik, biraz karmaşık da olsa çok değişik bir üslûp
getirmişti” (Timuçin, 1999: 477).
Peki, neden böyle yapmaktadır Atay? Eleştirilmeye karşı önlemler mi almak istemektedir?
Karakterlerinde olduğu gibi gülünç bir duruma düşmekten mi korkmaktadır? Bu yüzden mi acımasız
ironisine kendini de okuru da katmaktadır? Bir empati yeteneği gösterisi veya anlaşılamama kaygısı mı söz
konusudur? Fredric Jameson’ın Gerçekçiliğin Çelişkileri’nde ifade ettiği gibi, belki de mizahı da bu yüzden
bir silah olarak kullanmaktadır:
Çünkü “ben” önce utangaç bir farkındalıktır: sanki bir karakter gönülsüzce sahne ışıklarının
altına çıkmış da seyirciyi / kamuyu oluşturan o karanlıkta gizlenmiş başkalarından gelecek bir
yargıyı, bilinmeyen, tahmin edilemeyen ama yine de kaçınılmaz yargıyı bekliyormuş gibi. İşte mizah
da başkalarıyla bu mücadelede temel bir silahtır. (Jameson, 2018: 194)
Tehlikeli Oyunlar, yaşamla ve çevresindeki insanlarla uzlaşamayan, bu yüzden de karısından
boşanarak bir gecekonduda tek başına yaşamaya çekilen Hikmet Benol’un romanıdır. Hikmet’in, zihninde
sürekli olarak “oyunlarla yaşayan”, her şeyi oyunlaştıran, bunu bir varoluş sorunu haline getiren biri olduğu
göze çarpar. “Hayat bilgisi”nden yoksun olduğu için sürekli yanlışlar yapan, bu yanlışları oyunlarla
düzeltmeye çalışan, düşlerine sığınan bir adamdır. Oyunları, yaşamla, insanlarla, daha çok da kendi
geçmişiyle bir tür hesaplaşma olarak gördüğü de söylenebilir. Taşındığı gecekonduda komşusu olan Emekli
170
Albay Hüsamettin Tambay, Hikmet’in oyun yazmasına yardımcı olur. Ancak, hiçbir oyunu tam olarak
bitiremezler. Çünkü Hikmet, zihninde sürekli olarak başka başka oyunlar oynadığı için, bir oyunu baştan
sona yazabilecek kadar dikkatini toplayamaz. Zihni sürekli çağrışımlarla işler ve bir oyundan başka bir
oyuna, oradan başka bir oyuna sıçrar. Giderek bütün oyunlar birbirine girer ve zihninde oyunlaştırdığı
geçmişinden, anlatı içinde gerçekliği olan bir duruma geçmekte zorlanmaya başlar. Sonunda kendi kendisini
öyle çok didikler ki, neyin gerçek, neyin oyun olduğunu ayırt edemeyecek bir duruma, çıldırma noktasına
gelir:
Bir dakika dursam. Düşünsem. Düşünemiyorum. Düşünemediğimi belli etmemeliyim. Sonra
şüphelenirler. Beni götürürler. Nereye? Biliyorsun. Hayır. Bilmiyorum işte. Dinlemiyorum. İşte,
oturmuş kitap okuyor albay. Ne var ne yok albayım. Oyun sanmalı. Kimseye belli etme, olur mu?
Ben gidiyorum albayım. Albayım işte geldim. Sesini çıkarma. Hayır, belli etmem. Son bir hak
tanıyamazlar mıydı bana? Bırak şimdi bunları. Albayım korkuyorum. (Atay, 1999: 462)
Anlatının yapısı da Hikmet’in serüvenine paralel olarak gittikçe belirsizleşir ve neyin gerçek, neyin
kurmaca olduğunu anlamanın imkânsızlaştığı bir noktaya gelinir. Romanda geleneksel anlamda bir olay
örgüsünün olmadığı söylenebilir. Anlatı içindeki gerçek mekân gecekondudur ve kayda değer pek bir olay
yaşanmaz. Ancak, Hikmet’in zihninde mekân ve olaylar sürekli olarak değişir. Dolayısıyla romanın
mekânının Hikmet’in zihni olduğu ya da anlatının bu düzlemiyle öne çıktığı söylenebilir. Anlatıcı
çoğunlukla aradan çekilir ve Hikmet’in kendi kendine konuşması olduğu gibi aktarılır.
Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar romanı bazı incelemelere konu olduğu halde, Tehlikeli Oyunlar
üzerinde bu roman kadar durulmamıştır. Ancak şu da var ki, anlatım teknikleri ve üslûp açısından bu iki
roman arasında belirgin farklar yoktur. Tehlikeli Oyunlar’ın Tutunamayanlar’a göre daha derli toplu
olduğu, karmaşıklığına rağmen dağınık bir kurgusunun olmadığı söylenebilir. Tema olarak ise,
Tutunamayanlar’da “kültür karmaşası”, Tehlikeli Oyunlar’da da “kimlik sorunu” ön plandadır (Atay, 1999:
28). Berna Moran’ın Tutunamayanlar’ın çeşitli dilleri, söylemleri ve türleri bir araya getirerek bir zenginlik
oluşturduğuna ilişkin görüşü, Tehlikeli Oyunlar için de geçerlidir. Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir
Bakış adlı kitabında yer alan ve Atay üzerine yapılmış en kapsamlı çalışmalardan biri olan “Tutunanlardan
Tutunamayanlara Bir Yolculuk” yazısında romandaki üç anlatım yönteminden söz eder: “Ruh
çözümlemesi”, “aktarılan iç konuşma” ve “alıntılanan iç konuşma”. Moran, “ruh çözümlemesi” ifadesiyle
karakterlerin duygularının ve düşüncelerinin anlatıcı tarafından anlatıldığı yöntemi kasteder. “Aktarılan iç
konuşma”da ise, “anlatıcı kendi sesiyle karakterin sesini üst üste bindirmiştir” (Moran, 1999: 205). Anlatı,
üçüncü kişi ağzından yazılır, fakat kullanılan dilin karaktere ait olduğu bellidir. Anlatıcının aradan çekildiği
ve karakterin kendi kendine konuşmalarının alıntılandığı yöntem ise, “alıntılanan iç konuşma”dır (Moran,
1999: 206). Tehlikeli Oyunlar’da bu yöntemlerin üçü de kullanılmıştır. Ancak, romanın temel yönteminin
“alıntılanan iç konuşma” olduğu söylenebilir:
Ne evlenirken, ne de bu eve taşınırken kimseye önceden haber vermedim albayım; alay ederler
benimle diye korktum. Oysa, kolayı vardır: Herkesin yüzüne bakıp gülümsersin aptallar gibi. Onlar
seninle alay mı ediyor, sen de kendinle alay ediyor ...muş gibi yaparsın. Sonra bir yolunu bulup
hemen albayına koşarsın: Albayım! Gene ne var Hikmet? ‘Gene’ değil albayım. Buraya yeni
taşındım, daha bugün geldim. (Atay, 1999: 28-29).
Bu yöntemlerin bir arada kullanılması Tehlikeli Oyunlar’ın çok sesli bir roman olmasında önemli bir
etkendir. Ancak, romandaki çok seslilik, yalnızca çeşitli söylemlerin, türlerin ve yöntemlerin birlikte
kullanılmasıyla değil, öyküler ve oyunlardaki çeşitlilik ve bunlar arasındaki geçişlerle, diyalogların
monologlara dönüşmesi ve monologların parçalanıp birbirine girmesiyle, metinler arası göndermelerle,
benliğin sorgulanması ve kişilik bölünmeleriyle, ciddiyet ve gülünçlük gibi karşıtlıkların birlikteliğiyle de
sağlanır. Bütün bunlar hem Mihail Bahtin’in “karnavalesk roman” kavramını, hem de Dostoyevski’yi akla
getirmektedir. Ancak öncelikle, romandaki sesler ile gerçeğin, öykünün ve oyunların birbirine geçerek çok
sesliliği nasıl yarattığını, aşağıdaki tablodan yola çıkarak açıklamak yerinde olacaktır. Örnek olarak
Tehlikeli Oyunlar’ın 2. bölümünün bir kısmı ele alınabilir. Bu bölüm en iyi örnek olduğu için değil, kitabın
örnek gösterilebilecek diğer bölümlerine göre daha az karmaşık olduğu için alınmıştır.
171
Tablo 1: İç İçe Geçen Gerçek ve Oyunlar
Tabloda da görüldüğü gibi “Dul Kadın” başlığını taşıyan 2. bölüm, Salim’in Hikmet’in kapısına
gelişiyle başlar. Salim, Nurhayat Hanım’ın oğludur ve annesinin Hikmet’e mektup yazdırmak istediğini
söylemek için gelmiştir. Ancak, Hikmet’i görür görmez sebepsiz yere güler ve aralarında komik bir
konuşma geçer. Anlatıcının en belirgin olduğu bu kısma “Salim’in öyküsü” diyebiliriz.
172
Salim gider ve Hikmet daha içeri girmeden Salim’in gülmesini sorgulamaya başlar: “Neden beni
görünce gülüyor? İnsanlardaki zavallılığı, önce çocuklar seziyor galiba. Delileri de önce onlar kovalar. [….]
Kafamda deliler dolaşıyor” (Atay, 1999: 35). Anlatıcı aradan çekilmiştir. “Gülünç olmak”, “güldürücü
olmak”, “çocuklar”, “deliler” derken, çağrışımlar birbirini izler ve Hikmet kendi kendine konuşarak başka
bir öyküye geçer. Zaman zaman Hüsamettin Albay’la diyalog kurarak anlattığı bu öykü, deliren üç
arkadaşının anısıdır. Bunlardan biri askerlik arkadaşı, diğeri üniversiteden sınıf arkadaşı, üçüncüsü ise hem
askerlikten hem de üniversiteden arkadaşıdır. Bu arada Hikmet, hâlâ içeri girmemiş ve elini kapı tokmağının
üzerinde unutmuştur. Deliren arkadaşlarının öyküsünü anlatırken bunu fark eder ve bu kez kapının
boyasının yarattığı çağrışımla gecekondunun duvar inşaatında Nihat’la birlikte çalıştıkları günleri hatırlar.
“Deliler gibi çalışmıştık” (Atay, 1999: 38) der ve aklına yeniden deliler gelir. Deliren arkadaşlarının
öyküsünü anlatmayı sürdürür.
Merdivende bir ayak sesi duyulur. “Kafasının bir yanı dul kadının yaklaştığını sezdiği halde, bir başka
yanında ilgisiz düşüncelerin etkisi devam” eder (Atay, 1999: 39). Nurhayat Hanım gelir ve içeri geçilir.
Anlatıcı, Hikmet’in ifadeleriyle Nurhayat Hanım’ı anlatmaya başlar. Hikmet ise, bir yandan Nurhayat
Hanım’la, diğer yandan da kendi kendine konuşmaya devam eder. Okuma yazma bilmeyen Nurhayat
Hanım’ın askerdeki oğlu Hidayet’ten mektup gelmiştir ve ona yanıt yazılacaktır. Hikmet mektubu okumaya
başlar. Hidayet, mektubu hem Nurhayat Hanım’a hem de Hikmet’e hitap ederek yazmıştır. Askerde ondan
bir oyun yazması istenmiştir ve o da nöbet sırasında “General” ile “Asker” arasında geçen kısa bir parça
yazmıştır. Hidayet, Hikmet’in düşüncelerini almak için mektuba bu diyalogları da eklemiştir.
Mektup bittikten sonra yanıtın yazılmasına geçilir. Nurhayat Hanım söyler ve Hikmet yazar. Ancak
çok geçmeden Hikmet, Nurhayat Hanım’ın bir şeyler söylemesini beklemeden kendi kafasına göre yazmaya
başlar. İlk önce gecekondudaki durumlarını anlatır. Daha sonra ise mektup yazdığını unutarak yine anılarına
döner. “Bu arada, anılarımla da oynamama izin verir misiniz albayım?” (Atay, 1999: 45) diyerek Hidayet’e
değil, albaya hitap etmektedir artık.
Albay’a hitaben Mütercim Rüstem Bey ile ilgili olan anısını anlatmaya başlar. Ancak bir süre sonra,
Hikmet’in bu anıyı oyunlaştırdığı görülür. Anlatıcı da Hikmet de aradan çekilir ve Rüstem Bey ile
Kâtibe’nin oyunları başlar. Rüstem Bey ve Kâtibe bir kahvede oturmuş oyun yazmaktadırlar. Rüstem Bey
söyler, Kâtibe yazar. Nurhayat Hanım’ın söylediği ve Hikmet’in yazdığı mektup, Hikmet’in zihninde
Rüstem Bey’in söylediği ve Kâtibe’nin yazdığı bir oyuna dönüşmüştür. Bu “oyun içinde oyun”un
karakterleri ise Pintorello ve Gianmaria’dır.
Hikmet, bulunduğu ortamdan iyice koptuğu ve kendini oyunlara kaptırdığı bir anda Nurhayat Hanım’ın
“[s]obayı kurduk, merak etmesin” (Atay, 1999: 47) sözlerini duyar. Bu sözle birlikte mektup yazdığını
hatırlar ama zihninde başlayan oyunları durduramaz. Kafası iyice karışır ve bir yandan Rüstem Bey’e,
Kâtibe’ye ve Hüsamettin Albay’a, diğer yandan da Hidayet’e ve Nurhayat Hanım’a seslenmeye başlar. Bu
arada Rüstem Bey ile Kâtibe’nin oyunları sürmektedir ve onların oyunlarındaki kahramanlar, durumu daha
da karıştırır: “Oğlum Hidayet, kardeşim Pintorello, kızım Gianmaria, amcam Rüstem Bey” (Atay, 1999:
48) şeklinde hitaplarını art arda sıralamaya başlayan Hikmet, Gianmaria ve Pintorello ile de diyalog
kurmuştur artık. Bir ara eski karısı Sevgi ile de konuşur. Bir süre sonra oyuna Hidayet’in yazdığı oyunun
karakterleri olan “General” ve “Asker” ile “Bir Albay” da katılır. Oyuncu kadrosu gittikçe kalabalıklaşan
bu oyunda Asker, bütünüyle başka bir öykü anlatmaya başlar: Bir generalin maymununun cenazesi...
Rüstem Bey ise, oyun yazmayı bırakıp kasabaya gelen bir paşanın karşılama töreninde yaşananları
anlatmaya geçer. Giderek bütün oyuncuların sözleri, diyaloglardan uzaklaşarak monologlara dönüşür.
Kimse karşılıklı konuşmuyordur artık. Bir yerden sonra bunun tam tersi bir durum da söz konusu olur. Aynı
sözü birbirlerinden almaya başlarlar. Bütün bu curcunaya oyunlara özgü parantez içi açıklamalarının yanı
sıra, zaman zaman bir de romanın anlatıcısı eklenir. Hikmet ise, kimi zaman parantez içi anlatıcı, kimi
zaman da oyuncu olarak hem olanlarla hem de kendi diliyle alay eder. Yer yer dramatik konuşmalar geçse
de metne ironik bir ton hâkim olur.
PİNTORELLO gözlerimin önünde uçuşan renkleri büyük bir sadakatle tuvalin üzerine HİKMET
geçirirken elleri sinirli kımıldanışlarla BİR ALBAY askerin tedirginliğini temiz ve sade bir ifadenin
gerektirdiği şekilde vermek istiyordu, fakat eski ASKER bütünlüğü kalmamıştı, dört bir yanda hayaller
görüyordu ve artık saklanmak için HİKMET bir sebep kalmadığından olayları sarsıcı bir şiddetle vermek
amacıyla RÜSTEM BEY her şeyi sırasıyla anlatmalıyım [….] RÜSTEM BEY pek vaktim kalmadı, ölmeden
önce vaziyeti hiç olmazsa kendime izah etmek mecburiyetindeyim HİKMET Rüstem Bey bağırır RÜSTEM
BEY Aziz Hemşerilerim ASKER Hitapları bağırılarak söylenecek, virgüllerin üstünde durmağa değmez
173
RÜSTEM BEY Albaylarım, Generallerim, neferlerim GENERAL Hitapları kaldırın HİKMET Durum
kötüye gidiyordu (Atay, 1999: 51-54)
Alıntının ilk kısmında görüldüğü gibi aynı sözü Pintorello, Hikmet, Bir Albay ve Asker, birbirlerinden
almaktadırlar. Dolayısıyla kişi adlarına dikkat edilmeden ya da adların da metne dâhil edilerek farklı
şekillerde okunabileceği bir metindir bu. Aynı sözün devralınışı ya da yalnızca bir replik gibi görünse de
sesin kime ya da kimlere ait olduğu belirsizdir. Alıntının ikinci kısmında ise herkes, karşılıklı konuşma
görüntüsü içinde kendi kendisiyle konuşmaktadır. Hikmet’in sesi, ilkin tiyatro anlatıcısının sesi iken, daha
sonra roman anlatıcısının sesine dönüşmüştür.
Anlatı gerçekliğinde ise Hikmet, Nurhayat Hanım’ı bütünüyle unutmuştur artık. Zihnindeki oyunu
“[n]asıl oldu Hidayet? Ha-ha!” diyerek sonlandırır (Atay, 1999: 55). Bu sırada Nurhayat Hanım,
“yazdıklarını bir de bana okusan kardeş” der. Hikmet, ne yaptığını fark eder ve telâşla kâğıtları masanın
çekmecesine sıkıştırır. “Bunlar biraz karışık oldu; baştan yazalım” diyerek yeni kâğıtlar çıkarır ve mektuba
yeniden başlar (Atay, 1999: 55).
Bölüm burada bitmez. Ancak, bu kadarı bile Hikmet’in zihninde seslerin ve oyunlar ile gerçeklerin
nasıl birbirine girdiğini, nasıl bir karmaşanın yaşandığını anlamamız açısından yeterlidir. Bütün
karmaşıklığı ve karşıtlıklarıyla Hikmet’in zihni, adeta bir “karnaval” yeri gibidir. Dolayısıyla romanın
mekânı olarak belirlediğimiz bu zihnin yapıtı da, Bahtin’in kavramıyla ifade edecek olursak, “karnavalesk”
bir hâle getirdiği söylenebilir.
Atay’ın Bahtin açısından okunabileceğine daha önce Sibel Irzık dikkat çekmiştir. Irzık, 1995’te
yayımlanan “Tutunamayanlar’da Çokseslilik ve Sınırları” başlıklı yazısında Tutunamayanlar’ın Bahtin’in
“çok sesli roman” tanımına iyi bir örnek oluşturduğundan söz eder, ancak yazısının sonraki bölümlerinde
Tutunamayanlar’da özellikle kadın seslerinin bastırıldığını, diğer karakterlerin ise çoğunun “Selim’in
uzantıları ya da gölgeleri olarak var olduğunu” ifade eder (Irzık, 1995: 47). Dolayısıyla Tutunamayanlar’ı
çok sesli bir roman olarak ele alan yazı, birdenbire onun tek sesli de olabileceği gibi bir sonuçla noktalanır.
Irzık, muhtemelen bu çekincenin etkisiyle, Türkçedeki ilk Bahtin kitabı olan Karnavaldan Romana’ya
yazdığı önsözde “çok sesli roman” yazarı olarak Oğuz Atay’dan değil de Adalet Ağaoğlu’dan söz eder
(Irzık, 2001: 21-22).
Tehlikeli Oyunlar’a odaklanarak “karnavalesk” kavramına baktığımızda Hikmet Benol’un sesinin
diğer sesleri bastırıp bastırmadığı sorgulanabilir. Öncelikle birçok şey Hikmet’in zihninde yaşandığı için ilk
bakışta bütün romana “monolojik” bir söylemin egemen olduğu düşünülebilir. Ancak bu söylem, sıradan
bir kendi kendine konuşma değil, birçok ses tarafından bölünmüş ve diyaloglar hâline gelmiş bir
konuşmadır. Hikmet’in sesinin baskın olduğunu düşünsek bile, bunun hangi Hikmet’in sesi olduğunu tam
olarak ayırt etmemiz mümkün olmayacaktır. Romanın 13 ve 14. bölümlerinde bir rüya olarak başlayan ve
gittikçe “gerçek” olanla iç içe geçerek yoğunlaşan “Hikmet’ler” diyaloğunda Hikmet I, Hikmet II gibi yedi
ayrı Hikmet’in adından söz edilir. Bu bölümlerde bir Hikmet başka bir Hikmet’i, bir diğeri de başka bir
diğerini anlatmaktadır. Hangi Hikmet’in anlatıcının sesiyle örtüştüğüne ve hangisinin karakterin sesi
olduğuna karar vermek güçtür. Seslerin parçalanmışlığı kadar birbirine geçmişliği de söz konusudur çünkü.
Ayrıca sesler bir yana, olayları yaşayan da, aynı zihinde yaşanıyor olsa da, yalnızca bir Hikmet değildir.
Hikmet I, babası ve Safiye Hanım ile yemekte iken Hikmet III, arkadaşlarıyla buluşur (Atay, 1999: 37475). Bazen de yer değiştirirler ya da başka Hikmet’ler olurlar. Bir ara Albay’ın da, Hikmet’lerin olduğu gibi,
bir Albay’ı olduğu, kendi kendisine konuşurken “Mütercim Arif’ciğim” diye birine hitap ettiği görülür
(Atay, 1999: 293).
“Psikanaliz” ve “öteki ben”e de oldukça sık göndermelerin yapıldığı 13 ve 14. bölümlerde
Hikmet’lerden biri “[b]ütün güçlük, bir tane Hikmet olmasından doğdu” (Atay, 1999: 331) der. Çünkü aynı
zamanda hem düş kurmak, oyunlarla meşgul olmak, hem de yaşamın sorumluluğunu üstlenmek, yalnızca
bir Hikmet’in yapabileceği bir şey değildir. Bu yüzden birbirleriyle uyuşamayan bir sürü Hikmet çıkmıştır
ortaya. Hikmet’lerden biri “[s]onunda hepsi birleşecek albayım. Sonunda, herkese birden tek bir oyun
oynayacağım” (Atay, 1999: 347) dese de bunu başaramayacaktır. Ne oyunların ne de Hikmet’lerin birleştiği
söylenebilir. Elbette ki bütün sesler, yalnızca bir zihinden çıkmaktadır. Ancak bu zihnin her şeyden önce
“geveze” bir zihin olduğu, başkalarıyla konuşurken bile kendi kendisiyle konuşmayı ihmal etmediği, göz
ardı edilmemelidir: “Bu geveze oğlan da nereden çıkmış? derdi babam. Bizim ailede kimse konuşmaz.
‘Aslında, itiraflara çok meraklıyımdır’ diye konuştu hafif bir sesle. Bir de iç gevezeliğimi duysaydın aziz
peder” (Atay, 1999: 141).
174
Hikmet’in romanın “tek ses”i olmadığına ilişkin önemli bir örnek de kitabın 7, 8 ve 9. bölümleridir.
Romanın bütünündeki anlatım tekniklerine göre oldukça ayrıksı duran bu bölümler, geleneksel anlatıya
yakın bir dille kurulmuştur. Aynı zamanda kitabın Hikmet’ten ve Albay’dan söz edilmediği (Hikmet’in adı
yalnızca 9. bölümün son iki sayfasında geçer) tek kısmı olan bu bölümlerde çoğunlukla Sevgi, Nursel Hanım
ve Selim Bey anlatılır. Burada kitabın diğer bölümlerinde öne çıkan Hikmet’in ya da Hikmet’lerin seslerini
dengelemek için özellikle geleneksel bir anlatı tercih edilmiş gibidir. Anlatıcının ise, bazı yerlerde diğer
bölümlerdeki sesini korumakla birlikte, başka bir sese büründüğü de olur. Özellikle Sevgi’nin iç
konuşmalarıyla iç içe geçen kısımlarda anlatıcının sesine çocuksu ve saf bir söylemin egemen olduğu
görülür. Aşağıdaki örnekte Sevgi’nin “tanınmış sanatçılar”a ilişkin gözlemlerini aktaran anlatıcı hem
çocuksu hem de ironik bir söyleme sahiptir:
Bu sanat denilen şey bulaşıcıydı: Ressamların karılarına, seramikçilerin teyzelerine, şairlerin
sevgililerine hemen geçiyordu. Bunlar da kısa zamanda ‘tanınmış’ oluyorlardı. [….] Teyzeler ve
halalar da genellikle ağaç oymaları ve çanak-çömlekle ilgileniyorlardı. [….] Sonra bazı ustalar,
insanla sigara tablası arasında hemen her şeye benzeyen bu yumruları temizleyip cilalıyor; teyzeler
de onları sergiliyordu. (Atay, 1999: 225)
Buraya kadar yaptığımız incelemeye dayanarak Tehlikeli Oyunlar’da “monolojik söylem”in değil,
“diyalojik söylem”in öne çıktığı ifade edilebilir. Bir paradoks gibi görünse de tek sesliliğe ilişkin bir
okumanın yapılabileceğini söylemek bile romanın çok sesliliğine bir katkı olacaktır.
Bahtin’in “karnavalesk roman” ya da “çok sesli roman” kuramının temelini oluşturan “karnavalesk
karşıtlıklar”, “karşıt seslerin birbiriyle yarışması”, “yarı ciddi – yarı komik alan”, “ciddilik ve oyunbazlık
arasındaki mücadele” gibi birçok özellik Tehlikeli Oyunlar’da bulunabilir. İngiliz düşünce tarihçisi Barry
Sanders’ın aktardığına göre Bahtin için “karnavalesk kurmaca”nın anlamı ciddilik ile oyunbazlık arasındaki
duygu mücadelesinden doğar. Bu mücadele, “Bahtin’in diyalojik olarak adlandırdığı ve karşıt seslerin
romanda birbirleriyle yarışmasına dayalı bir hikâyecilik dinamiği içinde” gerçekleşir (Sanders, 2001: 198).
Bakhtin neredeyse Sokrates’i ilk romancı olarak görür, çünkü Sokrates’in oynadığı, üstelik
diyalog draması içinde oynadığı iğneleyici rol, başından beri romanın oynadığı rolle aşağı yukarı
örtüşür. Bir başka deyişle [. . .] Sokrates’in kendisi iki sesle konuşur: Oynamaktadır, ama bir rol
oynamaktadır. Bu dilin ta kendisidir. Kurmacanın kökü dildeyse, o zaman aynı zamanda oyunda
demektir. Bakhtin’e göre, roman özellikle esprilerle gelişir; roman “gülen tür”dür. (Aktaran Sanders,
2001: 198)
Tehlikeli Oyunlar’da da birçok unsurun kendi karşıtıyla ve ironisiyle birlikte yer aldığı söylenebilir.
En başta, Albay karakteri Hikmet’in bir karşıtı gibidir. Hikmet’in birçok düşüncesine ya da oyununa
“saçmalama Hikmet” şeklinde karşılık verir. Hikmet ise sürekli olarak “peki Albayım” dese de oyunları
birbirine karıştırmaktan vazgeçemez. Bu noktada Hikmet’in özgür imgelemine karşı bir otoritenin, bir
babanın sesidir Hüsamettin Albay. Soyadının “Tambay” olması tesadüf değildir; hem onun tam bir bay
olduğunu, hem de Hikmet’in eksikliğini ifade eder.
Romanda bunun tam tersi bir durum da söz konusudur. Albay her zaman Hikmet’in değil, bazen
kendisinin de karşıtıdır. Nurdan Gürbilek, “Azgelişmiş Babalar” adlı son derece önemli saptamalar içeren
yazısında “Tambay”ın bir tersine çevirme olduğundan söz eder: “Hayallerini gerçekleştiremeden ordudan
emekli olmasıyla; çoktan içi boşalmış, zaten hiçbir zaman tam doldurulamamış bir idealin askeri olmasıyla;
Alman hayranlığıyla; sonunda bir gecekonduda oyunlar yazmaya mahkûm olmasıyla tam bir eksik baydır
Hüsamettin Tambay” (Gürbilek, 2001: 58). Gerçekten de Albay’ın bu şekilde “eksik” bir yanı da söz
konusudur.
Anlatıcının Albay karakterini hem bir otoritenin sesi hem de bir eksiklik örneği olarak kurgulaması ile
Hikmet’in babasına bakışı arasında önemli paralellikler bulunmaktadır. Tehlikeli Oyunlar’da babasından
utanan bir karakterdir Hikmet. Babası Hamit Bey, misafirlerle otururken birdenbire yerinden kalkıp eski
sünnet çantasını açarak bütün tıraş takımlarını ortaya çıkaran, odanın ortasındaki sehpanın üstünde, kristal
tablalar ve vazolar arasında tıraş olmaya başlayabilen bir adamdır. Hikmet ise, babasının bu tür hareketleri
karşısında elleriyle yüzünü kapamaktan başka çare bulamaz (Atay, 1999: 20). Romanın başka bir yerinde
ise “[b]abamın gülünçlüğüne de dayanamıyordum, onun yüzünden herkes sanki benimle alay ediyordu” der
(Atay, 1999: 314).
175
Hikmet’in Albay’ı betimlemesi ve ona bakışı da babasına bakışı gibi utanmayla yüklüdür. Örneğin,
Albay’ın hırkasının kollarını kıvırmasıyla başlayan betimleme şu şekilde devam eder:
Gömlek - hırka - faniladan iki kirli bilezik. Gömleğin üst düğmesi de gevşetilince, üç kat
kumaşın altından bir iki beyaz kıl çıktı ortaya. İçimi karartıyorsunuz albayım. (İnşallah kulağını
kaşımaz.) [….] Eyvah! Elini çoraplarına götürüyor; çirkin bir yumru da orada belirecek. Gözlerini
kapattı, olmadı: Çorap, yün don ve lastik arasında geçen karışık macerayı kafasında yaşadı, albaydan
başka bir hayali gözlerinin önüne getiremedi. (Atay, 1999: 72-73)
Bu noktada Oğuz Atay’daki “baba” imgesinin anlaşılabilmesi için Tehlikeli Oyunlar’ın dışına çıkmak
yararlı olacaktır. Atay’ın ölen babası için yazdığı “Babama Mektup” adlı öyküsünde “[s]eni artık
değiştirmek mümkün değil babacığım” (Atay, 1991: 178) demesi, oldukça anlamlı görünmektedir. Baba
ölmüştür ve elbette ki onu değiştirmek artık mümkün değildir. Ancak, baba yerine konduğunu
düşündüğümüz biri olan Hüsamettin Albay, değiştirilebilir. “Albay” gibi, özellikle de 1970’lerde, son
derece olumsuz çağrışımları olan bir imgeye romanda biçilen sevimlilikle bu değişiklik zaten yapılmıştır.
Ancak bununla kalınmayacak ve Albay, Hikmet’in zihninde değişmeye devam edecektir. Hikmet, romanın
bir yerinde Albay’ı ve Nurhayat Hanım’ı onların olduğu gibi değil, kendisinin istediği gibi düşündüğünü
ifade eder (Atay, 1999: 324). Başka bir yerde ise, Albay’ın sözlerini çoğalttığını belirtecektir (Atay, 1999:
412).
Albay ve baba arasında kurulan benzerlikler, bizi Albay’ın babaya yönelik utanma ve suçluluk
duyguları nedeniyle yaratılmış bir imge olduğu yorumuna götürecektir. Başka bir deyişle Albay’ın
Hikmet’in “değiştirilebilir” bir babaya olan ihtiyacından kaynaklanan bir “ben” olduğu söylenebilir. “Öteki
ben senin babandır” ironisinde bile bu gönderme bulunabilir. Daha önce de belirttiğimiz gibi Albay,
Hikmet’in “öteki ben”idir ve bu noktada “öteki ben, onun babasıdır” denebilir. Hikmet’in sesinde babasını
hem seven hem de eleştiren, hem ondan utanan hem de bilinçli ya da bilinçsiz olarak onu örnek almış bir
çocuğun duygularındaki çelişkinin izlerini bulmak mümkündür. Bu ise, Tehlikeli Oyunlar’ı “karnavalesk”
yapan “ben ve öteki diyalektiği”nin önemli bir örneğidir.
Bahtin’in “karnavalesk roman” yapısı içinde gördüğü ciddîlik ve oyunbazlık arasındaki mücadele ise,
Tehlikeli Oyunlar’ın temel sorunlarından biridir. Gerçekler ile oyunlar arasındaki ayrımın belirsizleştiği
noktada oyunların ne kadar “tehlikeli” olduğunu fark eden Hikmet, sürekli olarak “ciddî ol, ciddî ol; durum
vahim” (Atay, 1999: 135) diye telkinlerde bulunur kendine. Çevresini her şeyle oyun oynadığına öyle
inandırmıştır ki, “[A]lbayım albayım bu oyun çok ciddî; bakın ben bile ağlıyorum albayım” (Atay, 1999:
459) dediğinde bile “ciddî”ye alınmayacaktır. Ciddiyet, gülünçlük ve oyunbazlık arasında yapılan
göndermelerin, romanın bütün atmosferini belirlediği söylenebilir.
Bahtin, Karnavaldan Romana adlı kitaba da alınan “Dostoyevski’nin Yapıtlarında Tür ve Olay Örgüsü
Oluşumunun Karakteristikleri” başlıklı yazısında çok sesliliği ve “karnavalımsı” yapıyı en başarılı şekilde
kullanan yazar olarak Dostoyevski’yi görür. Dostoyevski’nin yapıtlarındaki karnaval öğelerinin birçoğunun
Tehlikeli Oyunlar’da da bulunduğu söylenebilir. Bunlardan biri, Dostoyevski’de olayın içinde yer alanların
“eşik”te durmalarıdır. “[Y]aşamın ve ölümün, yalan ve hakikatin, akıl-ruh sağlığı ve çıldırmanın eşiğinde”
(Bahtin, 2001: 272). Tehlikeli Oyunlar’ın Hikmet’i tam da bu eşik durumdadır.
Sonuç
Günlüğündeki notlarından ve romanlarındaki göndermelerden Oğuz Atay’ın Dostoyevski’yi ilgiyle
okuduğunu ve Tehlikeli Oyunlar’ı yazarken onun Yeraltından Notlar adlı kitabından da etkilendiğini
biliyoruz (Atay, 1998: 18). Yeraltından Notlar’ın kurmaca düzleminde anlatıcı-yazar, okurlarına seslenerek
bir tür oyun oynadığını, kendi kendine macera hayalleri kurarak kafasında uydurduğu bir hayatı yaşadığını
ifade eder (Dostoyevski, 1955: 19); tıpkı Hikmet’in “oyunlarla yaşaması” gibi. Bu noktada Tehlikeli
Oyunlar’ın karnavalesk yapısını Dostoyevski’den aldığı ve onun romanları gibi Tehlikeli Oyunlar’ın da tüm
acıklı ya da trajik yanına rağmen “gülen” bir roman olduğu söylenebilir. Eleştirilmeye karşı çeşitli önlemler
alan Oğuz Atay’ın söylenebilecek birçok şeyi önceden hesaplayarak okurdan önce ifade etmesi de,
Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar’da okuyucu ile empati bağı kurarak “haşere”likten “tatsız” bir adam
oluşuna kadar kendisine koyulabilecek olası teşhisleri sıralamasına benzer.
Hikmet, Tehlikeli Oyunlar’ın bir yerinde “Tamam! Psikanaliz! Önce biraz direnirim tabii: Onları yanlış
yollara sevkederim” (Atay, 1999: 328) der. “Tutunamayanlar furyası”nı yaratan yazar ve okurların Oğuz
Atay edebiyatını, yazarın bizzat koyduğu engellerle yüzleşmeden, yüzeysel yorumlarla “tükettiklerini”
düşünürsek, derindeki anlama ulaşma çabasındaki okurun, hastasının direncini kırmak zorunda olan bir
176
hekim gibi Atay’ın önlemlerini aşması gerektiği sonucuna ulaşmış oluruz. Bu çalışma, böyle bir niyetle
Tehlikeli Oyunlar’daki çok sesliliğe bir giriş olarak düşünülmelidir.
Kaynakça
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
15.
16.
17.
18.
AKGÜL, H. (1996). Oğuz Atay’ın Yaşam Oyunu. Akış Yayıncılık, İstanbul.
ATAY, O. (1999). Tehlikeli Oyunlar. İletişim Yayınları, İstanbul.
——. (1998). Günlük. İletişim Yayınları, İstanbul.
——. (1991). “Babama Mektup”. s. 171-84. Korkuyu Beklerken. İletişim Yayınları, İstanbul.
——. (1984). Tutunamayanlar. İletişim Yayınları, İstanbul.
BAHTİN, M. M. (2004). Dostoyeski Poetikasının Sorunları. (Çev.) SOYDEMİR, C., Metis Yayınları,
İstanbul.
——. (2001). Karnavaldan Romana: Edebiyat Teorisinden Dil Felsefesine Seçme Yazılar. (Der.)
IRZIK, S., (Çev.) SOYDEMİR, C., Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
DOSTOYEVSKİ. (1955). Yeraltından Notlar. (Çev.) YALAZA TALUY, N., Maarif Basımevi,
İstanbul.
ECEVİT, Y. (2005). “Ben Buradayım…”: Oğuz Atay’ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası. İletişim
Yayınları, İstanbul.
GÜRBİLEK, N. (2001). “Azgelişmiş Babalar”. s. 52-65. Kötü Çocuk Türk. Metis Yayınları, İstanbul.
IRZIK, S. (2001). “Önsöz”. s. 7-32. BAHTİN, M. Karnavaldan Romana: Edebiyat Teorisinden Dil
Felsefesine Seçme Yazılar. (Der.) IRZIK, S., (Çev.) SOYDEMİR, C., Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
——. (1995). “Tutunamayanlar’da Çokseslilik ve Sınırları”. Varlık, Ekim 1995 (1057): 44-47.
JAMESON, F. (2018). Gerçekçiliğin Çelişkileri. (Çev.) KOÇAK, O., Metis Yayınları, İstanbul.
MORAN, B. (1999). “Tutunanlardan Tutunamayanlara Bir Yolculuk”. s. 196-218. Türk Romanına
Eleştirel Bir Bakış 2: Sabahattin Ali’den Yusuf Atılgan’a. İletişim Yayınları, İstanbul.
ÖZARIKÇA, B. (1996). “Oğuz Atay’ı İki Kere Harcadılar”. s. 67-71. AKGÜL, H. Oğuz Atay’ın Yaşam
Oyunu. Akış Yayıncılık, İstanbul.
SANDERS, B. Kahkahanın Zaferi: Yıkıcı Tarih Olarak Gülme. (Çev.) ATAKAY, K. Ayrıntı Yayınları,
İstanbul.
SEYPPEL, T. (1989). Oğuz Atay’ın Dünyası. (Çev.) BORA, T. İletişim Yayınları, İstanbul.
TİMUÇİN, A. (1999). “Aydın İnsanın Düşünsel Bunalımlarını Eleştiren Yazar: Oğuz Atay”. s. 477.
ATAY, O. Tehlikeli Oyunlar. İletişim Yayınları, İstanbul.
177
Presentation ID/Sunum No= 93
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Babaların Çocuk Yetı̇ştı̇rme Tutumları İ̇le Okul Öncesı̇ Dönem Çocuklarının
Motı̇vasyon Düzeylerı̇ Arasındakı̇ İ̇lı̇şkı̇nı̇n İ̇ncelenmesı̇
Öğr.Gör. Abdulkadı̇r Kalaylı1, Dr. Öğretim Üyesi Hatı̇ce Özaslan2,
Prof.Dr. Gülümser Gültekı̇n Akduman3
1
Afyon Kocatepe Üniversitesi, Afyon Meslek Yüksekokulu, Çocuk Gelişimi Programı
2
Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Temel Eğitim Bölümü, Okul Öncesi Eğitimi AD
3
Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, Temel Eğitim Bölümü, Okul Öncesi Eğitimi AD
*Corresponding author: Abdulkadir KALAYLI
Özet
Bu araştırmada babaların çocuk yetiştirme tutumları ile okul öncesi dönem çocuklarının motivasyon düzeyleri
arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır. Ayrıca babaların çocuk yetiştirme tutumlarının sahip oldukları çocuk
sayısı, öğrenim durumu ve aile yapısına göre farklılık gösterip göstermediği sorusuna da cevap aranmıştır.
Araştırmada ilişkisel tarama modeli kullanılmıştır. Araştırmanın evrenini, 2020-2021 eğitim-öğretim yılında
Afyonkarahisar ili merkezinde bulunan, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bağımsız anaokulu ve ilkokula bağlı
anasınıflarına devam eden 36-72 aylık çocuklar ve çocukların babaları oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemini
basit seçkisiz örnekleme yöntemiyle belirlenmiş 324 çocuk ve baba oluşturmaktadır. Veriler “Genel Bilgi Formu”,
“Anne Baba Yetiştirme Tutumları Ölçeği (ABTÖ-A)” ve “Okul Öncesi Çocuklar İçin Motivasyon Ölçeği (DMQ18)”
kullanılarak elde edilmiştir. Verilerin analizinde aritmetik ortalama, standart sapma gibi betimleyici istatistiklerin
yanı sıra ANOVA, Kruskal Wallis-H testi ve korelasyon analizinden yararlanılmıştır. Araştırma sonucunda babaların
çocuk yetiştirme tutumları ile okul öncesi dönem çocuklarının motivasyon düzeyleri arasında anlamlı bir ilişkinin
bulunmadığı tespit edilmiştir. Ayrıca çalışma bulgularına göre demokratik tutum boyutunun hiçbir değişkene göre
anlamlı farklılık göstermediği (p>0,05); baskıcı-otoriter tutum boyutunun babaların öğrenim durumlarına göre
anlamlı farklılık gösterdiği (p<0,05); aşırı hoşgörülü tutum boyutunun ise sadece aile yapısına göre anlamlı farklılık
gösterdiği belirlenmiştir (p<0,05). Araştırma bulguları literatür eşliğinde tartışılmıştır.
Anahtar Sözcükler: Okul öncesi, baba çocuk yetiştirme tutumu, motivasyon
Abstract
In this study, it was aimed to examine the relationship between fathers' child-rearing attitudes and the motivation
levels of preschool children. In addition, an answer was sought to the question of whether fathers' child-rearing
attitudes differ according to the number of children, educational status and family structure. Relational scanning
model was used in the research. The universe of the study consists of 36-72 month-old children attending the
independent kindergarten and primary school affiliated to kindergarten and the fathers of the children in the city
center of Afyonkarahisar in the 2020-2021 academic year. The sample of the study consists of 324 children and fathers
determined by simple random sampling method. The data were obtained by using the "General Information Form",
"Parent Raising Attitudes Scale (PSI-A)" and "Motivation Scale for Preschool Children (DMQ18)". In addition to
descriptive statistics such as arithmetic mean and standard deviation, ANOVA, Kruskal Wallis-H test and correlation
analysis were used to analyze the data. As a result of the research, it was determined that there was no significant
relationship between fathers' parenting attitudes and preschool children's motivation levels. In addition, according to
the findings of the study, the dimension of democratic attitude did not differ significantly according to any variable
(p>0.05); oppressive authoritarian attitude dimension showed a significant difference according to fathers' education
level (p <0.05). On the other hand, it was found that the over-tolerant attitude dimension differs significantly only
according to the family structure (p<0.05). The findings of the research are discussed in the light of the literature.
Keywords: Preschool, father child rearing attitude, motivation
Giriş
Çocukların doğdukları andan itibaren gelişim sürecinde tükenmeyen bir araştırma ve keşfetme
enerjileri vardır. Ödül olmasa da çocukların merakları, araştırmaya ve keşfetmeye yönelik davranışları
178
içseldir ve motivasyon sonucunda oluşan bir üründür (Özbey ve Aktemur Gürler, 2019). Motivasyon genel
olarak farklı öğretim kademelerinde akademik başarıyı artırmaya yönelik bir kavram olarak bilinmekle
birlikte son yıllarda erken çocukluk döneminde motivasyonla ilgili yapılan araştırmalar sonucunda çocuğun
hemen hemen tüm gelişim alanlarında ilerlemesini sağlayan bir unsur olarak görülmeye başlanmıştır
(Özbey, 2018).
Motivasyon, çocuğun belli bir amaca yönelik bir davranışı başlatmasını, devam ettirmesini ve
bitirmesini sağlayan bir süreçtir (Köyceğiz ve Özbey, 2018). Motivasyon yön, enerji, sebat ve niyet gibi
parametreleri içerir (Ryan ve Deci, 2000:69). Motivasyon içsel ve dışsal olarak ikiye ayrılmaktadır. İçsel
motivasyonda davranışa yönlendiren nedenler çocuğun içinden gelen ilgisi, merakı ve haz almasıyla
ilişkilidir. Dışsal motivasyonda ise çocuğun amaca yönelik belli bir davranışı göstermesi için dıştan gelen
teşvik, ödül gibi pekiştireçlerin ön plana çıktığı görülmektedir (Gözübüyük ve Özbey, 2020). İçsel
motivasyona sahip çocuklar yaptıkları işlerden daha fazla doyum almakta, her zaman bir amaç için
çalışmakta ve bu durum onları mutlu etmektedir. Ayrıca bu çocuklar kendilerine de topluma da kolay uyum
sağlamaktadır (Özbey, 2018). Okul öncesi dönemde çocuktaki içsel motivasyonun gelişmesinde kalıtımın
yanında içinde bulunulan toplum ve aile gibi çevresel faktörlerin önemi büyüktür (Gözübüyük ve Özbey,
2020).
Okul öncesi dönem, çocuğun gelişimi açısından kritik bir zaman dilimidir. Bu dönemde çocuğun
gelişimi birçok faktörden etkilenmektedir. Çocuğun çok yönlü gelişimini etkileyen faktörlerin en
önemlilerinden biri de onun içinde bulunduğu çevresidir. Okul öncesi dönemde çocuğun en önemli çevresi
ise ailesidir (Aydoğdu ve Dilekmen, 2016). Bu dönemde çocuklar en çok aileleri ile etkileşim içindedir.
Dolayısıyla çocuğun şekillenmesinde en önemli öğe ailedir (Tatlı vd., 2012). Sağlıklı aile ilişkileriyle
çocukta motivasyon için temel olan güven, özerklik ve girişimcilik duygularının gelişimi sağlanır
(Gözübüyük ve Özbey, 2020). Dengeli, duygusal ve toplumsal etkileşimin güçlü olduğu aile ortamında,
yeterli sevgi, güven ve anlayış içinde büyüyen çocuklar gelişimleri için gerekli deneyimleri elde ederek
sağlam bir kişilik yapısı geliştirirler. Çocuğun kişiliği, anne-baba-çocuk arasındaki ilişkilerle biçimlenir
(Gürsoy ve Özaslan, 2016).
Anne, baba ve çocuk ilişkisinin temelinde anne baba tutumları vardır. Anne ve babanın çocuğa nasıl
yaklaştığı, disiplin şekli, çocuğun kişiliğine ve bireysel özelliklerine şekil verir. Çocuğun sosyal ve duygusal
gelişiminde ve davranışları üzerinde anne baba tutumlarının önemli bir rolü vardır (Şahin, 2003; Jago et al.,
2011; Oğuz, 2017). Anne babaların kendi yetiştirilme tarzları ve içinde bulundukları toplumsal koşullar
nedeniyle çocuklarına gösterdikleri tutumlarında farklılık görülmektedir (Baran, 2011). Alan yazın
incelendiğinde birçok farklı anne baba tutum türünün ele alındığı görülmektedir. Genellikle anne babaların
otoriter ve baskıcı, aşırı koruyucu, aşırı hoşgörülü, tutarsız ve demokratik tutum gösterdikleri görülmektedir.
Otoriter anne baba tutumu, ebeveynlerin katı ve değişmez kurallar koydukları ve her türlü kuralı
kendilerinin belirledikleri tutumdur. Bu tutumda çocuğun kendisi ile ilgili kararlara katılmasına izin
verilmez. Çocuktan belirlenen kuralları tartışmasız yerine getirmesi beklenir. Kurallara uymadığında
çocuğa ceza verilir. Çocuk yetersiz bir ilgi ve sevgi içinde büyür. Bu tutumun egemen olduğu ailede
büyüyen çocuklar; mutsuz, benlik saygıları ve özgüvenleri düşük, kaygılı, çekingen ve utangaç,
başkalarından etkilenen, arkadaş ilişkileri daha zayıf ve uyum problemi gösteren kişiler olabilirler (Sezer
vd., 2013; Güngör Aytar ve Kaytez, 2015). Aşırı koruyucu tutumda ebeveynler gereğinden fazla kontrol ve
müdahaleci davranışlar gösterirler. Bu tutumda çocuğun yaşına uygun göstermesi gereken davranışları
yapmasına ebeveynler tarafından izin verilmemekte, çocuğun yerine kendileri yapmaktadırlar. Böyle
ailelerde yetişen çocuklar bağımlı, güvensiz, duygularını kontrol etmede sorunlar yaşayan, kendi başına
karar vermede zorlanan bir kişilik yapısı geliştirebilirler (Alabay, 2017). Aşırı hoşgörülü tutumda anne
babalar tarafından çocuğun davranışlarına sınır getirilmez, hatalı davranışlarını bile büyük bir hoşgörüyle
karşılanır, çocuk serbest bırakılır. Çocuğun isteklerini yerine getirip sınırsız haklar verirler. Böyle bir anne
baba tutumuyla büyüyen çocuklar istedikleri her şeyi elde etmeye alıştığı için doyumsuz, kural tanımayan,
yardımlaşma, paylaşma ve işbirliği gibi sosyal davranışlar yönünden yetersiz ve sabırsız çocuklardır
(Çağdaş ve Seçer, 2007). Tutarsız tutumda çocuğun davranışlarına farklı tepkiler gösterebilir, bir gün
hoşgörüyle yaklaşırken bir gün kızabilir. Bu tutumda ayrıca anne baba kendi aralarında da tutarsızlık
gösterebilirler. Anne babanın tutumu aşırı hoşgörüyle sert cezalandırma arasında gidip gelmektedir. Böyle
bir aile ortamında yetişen çocuklarda dengesiz, tutarsız, sinirli, ürkek, tedirgin, kararsız, insanlara
güvenmeyen bir kişilik yapısı gelişebilir (Güngör Aytar ve Kaytez, 2015). Demokratik tutumda ise çocuğun
bağımsız davranışlar göstermesi ebeveynler tarafından kontrollü olarak desteklenmektedir. Aile içinde
179
alınacak kararlarda çocuk söz hakkına sahiptir. Çocuğun düşüncelerine, isteklerine ve duygularına önem
verilir. Aile içinde belirlenen kurallara ödül veya ceza olmadan çocuğun uyması beklenir. Anne babalar
çocukların bireysel özelliklerini dikkate alırlar (Uygun ve Kozikoğlu, 2020). Demokratik tutum en sağlıklı
ve başarılı olan tutumdur.
Çocuğun büyütülüp yetiştirilme sorumluluğu üstlerinde olan anne babaların çocuklarına karşı
gösterdikleri tutumlarını çocukların istendik özelliklere sahip olmaları açısından büyük öneme sahiptir
(Özyürek ve Tezel Şahin, 2005). Çocuktan ilk olarak sorumlu olduğu düşünülen ve öneminin vurgulandığı
kişi annedir (Gözübüyük ve Özbey, 2020). Anne babaların çocukların bakımları üzerindeki rollerinin
değerlendirildiği araştırmalarda annelerin çocuklarıyla daha fazla ilgilendikleri, babaların aileyi koruma ve
ailenin maddi ihtiyaçlarını gidermesiyle ilgilendikleri ve annelere oranla çocuklarıyla geçirdikleri zamanın
daha az olduğu belirlenmiştir (Hossain, vd., 2005). Son yıllarda babalık rolünde değişiklikler olmuştur.
Anne ve babanın rolleri arasında daha az farklılıklar görülmektedir (Karaca vd., 2019).
Okul öncesi dönemde baba çocuk arasında kurulan etkili iletişim ve geçirilen kaliteli zaman çocukların
sağlıklı bireyler olarak yetişmesinde önemlidir (Gözübüyük ve Özbey, 2020). Babaların çocukların
gelişimine çok yönlü bir etkisi vardır. Baba ile çocuk arasında kurulan sağlıklı ilişkiler çocuğun bilişsel
becerilerinde ve okul yaşamındaki başarısında olumlu etkileri bulunmaktadır (Güngör Aytar ve Kaytez,
2015). Baba çocuk ilişkisinin incelendiği çalışmalar baba tutumlarının çocuğun üzerindeki etkisini ve
önemini göstermektedir (Poyraz, 2007). Çocuğuna karşı ilgi ve sevgi gösteren, sağlıklı iletişim kuran,
çocuğun bağımsızlığını destekleyen, babaların çocuklarının mutlu, bağımsız hareket edebilen, ilişkilerinde
başarılı olan, araştırmacı, liderlik özelliği gösteren ve daha uyumlu oldukları ifade edilmektedir (İnci ve
Deniz, 2015).
Alan yazın incelendiğinde babaların çocuk yetiştirme tutumları ile okul öncesi dönem çocuklarının
motivasyon düzeyleri arasındaki ilişkinin incelendiği çalışmaya rastlanmamıştır. Bu nedenle çalışmanın
alana katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Bu nedenle bu araştırma babaların çocuk yetiştirme tutumları ile
okul öncesi dönem çocuklarının motivasyon düzeyleri arasındaki ilişkiyi incelemek amacıyla planlanmıştır.
Çalışmada ayrıca babaların çocuk yetiştirme tutumları farklı değişkenlere göre de incelenmiştir.
Yöntem
Araştırmanın Modeli
Babaların çocuk yetiştirme tutumları ile okul öncesi dönem çocuklarının motivasyon düzeyleri
arasındaki ilişkinin incelendiği bu araştırma da nicel araştırma desenlerinden ilişkisel tarama modeli
kullanılmıştır. İlişkisel tarama modeli iki veya daha fazla değişken arasındaki değişimin ortaya çıkarılması
ve seviyesinin belirlenmesini hedefleyen bir araştırma modelidir (Karasar, 2016:114)
Evren ve Örneklem
Araştırmanın evrenini 2020-2021 eğitim-öğretim yılında Afyonkarahisar ili merkezinde bulunan, Milli
Eğitim Bakanlığı’na bağlı bağımsız anaokulu ve ilköğretim anasınıflarına devam eden 36-72 aylık çocuklar
ve babaları oluşturmaktadır. Araştırmanın örneklemi basit seçkisiz örnekleme yöntemiyle belirlenmiş 324
çocuk ve babadan oluşmaktadır. Araştırmaya dahil edilen çocukların %62,6’sı (203 kişi) 60 ay ve üstü,
%28,4’ü (92 kişi) 48-60 ay ve %9,0’ı (29 kişi) 36-48 ay arası yaşta ve %50’9’u (165 kişi) erkek, %49’1 i
(159 kişi) de kızdır. Araştırmaya dahil edilen babaların %14,5’i (47 kişi) tek, %51,5 ’i (167 kişi) iki,
%22,3’ü (72 kişi) 3 ve %11,7’si (38 kişi) 4 ve üzeri çocuğa sahiptirler. Babaların %48,1’i (156 kişi)
üniversite, %30,6’sı (99 kişi) lise, %14,5’i (47 kişi) ortaokul ve %6,8’i (22 kişi) ilkokul mezunudur. Ayrıca
%91,7’ si, (297 kişi) çekirdek aile, %7,1’i, (23 kişi) geniş aile ve %1,2’si,de (4 kişi) parçalanmış aile
yapısına sahiptirler.
Veri toplama araçları
Araştırmada çocukların ve ailelerinin demografik özelliklerini belirlemek için “Çocuk- Aile Genel
Bilgi Formu”, çocukların babaların tutumlarını belirlemek için “Anne Baba Yetiştirme Tutumları Ölçeği
(ABTÖ-A)” ve çocukların motivasyon düzeylerini belirlemek için “Okul Öncesi Çocuklar İçin Motivasyon
Ölçeği (DMQ18)” kullanılmıştır. Çocuk–aile genel bilgi formunda çocuklar ve babalarla ilgili demografik
özellikleri tespit etmek için çocuğun; yaşı, cinsiyeti, ve babaların; öğrenim durumu, babanın sahip olduğu
çocuk sayısı ve aile yapıları hakkında maddeler bulunmaktadır. “Anne Baba Yetiştirme Tutumları Ölçeği
(ABTÖ-A)”, Özyürek (2017) tarafından anne babaların çocuklarına karşı olan tutumlarını belirlemek
amacıyla geliştirilmiştir. Ölçeğin 3 alt boyutu bulunmaktadır. Bunlar; “Demokratik Tutum”, “Baskıcı ve
Otoriter Tutum”, “Aşırı Hoşgörülü Tutum” olarak adlandırılmıştır. Demokratik tutum 15 madde, baskıcı ve
180
otoriter tutum 12 madde ve aşırı hoşgörülü tutum 12 madde olmak üzere toplam 38 maddeden oluşmaktadır.
(Özyürek, 2017:34). Motivasyon ölçeği ise Özbey ve Dağlıoğlu (2017) tarafından Türkçeye uyarlanarak
ölçeğin geçerlilik ve güvenirliği yapılmıştır. Toplamda 7 alt boyutu bulunan ölçeğin her alt boyutundan
alınan puanlar o boyuta ilişkin çocukların motivasyonlarının seviyesini göstermektedir. Ölçek; bilişsel sebat
ölçeği, kaba motor sebat ölçeği, yetişkinlerle sosyal sebat ölçeği, çocuklarla sosyal sebat ölçeği, üst düzey
memnuniyet ölçeği, olumsuz tepki ölçeği ve genel yeterlilik ölçeği olmak üzere 7 alt ölçek ve 39 maddeden
oluşmaktadır.
Verilerin Analizi
Bu araştırmada, araştırmaya dahil edilen çocukların babalarının çocuk yetiştirme tutumları, “Anne
Baba Yetiştirme Tutumları Ölçeği’nin” demokratik tutum, baskıcı ve otoriter tutum, aşırı hoşgörülü
tutumlarına ait 3 boyutun çeşitli demografik özelliklere göre farklılaşıp farklılaşmadığı, bağımsız
değişkenlerin kategori sayısı doğrultusunda t testi, Tek Yönlü Varyans Analizi (ANOVA), babaların çocuk
yetiştirme tutumlarıyla çocukların motivasyon düzeyleriyle arasındaki ilişkiyi incelemek için korelasyon
testi ve SPPS 26 paket programı kullanılarak incelenmiştir. Yine araştırmada farklılaşmaların hangi gruplar
arasında olduğunu görebilmek için parametrik test olan Anova kullanılmak istenmiştir. Fakat gruplardaki
katılımcı sayılarının 30’un altında olmasından dolayı non-parametrik test olan Kruskal Wallis H testi ve
Mann Whitney U testi uygulanmıştır. Ayrıca gruplar arası anlamlı fark çıkan maddelerde farkın hangi
gruplar arasında olduğunu görebilmek için Post Hoc testinden Games Howell’ dan yararlanılmıştır. Diğer
bir varsayım olan normallik varsayımı da incelenmiştir. Örneklem sayısının yüksek olmasından dolayı
genellikle Kolmogorov-Smirnov testi yapılsa da Shapiro-Wilk testi de güçlü istatistiksel sonuçlar verdiği
yine literatürden anlaşılmaktadır. Bu yüzden her iki testin sonuçlarına bakılmış ve sonuçlar Tablo 1’de
verilmiştir.
Tablo 1. Normallik Testi Sonuçları
Tests of Normality
Kolmogorov-Smirnov
Sts
Sig.
Demokratik tutum
Baskıcı ve otoriter tutum
Aşırı hoşgörülü tutum
,096
,049
,089
,000*
,062
,000*
Shapiro-Wilk
Sts
Sig.
,950
,995
,976
,000*
,338
,000*
Tablo 1 incelendiğinde yapılan her iki analizde de benzer sonuçlar çıktığı ve anlamlı olduğu
görülmektedir. Verilerin normallik varsayımını karşılamadığı tabloya bakarak söylenebilir. Fakat bu durum
örneklem büyüklüğünden etkilenmekte ve genellikle anlamlı sonuçlar verebilmektedir. Bu yüzden
dağılımın normallik varsayımını karşılayıp karşılamadığına karar vermek için basıklık ve çarpıklık
değerlerine bakılmıştır. Ölçeklerin ve alt boyutların basıklık ve çarpıklık değerleri Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo 2. Basıklık ve Çarpıklık Değerleri
N
Demokratik tutum
Baskıcı ve otoriter tutum
Aşırı hoşgörülü tutum
324
324
324
Çarpıklık
(Skewness)
-,762
,143
,577
Basıklık
(Kurtosis)
,652
-,005
1,128
Tablo 2’ de basıklık ve çarpıklık değerlerine bakıldığında bu değerlerin -1,5 ile +1,5 değerleri arasında
olduğu görülmektedir. Tabasnick ve Fidell’e (2013) göre sosyal bilimlerde verilerin bu değerler arasında
olması dağılımın normal dağılım gösterdiği kabul etmek için yeterlidir. Bu nedenle yapılacak analizlerde
bütün ölçek alt boyutlarda parametrik testler uygulanmıştır. Bunun yanında bazı grupların kişi sayısının(n)
30 ‘un altında olduğu görülmüş ve bu grupların analizlerinde non-parametrik testler olan Kruskal Wallis H
testi ile Mann Whitney U testi uygulanmıştır.
181
Bulgular ve Tartışma
Araştırmanın bu bölümünde elde verilere ilişkin betimsel istatistiklere, araştırmanın alt problemlerine
ait bulgulara yer verilmiştir. Bu kapsamda; baba çocuk yetiştirme tutumlarının demografik özellikler
açısından ilişkisi ayrı ayrı analizler yapılarak değerlendirme yoluna gidilmiştir.
Anne Baba Çocuk Yetiştirme Tutumları Ölçeği’ne (ABTÖ-A) İlişkin Bulgular
Babaların anne baba çocuk yetiştirme tutumları ölçeğinden aldıkları puanlar babaların sahip oldukları
çocuk sayısına göre karşılaştırılırken Anova testinden faydalanılmış ve elde edilen bulgulara Tablo 3’de yer
verilmiştir.
Tablo 3. Çocuk Sayısına Göre Babaların Tutumlarına İlişkin Anova Testi Sonuçları
ABT Ölçeği
Çocuk Sayısı
N
x̄
SS
Sd
F
p
Demokratik Tutum
Tek çocuk
47
4,45
,368
3
2,469
,062
İki çocuk
167
4,33
,434
Üç çocuk
72
4,34
,521
Dört ve üzeri ç.
38
4,18
,536
Tek çocuk
47
3,37
,528
1,164
,323
İki çocuk
167
3,40
,490
Üç çocuk
72
3,48
,539
Dört ve üzeri ç.
38
3,54
,533
Aşırı Hoşgörülü
Tek çocuk
47
2,46
,576
1,152
,370
Tutum
İki çocuk
167
2,48
,534
Üç çocuk
72
2,34
,484
Dört ve üzeri ç.
38
2,44
,585
Baskıcı ve Otoriter
Tutum
Tablo 3 incelendiğinde çocuk sayıları değişkenine göre yapılan tek yönlü varyans analizi (ANOVA)
sonucunda demokratik tutum alt boyutu (F=3,065, p>0,05), baskıcı ve otoriter tutum alt boyutu (F=1,164,
p>0,05) ve aşırı hoşgörülü tutum alt boyutu (F=1,152, p>0,05)’unda babaların sahip oldukları çocuk
sayısına göre istatistiksel açıdan anlamlı bir fark tespit edilmemiştir. Her ne kadar anlamlı farklılık olmasa
da puan ortalamalarına bakıldığında, demokratik tutum alt boyutu puan ortalamalarının tek çocuğu olan
babalardan, dört ve üzeri çocuğu olan babalara doğru; baskıcı ve otoriter tutum alt boyutu puan
ortalamalarında ise dört ve üzeri çocuğu olan babalardan, tek çocuğu olan babalara doğru azalma olduğu
görülmektedir. Aşırı hoşgörülü tutum alt boyutu puan ortalamalarında ise belirgin olarak bir farklılık
görülmemektedir. Puan ortalamalarından hareketle tek çocuk sahibi babaların daha demokratik bir tutum
sergilediği ve çocukların kardeş sayıları arttıkça da daha baskıcı ve otoriter tutum sergiledikleri söylenebilir.
Özyürek ve Tezel Şahin (2005) in yaptıkları çalışma da çocuk sayısı arttıkça babanın daha sert-katı
olduğu ve demokratik tutumdan uzaklaştığı belirlenmiştir. Genel olarak anne ve babanın demokratik
tutumları, çocuğun kardeş sayısı arttıkça azalmaktadır. Sak vd., (2015) çalışmalarında bir, iki ve üç çocuğa
sahip anne babaların otoriter tutumlarına göre 4 ve üzeri çocuğa sahip anne babaların otoriter tutumlarının
anlamlı derecede farklılaştığı tespit edilmiştir. Akbay Postoğlu (2020) yaptığı araştırmanın sonucunda
ailedeki çocuk sayısı 1 olan anne babaların demokratik düzeyleri, ailede 4 ve daha fazla çocuğu olan anne
babalara göre daha fazla olduğunu belirlemiştir. Ailedeki çocuk sayısı az olduğu zaman babalar çocuklarıyla
daha fazla ilgilenebilmekte, daha fazla kaliteli zamanlar geçirebilmektedirler. Babalar çocuklarıyla daha
sağlıklı ilişkiler kurabilir, çocuğa ailenin bir bireyi olarak saygı duyulur ve çocuk aile içinde düşüncelerini
rahatça ifade edebilir. Çocuk sayısı fazla olduğunda ise çocuklarına yeterince zaman ayıramama ve maddi
182
olanaklar açısından babalar çocuklarıyla ilişkilerinde olumsuz davranışlar sergileyebilirler ve katı disiplin
yöntemleri uygulayabilirler.
Babaların anne baba çocuk yetiştirme tutumları ölçeğinden aldıkları puanlar baba öğrenim durumuna
göre karşılaştırılırken Kruskall Wallis H testinden faydalanılmış ve elde edilen bulgulara Tablo 4’de yer
verilmiştir.
Tablo 4. Baba Öğrenim Durumuna Göre Babaların Tutumlarına İlişkin Kruskall Wallis H Testi
Sonuçları
ABT Ölçeği
Baba Öğrenim
Durumu
N
x̄
SS
Sd
X2
p
Demokratik Tutum
İlkokul
22
4,13
,520
3
5,677
,128
Ortaokul
47
4,33
,475
Lise
99
4,30
,496
Üniversite ve üstü
156
4,38
,421
İlkokul
22
3,60
,530
35,964
,000*
Ortaokul
47
3,75
,582
2>4
Lise
99
3,51
,435
3>4
Üniversite ve üstü
156
3,26
,470
Aşırı Hoşgörülü
İlkokul
22
2,43
,615
Tutum
Ortaokul
47
2,48
,603
Lise
99
2,49
,554
Üniversite ve üstü
156
2,40
,492
Baskıcı ve Otoriter Tutum
2,293
Fark
G.H.
1>4
,514
*p<0,05
Tablo 4 incelendiğinde babaların öğrenim durumlarına göre yapılan Kruskal Wallis H testi analiz
sonucu baskıcı ve otoriter tutum alt boyutunda istatistiksel açıdan anlamlı sonuçlar bulunmuştur(x2=35,964,
p<,05). Farkın hangi gruplar arasında olduğunu tespit etmek için Post Hoc analizlerinden Games-Howell
(GH) testi uygulanmış ve sonuçlara göre bu farklılığın üniversite ve üstü mezunu babalar ile diğer gruplar
arasında olduğu belirlenmiştir. Buna göre üniversite ve üstü mezunu babaların diğer gruplara göre daha az
baskıcı ve otoriter tutum sergiledikleri görülmektedir. Tablodan hareketle babaların öğrenim durumu
azaldıkça baskıcı ve otoriter tutumun arttığı söylenebilir (B.O.T.= X̄: 3,26 ).
Sak vd., (2015) tarafından yapılan araştırma sonucunda ilkokul/okuryazar öğrenim düzeyinde olan
anne-babaların lise ve ön lisans/lisans öğrenim düzeyinde olan anne-babalardan daha otoriter bir tutuma
sahip oldukları tespit edilmiştir. Akbay Postoğlu (2020) yaptığı çalışmada babaların otoriter düzeyleri ile
öğrenim durumları arasında istatistiksel açıdan ilişki olduğunu belirtmiştir. Ayrıca alan yazında farklı
çalışmalarda öğrenim düzeyi arttıkça anne babaların daha fazla demokratik tutum sergiledikleri ifade
edilmiştir (Özben ve Argun, 2002; Ayyıldız, 2005; Yaprak, 2007; Bornstein ve Zlotnik, 2008; Kaya ve
diğerleri 2008; Tezel Şahin ve Özyürek, 2008; Şanlı ve Öztürk, 2012) Öğrenim düzeyi düşük babalar
çocuklarıyla ilişkilerinde daha çok geleneksel yöntemleri kullandıkları çocuklarıyla sağlıklı ilişkiler nasıl
kuracakları ne tür disiplin yöntemleri kullanmaları gerektiğiyle ilgili yeterli bilgi sahibi olmadıklarından
çocuklarına karşı daha fazla otoriter tutum sergiledikleri söylenebilir.
Babaların anne baba çocuk yetiştirme tutumları ölçeğinden aldıkları puanlar aile yapısına göre
karşılaştırılırken Kruskall Wallis H testinden faydalanılmış ve elde edilen bulgulara Tablo 5’de yer
verilmiştir.
183
Tablo 5. Aile Yapısına Göre Babaların Tutumlarına İlişkin Kruskall Wallis H Testi Sonuçları
ABT Ölçeği
N
x̄
SS
Sd
X2
p
Çekirdek aile
297
4,33
,456
2
3,449
,178
Geniş aile
23
4,31
,553
Parçalanmış aile
4
4,73
,230
Çekirdek aile
297
3,41
,508
Geniş aile
23
3,68
,519
Parçalanmış aile
4
3,66
,435
Aile Yapısı
Demokratik Tutum
Baskıcı ve Otoriter Tutum
5,352
,069
13,829
,001*
Fark
G.H.
Çekirdek aile
297
2,42
,506
Aşırı Hoşgörülü
Geniş aile
23
2,75
,747
3<1
Tutum
Parçalanmış aile
4
1,70
,214
3<2
*p<0,05
Tablo 5 incelendiğinde aile yapılarına göre yapılan Kruskal Wallis H testi analiz sonucu aşırı
hoşgörülü tutum alt boyutunda istatistiksel açıdan anlamlı sonuçlar bulunmuştur(x2=13,829, p<,05). Farkın
hangi gruplar arasında olduğunu tespit etmek için Post Hoc analizlerinden Games-Howell(GH) analizi
uygulanmış ve sonuçlara göre bu farklılığın parçalanmış aile ile diğer gruplar arasında olduğu belirlenmiştir.
Buna göre çekirdek aile (X̄=2,42 ) ve geniş aileye ( X̄=2,75 ) sahip babaların, parçalanmış ailelerdeki
babalara göre aşırı hoşgörülü tutum alt boyutu ortalama puanlarının daha yüksek olduğu saptanmıştır.
Literatür incelendiğinde araştırma bulgusunun aksine Akbay Postoğlu (2020) tarafından yapılan
çalışma sonucunda bekar olan anne babaların evli olan anne babalara oranla aşırı koruyucu ve izin verici
tutum düzeylerinin yüksek olduğu belirlenmiştir. Araştırma sonuçlarındaki bu farklılık parçalanmış
ailelerde ebeveynin sorumluluklarının fazla olması, yaşadıkları özel durumdan dolayı farklı duygulara sahip
ebeveynin çocuğa karşı farklı tutumlar sergileyebilmesinden kaynaklanabilmektedir.
Anne-Baba Çocuk Yetiştirme Tutum Ölçeği ile Okul Öncesi Çocuklar İçin Motivasyon Ölçeği
Arasındaki Korelasyon Bulguları ve Yorumları
Babaların çocuk yetiştirme tutumlarını ölçmek için kullanılan “Anne-Baba Çocuk Yetiştirme Tutum
Ölçeği” demokratik tutum, baskıcı-otoriter ve aşırı hoşgörülü tutum alt boyutları ile çocukların
motivasyonlarını ölçmek için kullanılan “Okul Öncesi Çocuklar İçin Motivasyon Ölçeği” bilişsel sebat,
kaba motor sebat, yetişkinlerle sosyal sebat, çocuklarla sosyal sebat, üst düzey memnuniyet, olumsuz tepki
ve genel yeterlilik alt boyutları arasındaki ilişkiler incelenmiştir. Anne-baba çocuk yetiştirme tutum ölçeği
ile okul öncesi çocuklar için motivasyon ölçeği alt boyutları arasındaki korelasyon testi sonuçlarına Tablo
6’da yer verilmiştir.
Tablo 6. Anne-Baba Çocuk Yetiştirme Tutum Ölçeği ile Okul Öncesi Çocuklar İçin Motivasyon Ölçeği Alt
Boyutları Arasındaki Korelasyon Testi Sonuçları
Değişkenler
Bilişsel
Sebat
Kaba
Motor
Sebat
Yetişkinlerle
Sosyal Sebat
Çocuklarla
Sosyal
Sebat
Üst Düzey
Mem.
Olumsuz
Tepki
Genel
Yeter.
.
r
0,028
0,029
0,051
0,051
0,074
-0,048
0,032
Demokratik
P
,618
,601
,359
,361
,183
,387
,564
Tutum
N
324
324
324
324
324
324
324
Baskıcı-
r
-0,019
0,019
0,036
0,061
-0,072
-0,004
-0,075
Otoriter
P
,734
,729
,513
,273
,197
,946
,181
Tutum
N
324
324
324
324
324
324
324
184
Aşırı
r
0,017
0,052
0,084
-0,022
0,034
-0,037
0,029
Hoşgörülü
P
,764
,354
,131
,692
,545
,506
,608
Tutum
N
324
324
324
324
324
324
324
Tablo 6 incelendiğinde baba çocuk yetiştirme boyutlarından olan demokratik tutum boyutu ile bilişsel
sebat boyutu arasındaki ilişki r=0,028; kaba motor sebat boyutu arasındaki ilişki r=0,029; yetişkinlerle
sosyal sebat boyutu arasındaki ilişki r=0,051; çocuklarla sosyal sebat boyutu arasındaki ilişki r=0,051; üst
düzey memnuniyet boyutu arasındaki ilişki r=0,074; olumsuz tepki boyutu arasındaki ilişki r=-0,048 ve
genel yeterlilik boyutu arasındaki ilişki r=0,032 olarak belirlenmiştir. Bu katsayılar tüm boyutlarda anlamlı
olmamakla beraber, 0’ a çok yakındır. Çalışma değişkenlerinin birbiri arasında herhangi bir ilişki olmadığı
sonucu çıkarılabilir (p>0,05). Baskıcı ve otoriter tutum boyutu ile bilişsel sebat boyutu arasındaki ilişki r=0,019; kaba motor sebat boyutu arasındaki ilişki r=0,019; yetişkinlerle sosyal sebat boyutu arasındaki ilişki
r=0,036; çocuklarla sosyal sebat boyutu arasındaki ilişki r=0,061; üst düzey memnuniyet boyutu arasındaki
ilişki r=-0,072; olumsuz tepki boyutu arasındaki ilişki r=-0,004 ve genel yeterlilik boyutu arasındaki ilişki
r=-0,075 olarak belirlenmiştir. Bu katsayılar tüm boyutlarda anlamlı olmamakla beraber, 0’ a çok yakındır.
Çalışma değişkenlerinin birbiri arasında herhangi bir ilişki olmadığı sonucu çıkarılabilir (p>0,05). Aşırı
hoşgörülü tutum boyutu ile bilişsel sebat boyutu arasındaki ilişki r=0,017; kaba motor sebat boyutu
arasındaki ilişki r=0,052; yetişkinlerle sosyal sebat boyutu arasındaki ilişki r=0,084; çocuklarla sosyal sebat
boyutu arasındaki ilişki r=-0,022; üst düzey memnuniyet boyutu arasındaki ilişki r=0,034; olumsuz tepki
boyutu arasındaki ilişki r=-0,037 ve genel yeterlilik boyutu arasındaki ilişki r=0,029 olarak belirlenmiştir.
Bu katsayılar tüm boyutlarda anlamlı olmamakla beraber, 0’ a çok yakındır. Çalışma değişkenlerinin birbiri
arasında herhangi bir ilişki olmadığı sonucu çıkarılabilir (p>0,05).
Araştırma bulgularına göre ölçeklerin alt boyutları arasında herhangi bir ilişki olmadığı sonucuna
ulaşılmıştır. Çocukların motivasyonlarıyla babaların çocuk yetiştirme tutumları arasında anlamlı bir ilişki
olmaması, çocukların motivasyonlarını etkileyen başka etmenler olabileceğini düşündürmektedir. Ayrıca
okul öncesi dönem çocuklarının eğitim ve bakım gibi ihtiyaçlarının ağırlıklı olarak anneler tarafından
karşılanıyor olması bu sonucun çıkmasında etkili olabilir. Toplumda cinsiyet rolleri geleneksel anlamda,
babanın evin ihtiyaçlarını karşılayan bir rolde, annenin ise çocuğun bakımı, sorumluğuyla ilgilenen bir rolde
olması şeklindedir. Sosyolojik açıdan babanın rolü, biyolojik anlamda erkek olmanın ötesinde, yaşanılan
toplumun babalığa verdiği anlam ile oluşmaktadır (Mercan ve Tezel Şahin, 2017:3)
Sonuç ve Öneriler
Araştırma sonucunda babaların çocuk yetiştirme tutumları ile okul öncesi dönem çocuklarının
motivasyon düzeyleri arasında anlamlı bir ilişkinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Ayrıca çalışma
bulgularına göre demokratik tutum boyutunun hiçbir değişkene göre anlamlı farklılık göstermediği
(p>0,05); baskıcı-otoriter tutum boyutunun babaların öğrenim durumlarına göre anlamlı farklılık gösterdiği
(p<0,05); aşırı hoşgörülü tutum boyutunun ise sadece aile yapısına göre anlamlı farklılık gösterdiği
belirlenmiştir (p<0,05). Bu sonuçlardan yola çıkıldığında şu önerilerde bulunulabilir:
Okul öncesi dönemde baba tutularının çocuk üzerindeki etkilerinin öneminden hareketle aile eğitimi
çalışmalarında babaların eğitimlerine de önem verilmelidir. Babaların çocuklarına demokratik tutumlar
göstermeleri için seminerler, kurslar, çeşitli yayın ve programlar düzenlenmelidir.
Okul öncesi öğretmenleri tarafından babalara yönelik eğitimler düzenlenmeli, çocuğun eğitimine
babanın da katılımını sağlayacak etkinlikler planlanmalıdır.
Üniversitelerin ilgili bölümleri, belediyeler ve sivil toplum kuruluşları tarafından projeler
yapılmalıdır.
Babaların eğitim düzeyleri ve aile yapıları dikkate alınarak eğitimler planlanıp uygulanmalıdır.
Anne-babalar aile planlaması konusunda gerekli kurumlar tarafından bilinçlendirilmelidir.
Motivasyonun çocuk için öneminden hareketle anne babalara bu konuda eğitim etkinlikleri
planlanmalıdır.
Babaların tutumlarını etkileyen diğer etkenlerin belirlenmesi için nitel ve nicel yöntemlerin birlikte
kullanıldığı çalışmalar yapılabilir.
185
Araştırma, 2020-2021 eğitim-öğretim yılında Afyonkarahisar ili merkezinde bulunan, Milli Eğitim
Bakanlığı’na bağlı bağımsız anaokulu ve ilkokula bağlı anasınıflarına devam eden 36-72 aylık 324 çocuk
ve bu çocukların babaları ile sınırlıdır. Benzer çalışma daha geniş örneklem üzerinde yapılabilir.
Boylamsal çalışmalar yapılabilir.
Kaynakça
1. AKBAY POSTOĞLU, B. (2020). Okul Öncesi Eğitim Kurumuna Devam Eden Beş Yaş Çocuklarının
Sosyal Uyum Becerileri İle Anne Baba Tutumları Arasındaki İlişkinin
İncelenmesi,
Yüksek
lisans tezi, İstanbul Aydın Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, İstanbul.
2. ALABAY, E. (2017). “Okul Öncesi Dönem Çocuğu Olan Ebeveynlerin Ebeveynlik Tutumlarının
İncelenmesi”, Erken Çocukluk Çalışmaları Dergisi,1 (2): 156-174.
3. AYDOĞDU, F. ve DİLEKMEN, M. (2016). “Ebeveyn Tutumlarının Çeşitli Değişkenler Açısından
Değerlendirilmesi”, Bayburt Eğitim Fakültesi Dergisi, 11 (2): 569-585.
4. AYYILDIZ, T. (2005). Zonguldak İl Merkezinde 0-6 Yas Çocuğu Olan Annelerin Çocuk Yetiştirme
Tutumları, Yüksek Lisans Tezi, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Sağlık Bilimleri
Enstitüsü,
Zonguldak.
5. BARAN, G. (2011). “Çocuk Gelişimine Giriş”, s.17-51, (Eds). ARAL, N. ve BARAN, G. Çocuk
Gelişimi, Ya-Pa, İstanbul.
6. BORNSTEİN, M.H. and ZLOTNİK, D. (2008). “Parenting Styles and Their Effects”, s. 496-509, (Ed.)
HAITH M. M. and BENSON J.B. Infant and Early Childhood Development ,
Elsevier Inc.
7. ÇAĞDAŞ, A. ve SEÇER, Z. (2007). Anne-Baba Eğitimi, Kök, Ankara.
8. GÖZÜBÜYÜK, A. ve ÖZBEY, S. (2020). “Okul Öncesi Dönem Çocuklarının Motivasyon Düzeyleri
ile Baba-Çocuk İlişkisi Arasındaki İlişkinin İncelenmesi”, IBAD Sosyal
Bilimler Dergisi, (Özel
Sayı), 23-37.
9. GÜNGÖR AYTAR, A. ve KAYTEZ, N. (2015). “Ailede İletişim ve Çocuk Üzerindeki Etkileri”, s.
95-119, (Ed.) AYTAR, A. G. Her Yönüyle Okul Öncesi Eğitim-10 Etkili İletişim, Hedef
CS,
Ankara.
10. GÜRSOY, F. ve ÖZASLAN, H. (2016). “Çocuk Gelişimine Giriş”, s. 1-25, (Ed.) ARAL, N. Çocuk
Gelişimi, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir.
11. HOSSAIN, Z., ROOPNARINE, J. L.MASUD, J.MUHAMED, A. A. H.BAHARUDIN, R.,
ABDULLAH, R. and JUHARI, R. (2005). “Mothers' and Fathers' Childcare İnvolvement with
Young Children in Rural Families in Malaysia”, International Journal of
Psychology, 40(6): 385394.
12. İNCİ, M. A. ve DENİZ, Ü. (2015). “Baba Tutumları İle Çocuğun Yaşı, Cinsiyeti, Doğum Sırasıve
Kardeş Sayısı Değişkenleri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi”, Karadeniz Sosyal
Bilimler Dergisi,
7 (02). https://dergipark.org.tr/en/pub/ksbd/issue/16219/169868,
10.04.2021.
13. JAGO, R., DAVISON, K. K., BROCKMAN, R., PAGE, S. A., THOMPSON, L. J. and FOX, R. K.
(2011). “Parenting Styles, Parenting Practices, and Physical Activity in 10-to 11- Year Olds”,
Preventive Medicine, 52: 44-47.
14. KARACA, N. H., KAYA, Ü. Ü. ve CAN YAŞAR, M. (2019). “Okul Öncesi Dönemdeki Çocukların
Sosyoekonomik Düzeylerine Göre Baba-Çocuk İlişkisi ve Akran Oyun
Davranışları Arasındaki
İlişkinin İncelenmesi”, e- Kafkas Eğitim Araştırmaları Dergisi,
6(4): 33-43.
15. KARASAR, N. (2016). Bilimsel Araştırma Yöntemi, Nobel, Ankara.
16. KAYA, A., BOZASLAN, H. ve GENÇ, G. (2012). “Üniversite Öğrencilerinin Anne-Baba Tutumlarının
Problem Çözme Becerilerine, Sosyal Kaygı Düzeylerine ve Akademik
Başarılarına Etkisi”, Dicle
Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, 18: 208- 225.
17. KÖYCEĞİZ, M. ve ÖZBEY, S. (2018). “Okul Öncesi Eğitim Kurumlarına Devam Eden Çocukların
Motivasyon Düzeylerinin Problem Çözme Becerileri ve Öğretmenlerine
İlişkin Bazı Değişkenler
Açısından İncelenmesi”, Folklor/Edebiyat, 25(97-1): 571-610.
18. MERCAN, Z. ve TEZEL ŞAHİN, F. (2017). “Babalık Rolü ve Farklı Kültürlerde Babalık Rolü
Algısı”, Uluslararası Erken Çocukluk Eğitimi Çalışmaları Dergisi, 2(2):1-10.
19. OĞUZ, V. (2017). “Aile Sistemi İçinde Çocuk”, s. 25-49, (Ed.) KÖKSAL AKYOL, A. Erken Çocukluk
Döneminde Gelişim I, Anı, Ankara.
186
20. ÖZBEN, Ş., ve ARGUN, Y. (2002). "Okul Öncesi Çocukların Anne-Babalarının Çocuk Yetiştirme
Tutumları İle İlgili Değişkenlerin İncelenmesi", Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğitim Fakültesi
Dergisi, 14: 18-28.
21. ÖZBEY, S. (2018). “Okul Öncesi Dönem Çocuklarında Motivasyon ve Öz Düzenleme Becerileri
Üzerine Bir İnceleme”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, 6(65): 26-47.
22. ÖZBEY, S. ve AKTEMUR GÜRLER, S. (2019). “Okul Öncesi Eğitim Kurumlarına Devam Eden
Çocukların Motivasyon Düzeyleri İle Sosyal Becerileri ve Problem Davranışları
Arasındaki
İlişkinin İncelenmesi”, Uluslararası Türkçe Edebiyat Kültür Eğitim Dergisi,
8(1): 587-602.
23. ÖZYÜREK, A. (2017). “Okul Öncesi Çocuğa Sahip Anne-Babalara Yönelik “Çocuk Yetiştirmeye
İlişkin Anne-Baba Görüşleri Ölçeği” ve “Anne-Baba Tutum Ölçeği”
Geliştirme
Çalışması”,
Uluslararası Erken Çocukluk Eğitimi Çalışmaları Dergisi, 2(1):
26-38.
24. ÖZYÜREK, A. ve TEZEL ŞAHİN, F. (2005). “5-6 Yaş Grubunda Çocuğu Olan Ebeveynlerin
Tutumlarının İncelenmesi”, Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 25(2): 19-34.
25. POYRAZ, M. (2007). Babaların Babalık Rolünü Algılamalarıyla Kendi Ebeveynlerinin
Tutumları
Arasındaki İlişkinin İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi
Eğitim
Bilimleri
Enstitüsü, Ankara.
26. RYAN, R. M. and DECİ, E. L. (2000). “Self-Determination Theory and The Facilitation Of Intrinsic
Motivation, Social Development, and Well-Being”, American Psychologist,
55(1):
68-78.
DOI: 10.1037110003-066X.55.1.6
27. SAK, R., SAK, İ.T., ATLİ, S.ve ŞAHİN, B. K. (2015). “Okul Öncesi Dönem: Anne Baba Tutumları”,
Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 11(3): 972-991.
28. SEZER, A. KOLAÇ, N. ve EROL, S. (2013). “Bir İlköğretim Okulu 4, 5, ve 6. Sınıf Öğrencilerinin
Saldırganlık Düzeylerinin Anne Baba Tutumları ve Bazı Değişkenler İle
İlişkisi”,
Marmara
Üniversitesi Sağlık Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 3(4):184-190.
29. ŞAHİN, F. T. (2003). “Çocuğun Gelişimi ve Eğitiminde Babanın Rolü”, s.459-464, (Ed.) SEVİNÇ,
M. Erken Çocuklukta Gelişim ve Eğitimde Yeni Yaklaşımlar, Morpa, İstanbul.
30. ŞANLI, D.ve ÖZTÜRK, C. (2012). “Annelerin Çocuk Yetiştirme Tutumlarını Etkileyen Etmenlerin
İncelenmesi”, Buca Eğitim Fakültesi Dergisi, 32:31-48.
31. TABACHNICK, B. G., ve FIDELL, L. S. (2013). Using Multivariate Statistics, Allyn and Bacon,
Boston.
32. TATLI, S., SELİMOĞLU, H. ve BADEMCİ, D. (2012). “Çocukları Okul Öncesi Eğitime Devam Eden
Annelerin Aile Hayatı ve Çocuk Yetiştirme Tutumlarının İncelenmesi”, Bingöl
Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2(3), 101-114.
33. TEZEL, ŞAHİN, F. ve ÖZYÜREK, A. (2008). “5-6 Yaş Grubu Çocuğa Sahip Ebeveynlerin
Demografik Özelliklerinin Çocuk Yetiştirme Tutumlarına Etkisinin İncelenmesi”, Türk
Eğitim
Bilimleri Dergisi, 6(3): 395-414.
34. UYGUN, N. ve KOZİKOĞLU, İ. (2020). “Çocukları Okul Öncesi Eğitim Kurumlarına DevamEden
Ebeveynlerin Tutumlarının İncelenmesi”, MANAS Sosyal Araştırmalar Dergisi,
9(3): 1494-1507.
35. YAPRAK, B. (2007). İlköğretim Öğrencilerinin Algıladıkları Anne-Baba Tutumunun Diskriminant
Analiziyle Belirlenmesi ve Benlik Saygısı İle Olan İlişkisinin
Değerlendirilmesi Üzerine Bir
Uygulama, Yüksek lisans tezi, Eskişehir Osmangazi
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü,
Eskişehir.
187
Presentation ID/Sunum No= 21
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Fı̇kret Otyam’ın Kadın Portrelerı̇nde “göz” İ̇mgesı̇
Dr. Leyla Kodaman1
Süleyman Demirel Üniversitesi
1
Özet
Bu araştırmada Cumhuriyet Dönemi Türk Resim Sanatının önemli değerlerinden biri olan Ressam Fikret Otyam’ın,
kadın portrelerinde belirgin bir özellik olarak betimlediği göz imgesi ele alınmaktadır. Sanatçının bakış açısıyla göz
imgesine yüklediği anlam, farklı dönemlerde resmettiği üç eseri üzerinden biçimsel olarak açıklanmaya çalışılmıştır.
Eserler; betimleme, çözümleme yorumlama ve yargı dan oluşan dört basamaklı sanat eseri eleştirisi yöntemiyle analiz
edilmiştir. Fikret Otyam resimlerinde sürmeli göz imgeleri üzerinde özellikle durmuş, gözleri iri ve dikkat çekici olarak
betimlemiştir. Sanatçı ayrıca resimlerinde, Anadolu'yu, insanlarını, hayvanlarını, bitkilerini ve mahalli unsurlarını sık
sık konu edinmiştir. Otyam, resimlerinde kullandığı figürleri “Güneydoğu’daki kadınların gözleri doğuştan sürmeli,
bir de sürme çekerler, olur fincan gibi. Biraz da ben abartıyorum. Bu gözler benim imzam gibi oldu. Harranlı, Doğulu
kadınlar… İmzam olmasa da 'Bu Otyam' derler. 45 yıldır bu simge oldu” sözleriyle açıklar. Sonuç olarak “göz” resim
sanatında her dönem birçok sanatçıya ilham kaynağı olmuş, eski dönemlerden beri sanatçıların vazgeçilmez
imgelerinden biri olarak tuvallerde yerini almıştır. Fikret Otyam’ın Anadolu kadınına sıklıkla yer verdiği eserlerinde
gözler, oldukça iri ve siyah, kadınların burun ve ağızları ise göz imgesinin önüne geçmeyecek şekilde küçük olarak
karşımıza çıkmaktadır. Kısaca izleyiciye göz ’ün insan yüzünde sesiz ama çok güçlü bir ifade aracı olduğunu söyler
Fikret Otyam.
Anahtar Kelimeler: Fikret Otyam, Portre, Göz, Sanat Eserleri Eleştirisi.
The"Eye" Image In Fikret Otyam's Female Portraits
Abstract
In this study, it was tried to explain the eye figüre emphasized as the most prominent feature in the female
portraits of the painter Fikret Otyam, one of the important values of the Republican Period Turkish Painting Art, and
the five works that the artist painted in different periods. Works; It has been analyzed with the four-step art work
criticism method consisting of description, analysis, interpretation and judgment. In his paintings, Fikret Otyam
especially emphasized the figüre of eyes and described them as large and striking. The artist also frequently focused
on Anatolia, its people, animals, plants and local elements in his paintings. Otyam said the figures used in his paintings
"The eyes of the women in the Southeast must be wrinkled from birth, they also take a slide, it is like a cup. I'm
exaggerating a little. These eyes are like my signature. Harran and Eastern women… Even though I have no signature,
they say 'This is Otyam'. It has been this symbol for 45 years ”. As a result, the eye figüre has been a source of
inspiration for many artists in the art of painting, and has taken its place on the canvases as one of the indispensable
images of artists since ancient times. Fikret Otyam always included portraits of Anatolian women with big eyes in his
works. He wanted to tell the audience that the eye is the most important expression tool on the human face by depicting
his eyes quite large and the nose and mouths of women as small as not to override the figüre of the eye.
Keywords: Fikret Otyam, Portrait, Eye, Art Works Criticism.
1. Giriş
Resim sanatında “Göz İmgesi” sanatın başlangıcından günümüze, değin birçok sanatçı tarafından özellikle
kadın portreleri üzerinden betimledikleri bir ifade aracı olmuştur. Bu süreçte Çağdaş Türk Resim Sanatı
içerisinde Fikret Otyam’ın kadına ait duygu ve düşünceleri doğrultusunda özgün yorumuyla resimlerinde
sürekli kullandığı güçlü bir imgedir göz. Sanatçının resimlerinde kadın figürünü ele alışı sırasında göstermiş
olduğu öznel anlayış, kadının iç yaşantısını ve sosyal pozisyonunu irdelememize olanak vermiştir.
Dolayısıyla sanatçı Anadolu Kadınını betimlediği portrelerinde göz imgesini estetik biçimde ele almış ve
188
özgürce ifade etmeye çalışmıştır. Gözler, elçi yerine geçer, meramı algılamayı sağlar. Duyular kalbe giden
yolların kapıları ve ruha ulaşan geçitler ise gözler de bunların en hızlı ulaştırıcıları ve en etkin olanlarıdır.
Samimi ruhun öncüleri, en doğru yol göstericileri, gerçekleri en iyi gören, nitelikleri en iyi ayırt eden ve
duyguları en iyi anlayan organlardır. Bu bakımdan haber almak gözle görmek gibi olamaz denilmiştir.
Renkler yalnızca gözlerle algılanabilir. Diğer duyuların yalnızca yakın mesafeden algılayabildiklerini gözler
uzaktan algılayabilir. İnsan vücudunun en hareketli organları olan gözlerin hareketleri kalp atışları gibi
düzenli gizli bir tempoya sahip değildir. Gözün her bölümü farklı şekillerde hareket eder. Gözkapakları
depreşir, kirpikler titrer, göz döner, kaşlar kalkıp iner, gözbebeği daralır ve genişler, göz merceği gözün
içinde büzülür ve yayılır. Bu görünen hareketlerin pek çoğunun bir etkisi ve ruhun derinliklerinde oluşan
duyguları ifade eden bir anlamı vardır. Göz, sözün ulaşamadığı her yere ulaşır. Sözle anlatılamayan veya
anlatılmak istenmeyen pek çok şey gözün bir bakışıyla ifade edilir. Kısaca söylemek gerekirse gözlerin özel
bir dili vardır. Gözlerini eğitip geliştirerek bu dili anlayan kimse, kendisiyle aynı düzeyde olan başka bir
gözde tek bir bakışla ciltlerce kitapta okuyamayacağı şeyleri okuyabilir ve yeni ufuklara açılabilir. Görme
organı olmanın dışında, fiziksel güzelliğin en önemli tamamlayıcısı, hatta güzelliğin özeti olarak kabul
edilmiştir göz. Maddi görevi dışında kalbe açılan pencere, mana âlemine giden yol olarak da tanımlanır
(Yanık, 2016:115-116).
Genel olarak bakıldığında kişinin dünyaya açılan penceresi gözdür ve göz her türlü, iyi ve kötü, düşüncelerin
ilk çıkış noktası olarak kabul edilmektedir. Birçok toplumda, gözlerle, bakışlarla ilgili inanışlar olduğu
bilinmektedir. Bu nedenle insanlık tarihi boyunca, her kültürde ve dini inançta göz figürü kötülükleri yok
eden güçlü bir tılsım olarak kabul edilmiştir. Göz, insan ilişkileri üzerindeki büyük etkisi ve büyüleyici
özelliğiyle, sevgiliye ait güzellik ögelerinin en önemlisidir. Rengi, biçimi ve aşığı maruz bıraktığı halleriyle
sanki sevgilinin tüm bedeninin temsilcisi gibidir (Yayan ve İğci Saltık, 2016:359).
Sevgili, kara gözlerle aşığına dilediği her şeyi yapabilir. Bazen de bir avcı gibi onu gönül kuşu olarak
avlamaktadır (Çorak, 2002:14). En entelektüel duyu organımız olan göz sayesinde ediniriz bilgilerin çoğunu
ve insanın dünyaya uyum sağlaması da görsel algılarıyla mümkündür çoğunlukla. Bu nedenle de “göz”,
kültürlerin sanatlarında ve yaşamlarında evrensel bir yer bulur. Tıpkı bizim sanatımızda ve günlük
konuşmalarımızda olduğu gibi (Bender, 2009:47). Fikret Otyam’ın Anadolu kadınlarında da böyle
betimlenmiştir gözler. Konuşmazlar ama çok şey anlatırlar. Resim (1-2-3). Otyam Anadolu insanının
yaşantısını ve yaşanmışlıklarını, iri, siyah ve sürmeli gözlerle kadın portreleri aracılığıyla, otantik bir seyre
dönüştürmeden yalın ve gerçekçi bir üslupla aktarmıştır bizlere.
2. Fikret Otyam’ın Hayatı
Sanatçı Aksaray'da 19 Aralık 1926'da dünyaya gelmiştir. 6 yaşından itibaren babasının eczanesinde
çalışmaya başlayan Otyam, ilk ve ortaöğrenimini Aksaray'da tamamlamıştır. Resim ve fotoğraf tutkusunun
başlamasında, ortaokuldaki Fransızca öğretmeni Lüleci Haşim Bey'in kendisine bir fotoğraf makinesi
hediye etmesinin etkisi olmuştur. Fotoğrafı ağabeyi Nedim'den öğrenen Otyam, Aksaray'da arkadaşı ve
resim öğretmeniyle birlikte "Foto Üç Yıldız" isimli bir fotoğrafçı dükkânı açmıştır. Lise eğitimine Ankara
Atatürk Lisesi'nde başlayan Otyam, daha sonra Kayseri Yatılı Lisesi'ne devam ederek buradan mezun
olmuştur. Otyam, liseden mezun olduktan sonra babasının yanında çalışmaya devam etmiş ve bu dönemde
ressam Neşet Günal ile karşılaşmıştır. Resme ilgisi olduğunu fark eden Neşet Günal, Otyam'a İstanbul
Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ne girmesini önermiştir. Sanatçı bu hatırasını, bir röportajında "Resim
yapmayı çok seviyordum. Bir gün belediyenin önünde, Nevşehir arabası bekleyen bir çocukla tanıştım.
İstanbul'da Devlet Güzel Sanatlar Akademisi diye bir okulda resim okuyormuş. Bu çocuk, rahmetle andığım
ressam Neşet Günal'dı, sözleriyle anlatmıştır. Sanatçı Akademide İbrahim Çallı ve Bedri Rahmi
Eyüboğlu'ndan ders almıştır. 1945'te girdiği Akademi'yi 1953'de Bedri Rahmi Eyüboğlu atölyesinde bitiren
Otyam, öğrencilik yıllarında gazetecilik, sanat-edebiyat yazarlığı ve foto röportajlar yapmıştır. Otyam,
Akademideki ilk yılında İbrahim Çallı'nın atölyesinde klasik eğitim alırken, Eyüboğlu'nun atölyesine
geçmesiyle birlikte konu ve biçem yönünden serbest olarak çalışma imkânı bulmuştur. Akademiden,
189
fotoğrafçılıktan, gazetecilikten biriktirdikleri, Anadolu’ya duyduğu aşkla birleşmiş, Fikret Otyam’ın
resimlerinde yeni görsel imgelere bürünmüştür. Fotoğrafla yakaladığı ayrıntılar ve ifadeler resimlerinde
yine ifadeci bir anlayışla ortaya çıkmıştır. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun resim öğretileri, Anadolu-Batı sentezi
aktarımları onun fotoğraflarında lekeci üslupta, resimlerinde benzer bir anlayışla insan duyarlılığı ve Fikret
Otyam’ın kişiliği ile birleşmiştir. Resimlerinde Turgut Zaim ve Namık İsmail’in konu ve betimleme anlayışı
etkisinde kaldığı, Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun izleğinde olduğu izlenimi vardır. Resimlerinde Anadolu
motiflerinin sık sık kullanılıyor olması hocası Bedri Rahmi Eyüpoğlu’ndan aldığı eğitim ve sanat anlayışı
sebebiyledir. Resimlerinde keçi ve başı örtülü Anadolu kadınlarını figür olarak sık sık
kullanmıştır. Anadolu’yu, insanlarını, hayvanlarını, bitkilerini ve mahalli unsurları işlemeyi seven bir
ressam olarak dikkat çeker. Onlar Grubu üyelerinden biri olan sanatçının, akademik resim öğrenimi,
renklerinde, konularında ve naif anlatımında bağlandığı geleneğin bir göstergesidir. Anadolu’nun çeşitli
yerleri, dağlar, kar altındaki köyler, genç kadınlar, onların rengârenk kıyafet ve başlıkları, soru sorar gibi
izleyene kocaman bakan gözleri, dağ keçileri, Harran Ovası, Fikret Otyam’ın en çok işlediği konulardır.
Olaylara insandan yana bakan, her canlıya saygı duyan, yoğun boya katmanları ile tuvalini donatan bir halk
aşığıdır. Sanatçı 9 Ağustos 2015’te Antalya’da yaşamını yitirmiştir (www.fikretotyam.com).
3. Eser Analizleri
3.1. Sanat Eleştirisi
Eleştirinin amacı anlamaktır. Sanat eserine, eserdeki bilgi nesnelerine, onların anlam ve değerlerine
derinlemesine etki edecek bir bakış yöntemine her zaman ihtiyaç duyulur (Boydaş, 2007:29). Birçok farklı
sanat eseri eleştiri yöntemi vardır. Bu yöntemlerden biri de betimleme, çözümleme, yorumlama ve yargıdan
oluşan dört basamaklı eleştirisi yöntemidir. İlk basamak olan betimlemeyle; eserde bulunan objelerin tespit
edilmesi ve tanımlanması, ikinci basamak olan çözümlemeyle; sanat elemanlarının ve plastik unsurların
nasıl organize edildiği, üçüncü basamak olan yorumlamayla; ilk iki basamaktan elde edilen veriler
doğrultusunda eserin içerdiği anlam, son olarak da yargı aşamasıyla; elde edilen tüm veriler ışığında eserin
değerinin ortaya koyulması amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda sanatçının üç eseri analiz edilmeye
çalışılmıştır.
3.2. Resim 1 “Otyam’ın Fırçasından”
1996 yılında Tuval üzerine Yağlıboya olarak yapılan eser 40x30 cm boyutundadır (Resim 1). Resimde ön
planda genç bir kadın portresi yer almaktadır. Kadın portresinin arkasında mavi bir tavus kuşu vardır. En
arkada ise ağaçlar ve gökyüzü yer almaktadır. Portrede kadının başında kahverengi bir örtü örtünün üzerinde
daha açık kahve tonunda bir alınlık vardır. Alınlık kadının alnını kapatmış adeta bir saç gibi başın iki
yanından omuzlara kadar uzanmaktadır. Alınlığın ucu beyaz iple oya yapılmış ve küçük yeşil boncuklarla
bezenmiştir. Arkada Tavus kuşu mavi renkte ve kanatları ve kuyruğu açılmış bir şekilde kadına dönük olarak
resmedilmiştir. Uzun ve mavi renkli tüylerinin üzerinde kanatlarını ve kuyruğunu açınca belli belirsiz nazar
boncuğunu anımsatan güzel bir kuş olan Tavus Kuşu, Türklerde “tanrı kuşu”, “ala kuş”, “gelin kuşu” veya
“cennet kuşu” olarak da bilinir. (Gürbüz, 2014:499). Tavus kuşu, İslamiyet’e göre ise mutluluk, bolluk ve
refah gibi güzel kavramlarla eşleştirilmiştir (Anonim, 2021). Resimde Kırmızı, turuncu, sarı, mavi, yeşil,
kahverengi ve tonları, beyaz renk kullanılmıştır. Tuval yüzeyi oldukça dokulu bir görünümdedir. Kadın
portesinde gözler oldukça büyük, siyah renktedir. Göz bebeği de oldukça iridir. Gözün beyaz kısmı çok az
gösterilmiştir. Gözlerin etrafı sürmelidir. Gözün sürmeli ve iri resmedilmesi bakışlara buğulu bir hava
vermiştir. Aynı zamanda hüzün, özlem duygusunu da yansıtmaktadır. Kaşlar gözle aynı uzunlukta düz fakat
hafif aşağı doğrudur. Ağız ve burun oldukça küçük, dudakların ve yüzün bir tarafı kontur çizgiyle belirgin
hale getirilmiştir. Yüzün şekli hafif bir üçgen şeklindedir. Boyun ise hemen hemen yüzle aynı uzunluktadır.
Otyam’ın resimlerinde Anadolu kadını çoğunlukla kara gözlüdür ve güçlüdür. Sanatçı, anlamı güçlendirmek
için iri siyah gözleri öne çıkarmıştır.
190
Resim 1. “Otyam’ın Fırçasından”
3.3. Resim 2 “Otyam’ın Fırçasından”
2003 yılında Tuval üzerine Akrilik olarak yapılan eser 110x110 cm boyutundadır (Resim 2). Resimde ön
planda genç bir kadın ve bir kız çocuğu portresi (anne-kız) yer almaktadır. Portrelerin hemen arkasında iki
tavus kuşu vardır. En arkada ise yeşil yapraklı kırmızı dağ gülleri yer almaktadır. Genç kadın portresinde
kadının başında kahverengi bir örtü, örtünün üzerinde beyaz renkli bir alınlık vardır. Alınlık kadının alnını
kapatmış başın bir yanından omuzlara kadar uzanmaktadır. Alınlığın ucu beyaz iple oya yapılmış ve küçük
boncuklarla bezenmiştir. Bu boncuklu oya kadının gözlerine kadar inmektedir. Kaşlar belli belirsiz
görülmekte gözler ve göz bebekleri yine oldukça iri ve siyahtır. Gözün beyaz kısımları her iki portrede de
çok az gösterilmiştir. Gözlerin etrafı sürmelidir. Gözün sürmeli ve iri resmedilmesi bakışlara buğulu bir
hava vermiştir. Aynı zamanda hüzün, özlem duygusunu da yansıtmaktadır. Sanatçı, anlamı güçlendirmek
için yine iri siyah gözleri öne çıkarmıştır. Portrelerde burun ve ağız küçüktür. Genç kadın portresinde
burunda hızma, dudağın hemen altında ise haç şeklinde bir dövme vardır. Belli belirsiz bir gülümseme de
hissedilmektedir. Haç motifi Hıristiyanlığın bir simgesi diye bilinse de renkleriyle birlikte uğurlu yön
bildirdiğine, kötü bakışların etkisini yok ettiğine inanılmaktadır (İmrek, 2021). Portrede kadının boynu açık
ve oldukça uzun olarak betimlenmiştir.
191
Resim 2. “Otyam’ın Fırçasından”
Kadın, koyu sarı tonda, yakası beyaz süslemeli ve düğmeli bir kıyafet giymektedir. Hemen yanındaki kız
çocuğu ise başı ve görünen bedeni beyaz bir örtüyle kaplıdır. Boynu açık ve örtünün altından çok az görünen
kırmızı bir giysinin olduğu görülmektedir. Alınlık başörtüsünün altında ve renkli desenlidir. Kaşlar belirsiz,
gözler ve göz bebekleri iri ve siyahtır. Ağız ve burun oldukça küçük yanaklar ise hafif renklidir. Sağlıklı,
hafif gülümseyen bir kız çocuğu görüntüsüyle annesinin yanında güvendedir. Figürlerin baş kısımlarının
hemen arkasında diyagonal bir şekilde resimde betimlenen ilk tavus kuşu oldukça büyük bir alanı
kaplamaktadır. Üzeri rengârenk minik taşlarla bezenmiş gibidir. Arkadaki tavus kuşu mavi renkte ve
boynundan yukarısı gözükmektedir. Birbirlerine bakar şekilde resmedilen kuşlar dişi ve erkeği temsil
etmektedir. Ayrıca mutluluğun bereketin ve bolluğun simgesi olarak kabul edilirler. Resimde önden
başlayarak arkaya doğru yüzeyi kaplayan gül dallarında iki tane açmış iki tane de gonca gül vardır. Resimde
Kırmızı, turuncu, sarı, mavi, yeşil, kahverengi ve tonları, beyaz renk kullanılmıştır. Resimde arka plan
tamamen koyu bir renkle boyanmıştır, böylece resimdeki tüm unsurlar çok net bir şekilde algılanmaktadır.
3.4. Resim 3 “Otyam’ın Fırçasından”
2014 yılında Tuval üzerine Yağlıboya olarak yapılan eser 50x40 cm boyutundadır (Resim 3). Resimde ön
planda genç bir kadın portresi yer almaktadır. Kadın portresinin arkasında yeşil otlar en arkada ise sıralanmış
küçük küçük düz damlı toprak evler yer almaktadır. Bir parçada gökyüzünü görmekteyiz. Portrede kadının
başında beyaz başörtüsü, örtünün üzerinde ise kırmızı bir alınlık vardır. Alınlık diğer resimlerdeki alınlıklara
göre daha incedir. Bedenin üst kısmını görebildiğimiz eserde kadının üzerinde mavi bir kıyafet vardır.
Kıyafetin göğüsten omuzlara kadar görünen kısmında bir birine bakan tamamen boncuk ve pullarla işlenmiş
iki kuş figürü görmekteyiz. Giysinin yaka kısmı hafif açık ve etrafı yine boncuk ve pullarla işlenmiştir.
Muhtemelen bir düğün kıyafeti. Kaşlar yine belli belirsiz görülmekte gözler ve göz bebekleri yine oldukça
iri ve siyahtır. Gözün beyaz kısımları bu portrede de çok az gösterilmiştir. Gözlerin etrafı sürmelidir. Ağız
ve burun küçüktür. Burunda altın bir hızma vardır. Oldukça yoğun boya tabakaları gördüğümüz eserde
mavi, kırmızı, beyaz, turuncu, yeşil, toprak tonları ve morlar yer almaktadır. Yoğun boya tabakalarını
özellikle başörtüsünde, giyside ve yeşil alanda fazlaca hissetmekteyiz.
192
Resim 3. “Otyam’ın Fırçasından”
4. Sonuç
Sonuç olarak üç esere baktığımızda ortak belirgin birçok özellik görmekteyiz. Sanatçı resimlerinde göz
figürleri üzerinde özellikle durmuş gözleri iri ve dikkat çekici olarak betimlemiştir. Fikret Otyam’a göre “
dünyada üç tane güzel göz vardır. Birincisi; doğu Anadolu kadını gözü, ikincisi; eşek sıpası gözü ve
üçüncüsü; ceylan gözü.” Otyam iri gözlü Anadolu kadınlarının resimlerini yapmış, gözleri iri olarak
betimlerken burunları ve ağızlarını küçük olarak betimlemeye gayret etmiştir. Fikret Otyam’ın resim
serüvenine dikkatle bakınca süreklilik içinde bir gelişme çizgisi açıkça görülür. Kopmalarla değil
ayıklamalarla, bir öncekiyle hesaplaşmalarla, oluşan bir gelişim çizgisidir bu. Akademi eğitimine karşın,
sürekli akademizm’den uzak duran sanatçı, hünere değil içtenliğe, inanca, sevdaya dayalı bir resmin
peşindedir. Kendine özgü geliştirdiği resim dilinde sağlam ve içtendir. Resimlerinde uzun, çileli
yolculuklardan, yiğit ve mağrur insanlardan destansı bir anlatımla söz eder. Lekeci eğiliminde beyaz leke
tutkusu hemen her eserinde beyazın geniş alanlarda değerlendirmesi ile baskın olarak kullanılmış ve beyaz
lekeler eserlerinde yoğun bir resimsel öğe haline gelmiştir. Fikret Otyam, Türkiye mozaiğini resimlerken
daha çok bir bezekçi gibidir. Onun resimlerinde Türk geleneksel sanatı ürünlerinden cam altı resimlerinin
“masal/sahiciliği” vardır. Şahmeran’ın gözleri gibidir genç kadınların gözleri, giysileri rengârenk çiçekler
gibidir, yani figürler doğanın bir parçasıdır. Sanatın birçok dalıyla ilgilenen Otyam, toplumsal gerçekçi
resim sanatı anlayışıyla çok değerli ürünler vermiştir. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu adım adım
gezerek, yöre insanının sorunlarının, tarihin belleği işlevi gören motif ve simgelerle günümüze taşındığına
yakından tanık olmuştur. Kendisi de Anadolu’da yetişen Otyam, Anadolu insanının doğayla ve toplumsal
sorunlarla zorlu ama yapıcı mücadelesini sanatçı kişiliğiyle içselleştirebilmiştir. Otyam, Anadolu’nun
tarihsel belleği olan motif ve simgeleri sanat nesneleri olarak özgün yorumuyla tuvaline taşımıştır.
Resimlerinde, yöresel simge, motif ve renkleri lekeci renk anlayış içinde görsel zenginliğe ulaştırmıştır.
Önce kalemi, sonra fırça ve tuvaliyle insanın peşine düşmüştür Fikret Otyam. Özentisiz, taklitsiz, kuvvetli
bir görme ve algılama gücüyle, zaman zaman durağan, zaman zaman hareket halindeki tuvalleriyle, bir
uçtan bir uca beyaz, ya da simsiyah hareli atlarıyla, yalın ve sevecen tarzı Fikret Otyam’ı “O” yapan en
önemli özellikleridir. Zaman zaman doğaya Türk halk resmi geleneğine göndermelerde bulunduğu
resimlerinde, destansı biçemi çağdaş bir mit oluşturur. Önceleri resimsel bir fon olarak kullandığı doğa,
193
sonraları doğrudan ve yoğun bir resimsel kimlik kazanır. Beyazların egemenliğinde, keçi ve insan
gruplarının lekeci bir anlayışla yer aldığı son dönem resimlerinde bir doğu-batı sentezi belirginleşir. Otyam,
resimlerinde, popülizme düşmeden toplumcu ve gerçekçi bir dünya görüşünü temel alarak kurduğu estetik
ile gerçekçi ve hümanist bir bakış açısı yaratır. Kullandığı teknik, biçim, öz, renk skalası tam bir uyum
içindedir, eşyanın doğasına uygun, albenili, düşündürücü ve kendine özgü bir anlayışla eserlerini
resmetmiştir (Aparı, 2020).
Kaynakça
1. BENDER TEKİN, M. (2009).“Nuri İyem ’in Resimlerinde Göz”, Dokuz Eylül Üniversitesi GSF
Yedi: Sanat, Tasarım ve Bilim Dergisi, 2009 (2):47.
2. BOYDAŞ, N. (2007). Sanat Eleştirisine Giriş, Gündüz Eğitim ve Yayıncılık, Ankara.
3. ÇORAK, R. (2002). “Klasik Edebiyat ’ta Sevgilide Göz, Kirpik ve Kaş Üzerine Benzetmeler, Yüksek
Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
4. YAYAN, G. & İĞCİ SALTIK, B. (2016). “Fikret Otyam Resimlerinde Sanat Nesnelerinin İmgesel
Anlamları”, SOBİDER Sosyal Bilimler Dergisi, 2016 (7): 348-379.
5. GÜRBÜZ, H. (2014). “Everekli Seyranî Divanında Kuşlar”, Turkish Studies - International Periodical
For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 2014 (6): 485-504.
6. YANIK, H.N. (2016). “Arap Şiirinde Göz İmgesi”, (2016). Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar
Enstitüsü Dergisi, Journal of the Fine Arts Institute (GSED), 2016 (37):114-143.
7. ANONİM, Kuşlar, (2021) Tavus Kuşu, http://www.kuslar.gen.tr/tavus-kusu.html, 06.03.2021.
8. APARI, S.F.(2020), Sürmeli gözlerin ressamı: Fikret Otyam,
9. https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/surmeli-gozlerin-ressami-fikret-otyam/1935375, 06-03-2021.
10. FİKRET OTYAM Resmi Web Sitesi (2014), https://fikretotyam.com/biyografi, 06.03.2021.
11. İMREK, P. (2021), “Mezopotamya’nın kaybolan yüzü”,
12. https://www.3uncugoz.com/mezopotamyanin-kaybolan-yuzu/ 06. 03. 2021.
194
Presentation ID/Sunum No= 73
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Almanya Ulm “Museum Brot und Kunst” Ekmek ve Sanat Müzesi Örneğinde,
Tahıllarla El Yapımı Sanatsal Kâğıtlar
1
Öğr.Gör. Tülı̇n Adanır1
Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatları
Bölümü Tezhip Sanatı Anasanat Dalı
Özet
Almanya’nın güneyinde yer alan Ulm şehrinde bulunan “Ekmek ve Sanat Müzesi” dünya tarihinde ekmeğin
antik çağdan modern zamana değin, tarihine tahılların yetiştirilmesinden, toplanmasına, açlığın önemine, ekmeğin
toplum yaşamındaki yerine ve önemine ortaçağ ressamlarından çağımız sanatçılarının ekmek temalı maden, kâğıt,
kil, toprak, tuval, seramik gibi çeşitli malzemelerden oluşan eserlerinin yer aldığı bir müzedir. Sanat ve kültüre olan
etkisiyle çeşitli etkinliklerle önemli bir yere sahip müzelerden biri olarak dünyanın birçok ülkesinden gelen
ziyaretçilere hizmet vermektedir.
İnsanlık tarihinin bir döneminde neredeyse tek gıda maddesi olan ekmeğin azlığı, kıtlığı acı ve ölümlere,
savaşlara neden olması, önemini arttırmış ve temel gıda maddesi durumunda olan ekmek tarihi gelişimi içinde
dünyanın dört bir yanında pek sanatçıya ozanlara ilham kaynağı olarak sanatın pek çok alanında çok değerli
eserlerin oluşumuna sebep olmuştur. 2015 yılında Ulm Ekmek ve Sanat Müzesi ziyaretimde konusu ekmek ve ekmeğin
malzemeleri olan tahıl ve bitki lifleriyle her alanda çalışılabileceği düşüncesi ile el yapımı kâğıt üretimleri çeşitli
reçetelerle denemeler gerçekleştirilmiş ve doğal malzemelerle sanatsal kâğıtlar elde edilmiştir.
Bildiride müze örnekleriyle birlikte el yapımı kâğıt üretimleri görsellerle desteklenecektir.
Anahtar sözcükler: Müze, Kâğıt, Tahıllar, Kalıp,Lif
Abstract
The Museum located in the city Ulm in the South of Germany shows the importance of bread in World history.
The collection in the Museum of bread and art is presented in two parts.On the one side, there is the art collection,
which, with new pieces and treasures that have scarcely been exhibited so far, has acquired central importance in
the museum.
The works of art range from the 15th to the 21st Century, from Rembrandt to Chagall, Pechstein and Picasso
through to Lüpertz and Jankowski. Through the ages, many works focus upon the relationship between man and
nature, on religious and ethical issues relating to food and distribution, and on humans as part of a society. On the
other side, you will discover 19 themed installations that tell a story about the social, cultural and technological
history on everything to do with agriculture, nutrition and bread. Closely linked to this is the question of food for
everyone, which continues to be one of the key challenges of our present and future. As a result of my visit to the
museum in 2015 artistic papers were studied with the idea that paper can be made with grains and fibers in
handmade papermaking. Abstract visuals that will be supported
Keywords : Museum, Paper, Cereals, Mold ,Fiber
Giriş
Almanya Ulm şehrinde bulunan “ Museum der Brot Kultur Ekmek ve Sanat Müzesi” dünya tarihinde
ekmeğin antik çağdan modern zamana değin ekmeğin tarihinden tahılların yetiştirilmesinden,
toplanmasına, açlığın önemine, ekmeğin toplum yaşamındaki yerine ve önemine ortaçağ ressamlarından
çağımız sanatçılarının ekmek temalı maden, kâğıt, kil, toprak, tuval, seramik gibi çeşitli malzemelerden
oluşan eserlerinin yer aldığı bir müzedir.
Bir proje araştırması kapsamında 17-Ekim 2015 tarihinde Almanya Ulm şehrinde bulunduğum süre
içinde ziyaret ettiğim müzede yapılan inceleme ve araştırmalar sonucunda gerek teknik gerekse malzeme
olarak çok farklı objelerin, maketlerin sanat eserlerinde bir biçimde anlatım aracı olarak anlam bulan ve
ifade edilen ekmek kavramı, el yapımı kağıt malzeme,sanatsal kağıt üretimleri olarak sunulmadığı
müzede yer almadığı görülmüştür. Bu görüş ve amaçla ekmeğin serüvenine çeşitli ürünlerin ve sanat
eserlerin yanı sıra bir de tahıllarla sanatsal doğal kağıt üretimleri üzerine çalışılabileceği ve tahıllardan
195
kağıt hamur maddesi elde edilebileceği değerlendirilebileceği düşüncesi ile
sergilenen eserler
fotoğraflarla belgelenerek atölye çalışmalarına başlanılmış konuyla ilgili çeşitli özgün sanatsal doğal
kağıtlar üretilmiştir. Kuramsal ve görsel belgelerle nitel araştırma yöntemleri kullanılmıştır.
Uygulanan yöntem ve denemelerle ortaya konulan üretimlerde çeşitlilik, yeni fikirlere özgün
uygulamalara temel oluşturulması açısından değerlendirilebileceği sonucuyla çalışmalar yapılmıştır. Bu
süreç içinde, daha sonra müze yetkileriyle görüşülmüş ve ekmeğin öneminin tahıllardan üretilmiş doğal
kâğıtlar temalı bir sergi düzenlenebileceği bir öneri olarak sunulmuş ve müze etkinlik programı
çerçevesinde yoğunluk durumuna göre uygulanabilirliğine olumlu yanıt alınmıştır.
1. Bölüm Almanya Ulm , Ekmek Müzesi Tanitimi, Sergilenen Eserlerden Örnekler
1.1.Almanya Ulm
Almanya’nın güneyinde yer alan Ulm şehri Baden Württemberg eyaletinde Tübingen iline bağlı
Alb-Donau ilçesi merkezi olan bir kenttir. Tuna Nehri kıyısındaki Ulm Stuttgart’a 90 km uzaklıktadır.
Tarihsel ve geleneksel olarak Ulm bir bağımsızlık imparatorluk şehri bağımsız (Reichsstadt)'dir.
Uluslararası ünü Gotik mimari stilinde yapılmış dünyada en yüksek merkezi kulesi olan "Ulmer Munster"
bulunması ile Albert Einstein'ın doğum yeri olmasıdır. Ulm II. Dünya Savaşı sırasında düzenlenen hava
akınlarında büyük hasar görmüştür. Savaştan sonra şehirdeki tarihi binalar restore edilmiştir.1967 yılında
kurulan Ulm
Üniversitesi
şehrin
gelişmesine
önemli
bir
katkı
sağlamıştır.
https://tr.wikipedia.org/wiki/Ulm
Şekil 1.Almanya Ulm Harita
Şekil 2. Şehir Görünüş
Fotoğraf Tülin ADANIR
https://www.turkiye-rehberi.net/harita/almanya/ulm-haritasi.asp
1.2 Ekmek Tanımı ve Tarihi
Buğday ununa su, tuz, maya gerektiğinde şeker, enzimler, enzim kaynağı olarak malt unu, vitalgluten
ve izin verilen katkı maddeleri ilave edilerek elde edilen karışımın tekniğine uygun olarak yoğrulması,
şekillendirilmesi, fermantasyona (mayalanma) bırakılması ve pişirilmesi ile yapılan ürüne ekmek denir.
Ekmeğin tarihi, insanlık tarihi kadar eskidir ve 8 bin yıl öncesinden ilk insanlar kendi halinde
bırakılmış buğday kırmasında gözenekler meydana geldiğini fark ederek su ile ıslatılmış hububatı taşlar
arasında kırıp ufalamış sonra da bunlara su katıp elde ettiği hamuru sıcak yassı kayalar üzerine yayarak
ilk ekmek pişirimlerini elde etmişlerdir. İlkel insan topladığı hububatı ufalardı, aksi takdirde ne
çiğneyebilir ne de yumuşatmaksızın sindirebilirdi. Ekmekçiliği ve fırıncılığı ilk geliştiren insanların, bir
dizi deneme yanılma sürecinden geçtiği kesindir.
https://mauri.com.tr/ekmegin-tarihcesi/
196
. Bu kitleyi sıcak taslar üzerinde pişirdikleri zaman bunda tat ve lezzet olduğunu anlamışlardır. Daha
sonra av için yaptıkları uzun seyahatlerde, bu ilkel mayalı ekmeği de beraberinde götürmüşlerdir.
Şekil 3. Ekmek pişirimi minyatür maket
Tüm dünya ülkelerinde ve ülkemizde, tahıl ürünleri ve özellikle de ekmek beslenmede ön sıradaki
yerini korumaktadır. Tüketimi, ekonomik ve sosyal koşullara bağlı olarak değişim gösterse de ekmeğin,
gelecekte de önemini sürdüreceği kuşkusuzdur. MÖ 4300 yıllarında değirmencilik ve fırıncılığın var
olduğu, yapılan kazılardan anlaşılmıştır. MÖ 4000’lerde ise Babillilerin fırınlarda ekmek pişirdiğini ileri
süren araştırmalar mevcuttur.
Mayalı ekmek, MÖ 1800 yıllarında Eski Mısırlılar tarafından tesadüfen keşfedilmiştir. Mısırlıların
ekmeğin zenginleştirilmesinden haberdar oldukları, ekmeğe bal, hurma gibi maddeler kattıkları
belirlenmiştir. (MEB,2018:2). Bundan sonra mayalanmış beyaz ekmek, Antik Mısır’da soyluların ve
sarayın simgesi haline gelmiş, zenginlerin ve soyluların rağbet ettiği bu mayalı ekmekler Antik Mısır’da
para yerine kullanılır olmuştur(Gürbüz,2019:350).
Ekmek yapım sanatı Eski Mısır'dan Akdeniz ülkelerine yayılmıştır. Eski Yunanlılar ekmek yapımını
MÖ 8.yüzyılda Mısırlılardan öğrenmiştir. Daha sonra Romalılar zamanında ekmekçilik oldukça gelişmiş
ve büyük ticari fırınlar yapılmıştır (MEB,2018:3).
1.3 Ekmek Müzesi Tanıtımı
Ekmek tarihinin anlatıldığı müze un ve unlu mamüller üreticisi Willy Eiselen ve oğlu Hermann
Eiselen gayretleriyle bir dernek olarak 1955 yılında kurulmuştur. Müze ilk kalıcı sergisini 1960 yılında
ziyaretçilerin beğenisine sunmuştur. Tuz deposu olarak kullanılan bir yerde açılan tek ekmek müzesi
bugün dünya genelinde yirminin üzerinde emsaline yol açmıştır. Müze üç katlı olup 1150 metrekarelik
alan içinde yaklaşık 18.bin parçayı bünyesinde barındırır, bunlardan 700 tanesi tahıl ve ekmek ve İnsan
ve ekmek olarak ,iki sürekli sergi ile ziyaretçilere sunulmaktadır. Son katta ise zaman zaman çocuklar
için ekmek yapım workshopları düzenlenmektedir. Müzede tahılların yetiştirilmesi, bunları gösteren resim
heykel yazma eser fotoğraf tarihi objeler un öğütülmesi hamur yapımına dair filmler ve taş devrinden
günümüze kadar ekmek fırınlarının gelişimini gösteren sunumlar seksiyonlarda yer almaktadır.
197
Şekil 4. Ekmek Müzesi Dış Görünüş
Fotoğraf Tülin ADANIR
Ekmek Müzesi'nin koleksiyonunda ekmek yapımı için kullanılan çeşitli tahıllar öğütülmemiş
hallerinden un hallerine kadar detaylı bir şekilde ahşap kutular içinde sergilenmektedir. İnsanlık tarihinde
ekmeğin önemi hakkında, araçlar çiftçiler, değirmenciler ve fırıncılar iyileştirilmesi tahıl yetiştirme
sergiler topladı. Müzenin iki katlı iki daimi sergi vardır: ve "tahıllar ve ekmek" "İnsan ve ekmek."
http://yenihayat.de/2013/01/07/ulmda-ekmek-muzesi/
Şekil 5.Tahıllar Arpa
Şekil 6. Eski çağlarda ekmek yapımı maket
Zemin katta yer alan sergilerde taş devrinden günümüze kadar olan uzun süreçte dönem anlatımlarını
içeren dekorasyonlarla çeşitli seksiyonlarda ekmek üretiminin 6000 yıllık tarihi daha izlenebilmektedir.
Değirmenler ve fırınlar iş gücü kişi başına düşen ekmek miktarını gösteren tablolar, ve görsellerle ekmeğin
önemi ve gelişimine dikkat çekilmektedir.
198
MÖ 4000 yıllarında Babillilerin değirmencilik ve fırıncılık sanatını icra ettikleri ve fırınlarda ekmek
pişirmeyi bildikleri anlaşılmaktadır.
Şekil 7. Fırında ekmek yapım hazırlığı
Ekinlerin ürünlerin yetmezliği, savaş ve devlet işgal politikası nedeniyle kıtlık dönemlerine yönelik
sosyal içerikli afişler ve sunumlar yer almaktadır.
Alman ekmek müzesi aynı zamanda zengin bir ihtisas kütüphanesine sahiptir, ekmek ,ekmek üretimi
ve tahıllara dair adanmış dünyanın bütün dillerinde, 4000'den fazla kitap bulundurmaktadır.
https://tourismus.ulm.de/en/discover/ulm-and-neu-ulm/arts-and-culture/museums-and-co/museum-brotkunst-ulm
1.3.Sergilen Eserlerden Örnekler
Müzede dünyaca ünlü tanınmış ressamların müze duvarlarını süsleyen orijinal tablolarından, afiş,
karikatür, seramik , gümüş, altın,bronz gibi madenler ve kağıt gibi çok çeşitli malzemelerden oluşan
ekmek temalı zengin bir koleksiyon yer almaktadır.
Şekil 8. Man Ray (1890-1976)Blue Bread sentetik reçine renkli boyalı 1960
https://gruppen.ulm.de/en/discover/offers-for-groups/museums- groups/museum-brot-kunst-ulm
http://yenihayat.de/2013/01/07/ulmda-ekmek-muzesi/
199
Şekil 9.Salvador Dali (1904-1989) Büst Retrospektif bronz, ahşap oyma kâğıt cam ve döküm
Şekil 10. Marc Chagall Şekil 11. Dieter Krieg(1887-1985 1937-2005)Aquarell
Ekmek temalı sulu boya
Çalışması1911
Fotoğraf Tülin Adanır Ekim 2015
Şekil 12. Brot und Fisch Ekmek ve Balık
Ottmar Hörl 1999
1992
200
Şekil 13.HarmenMeurs(1891-1964)Şekil 14.Arthur Segal Honger!Açlık 1935 tuval Herkes için ekmek
tuval üzerine yağlı boya
1931 tuval üzerine yağlı boya
Şekil 15.Müze seksiyon
görünüş Şekil)
Şekil16. Luis Fracchia ( * 1959)
Herz der Geschicte 2000
Şekil 17. Müze seksiyon yağlı boya tablolar ve teşhirde ekmekler
ksi
201
Şekil 18. Tahıl Fiyat Tablosu1770-1771
II. BÖLÜM TAHILLARLA ELYAPIMI SANATSAL KÂĞITLAR
Kâğıt Tanıtımı, Tarihçesi ve Kâğıt Yapımı
2.1.Kağıt Tanımı Türkçe kağıt kelimesi farsça kökenli olmasına karşın etmolojik olarak İngilizce «
Paper» kelimesi,latince «Papyrus» den türetilmiştir (Ünalan,2018:5).
2.2.Kâğıdın Tarihçesi
Kâğıda ismini veren papirüs kelimesi Mısır’da yetişen bir kamış türünden gelmektedir. Kelime
kökeni ise farsça aynı anlama gelen “kagad” sözcüğünden alıntıdır. Kâğıt insan hayatında önemli bir yere
sahip en önemli ihtiyaç malzemelerinden biri olan kâğıdın keşfinden önce yazı resim ve işaret dilinde taş,
ağaç parçası,kemik,tuğla tablet,metal,ipek,ahşap (kodeks) papirüs,deri,parşömen ve sonra kağıt
kullanılmıştır (Ünalan,2018:6). Kağıdın tarihi ile ilgili birçok eserde kağıdın M.S.105 yılında Çin
Sarayı’nda görevli Tsai Lung tarafından icat edildiği yazılmış olsa da Bloom (2003:56),kağıdın icadının
bu tarihten iki yada üç yüzyıl önce bulunduğunu ifade etmektedir.Bunun nedeni olarakda Batı Han
dönemine ait olduğu sanılan iç Moğolistan’da Ecin Banner’da bulunan kaba kenevir kağıdını
göstermektedir. Ancak bu kâğıt yazı yazmak amaçlı değil de bir şeyleri sarmak amacıyla yapılmasından
dolayı yüzeğinin yazı yazılamayacak kadar pürtüklü olduğuda belirtilmektedir. Bir başka örneğinde ise
M.Ö.93 yılında geçen bir Çin öyküsünde kağıdın ilk kez mendil olarak kullanıldığına işaret etmektedir.(
Bloom;2003:57) Tsai Lung dut ağacı kabuğu,kenevir,paçavra ve eski balık ağlarını döverek hazırladığı
sulu çözeltiyi eleğe dökmüş suyun akıp gitmesiyle kalan lifli ince tabakayı kurutarak kağıdı elde
etmiştir.Bunlara 11.y.y. da bambu,14.y.y.da pirinç sapı ham madde olarak eklenmiştir. Kâğıt yapımı 600
yılında Kore’ye,610 yılında Japonya’ya geçmiş, 751 yılında ise Semerkand’daki ilk kâğıt değirmeni ile
batıya doğru yol almaya başlamıştır. Ayrıca pirinç kâğıt (öz kâğıt) kullanılmış, pirinç kâğıt (rice paper ),
Öz (pith paper); bu kâğıtlar Çin de bulunan kung-shu (Tetrapanax papyrifera) bitkisinin dikkatlice pith
(öz) kısımlarının kesilmesiyle elde edilmektedir (Hubbe, Bowden 2009:1742).
2.3 Kâğıt Yapımı
Çok çeşitli malzemelerin kâğıda dönüşümünde , “Western Kâğıt Yapma Tekniği”(Hiebert;2006:16)
kullanılmış; farklı bir yöntem olarak tahıllarla birlikte lif bakımından zengin bitki dalları yaprakları da
dahil edilerek kağıtlar oluşturulmuştur. Bu kâğıtların yapımında taze bahçe bitkileri, çeşitli nebatların
doğal renk veren suları ile birlikte üzerlerine tasarım yapmak üzere toprak boyalar su bazlı serigrafi
boyaları kullanılmıştır. Kâğıtlara aher ve metil selüloz sağlamlaştırma ve parlaklık verme amaçlı sürülmüş
ve akik mühre ile mührelenmiş, kitap sanatlarındaki eskiden kullanılan kâğıt boyama usülleri kapsamında
renklendirmeler yapılmış çeşitli etki ve efektler elde edilmiştir.
202
Şekil 19. Kalıplar
Şekil 20. Tahıl karışımları
Şekil 21. Kâğıt hamuruna nişasta aheri sürülmesi
2.4 Tahıllarla El Yapımı Sanatsal Kâğıtlar
Kalıpla uygulamalarda öncelikle “Western Kağıt Yapım Tekniği” kalıbı olarak bir ahşap çerçeveli
telli kalıp diğeri ise telsiz boş kalıp olmak üzere kullanılmaktadır.(Maktal, Adanır,2015:40). Western kâğıt
yapım tekniği ile çeşitli bitki lifleri ve atık kağıtların suyla yumuşatılarak çırpıcı ile parçalanmasıyla elde
edilen kağıt hamurlarına, müze örneğinden yola çıkılarak tahıllarla (pirinç,çavdar,arpa,buğday,mısır) gibi
el yapımı kağıt üretimlerinde sanatsal özgün tasaımlarla çeşitli uygulamalar yapılmıştır. Söz konusu kalıp
telli (enine ve boyuna) üzerinde şekil olmayan bir kalıp ise kağıt hamuru (pulp ) tekneden alınıp süzme
işleminden sonra hamur üzerinde sadece kalıbın rölyef çizgileri oluşur (Adanır, 2020: 1145).
Şekil 22. Kalıptan kâğıt hamurunun aktarılması
203
Tahılların nişasta özelliklerinin zamanla kağıtta biyolojik tahribata neden olmamasını sağlamak
amacıyla kağıt hamuruna ve pişirilerek elde edilen mordan özelliklerine sahip nebatların içerisine şap
(alum) ilave edilerek böcek kitap kurtları güve vb.canlıların biyolojik zararlarına karşı korunması
sağlanmıştır.
Kâğıt hamuru ve selülozik yapı elde etmek için nişasta ihtiva eden tahılların bağlayıcı özelliklerinden
dolayı kalıpla hamurun tekneden alınıp aktarılması kurutulması aher ve mühreleme gibi bir dizi işlemden
sonra dayanıklı kâğıtlar elde edildiği gözlemlenmişti
Şekil 23. Mısır lifli kağıt
Şekil 24.Mısır lifli kağıt dünya örnekleri (Hiebert;2006: 16)
Şekil 25.Tasarımların çerçeveli görselleri, tahıl karışımlı bitki lifli kâğıtlar Tülin ADANIR
Sonuç olarak; kütüphane, arşiv, koleksiyon ve müzelerde vb. yerlerdeki çok çeşitli örneklerin
öneminin farkındalığıyla, yeni denemelerle, yeni yaratılar sunmak , bu konuda çalışmak isteyen
araştırmacılara, eğitimcilere, öğrencilere ve sanatçılara hem esin kaynağı hem de her zaman baş
vuracakları çok çeşitli doğal kaynaklarla özgün yaratılar ortaya koymalarını sağlayabilecektir.Üretimlerde
tarihsel gelişimi içinde dönemlerin ve sosyal olguların öneminin toplumsal yaşama yansıması ve bir
gösterge olarak sanat eserlerinde varoluşu, sanatın çeşitli dallarında çalışmalara esin kaynağı olabilecektir.
Kaynakça
1. ADANIR, Tülin, MAKTAL,Aynur;(2015) “ Bir Doğal Dönüşüm ve Altınlı Kağıtlar” D.E.Ü. Güzel
Sanatlar Fakültesi,Uluslar arası Sanat ve Tasarım Kongresi, 20-25 Ekim 2014 International Arts and
Design Congress 20-25 Oct/2014 Dönüşümün Sürekliliği ve Sürdürülebilirlik sayfa 42-47 , Güzel
Sanatlar Fakültesi Yay. 305.S.
2. ATİK GÜRBÜZ, İncinur (2019). Osmanlı Dönemi Metinlerinde Ekmek ve Ekmekle İlgili Anlam
Çerçeveleri, Akademik Dil ve Edebiyat Dergisi, 3 (4), 348-376 DOI: 10.34083/akaded.650245
3. BLOOM,M.J.(2003).Kağıda İşlenen Uygarlık Kağıdın Tarihi
ve İslam Dünyasına Etkisi, (Z.Kılıç ,Çev.)İst.Kitap Yay.(2001).
4. DÖLEN,Emre; “ Dünyada ve Türkiye’de Kağıdın ve Kağıtçılığın Tarihsel Gelişimi” Medeniyet
Hamuru; KÂĞIT VE BİR ESKİ DÖNEM KAĞITHANEMİZ KAĞITHANE-İ YALAKABAD1447.s. İBRAHİM MÜTEFERRİKA KÂĞIT MÜZESİ Mayıs.2013 Yay.Yalova Belediyesi 191.S.
204
ISBN: 978-605-62350-2-3
5. FADANİ,Andrea ;(2007) Museum Der Brotkultur , Gegründet 1955, Ulm Paperback Publisher
: Ulm : Vater-und-Sohn-Eiselen-Stiftung 144 Seite
6. İBRAHİM MÜTEFERRİKA KAĞIT MÜZESİ;Medeniyet Hamuru;Kağıt ve Bir Eski Dönem
Kağıthanemiz KAĞITHANE-I YALAKABAD, (2013). Yalova Belediyesi, Yalova ,2013, 191.S.
7. HELLER,Jules (1997) Paper-Making,New York,216 Pages
8. HIEBERT,Helen.(2006) Papermaking with Garden Plants & Common Weeds Printed in China
by R.R.Donnelley 108 pages
9. HUBBE,Martin A., BOWDEN Cindy ; “Hanmade Paper:A Review Of It’s History,Craft and
Science” Hubbe and Bowden (2009)” Handmade paper, review,BioResources 4(4) 1736-1792
pages
10. TC MEB Milli Eğitim Bakanlığı Ekmek Çeşitleri(2018) Ankara 104S.
11. NESTLER,Martin (2016 ) Ulm erzählt Historische Streifzüge Sutton Verlag GmbH 116 Seite
12. ÜNALAN,H Turgay (2018) El Yapımı Kağıdın Serüveni 86.S.
13. İnternet kaynakları
14. https://museumbrotundkunst.de/ (11-03-2021)
15. https://tourismus.ulm.de/en/discover/ulm-and-neu-ulm/arts-and-culture/museums-and-co/museumbrot-kunst-ulm
16. http://yenihayat.de/2013/01/07/ulmda-ekmek-muzesi/
17. https://tr.wikipedia.org/wiki/Ulm (22-02-2021)
18. https://gruppen.ulm.de/en/discover/offers-for-groups/museums-groups/museum-brot-kunst-ulm
19. https://www.turkiye-rehberi.net/harita/almanya/ulm-haritasi.asp 14-04-2021
205
Presentation ID/Sunum No= 69
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Konaklama Yapılarında Yeşı̇l Yıldız Belgesı̇ Üzerı̇ne Bı̇r Örnek İ̇ncelemesı̇
1
Ümmügülsüm Aydın1
Selçuk Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi,
İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı
Özet
Kaynak kullanımını azaltmak ve gelecek kuşaklara daha yaşanabilir bir dünya bırakmak adına, yapılar için çevreye
uyumlu sürdürülebilir uygulamalar bulunur. İşletme yapıları, çevreye verdikleri zararı en aza indirmek için bu
uygulamaları hayata geçirmeleri gerekir. Çevreye duyarlı konaklama yapıları projesi olarak bilinen, Yeşil Yıldız
Uygulaması, T.C. Kültür Bakanlığı tarafından sürdürülebilir mimarlık bağlamında konaklama yapıları üzerine
oluşturulmuş bir sertifika sistemidir. Sertifikanın amacı, çevreye duyarlı yapılaşmanın teşvik edilmesidir. Bu
çalışmanın amacında ise, Yeşil Yıldız Belgesi kapsamında uygulanması gerçekleşen sürdürülebilir kriterlerin, örnek
bir konaklama yapısı üzerinden doğaya olan sürdürülebilir kazanımlarını belirlemektir. Çalışmada nitel araştırma
desenlerinden örnek olay deseni kullanılmıştır. Çalışmada seçilmiş olan örneklem, çevreye duyarlı sürdürülebilir
faaliyetler göstermekte olan ve Yeşil Yıldız Belgesine sahip olan Konya Dedeman Otel yapısıdır. Görüşme ve yerinde
fotoğraflama tekniği kullanılarak, çalışma konusu otel yapısının yeşil yıldız belgesi alma süreci aşamasında
uygulanan sürdürülebilir kriterlerin gerekliliği düşüncesi desteklenmiştir. Uygulanan kriterler sayesinde elde edilen
kazanımlar konusunda veri toplanması sağlanmıştır. Elde edilen tüm yazılı, görsel ve sözlü veriler yorumlanarak;
çevreye duyarlı sertifika sistemlerinin öneminden ve ülkemizde uygulanmakta olan konaklama yapılarında
sürdürülebilir kriterlerin gerekliliği konusuna yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Çevreye Duyarlı Konaklama Yapıları, Konya Dedeman Otel, Yeşil Yıldız Belgesi
Abstract
In order to reduce the use of resources and leave a more livable world to future generations, there are
environmentally friendly sustainable practices for buildings. Business structures must implement these practices in
order to minimize the damage they cause to the environment. The Green Star Application, known as the
environmentally friendly accommodation projects project, T.C. It is a certification system established by the Ministry
of Culture on accommodation buildings in the context of sustainable architecture. The purpose of the certificate is to
encourage environmentally friendly construction. The purpose of this study is to determine the sustainable gains of
the sustainable criteria implemented within the scope of the Green Star Certificate to nature through an exemplary
accommodation structure. Case study pattern, one of the qualitative research designs, was used in the study. The
sample chosen in the study is the Konya Dedeman Hotel structure, which carries out environmentally-friendly
sustainable activities and has a Green Star Certificate. Using the interview and on-site photography technique, the
idea of the necessity of sustainable criteria applied during the process of obtaining the green star certification of the
hotel building subject to study was supported. It was ensured that data were collected on the gains achieved thanks to
the criteria applied. All written, visual and verbal data obtained are interpreted; The importance of environmentally
friendly certification systems and the necessity of sustainable criteria in accommodation buildings applied in our
country are mentioned.
Keywords: Environment Friendly Accommodation Buildings, Konya Dedeman Hotel, Green Star Certificate
Giriş
Bilinçli tüketiciler; doğal kaynaklarda oluşan azalmanın farkına vardığı anda, gelecek nesillere daha
yaşanabilir bir dünya bırakma çabasına girmişlerdir. Konaklama yapıları; doğal, tarihi ve kültürel
kaynakların korunması için çevreye verdikleri zararı minimize etmesi ve bazı çevresel kriterleri uygulaması
gerekir. Konaklama yapılarının çevreye duyarlı uygulamaları bakanlık kapsamında belgelendirilmektedir.
Bu bağlamda T.C. Turizm ve Kültür Bakanlığının Çevreye Duyarlı Konaklama Yapısı Belgesi (Yeşil Yıldız
Belgesi) alacak yapılar çevrenin korunmasına katkı sağlamaktadır. Tüketici grupların çevre bilincinin
artması sonucu, çevreye zarar vermeyen yapısal malzemelere eğilim artmıştır. Çevre konusuna daha fazla
özen göstermelerini sağlayan bu eğilimler ile ‘sürdürülebilir mimarlık’ veya ‘çevreye duyarlı konaklama
yapıları’’ olarak tanımlanan yeni kavramları ortaya çıkmıştır.
206
Çalışma, ülkemizde konaklama yapılarında uygulanmakta olan Çevreye Duyarlı Konaklama Tesisi
(Yeşil Yıldız) Belgesinin öneminden, ülkemizdeki sertifikasyon sistemlerinin gerekliliğinden ve uygulanan
sürdürülebilir kriterlerin doğaya olan kazanımları belirlemek amacıyla yürütülmüştür. Son yıllarda üzerinde
durulmasını gereken konulardan biri olan yeşil bina uygulamalarına dikkat çekmek ve sürdürülebilirlik
mimarlık kavramı üzerinden ülkemizde konaklama üzerinde yaygın olarak kullanılan Yeşil Yıldız
Sertifikasyon Belgesinin literatürdeki yerini incelemek, konu hakkında farkındalık yaratılmak
istenilmektedir.
Bu çalışmada ‘ülkemizde sürdürülebilir mimarlık konusunda uygulanmakta olan sertifikasyon
sistemlerinin önemi nedir?’ ve ‘Yeşil Yıldız Belgesi alma sürecince gerçekleşen uygulamalar ve belgenin
doğaya kazanımları nelerdir? soruların cevap aranmak istenmiştir.
Sürdürülebilir Mimarlık Kapsamında Çevreye Duyarlı Konaklama Yapıları
Sürdürülebilir mimarlık konusu, insanların çevresel kaynakların tüketim sonucu doğanın kendi kendini
yenileyememesi ve aşırı tüketim sonucu ortaya çıkan zararları azaltabilmek için ortaya çıkmıştır. Bu
bağlamda ülkemizde konaklama yapıları alanında yeni atılımlar yaşanmaktadır ve çevreye duyarlı
özellikleri içinde barındıran konaklama binaları inşa edilmektedir.
Konaklama yapılarında çevreye duyarlı olmak; uygulamalarıyla çevreye verilen zararı en aza indirmeyi
veya tamamen ortadan kaldırmayı amaç edinmiş, bu çerçeve içinde binanın tasarımını, binada kullanılan
yapısal malzemeleri ve iç mekan donatılarını çevreye uyumlu olacak şekilde değiştiren, değişen ekolojik
çevrenin korunması felsefesini işletmenin yönetimine benimsetmek için çabalayan konaklama yapılarının
benimsediği bir anlayıştır. Konaklama yapılarını sürdürülebilir mimarlık kapsamında uygulanan başlıca
konuları şunlardır:
Arsa Seçimi ve Kullanımı: Binanın güneşe göre konumu, enerji tüketimini doğrudan etkilemektedir.
Toplu taşıma araçlarına yakın bulunan bina, bireysel araç ihtiyacını azaltacağı için karbon salınımını
azaltacaktır. Yapılan peyzaj tasarımları tasarım aşamasında kullanılan bitkiler iklim özellerine uyumlu
olması doğaya olumlu geri dönüşler sağlayacaktır.
Malzeme Kullanımı: Hammaddenin çıkartılması, ulaştırılması, üretilmesi, geri dönüştürülmesi ve
yaşam döngüsünü boyunca çevreye verdiği zararın değerlendirmesi yapılmalıdır. Mümkünse yerel malzeme
seçimi sağlanmalıdır. Plastik, metal, cam, kâğıt, porselen, tehlikeli maddeler gibi katı ve diğer organik
atıkların ayıklanması, atık suyun arıtılarak işletmenin başka alanlarında tekrar kullanılabilmesi için
depolanması gerekir. Kapsamlı bir atık yönetimi planlanmalıdır.
Su: Geri dönüştürülüp kullanılma, sensörlü armatürler gibi az su tüketen vitrifiye elemanları
kullanılmalıdır. Duş ve lavabolardan gelen gri su arıtılarak klozet için kullandırılmalı, yağmur suları
sulamada kullanılmalıdır. Su tüketimi akıllı sayaçlar yardımıyla takip edilmeli, kaçak varsa tespiti
yapılmalıdır. Ayrıca su tüketimini azaltıcı bilgilendirme amaçlı yazıların konulması, oda temizlik
görevlilerine suyun verimli kullanımı konusunda eğitim verilmesi gerekir.
Enerji: Fosil yakıtlara bağımlılığın azalması sağlanmalıdır. Isıtma-soğutma-havalandırma elamanları,
iklime uygun tasarlanmalıdır. Mevcut iklimden kazanç sağlanmalıdır. Dış duvar, çatı, pencere gibi binanın
kabuk tasarımı doğru yapılmalıdır. Sensor teknolojisi gibi yöntemlerle gereksizce yanan aydınlatma
elemanları söndürülmelidir. Gün ışığıyla entegre aydınlatmalar tercih edilmelidir. Yenilenebilir enerji
kaynaklarının kullanımına öncelik verilmeli, güneş kolektörleri, ısı pompası gibi sistemlerin kullanımı
sağlanmalıdır.
İç Hava Kalitesi: Yeterli miktarda temiz hava sağlanmalıdır. İç mekanda insanların sağlığına zararlı
olan uçucu organik bileşik miktarı düşük boyalar tercih edilmelidir. Gün ışığı ve dışarıya görüş
sağlanmalıdır. Ortam sıcaklığının, havalandırılmasının ve aydınlatmanın kullanıcılar tarafından kontrolü
sağlanmalı, kullanıcının konfor kalitesini artırmalıdır.
Bakım ve İşletme: Su ve enerji tüketiminin izlenip olumsuz durumların önüne geçilmesi, satın alınan
yeni malzemelerin uygunluğu, düzenli bakımlarının yapılması, atık yönetimi ve geri dönüşümü, kullanıcının
bilgilenmesi ve yapılacak olan revizyonların yeşil bina kriterlerine uygunluğu gibi stratejiler
uygulanabilmelidir. Uygunluğu denetlenip süreklilik sağlaması gerekir.
207
Konaklama Yapılarında Sertifikalandırma
Konaklama binaları ısıtma, soğutma, aydınlatma, su gibi kullanımlarla çevreyi etkilemektedir. Bu
etkilerin farkedilmesi ile çevre uygulamaları önem kazanmaya başlamıştır. Bu bağlamda ortaya çıkan
sertifika sistemleri, bina yapılarının çevresel etkilerinin ve binanın yaşam döngüsünün paralel olarak ele
alındığı bir sistemdir. Ülkemizde uygulanan sertifikaların ortak amacı, yapıların inşaat sektörü için
sürdürülebilir bir dönüşüm geçirmesi, iç hava kalitesiyle belirlenmiş olan ölçütlerin bina kullanıcının konfor
ve sağlığının artırılmasını sağlamaktır.
Ülkemizde konaklama yapıları için geliştirilmiş birçok sertifika bulunmaktadır. Bunlardan biri olan
Yeşil Yıldız Belgesi, çalışmanın örneklem konusu olan otel binasının sahip olduğu bir belgedir. Bu
bağlamda incelemeye Yeşil Yıldız Belgesi üzerinden devam edilecektir.
Yeşil Yıldız Belgesi
Kaynak kullanımının artması, dünyada çevreci bilincin gelişmesine yol açmıştır. Avusturalya, ilk defa
‘’Çevresel Uygulama Standardı’ konusunda çalışmalarını tamamlayıp bu alandaki öncü isim halini almıştır.
Ülkemizde de Kültür ve Turizm Bakanlığının önderliğinde uluslararası kriterler göz önüne alınarak ‘Yeşil
Yıldız Belgesi’ olarak bilinen Çevreye Duyarlı Konaklama Tesisi Projesi hazırlanarak uygulanmaya
başlamıştır (Giritlioğlu, Güzel, 2015).
Çevreye duyarlı konaklama işletmeleri için uygulanmakta olan sınıflandırma formu, güncelleştirilmiş
ve geliştirilmiş olup “Turizm İşletmesi Belgeli Konaklama Tesislerine Çevreye Duyarlı Konaklama Tesisi
Belgesi Verilmesine Dair 2008/3 no’lu Tebliğ” ekinde, 22.09.2008 tarih ve 27005 sayılı Resmi Gazete de
yayımlanarak yürürlüğe girmiştir (Celiloğlu, 2014).
Çevreye Duyarlı Konaklama Tesisi (Yeşil Yıldız) Sertifikasyonu, su tasarrufu, enerji verimliliğinin
arttırılması, çevreye zararlı maddelerin tüketiminin azaltılması, yenilenebilir enerji kaynaklarına öncelik
verilmesi, konaklama yapısının çevreye uyumu; çevreyi güzelleştirici düzenleme, ekolojik mimari, çevreye
duyarlılık konusunda bilinçlendirme, eğitim sağlanması, ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılması gibi
uygulamaların yaygınlaştırılması için oluşturulmuştur. Belge alımı için 122 kriterden oluşan sertifikasyon;
genel yönetim, enerji, su, yatak odalarındaki düzenlemeler, tesisin çevre uyumu, ekolojik mimari,
kimyasallar, atıklar gibi konulardan puanlaması yapılır. Konaklama yapısının sınıfı ve bulunduğu konumu
alacağı puanı etkilemektedir. Konaklama yapıları gerekli asgari puanın elde edilmesi halinde belgeyi almaya
hak kazanır. Mevcutta bulunan tabelalarına çevreye duyarlı tesis yazarak yıldızları yeşil olacak şekilde
düzenlemesi yapılır.
Tablo 1: Yeşil Yıldız Belgesi Alabilmek İçin Tesislerin Alması Gereken Asgari Puanlar
ASGARİ PUANLAMA
KONAKLAMA
YAPISI
SINIFLANDIRMASI
5
Köyü
Yıldızlı
Tatil
5 Yıldızlı Otel
4
Köyü
Yıldızlı
TATİL
KONAKLAMA
YAPILARI
330
300
Tatil
ŞEHİR
KONAKLAMA
YAPILARI
250
280
4 Yıldızlı Otel
230
200
3 Yıldızlı Otel
170
170
1-2 Yıldızlı Otel
140
140
208
Tablo 2: Yeşil Yıldız Kriterleri Formunun Ana Başlıkları ve Başlık Konularının Puanları
DEĞERLENDİRME
KONULARI
DEĞERLENDİRME
KONU SAYISI
PUANLAMA
Genel Yönetim
13
72
Eğitim
6
17
Tesisin yatak odalarındaki
düzenlemeler
23
70
Tesisin çevreye uyumu,
çevreyi düzenleme
6
27
Ekolojik Mimari
8
42
Enerji
22
178
Su
16
57
6
16
Atıklar
12
53
Diğer hizmetler
10
51
Deterjanlar, dezenfektanlar ve
kimyasal maddeler
Kaynak: Kültür ve Turizm Bakanlığı, Yeşil Yıldız Broşürü
Yeşil Yıldız Sertifikası Alınma Süreci
Yeşil Yıldız Belgesi almak için Turizm İşletmesi Belgesine sahip olmak ve belirli kriterleri yerine
getirmek gerekir. (Taşlıçay, 2012). Bakanlık tarafından belirlenmiş olan bu kriterlere göre incelenen
konaklama yapıları, şehir ya da kıyı oteli olma durumuna göre değerlendirmeye alınır. Yeterli puanı
aldığında belgeyi almaya hak kazanır. Her iki yılda bir Bakanlıkça denetimi yapılan Yeşil Yıldızın
konaklama yapısı açısından devamlılığı sağlanır (Giritlioğlu ve Güzel, 2015). Aşağıda belirtilen belgeler ile
birlikte Kültür ve Turizm Bakanlığına Çevreye Duyarlı Konaklama Tesisi Belgesi almak için talepte
bulunulabilir (Cömert & Özata, 2016).
- Konaklama yapısının çevre politikası ve eylem planının olması,
- Konaklama yapısı bünyesinde eylem planını uygulayacak yetkilinin olması ve uzman bir
firmadan bu hizmetin alınması,
- Çevre bilincinin artırılması için personele eğitimin verilmesi ve atık su planı uygulaması,
- Kullanılan tüm tesisat ve donanımların; bakım ve onarımlarının belirli aralıklarla
yapıldığına dair kayıtların oluşturulması,
- Konaklama yapısının genel enerji tüketiminin verilerinin toplanıp izlenmesi
- Kullanılan kimyasal maddelerin izlenmesi ve verilerin depolanması,
- Ortaya çıkacak atık miktarının izlenmesi ve verilerinin toplanması
209
Şekil 1-Yeşil Yıldız Sertifikasyon Süreci
Kaynak: http://www.etnacevre.com/yesil-yildiz-danismanlik-hizmeti/,15.04.2021.
Araştırmanın Yöntemi
Araştırmanın deseni olarak bu bölümde; araştırmada örnek gösterilen konaklama yapısı, konaklama
yapısıyla ilgili verilen toplanması ve elde edilen verilerin analizinde kullanılan yöntem ve teknikler
sunulmuştur.
Araştırmanın Deseni
Nitel araştırma desenlerinden örnekleme olay deseni kullanılmıştır. Örnekleme olayı, durum çalışması
olarak da bilinen, güncel bir olguyu kendi gerçek yaşam çerçevesi içinde inceleyen, içinde bulunduğu
sınırların kesin hatlarıyla belirgin olmadığı ve birden fazla kanıt veya veri kaynağının mevcut olduğu
durumlarda kullanılan araştırma yöntemidir (Yıldırım ve Şimşek, 2011).
Araştırmanın Örneklemi
Bulunduğu ilde ilk Yeşil Yıldız Belgesini alarak çevreye duyarlı faaliyetler sergileyen otel binası
olduğu için Konya Dedeman Otel Binası tercih edilmiştir. Çevreye Duyarlı Konaklama Tesisi Sertifikasının
yanında, Sıfır Atık Belgesi ve Güvenli Turizm Sertifikası da bulunur.
Konaklama yapılarında sertifikalandırılmanın öneminin analizi yapılan literatür araştırmalar
sonrasında, örnek bir konaklama yapısının yeşil yıldız belgesi üzerinden incelemesi yapılmıştır. Örnek
incelemesi, literatür bilgilerinin, pratikteki çalışma karşılığına katkı sağlamıştır.
Veri Toplama ve Analizi
Çalışmada verilerin toplanması için görüşme ve yerinde fotoğraflama tekniği kullanılmıştır. Görüşme
tekniği ile, otel yönetiminden yeşil yıldız belgesi alma sürecinde gerçekleştirdikleri faaliyetlerle ilgili
verilerin elde edilmesi sağlanmıştır. Otel yapısının, belgeyi aldıktan sonra elde ettikleri kazanımlar
konusunda bilgi sahibi olmak istenmektir. Elde edilen verilerin kapsamında, kazanımlarla ilgili elde edilen
bilgiler alt başlıklar halinde sınıflandırması yapılarak sunulmuştur.
Bulgular
Bu bölümde Konya ilinde bulunan Dedeman Otel Binasına ve binanın işletmesine ait genel bilgilere
yer verilmiştir. Ardından binanın Yeşil Yıldız Belgesi kapsamında işletmenin kendisine ve çevreye kattığı
kazanımlara dair araştırma bulgularına yer verilmiştir.
210
Konya Dedeman Otel İşletmesine Ait Genel Bulgular
2006 yılında yapımı başlayan otel binası,16.000 m2 arsa alanının 9.000 m2 taban alanıyla inşa
edilmiştir. Binanın kapalı alanlarının toplam metrekaresi 40.000’dir. 206 odaya ve 422 kişilik yatak
kapasitesine sahip, toplamda 120 çalışanı bulunur. Okyanuslar Şirketler Grubu yönetim kurulu başkanı
Nusret Argun yönetiminde inşa edilmiştir. Kongre merkezi, donanımlı ve çok amaçlı toplantı salonları,
açık- kapalı yüzme havuzları, Türk hamamı, SPA olmak üzere birçok mekanı içinde barındırır. Otel
bulunduğu konum itibariyle, şehir merkezine 10 km, havaalanına 14 km, otogara 7 km, Mevlana Müzesi’ne
4 km uzaklıktadır.
Şekil 2: Konya Dedeman Otel Binası Dış Cephe Görünümü
Araştırma konusu olan otel binasının tercih edilme sebepleri şunlardır; bulunduğu ilde ilk çevreci otel
olma özelliğini taşımasıdır. Ayrıca bünyesinde kullanılan elektriğinin %50’sini kendini üretip kullanması,
atık kağıtlarını TEMA’ya teslim etmesi ve teslim ettiği bu kağıtlar için her 100 kg’ı için bir fidan dikilmesine
öncülük etmesi, yaklaşık 2040 kg atık yağı geri dönüşüme göndermesi ve bu sayede kaynak suların
kirlenmesini önlemesi, otelde kullanılan atık sabunların toplanıp sıvı sabun haline dönüştürülüp otel
bünyesinde halı ve koltuk temizliğinde kullanılması, şarjlı piller kullanımına özen gösterip atık pillerin
toplanıp geri dönüşüme gönderilmesine öncülük etmesi de otelin seçilmesi konusunda araştırmaya katkı
sağlamıştır.
Şekil 3: Konya Dedeman Otel Çevreye Duyarlı Konaklama Tesisi Belgesi Ve Sıfır Atık Belgesi
Konya Dedeman Otel İşletmesinin Yeşil Yıldız Belgesi Alma Sürecindeki Bulunduğu Faaliyetler ile
İlgili Bulgular
Otel yönetimi Yeşil Yıldız Belgesine sahip olma isteklerini; ‘’bulunduğu bölgede ilk ve yenilikçi
olmak, enerji verimliliği yönünde çalışmalar yaparak hem kendi bünyesine hem doğaya yarar sağlamak,
çalışanlarına ve misafirlerine çevre konusunda bilinçlendirme sağlamak’’ şeklinde ifade etmiştir. Yeşil
Yıldız Belgesi almaya başvurmaya karar veren yönetim, bünyesinde bazı değişikliklere gitmiştir. Bunlardan
bazıları; odalardaki termostatların yenilenmesi, su tasarrufu yapmak için kullanılan armatürlere su tasarrufu
211
sağlayacak aparatların kullanılması, iklimlendirme için odalarda kullanılan mekanik havalandırmanın oda
camı açıldığında otomatik devre dışı kalmasının sağlaması, kapalı alanlarda duman detektörü kullanımın
artırılması, çöp ayrıştırmak için 73 adet kutu ile özel alanlar yaratmak gibi farklı alanlarda işletmeye ve aynı
zamanda çevreye yarar sağlayacak işlevler kazandırmıştır. Tüm bu hazırlıklar bir yıl kadar sürmüştür. Yeşil
yıldız belgesi ve sonrasındaki süreçte yapılan tüm faaliyetler aşağıda başlıklar halinde sunulmuştur.
Arsa Kullanımı ve Atık Yönetimine Ait Bulgular
Otel odalarının ve lobinin güneşe göre konumlandırılması (güney-batı) enerji tüketimini olumlu yönde
etkilemiştir. Binanın toplu taşıma araçlarına yakınlığı ve merkezi konumlandırılması avantajları, bireysel
araç kullanımını azaltıldığını belirten otel yönetimi, şuan mevcutta çalışmakta olan 120 çalışanın yakın
mesafede ikamet ettiğini belirtiyor. Böylece doğaya olan gaz salınımın önüne geçen otel yönetimi bu
durumdan oldukça memnun olduğunu dile getiriyor. Uygulanan peyzaj, yeraltı sularına ve iklime göre
uygun bitki örtüsü ile tasarlanmıştır.
Atık Sertifikasına sahip otel, analizlerin ve bakımların sürekli olarak yapıldığı aylık toplantıların
sonucunda kararların verildiği bir sistemi sürdürmektedir. Yılda 2040 kg atık yağı geri dönüşüme
göndererek kaynak suların kirlenmesini önlüyor. Toplamda 73 adet geri dönüşüm kutuları bulunur. Otelde
kullanılan atık sabunlar toplanmaktadır, sıvı sabun haline getirilip, halı ve koltuk temizliğinde
kullanılmaktadır. Bu sayede fazladan kimyasal kullanımının önüne geçilmesi istenmektedir. Ayrıca atık
pillerin toplanıp geri dönüşüme gönderilmesi kimyasallardan kaynaklı toprak kirliliğini engellemektedir.
Genel çöpler ise ilgili personel tasarından ayrıştırılarak toplanıp geri dönüşüm firmalarına ulaştırılmaktadır.
Organik atık yemekler sokak hayvanlarıyla gönüllü personeller aracılığıyla paylaşılmaktadır.
Malzeme Kullanımı ve Su Tasarrufuna Ait Bulgular
Yapı inşasında odalarda kullanılan granit malzemesi, sonrasında parke olarak değiştiğini belirten otel
yönetimi konfor ve sağlık açısından müşterilerden olumlu geri dönüş aldığını belirtiyor. Otel bünyesinde
kullanılacak malzemelerin tedarik işlemlerini Konya ilinden yaparak, hammaddelerin ulaşımı ve üretimi
konusunda doğaya olan gaz salınımlarının önüne geçildiğini belirtiyor.
Şekil 4: Dedeman Otel Binası Girişi ve Otelde Bilgilendirme Etiketleri
Otelde kullanılan armatür ver duş başlıkları su tasarruflu ve hava karışımlı aparatlar ile
kullanılmaktadır. Fazla su kullanımını durdurabilen ayarlı rezervuarlar tercih edilmektedir. Pisuarlar ise
susuz kullanılmaktadır. Otel organizasyonlarında kullanılan ve arka kısımda 1.600 m2 alanda bulunan yeşil
alan fıskiyelerle yağmurlama tekniğinin kullanılarak kullanılması su tasarrufunu sağlamaktadır. Otel, damla
sulama sistemine geçmek için hazırlık aşamasındadır. Ayrıca otelde kullanılan ekipmanların yenilenmesi
konusunda çalışma başlatılmıştır. Alınan elektronik eşyalarda çevre etiketi olmasına dikkat edilmektedir.
Su tasarrufu yapmak amaçlı, misafirlerin fazla havlu kullanımının önüne geçmek için havlu kartı sistemini
kullanmaktadır. Odalarda su tasarrufunu hatırlatmak için farklı sözleri içinde barındıran etiketler ile
misafirlerini bilinçlendirmektedir.
Dış cephede kullanılan 3 m boyunda 7 m eninde paspas ile dışarıdaki yabancı cisimlerin içeri gelmesini
önlemek istemektir. Bu sayede daha fazla kimyasal maddenin ve su kullanımının önüne geçilmek
istenmektedir.
212
İç Hava Kalitesi ve Enerji Yönetimine Ait Bulgular
Her odada açılır cam bulunması ile temiz havanın içeri girmesi sağlanıyor. Cephede kullanılan çift cam
ısının kontrolünü sağlamaya yardımcı olmaktadır. Gün ışığı ve manzara kullanımı konforu artırıcı etkenler
arasındadır. Otel girişinde enerji kaybını önlemek için döner kapı sistemi tercih edilmiştir.
Şekil 5: Enerjisini Güneş Enerjisinden Alan Aydınlatma Elemanı ve Otel Aydınlatma Elemanlarına
Tasarruf Yapıldığını Belirtmek İçin Kullanılan Etiketler
Bünyesinde kullanılan çift cam ile ısı kaybını önlemek istemiştir. Genel alanda ve odalarda ısıtma ve
soğutma otomatik kontrollüdür. Kullanılan elektronik ekipmanların çevre etiketli olmasıyla enerji
kullanımının kontrolü sağlanmak istenmiştir. Aydınlatmalarda enerji tasarruflu ampuller ve ledler
kullanılmaktadır. Kullanılmayan ampullerin üzerine yeşil ampul etiketleri yapıştırarak misafirlere enerji
konusunda tasarruf yaptıklarının önbilgisini vermektedir. Dış cephede kullanılan aydınlatma elemanları saat
23.00-05.00 arası azaltılarak enerji verimliliği sağlanır. Oda saver kartlarıyla kullanılmayan ışık kirliliğinin
önlenmesi istenmiştir. Otel elektriğinin belirli kısmını kendi karşılamaktadır. Bina içi kullanılan ışıklar
programlanabilir şekilde ayarlanmıştır. Sistemde enerji planlaması raporları düzenli olarak tutularak gelecek
ay için her ayın sonunda toplantılar düzenlenir.
Farkındalık -Eğitim Çalışmalarına Ait Bulgular ve Otelin Elde Ettiği Kazanımlar
Otel yönetimi, bünyesinde bulunan personele çevre konusunda ve hijyenle ilgili eğitimler vermekte
toplantılar düzenlemektedir. Uygun gördüğü personellere, kat hizmetlilerine ve mutfakta çalışan
personeline; deterjan gibi kimyasal malzemelerin kullanım miktarlarını, hijyen ekipmanlarının kullanım
yöntemlerinin eğitimini vermektedir. Odalarda ve ortak kullanım alanlarında çevreye duyarlı olmaları
konusunda broşürler ve etiketler bulundurur. Alınan sertifikalar ve otel çevre politikasını resepsiyonda
görünür yere asılmıştır.
Konya Dedeman Otel yeşil yıldız kriterlerinin gerçekleşmesinin ardından daha önce kullandığı enerji
tüketiminde %40 oranında bir düşüş sağladığı gözlemlenmiştir. Bulunduğu ilde ilk e-şarj istasyonunu
kurarak çevrenin temiz kalması dolayısıyla kullanılan araçların yakıt tüketiminin azalmasını sağladı.
Armatürlerde kullanılan hava kullanımlı aparat ile su kullanımında düşüş sağlanmıştır. Atık oluşumu
konusunda daha çok çevreye katkısından dolayı memnun olduğu belirten otel yönetimi, bu desteğinden asla
ödün vermeyeceğini belirtmiştir.
Otel yönetimi, Yeşil yıldız belgesinin bilinçli ve duyarlı müşteri sayısında kazanımlar sağladığını
belirtmiştir. Çevreye duyarlı faaliyetleri gören müşterilerden olumlu geri dönüşler almak, çalışmalarına
istikrarla devam etmelerine katkı sağlamaktadır. Şuan Yeşil Anahtar için hazırlık yaptığını belirten yönetim,
biran önce çevreye duyarlı sertifikalarına bir başkasını eklemek istediğini belirtmiştir. Bazı müşteriler
tarafından yetersizlik ve kalitesizlik şeklinde algılandığına dair örneklerin olması, çevreye duyarlılık
konusunda ödün vermemelerinin gerekliliği ve insanların daha fazla bilinçlendirilmesi gerektiğinin bir
göstergesi olduğunu savunuyor. Bulunduğu bölgede ilk yeşil yıldız belgesi alarak kendine misyon katan
otel yönetimi, Turizm Bakanlığının listesinde bulunan sayılı otellerden biri olmasından dolayı kazanım elde
ettiğini ifade etmektedir.
213
Sonuç ve Değerlendirme
Tüketicilerin yaşamsal faaliyetlerini sürdürdüğü mimari yapıların, çevreye olumsuz etkileri bulunur.
Gelecek kuşaklara daha yaşanabilir bir dünya bırakmak adına çevreye duyarlı sürdürülebilir uygulamaların
hayata geçirilmesi gerekir. Bu çalışmayla, mimari yapılar için çevreye duyarlı uygulamaların sürekliliği ve
ülkemizde sertifikasyon sistemlerinin yaygınlaştırılması amaçlanmıştır. Çevreye duyarlılık konusunda
hassasiyetin artması sonucu konuyla ilgili ayrıntılı bilgi oluşmuş ve çalışmaya ihtiyaç duyulduğunu
gözlemlenmiştir. Araştırmada kullanılan örneklem, bulunduğu ilde ilk Yeşil Yıldız Belgesi alan konaklama
yapısıdır. Konya ili Selçuklu ilçesinde bulunan otel binası, merkezi ve kavşak noktasında bulunma
avantajlarını yaşar. Binanın faaliyetlerinde bulunduğu çevreci uygulamalar, olumlu yansımalarla doğaya
geri dönüşüm sağlamaktadır. Yapılan incelemeler ve bulgular sonucunda çevreci uygulamaların büyük
önem taşıdığı görülmektedir. Kullanılabilir kaynakların gün geçtikçe yok olmasıyla bu uygulamaların
önemi ortaya çıkmaktadır.
Yapıların çevre üzerinde bıraktığı olumsuz etkileri kontrol altına alma amacıyla ve sürdürülebilir
mimarlık kriterleri çerçevesinde sertifikasyon sistemleri bulunur. Yeşil Yıldız Belgesi, ülkemizde
konaklama yapıları üzerine geliştirilmiş sertifikasyon belgelerinden biridir. Sertifikasyon, yapının ömrünü
uzatacak sistemlerin hayata geçmesine olanak sağlar. Karbon ayak izini azaltmaya yarayan bu belge,
tüketimin bulunduğu ticari alanlarda kullanarak hem geri dönüşümün mümkün olmasını hem de enerji
kazanımının sürekliliğini sağlar. Ülkemizde henüz gelişim aşamasında bulunan sertifikasyon sistemlerine
verilen öneminin ve kullanımın artışı için çalışmalar artmalıdır. Literatürde bu bağlamda sertifikasyonlarla
ilgili farklı çalışmalar olmasına rağmen, yeşil yıldız belgesi üzerine yapılmış uygulamalar sayısı daha
kısıtlıdır. Örnek bir otel üzerinden Yeşil Yıldız Belgesinin kazanımlarının değerlendirmesiyle, çalışmanın
bu alandaki önemli bir boşluğu doldurması hedeflenmiştir.
Kaynakça
1. Akdağ, G., Güler, O., Demirtaş, O., Dalgıç A. ve Yeşilyurt C., 2014. Turizm ve Çevre İlişkisi:
Türkiye’deki Yeşil Otellerin Gözünden Yeşil Otelcilik Uygulamaları Üzerine Bir Değerlendirme,
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi, Coğrafyacılar Derneği Uluslararası Kongresi, Muğla, 259-260.
2. CELİLOĞLU, F. (2014). ‘’Yeşil Pazarlamanın Turizmde Satın Alma Davranışlarına Etkisinin
İncelenmesine Yönelik Organik Oteller Üzerine Bir Uygulama.’’, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Turizm İşletmeciliği Anabilim Dalı, Yayınlanmış Yüksek Lisans Tezi, Konya.
3. CÖMERT M., ÖZATA E. (2016), ‘’Sürdürülebilir Turizm Kapsamında Yeşil Yıldız Çevreye Duyarlılık
Projesi’’, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 9(47), 1169- 1178.
4. ERTAŞ, M. , CAN, B. , KOÇAK, N. , & YEŞİLYURT, H. (2017). ‘’Konaklama İşletmelerinin Yeşil
Yıldız Uygulamaları Kapsamında Çevreye Duyarlılığının Değerlendirilmesi’’, Seyahat ve Otel
İşletmeciliği Dergisi, 15 (1), 102-119.
5. ETNA YEŞİL YILDIZ DANIŞMANLIK (2018). ‘’ Yeşil Yıldız Belgesi Alma Süreci’’
6. http://www.etnacevre.com/yesil-yildiz-danismanlik-hizmeti/,15.04.2021.
7. GİRİTLİOĞLU, İ. VE GÜZEL, M.O. (2015), ‘’Otel işletmelerinde Yeşil Yıldız Uygulamaları:
Gaziantep ve Hatay Bölgesinde Bir Araştırma’’, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 8(40), ss.
889-904.
8. KORKMAZ, H. & ATAY, L. (2017). ‘’Otel işletmelerinde yeşil pazarlama ve çevre sertifikalarının
değerlendirilmesi’’, Aksaray Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 9(4) 113-126.
9. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI (2011). ‘’Çevreye Duyarlılık Kampanyası Hakkında Genel
Bilgi’’, www.kultur.gov.tr, 18.03.2021.
10. M. , & ÖZATA, E. (2016). Sürdürülebilir Turizm Kapsamında Yeşil Yıldız Çevreye Duyarlılık Projesi.
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 9 (47).
11. MESCİ, Z. (2014). ‘’Otellerin Çevreci Uygulamalarının Değerlendirilmesi: Yeşil Yıldızlı Bir Otel
İşletmesinde Örnek Olay Çalışması’’, Seyahat ve Otel İşletmeciliği Dergisi,11 (1),2014,90-102.
12. TAŞLIÇAY, M. T. (2012). ‘’Turizm İşletmesi ve Turizm Yatırımı Belgesi Başvuru Kılavuzu, Ankara:
Kültür
ve
Turizm
Bakanlığı
Yatırım
ve
İşletmeler
Genel
Müdürlüğü,
https://isparta.ktb.gov.tr/Eklenti/9083,641kilavuzpdfpdf.pdf?0 , 15.04.2021.
13. TURİZM İŞLETMESİ BELGELİ KONAKLAMA TESİSLERİNE ÇEVREYE DUYARLI
KONAKLAMA TESİSİ BELGESİ VERİLMESİNE DAİR TEBLİĞ, (2008). Resmi Gazete Sayı:
27005,22 Eylül.
214
14. YILDIRIM, A. VE ŞİMŞEK, H. (2011). ‘’Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri’’, Seçkin
Yayıncılık, Ankara.
15. YILMAZ, B. S. VE YUMUK, Y. (2013). ‘’Türk Turizm Pazarında Çevreye Duyarlı Bir Eğilim: ‘Yeşil
Yıldız’ Uygulamaları ve ‘Yeşil Yıldız’ Sahibi Otel İşletmeleri Üzerine Bir Değerlendirme’, Erciyes
Üniversitesi Turizm Fakültesi, 14. Ulusal Turizm Kongresi, Kayseri, 1291-1292.
16. YILMAZ, G. Ö., ÖZOK, O. & ERDEM, B. (2016). ‘’Konaklama işletmelerinde çevre dostu
uygulamalar: Bodrum örneği’’, Karabük Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6(1), 180-197.
215
Presentation ID/Sunum No= 76
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Öğretmen-Öğrencı̇ İ̇lı̇şkı̇sı̇nı̇n Okul Öncesı̇ Dönem
Çocuklarının Prososyal Davranışlarına Etkı̇sı̇nı̇n İ̇ncelenmesı̇
Dr. Ayşenur Duran1
Milli Eğitim Bakanlığı
*Corresponding author: Ayşenur Duran
1
Özet
Bu araştırmanın amacı öğretmen-öğrenci ilişkisinin okul öncesi eğitim kurumlarına devam eden çocukların
prososyal davranışları üzerindeki etkisinin incelenmesidir. Tarama modeli kullanılarak gerçekleştirilen araştırmanın
çalışma grubunu İstanbul’daki okul öncesi eğitim kurumlarına devam eden normal gelişim gösteren 5-6 yaş grubu
240 öğrenci oluşturmaktadır. Araştırmada veri toplama araçları olarak Kişisel Bilgi Formu, Çocuk Prososyallik
Ölçeği ve Öğretmen-Öğrenci İlişki Ölçeği- Kısa Formu kullanılmıştır. Elde edilen verilerin analizinde Pearson çarpım
momentler korelasyon analizi ve Basit Doğrusal Regresyon Analizi yöntemleri kullanılmıştır. Araştırmanın sonucunda
öğretmen-öğrenci ilişkisinde yakınlık boyutu ile çocukların prososyal davranışları arasında pozitif yönde anlamlı ilişki
olduğu, çatışma boyutu ile ise çocukların prososyal davranışları arasında anlamlı düzeyde ilişki olmadığı tespit
edilmiştir. Öğretmen-öğrenci arasındaki yakınlık düzeyi 5-6 yaş gurubu çocukların prososyal davranışlarını
istatistiksel açıdan anlamlı biçimde yordamaktadır. Öğretmen-öğrenci arasındaki çatışma düzeyi ise 5-6 yaş gurubu
çocukların prososyal davranışlarını istatistiksel açıdan anlamlı biçimde yordamamaktadır. Bu bulgulara göre
öğretmen-öğrenci ilişkisinin yakınlık boyutunun çocukların prososyal davranışları üzerinde etkisi olduğu, çatışma
boyutunun ise prososyal davranışlar üzerinde etkisi olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Anahtar Kavramlar: Okul öncesi dönem, prososyal davranış, öğretmen-öğrenci ilişkisi.
Abstract
The aim of this study is to examine the effect of teacher-student relationship on the prosocial behavior of children
attending preschool education. The study group of the research, which is carried out by using the screening model,
consists of 240 students in the 5-6 age group with normal development who attend preschool education in Istanbul.
Personal Information Form, Child Prosociality Scale and Teacher-Student Relationship Scale-Short Form were used
as data collection tools in the study. Pearson moment correlation analysis and Simple Linear Regression Analysis
methods were used in the analysis of the obtained data. As a result of the study, it was determined that there is a
positive significant relationship between the closeness dimension in the teacher-student relationship and the prosocial
behaviors of children, and there is no significant relationship between the conflict dimension and children's prosocial
behavior.The level of closeness between teacher and student significantly predicts the prosocial behaviors of 5-6 year
old children. The level of conflict between teacher and student does not statistically significantly predict the prosocial
behaviors of 5-6 year old children. According to the findings, closeness dimension of the teacher-student relationship
are effective on the prosocial behaviors of children, while the conflict dimension had no effect on prosocial behaviors.
Keywords: Preschool period, prosocial behavior, teacher-student relationship.
1. Giriş
Çocuklar, birbiriyle ilişkili ve birbirine bağlı karmaşık bir ilişki sistemi içinde var olur ve gelişir
(Bronfenbrenner, 1986; Malaguzzi, 1998). Yakın aile üyeleriyle, özellikle de kendilerinin bakımı ile ilk
ilgilenen kişiden başlayarak, çocukların ilişkileri geniş aile üyelerini, kültürel deneyimleri ve okul
ortamlarını içerecek şekilde kademeli olarak genişler (Bronfenbrenner, 1986; O’Connor ve McCartney,
2007; Swick ve Williams, 2006). Vygotsky’nin bilişsel gelişim teorisine göre çocuğun gelişiminde en
önemli rolü başka kişiler ve dil üstlenir (Santrock, 2007). Çocuklar, kendilerinden daha yetkin insanlarla
iletişim kurarak sistematik ve mantıksal bir kavram geliştirirler. Ayrıca çevre ile kurulan bu sosyal temas,
çocukların günlük hayatta gözlemledikleri değerleri ve davranışları benimsemesine neden olur (Dowling,
2014).
216
Öğretmen-çocuk ilişkisinin çocukların okul işleyişi üzerindeki etkisine ilişkin araştırmalar genellikle
ebeveyn-çocuk ilişkileri hakkındaki araştırmalardan kaynaklanan genişletilmiş bağlanma perspektifine
dayanmaktadır (Bowlby, 1969). Bağlanma teorisi (Bowlby, 1982) ve Ekolojik sistemler teorisi
(Bronfenbrenner, 1979), çocukların duygusal, sosyal ve aynı zamanda akademik gelişiminin çocukların
yetişkinler ve akranları ile kurduğu etkileşimin kalitesiyle ilişkili olduğunu vurgulamıştır. Erken çocukluk
döneminde, anneler ve babalarla birlikte öğretmenler, çocukların gelişiminde en önemli etkenlerden biridir
(Pianta vd., 2003). Ebeveyn-çocuk ilişkilerine benzer şekilde, öğretmen-çocuk ilişkileri "çocukların sosyal
ve duygusal gelişimine ilişkin düzenleyici bir işlev görür" (Pianta ve Stuhlman, 2004). Bu bakış açısına
göre, duyarlı öğretmenler, tıpkı ebeveynler gibi, okul ortamını çocukların keşfedebilecekleri ve sosyal,
duygusal ve bilişsel gelişimlerini destekleyecek şekilde oluşturabilirler (Davis, 2003; Pianta, 1999; Pianta
vd., 1997).
Okul, hane halkından hemen sonra sosyalleşmenin ilk bağlamını temsil eder. Okulda çocuklar sosyal
ve duygusal becerileri, sosyal normları ve davranış kodlarını gözlemler, tanımlar, öğrenir ve kopyalar. Aynı
zamanda, hem duygular, hem de ilişkiler öğrenme süreçlerinde önemli bir rol oynar (Villasenor, 2017). Bir
öğretmenle kurulan olumlu ve sıcak bir ilişki, çocuğun okul ortamını keşfetmesine ve duygusal olarak
güvende hissetmesine yardımcı olur, ayrıca onu okul için motive eder (Hamre vd., 2014). Öğretmen-çocuk
etkileşimleri aynı zamanda çocukların okul hakkında geliştirdikleri kalıcı tutumları da etkiler ve özellikle
risk altındaki çocuklar için başarı için aracı bir faktör olabilir (Hamre ve Pianta, 2005; Howes, 2000). Son
yıllarda yapılan çalışmalar, öğretmen-çocuk ilişkilerinin kalitesinin çocukların okuldaki sosyal-duygusal,
davranışsal ve akademik gelişimiyle ilişkili olduğunu göstermiştir (Anders vd., 2012; Baker 2006; Curby
vd., 2009; Hughes vd., 2008; Murray vd., 2008). Özellikle bütün gününü bir veya birkaç öğretmenle geçiren
küçük çocuklar için olumlu bir ilişki, okuldaki sosyal-duygusal uyumunu, prososyal davranışlarını ve
öğrenmelerini teşvik edebilir (Drugli ve Hjemdal, 2013).
Erken çocukluk dönemi, prososyal davranışların gelişimi için önemli bir dönemdir (Hay vd., 2004).
Prososyal davranış, yardım etme ve paylaşma gibi başkalarına fayda sağlamayı amaçlayan gönüllü
davranışları ifade eder (Eisenberg vd., 2006). Prososyal davranışlar, başka bir kişi için iyi olan ancak
eylemleri yapan kişiye mutlaka fayda sağlamayan davranış veya eylemlerdir (Biddle vd., 2014). Prososyal
davranış, empati, şefkat, duyguları paylaşma, başkalarına yardım etme, ödün verme, saygı gösterme ve diğer
çocuklar için olumlu duygular ifade etmeye yönelik olumlu tutumlara sahip olmakla karakterizedir (Wang
vd., 2018). Yardım etme, rahatlatma ve paylaşma gibi prososyal davranışlar, yaşamın birinci ve ikinci
yılları arasında ortaya çıkmakta, erken çocukluk döneminde sıklığı ve çeşitliliği giderek artmaktadır (ZahnWaxler vd., 1992).
Sosyal yeterliliği içeren prososyal davranış bazı faktörlerden etkilenir (Biddle vd., 2014). Bu
faktörlerden birkaçı ebeveynler, akranlar, kültür ve öğretmenler olarak sayılabilir. Bunların sadece
prososyal davranışta değil, aynı zamanda çocukların yaşamının tüm yönlerinde büyük etkisi vardır.
Öğretmenlerle olumlu ilişkiler ve etkileşimler, öğrencilerin sınıftaki prososyal davranış için olumlu değerler
öğrenmesine ve benimsemesine de neden olabilir (Wentzel, 2015). Öğretmenlerle olumlu yakın ilişkiler
geliştiren çocuklar daha prososyaldir, okul faaliyetlerine katılırlar ve daha yüksek akademik başarıya
sahiptirler (Birch ve Ladd, 1997; Jerome vd., 2009; Portilla vd., 2014). Sıcaklık, sevgi ve açık iletişim ile
karakterize edilen yakın bir öğretmen-çocuk ilişkisi, çocukların prososyal davranışlarıyla ilişkilendirilmiştir
(Howes 2000; Pianta ve Stuhlman 2004; Roorda vd., 2014; Spivak ve Howes 2011). Kienbaum, Volland ve
Ulich'in (2001) 5 yaşındaki çocukların sınıftaki sempatik prososyal davranışlarını gözlemlediği
çalışmasında, prososyal davranışla öğretmenin gösterdiği sıcaklık arasında bir ilişki olduğu tespit edilmiştir.
Myers ve Morris'in (2009) sonuçları ise, öğretmen-çocuk yakınlığının, çocuklarının mizacından bağımsız
olarak, çocukların prososyal davranışlarıyla ilgili olduğunu ileri sürmüştür.
Öğretmen-çocuk etkileşimlerine artan ilgi, bu ilişkinin doğasını, mekanizmalarını daha fazla araştırmak
ve çocukların gelişimini nasıl etkiledikleri hakkında derinlemesine anlayış elde etmek için öğretmen-çocuk
217
ilişkilerini hassas bir şekilde ölçmeye (Webb ve Neuharth-Pritchett, 2011) ve farklı değişkenlerin birbiriyle
ilişkilerinin ve/veya yordayıcı etkilerinin ortaya konulmasına ihtiyaç olduğunu göstermektedir. Türkiye’de
öğretmen-öğrenci ilişkinin prososyal davranışlarla ilişkisi üzerine yapılmış bir çalışmaya rastlanmamıştır.
Çalışma kapsamında okul öncesi dönem çocuklarının öğretmen-öğrenci ilişkisi ile prososyal davranışları
arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır;
1. Öğretmen-öğrenci ilişkisinin alt boyutları ile okul öncesi dönem çocuklarının prososyal davranışları
arasında anlamlı bir ilişki var mıdır?
2. Öğretmen-öğrenci ilişkisinin yakınlık boyutu, okul öncesi dönem çocuklarının prososyal davranışlarını
istatistiksel açıdan anlamlı biçimde yordamakta mıdır?
3.
Öğretmen-öğrenci ilişkisinin çatışma boyutu, okul öncesi dönem çocuklarının prososyal davranışlarını
istatistiksel açıdan anlamlı biçimde yordamakta mıdır?
2.
Yöntem
1. Araştırma Deseni
Bu araştırmada öğretmen-öğrenci ilişkisi ile okul öncesi eğitim kurumlarına devam eden çocukların
prososyal davranışları arasındaki ilişkinin incelenmesi amacıyla tarama modeli kullanılmıştır. Tarama
modelleri geçmişte ya da halen var olan bir durumu var olduğu şekliyle betimlemeyi amaçlayan araştırma
yaklaşımlarıdır.
2. Çalışma Grubu
Bu araştırmanın çalışma grubunu İstanbul’daki okul öncesi eğitim kurumlarına devam eden ve basit rastgele
örnekleme yöntemiyle seçilen 139’u (%57,91) kız ve 101’i (%42,08) erkek toplam 240 çocuk
oluşturmaktadır.
2.3. Veri Toplama Araçları
Araştırmaya ilişkin verilerin toplanabilmesi amacıyla; öğretmen ve çocuğa yönelik bilgileri içeren “Kişisel
Bilgi Formu”, çocukların prososyal davranışlarını ölçmek amacıyla “Çocuk Prososyallik Ölçeği” ve
öğretmen ile çocuklar arasındaki ilişkiyi ölçmek amacıyla “Öğretmen-Öğrenci İlişki Ölçeği- Kısa Formu”
kullanılmıştır.
Genel Bilgi Formu: Öğretmenlerin ve çocukların demografik bilgilerine yönelik soruların yer aldığı bir
formdur.
Çocuk Prososyallik Ölçeği (Öğretmen Formu): Bağcı (2015) tarafından geliştirilen ve geçerlik güvenirlik
çalışması yapılan ölçek, Strayer (1985) tarafından geliştirilen Çocuk Dereceleme Anketi (Child Rating
Questionnaire) ve Weir, Stevenson ve Graham (1980) tarafından geliştirilen Prososyal Davranış Anketine
(Prosocial Behavior Questionnaire) dayanan, Bower (2012) tarafından düzenlenmiş bir ölçektir (Bağcı,
2015). Ölçek 22 maddeden oluşmaktadı ve tek boyutludur. Ölçeğin güvenirlik katsayısı .96 olarak
hesaplanmıştır. Ölçekten alınan yüksek puan, çocukların prososyal davranışlarının yüksek olduğuna işaret
etmektedir.
Öğretmen-Öğrenci İlişki Ölçeği- Kısa Formu: Pianta (2001) tarafından geliştirilmiş ve öğretmenin belli bir
öğrenciyle kurduğu ilişkiyi algılama biçimini değerlendirmek amacıyla oluşturulmuş bir ölçektir. Türkçe’ye
uyarlama çalışması Ası ve Karabay (2018) tarafından yapılmıştır. Ölçeğin kısa formu 15 maddeden oluşan,
yakınlık ve çatışma alt boyutlarını içeren 5 ’li likert tipi bir ölçektir. Yapılan güvenirlik analizleri sonunda,
iç tutarlılık kat sayısı toplam puan açısından (cronbach alfa) .82 olarak, alt ölçekler boyutunda ise çatışma
boyutu için .84, yakınlık alt boyutu için ise. 76 olarak hesaplanmıştır (Ası ve Karabay, 2018).
218
3. Verilerin Toplanması
Bu araştırma için Medeniyet Üniversitesi Eğitim Bilimleri Etik Kurulu’ndan 2021/01-08 sayılı etik onay
alınmıştır. Gerekli izinlerin alınmasının ardından araştırmacı tarafından 5-6 yaş grubu çocuklar ile çalışan
okul öncesi öğretmenlerine ölçekler gönderilmiştir. Öğretmenlerin her çocuk için ayrı ayrı olarak ölçekleri
doldurmaları istenmiştir. 251 adet formun geri dönüşü olmuştur. Ancak 11 tanesinin geçersiz olduğu tespit
edilmiştir. 240 adet ölçek ile analizler yapılmıştır.
4. Verilerin Analizi
Araştırma kapsamın Çocuk Prososyallik Ölçeği ile Öğretmen-Öğrenci İlişki Ölçeği-Kısa Formu’ndan elde
edilen bulgular Spss paket programı ile analiz edilmiştir.
Verilerin analizinde öğretmen-öğrenci ilişkisi ile çocukların prososyal davranışları arasındaki ilişkiyi
belirlemek amacıyla Pearson Momentler Çarpımı Korelasyonu; ayrıca bağımsız değişkenin (öğretmenöğrenci ilişkisi) bağımlı değişkeni (çocukların prososyal davranışları) yordama düzeylerini belirlemek
amacıyla ise basit doğrusal regresyon analizi yöntemleri kullanılmıştır.
Verilerin analizinde .05 anlamlılık düzeyi esas alınmıştır.
3. BULGULAR
Bu bölümde araştırmanın alt problemlerine ilişkin elde edilen verilerin istatistiki analizleri doğrultusunda
elde edilen bulgulara yer verilmiştir.
Öğretmen öğrenci ilişkisinin alt boyutları olan yakınlık ve çatışma ile çocukların prososyal davranışları
arasındaki ilişkiye ilişkin bulgular Tablo 1’de yer almaktadır.
Tablo 1. Öğretmen-öğrenci arasındaki yakınlık ve çatışma düzeyleri ile çocukların prososyal davranışları
arasındaki ilişkilere yönelik Pearson Momentler Çarpımı Korelasyon Katsayısı analizi sonucu
Prososyal davranış
Yakınlık
.51**
Çatışma
.14
Tablo 1’de yer verilen değişkenler arası ilişki incelendiğinde öğretmen- öğrenci ilişkisinde yakınlık boyutu
ile prososyal davranış arasında pozitif yönde anlamlı (r=.51, p<.01) bir ilişki olduğu tespit edilmiştir.
Öğretmen öğrenci ilişkisindeki çatışma boyutu ile çocukların prososyal davranışları arasında ise anlamlı
düzeyde ilişki bulunmamaktadır (r=.14, p>.05).
Tablo 2’de öğretmen-öğrenci ilişkisinin yakınlık boyutunun çocukların prososyal davranışlarını
yordama düzeyine ilişkin basit doğrusal regresyon analizi sonuçlarına yer verilmiştir.
219
Tablo 2. Öğretmen-öğrenci arasındaki yakınlık düzeyinin çocukların prososyal davranışlarını yordamasına
ilişkin basit doğrusal regresyon analizi sonuçları
B
Standart
Hata B
β
T
P
,18
,024
,51
7,39
,00*
Yakınlık
Düzeyi
R=0,51
R2 =0,26
F=54,65
Tablo 2’de yer alan regresyon analizi sonucuna göre öğretmen-öğrenci arasındaki yakınlık düzeyi,
çocukların prososyal davranışlarını istatistiksel açıdan anlamlı biçimde yordamaktadır (R=0,51, R2=0,26,
F=54,65, p=.00<.01). Bu bulguya göre, öğretmen-öğrenci arasındaki yakınlık düzeyi çocukların prososyal
davranışlarının %26’sını yordamaktadır.
Tablo 3’de öğretmen-öğrenci ilişkisinin çatışma boyutunun çocukların prososyal davranışlarını yordama
düzeyine ilişkin basit doğrusal regresyon analizi sonuçlarına yer verilmiştir.
Tablo 3. Öğretmen-öğrenci arasındaki çatışma düzeyinin çocukların prososyal davranışlarını yordamasına
ilişkin basit doğrusal regresyon analizi sonuçları
Çatışma
Düzeyi
B
Standart
Hata B
β
T
P
,189
,115
,144
1,652
,101
R=0,144
R2 =0,021
F=2,738
Tablo 3’de yer alan regresyon analizi sonucuna göre öğretmen-öğrenci arasındaki çatışma düzeyi
çocukların prososyal davranışlarını istatistiksel açıdan anlamlı biçimde yordamamaktadır (R=0,144, R2
=0,021, F=2,738, p=.101>.05).
4.
Sonuç ve Tartışma
Öğretmen- öğrenci ilişkisinin okul öncesi dönem çocuklarının prososyal davranışları üzerindeki etkisinin
incelendiği bu araştırmanın sonuçlarına göre öğretmen-öğrenci ilişkisinde yakınlık boyutu ile prososyal
davranış arasında pozitif yönde anlamlı ilişki olduğu, çatışma boyutu ile ise çocukların prososyal
davranışları arasında anlamlı düzeyde ilişki olmadığı tespit edilmiştir. Ayrıca, öğretmen-öğrenci arasındaki
yakınlık düzeyinin çocukların prososyal davranışlarını istatistiksel açıdan anlamlı biçimde yordadığı ve
prososyal davranışlar üzerinde etkisi olduğu, çatışma düzeyinin ise çocukların prososyal davranışlarını
istatistiksel açıdan anlamlı biçimde yordamadığı ve prososyal davranışlar üzerinde etkisi olmadığı
belirlenmiştir. Bu bulgular öğretmenin çocuk ile kurduğu olumlu ilişkinin, çocuğun prososyal davranışları
220
üzerindeki etkisi konusunda dikkat çekicidir. Erken dönem çocuk bakımı ve eğitim ortamlarına giden
çocuklar, zamanlarının önemli bir kısmını akranları ve yetişkinlerle sosyal etkileşime girerek geçirirler.
Öğretmenler, okul öncesi sınıftlarında prososyal alışverişi teşvik etmede, davranışsal beklentiler
belirleyerek ve günlük aktiviteler sırasında çocukların prososyal davranışlarını şekillendirmede önemli bir
rol oynarlar (Howes 2000; Myers ve Morris 2009; Pianta ve Stuhlman 2004; Spivak ve Howes 2011). Konu
ile ilgili yapılan alanyazın taramasında da öğretmen-çocuk ilişkisinin çocuğun prososyal davranışıyla ilişkili
olduğunu gösteren çalışmalara rastlanmıştır (Ferreira vd., 2016; Palermo vd., 2007). Myers ve Morris
(2009) de öğretmen-çocuk yakınlığının, çocuklarının mizacına bakılmaksızın çocukların prososyal
davranışlarıyla ilgili olduğunu belirtmişlerdir. Berry ve O’Connor (2010), Hamre ve Pianta (2001) ile
Howes, Hamilton ve Matheson (1994) tarafından yapılan çalışmalarda ise öğretmenleriyle yakın ve olumlu
ilişkiler kuran çocukların, ilerleyen okul yıllarında daha çok olumlu sosyal davranış sergilediklerini ve daha
fazla sosyal becerilere sahip olduklarını tespit etmiştir.
Bununla birlikte, bazı çalışmalarda çocuğun prososyal davranışında anne-öğretmen-çocuk ilişkilerinin rolü
araştırılmıştır (Howes vd. 1994; Kienbaum vd., 2001; Mitchell-Copeland vd., 1997). Bu çalışmalarda,
öğretmen-çocuk ilişkisi ve çocukların prososyal davranışları aynı bağlamda, yani okul öncesi bağlamında
ölçülmüştür. Bu çalışmalarda da, öğretmen-çocuk ilişkisinin kalitesi ile çocukların prososyal davranışları
arasında anlamlı bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Kienbaum, Volland ve Ulich (2001), öğretmen-çocuk
ilişkisinin çocukların prososyal davranışlarına katkısının, anne-çocuk ilişkisinin katkısından daha belirgin
olduğunu belirtmiştir.
Öğretmen-çocuk ilişkisinin kalitesi de çocukların prososyal davranışlarından etkilenmiştir (Badalà vd.,
2008). Öğretmenin çocukların ihtiyaçlarını belirleyebilmek için onlarla tartışması, oynaması ve
hissettiklerini ve ilgilerini paylaşması, çocuklarla yakın bir öğretmen-çocuk ilişkisi kurması daha gelişmiş
bir öğrenme ortamı sağlayarak çocuğun okul öncesi deneyiminin kalitesini teşvik eder.
Araştırmada dikkat çeken diğer bir bulgu, öğretmen-öğrenci ilişkisindeki çatışma boyutunun çocukların
prososyal davranışları üzerinde etkisinin olmamasıdır. Çatışma, çocuğun öğretmeni ile kurduğu olumsuz
duygusal etkileşimleri, öğretmen tarafından olumsuz algılanan davranışları, davranışların etkili biçimde
yönetilememesini içermektedir (Şahin, 2014). Çatışma boyutu genellikle çocuğun öğretmeni ile yaşadığı
anlaşmazlığın karşılığıdır. Ogelman, Körükçü ve Ersan (2015) ile Akış ve Pırpır (2018), öğretmen‐çocuk
arasındaki çatışma düzeyi arttıkça, çocukların başkalarına yardım amaçlı sosyal davranışlarının anlamlı bir
şekilde azaldığını tespit etmişlerdir. Birch ve Ladd (1998) ile Zimmer-Gembeck, Geiger ve Crick (2005) de
öğretmen-öğrenci arasındaki çatışmalı ilişki durumunda çocukların daha düşük düzeyde prososyal davranış
gösterdiği ve sosyal becerilerinin daha düşük düzeyde olduğunu belirtmiştir. Bu çalışmadan elde edilen
sonuçlar ve literatürde yer alan bilgiler ışığında öğretmen-öğrenci ilişkisinin çocuğun gelişiminde bütüncül
olarak, pek çok gelişim alanı üzerinde etkili olabildiği ifade edilebilir.
Bu çalışma, öğretmen-çocuk arasındaki ilişkinin etkileşimi ve bunun prososyal davranış üzerindeki
etkilerini açıklığa kavuşturmayı ve konu ile ilgili literatüre katkı sağlamayı amaçlamıştır. Bu çalışmadan
elde edilen sonuçlar öğretmenlerin öz bildirimi yoluyla toplanmış, neden-sonuç ilişkisi açısından herhangi
bir açıklama getirmeyen ve araştırma kapsamında belirlenen örneklem grubundan alınan veriler ile sınırlıdır.
Okul öncesi öğretmenleri, sıcak etkileşimler ve açık iletişim ile karakterize edilen çocuklarla yakın ilişkileri
teşvik ederek çocukların prososyal davranışlarını teşvik edebilir. Ek olarak, anne-çocuk ve baba-çocuk
ilişkisinin prososyal davranışa etkisini inceleyen çalışmalar yürütülebilir. Araştırmacılara ebeveynlerin ve
öğretmenlerin raporlarına ek olarak çocuğun doğrudan değerlendirmesi ile elde edilen verileri birleştiren
çoklu yöntemleri kullanan, daha heterojen çocuk örneklerinden elde edilen ve boylamsal çalışmalarla
desteklenen çalışmalar planlamaları ve yürütmeleri önerilebilir.
221
Kaynakça
2. Akış, G. ve Pırpır, D. A. (2018). Okul öncesi eğitim kurumlarına devam eden 5-6 yaş grubu
çocukların okula uyumlarını yordayan değişkenlerin incelenmesi. Electronic Turkish Studies,
13(19), 21-49.
3. Anders, Y., H.-G. Roßbach, S. Weinert, S. Ebert, S. Kuger, S. Lehrl, and J. von Maurice. (2012).
“Home and Preschool Learning Environments and their Relations to the Development of Early
Numeracy
Skills.”
Early
Childhood
Research
Quarterly.
27:
231–244.
doi:10.1016/j.ecresq.2011.08.003.
4. Ası, D. Ş., ve Karabay, Ş. O. (2018). Öğrenci - Öğretmen İlişki Ölçeği-Kısa Formunun Türkçe’ye
uyarlanması. Ege Eğitim Dergisi / Ege Journal of Education, 19(1), 67-82. Doi:
10.12984/egeefd.322358.
5. Badalà, F., Nouri-mahdavi, K., ve Raoof, D. A. (2008). NIH Public Access. Computer, 144(5), 724–
732. https://doi.org/10.1038/jid.2014.371.
6. Bağcı, B. (2015). Çocuk ve yetişkin prososyallik ölçeklerinin geçerlik güvenirlik çalışması ve çocuk
ile anne-baba prososyal davranışları arasındaki ilişkinin incelenmesi. Yüksek Lisans Tezi, Adnan
Menderes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Aydın.
7. Baker, J. A. (2006). Contributions of Teacher-child Relationships to Positive School Adjustment
During
Elementary
School.
Journal
of
School
Psychology.
44:
211–229.
doi:10.1016/j.sp.2006.02.2002.
8. Berry, D. ve O’Connor, E. (2010). Behavioral risk, teacher-child relationships, and social skill
development across middle childhood: A child-by- environment analysis of change. Journal of
Applied Developmental Psychology, 31(1), 1-14.
9. Biddle, K. A. G, Nevarez, A.G, Henderson, W.J.R, ve Kerrick, A.V. (2014). Early Childhood
Education Becoming a Professional. London: Sage
10. Birch, S., ve Ladd, G. (1998). Children’s interpersonal behaviors and the teacher–child relationship.
Developmental Psychology, 34(5), 934–946. doi:10.1037/0012-1649.34.5.934
11. Bowlby, J. (1969). Attachment and loss. Attachment, Vol. 1, New York: Basic Books.
12. Bowlby, J. (1982). Attachment and loss: Vol. 1. Attachment. Rev. ed. New York, NY: Basic Books.
13. Bronfenbrenner, U. (1979). The Ecology of Human Development: Experiments by Nature and
Design. Cambridge, MA: Harvard University Press.
14. Bronfenbrenner, U. (1986). Ecology of the family as a context for human development: Research
perspectives. Developmental Psychology, 22(6), 723–742. doi:10.1037/0012-1649.22.6.723
15. Curby, T. W., S. E. Rimm-Kaufman, and C. Cameron Ponitz. (2009). Teacher-child Interactions and
Children’s Achievement Trajectories Across Kindergarten and First Grade. Journal of Educational
Psychology, 101: 912–925.
16. Davis, H. A. (2003). Conceptualizing the role and in!uence of student-teacher relationships on
children's social and cognitive development. Educational Psychologist, 38, 207–234.
17. Dowling, M. (2014). Young’s Children Personal, Social, and Emotinal Development. 4th Edition.
London: Sage
18. Drugli, M. B., and O. Hjemdal. (2013). Factor Structure of the Student–Teacher Relationship Scale
for Norwegian School- age Children Explored with Con"rmatory Factor Analysis.” Scandinavian
Journal of Educational Research, 57: 457–466. doi:10.1080/00313831.2012.656697.
19. Eisenberg, N., Fabes, R. and Spinrad, T. (2006). Prosocial development. In N. Eisenberg (Ed.),
Handbook of child psychology: Social emotional, and personality development (6th ed., pp. 646–
718). New Jersey: Wiley.
20. Ferreira, T., Cadima, J., Matias, M., Vieira, J. M., Leal, T. and Matos, P. M. (2016). Preschool
children’s prosocial behavior: The role of mother–child, father–child and teacher–child
relationships. Journal of Child and Family Studies, 25(6), 1829-1839.
222
21. Hamre, B. K., B. Hatfield, R. C. Pianta, and F. Jamil, (2014). Evidence and Domain specific
Elements of Teacher-child Interactions: Associations with Preschool Children’s Development. Child
Development, 85: 1257–1274. doi:10.1111/ cdev.12184.
22. Hamre, B. K., and Pianta, R. C. (2001). Early teacher-child relationships and the trajectory of
children’s school outcomes through eighth grade. Child Development, 72, 625-638.
23. Hamre, B. K., and R. C. Pianta. (2005). Can Instructional and Emotional Support in the First-grade
Classroom Make a Difference for Children at Risk of School Failure?. Child Development, 76: 949–
967. doi:10.1111/j.1467-8624.2005. 00889.x.
24. Hay, D., Payne, A. and Chadwick, A. (2004). Peer relations in childhood. Journal of Child
Psychology and Psychiatry and Allied Disciplines, 45(1), 84–108. doi:10.1046/j.0021-9630.
2003.00308.x.
25. Howes, C., Hamilton, C. E. And Matheson, C.C. (1994). Children’s relationships with peers:
Differential associations with aspects of the teacher-child relationship. Child Development, 65(1),
253-263.
26. Howes, C. (2000). Social-emotional classroom climate in child care, child-teacher relationships and
children’s second grade peer relations. Social Development, 9(2), 191–204.
27. Hughes, J. N., W. Luo, O. Kwok, and L. K. Loyd. (2008). Teacher–Student Support, Effortful
Engagement, and Achievement: A 3-year Longitudinal Study. Journal of Educational Psychology,
100: 1–14. doi:10.1037/0022-0663.100.1.1.
28. Jerome, E., Hamre, B. and Pianta, R. (2009). Teacher–child relationships from kindergarten to sixth
grade: Early childhood predictors of teacher-perceived conflict and closeness. Social Development,
18(4), 915–945. doi:10.1111/j.1467-9507. 2008.00508.x
29. Kienbaum, J., Volland, C. and Ulich, D. (2001). Sympathy in the context of mother-child and
teacher-child relationships. International Journal of Behavioral Development, 25(4), 302–309.
doi:10.1080/01650250143000076.
30. Malaguzzi, L. (1998). History, ideas, and basic philosophy: An interview with Lella Gandini. In C.
Edwards, L. Gandini, ve G. Forman, (Eds.), The hundred languages of children: The Reggio Emilia
approach–advanced reflections (pp. 49–97). Santa Barbara, CA: Praeger.
31. Mitchell-Copeland, J., Denham, S. and Demulder, E. (1997). Q-sort assessment of child–teacher
attachment relationships and social competence in the preschool. Early Education and Development,
8(1), 27–39. doi:10.1207/s15566935eed0801.
32. Murray, C., G. A. Waas, and K. M. Murray. (2008). Child Race and Gender as Moderators of the
Association Between Teacher-child Relationships and School Adjustment. Psychology in the
Schools, 45: 562–578. doi:10.1002/pits.20324.
33. Myers, S., and Morris, A. (2009). Examining associations between effortful control and teacherchild relationships in relation to head start children’s socioemotional adjustment. Early Education
and Development, 20(5), 756–774. doi:10.1080/10409280802571244.
34. O’Connor, E., and McCartney, K. (2007). Attachment and cognitive skills: An investigation of
mediating mechanisms. Journal of Applied Developmental Psychology, 28(5), 458–476.
doi:10.1016/j.appdev.2007.06.007
35. Ogelman, H., Körükçü, Ö., ve Ersan, C. (2015). Anne ve öğretmen ile olan ilişkilerin okul öncesi
dönem çocuklarının akran ilişkilerini yordayıcı etkisinin incelenmesi. Türkiye Sosyal Araştırmalar
Dergisi, 19, 179-206.
36. Palermo, F., Hanish, L. D., Martin, C. L., Fabes, R. A., and Reiser, M. (2007). Preschoolers ’
academic readiness: What role does the teacher-child relationship play?. Early Childhood Research
Quarterly, 22(4), 407-422.
37. Pianta, R. C. (1999). Enhancing relationships between children and teachers. Washington, DC:
American Psychological Association.
223
38. Pianta, R., Hamre, B. and Stuhlman, M. (2003). Relationships between teachers and children. In W.
Reynolds ve G. Miller (Eds.), Handbook of psychology (Vol 7): Educational psychology (pp. 199–
234). Hoboken, NJ: Wiley.
39. Pianta, R. C., Nimetz, S. L. and Bennett, E. (1997). Mother-child relationships, teacher–child
relationships, and school outcomes in preschool and kindergarten. Early Childhood Research
Quarterly, 12, 263–280.
40. Pianta, R. and Stuhlman, M. (2004). Teacher–child relationships and children’s success in the first
years of school. School Psychology Review, 33(3), 444–458.
41. Portilla, X., Ballard, P., Adler, N., Boyce, W. T., and Obradovic, J. (2014). An integrative view of
school functioning: Transactions between self-regulation, school engagement, and teacher–child
relationship quality. Child Development, 85(5), 1915– 1931.
42. Roorda, D., Verschueren, K., Vancraeyveldt, C., Craeyevelt, S. Van, and Colpin, H. (2014).
Teacher–child relationships and behavioral adjustment: Transactional links for preschool boys at
risk. Journal of School Psychology, 52(5), 495–510. doi:10.1016/j. jsp.2014.06.004.
43. Santrock, J. W. (2007). Perkembangan Anak (Child Development). Eleventh edition Volume 1
Translated by Mila Rachmawati ve Anna Kuswanti. Jakarta: Erlangga
44. Spivak, A., and Howes, C. (2011). Social and relational factors in early education and prosocial
actions of children of diverse ethnocultural communities. Merrill-Palmer Quarterly, 57(1), 1–24.
doi:10.1353/mpq.2011.0002.
45. Swick, K. and Williams, R. (2006). An analysis of Bronfenbrenner’s bio-ecological perspective for
early childhood educators: Implications for working with families experiencing stress. Early
Childhood Education Journal, 33(5), 371–378. doi:10. 1007/s10643-006-0078-y
46. Şahin, D. (2014). Öğretmen-öğrenci ilişki ölçeği’nin Türkçeye uyarlanması. Eğitim Bilimleri ve
Uygulama. 13/25), 87-102.
47. Villasenor, P. (2017). The different ways that teachers can influence the socio-emotional
development
of
their
students:
A
literature
review.
http://pubdocs.worldbank.org/en/285491571864192787/Villaseno-The-different-ways-thatteachers-can-influence-the-socio-emotional-dev-of-students.pdf.
48. Wang, Y., Kajamies, A., Hurme, T., Kinos, J. and Palonen, T. (2018). Now it’s Your Turn.
Preschool Children’s Social and Emotional Interaction in Small Groups. Journal of Early Childhood
Education Research, Volume 7, Issue 2, 2018, pp. 255-281.
49. Webb, M-Y. L., and S. Neuharth-Pritchett. (2011). Examining Factorial Validity and Measurement
Invariance of the Student- teacher Relationship Scale. Early Childhood Research Quarterly, 26:
205–215. doi:10.1016/j.ecresq.2010.09.004.
50. Wentzel, K. (2015). Prosocial Behaviour and Schooling. Encyclopedia on Early Childhood
Development. 1–5.
51. Zahn-Waxler, C., Radke-Yarrow, M., Wagner, E., and Chapman, M. (1992). Development of
concern for others. Developmental Psychology, 28(1), 126–136. doi:10.1037//0012-1649.28.1.126.
52. Zimmer-Gembeck, M. J., Geiger, T. C. and Crick, N. R. (2005). Relational and physical aggression,
prosocial behavior, and peer relations gender moderation and bidirectional associations. Journal of
Early Adolescence, 25 (4), 421-452.
224
Presentation ID/Sunum No= 90
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Lı̇se Bı̇yolojı̇ Öğretmenlerı̇nı̇n Çevre Kı̇rlı̇lı̇ğı̇ Müfredatıyla İ̇lgı̇lı̇ Görüşlerı̇ ve Alternatı̇f
Çevre Kı̇rlı̇lı̇ğı̇ Öğretı̇m Yöntemlerı̇ne İ̇lı̇şkı̇n Durumlarının Belı̇rlenmesı̇
Araştırmacı Bektaş Güleçyüz1 , Prof.Dr. Tahir Atıcı1
1
Gazi Üniversitesi
Özet
Çevre kirliliğinin doğrudan canlıların hayatlarına etki eden ve hayat kalitesini düşüren bir özelliğinin olması,
çevre kirliliğinin araştırılması, öğretilmesi ve önlem alınması gereken öncelikli alanlar arasında olmasını
sağlamaktadır. Bu durumun önemli basamaklarından biri öğretim ve eğitim ortamlarında insanların gündeminde
olmasını sağlayıp bilincin gelecek nesillerce içselleştirilerek aktarılmasını gerekmektedir. Bu bağlamda çevre
okuryazarı nesillerin yetiştirilmesi git gide önem kazanmaktadır. Bu çalışmada; nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır.
Örneklem, amaçlı örneklem yöntemiyle oluşturularak, zengin bilgi düzeyleri derinlemesine araştırılabilecektir.
Araştırmanın örneklemi Ankara’da görev yapan 30 ve diğer illerde görev yapan 100 toplamda 130 Lise biyoloji
öğretmenidir. Öğretmenlerin seçilmesinde ön koşul son beş yılda en az bir yıl çevre kirliliği eğitimi vermiş olmaktır.
Araştırmanın problemini ‘lise biyoloji öğretmenlerinin çevre kirliliği müfredatıyla ilgili görüşleri ve alternatif çevre
kirliliği öğretim yöntemlerine ilişkin durumları nelerdir?’ sorusu oluşturmaktadır. Sorular araştırmacılar tarafından
hazırlanmıştır ve verilerin toplanmasında “yapılandırılmış görüşme formu” kullanılmıştır. Görüşme sorularında
esneklik kullanılmamıştır. Veriler frekans analizi yapılarak analiz edilmiştir. Araştırmanın sonucunda öğretmenlerin
görüş frekansları belirlenmiştir. Daha sonraki çalışmalar için öğretmenlerin çevre kirliliği öğretimlerine yönelik
alternatif yöntem tutumlarının geliştirileceği çalışmaların yapılması önerilmektedir.
Anahtar Kelime: Çevre kirliliği, Çevre konuları, Öğretmen görüşleri, Ekoloji eğitimi.
Abstract
The fact that environmental pollution has a feature that directly affects the lives of living things and reduces the
quality of life ensures that environmental pollution is among the priority areas that should be researched, taught and
precautions should be taken. One of the important steps of this situation is to ensure that it is on the agenda of people
in education and training environments and that consciousness should be internalized and transferred by future
generations. In this context, it is becoming increasingly important to raise environmentally literate generations. In this
study; qualitative research method has been used. The sample will be created with purposeful sampling method, and
rich knowledge levels can be investigated in depth. The sample of the study is 130 high school biology teachers in
total, 30 working in Ankara and 100 working in other provinces. The prerequisite for choosing teachers is to have
provided environmental pollution training for at least one year in the last five years. The problem of the study is "What
are the opinions of high school biology teachers about the environmental pollution curriculum and their status
regarding alternative environmental pollution teaching methods?" The questions were prepared by the researchers
and the "structured interview form" was used to collect the data. Flexibility was not used in the interview questions.
The data were analyzed by frequency analysis. As a result of the research, the teachers' sight frequencies were
determined. For further studies, it is recommended to conduct studies to develop alternative method attitudes of
teachers towards environmental pollution teaching.
Keywords: Environmental pollution, Environment curriculum, Teachers' opinions, Ecology education.
225
Giriş
Çevre diğer canlıların karşılıklı olarak etkileşim içinde bulunduğu, biyolojik, kimyasal, sosyal,
ekonomik ve kültürel bütün faaliyetlerini sürdürdüğü bir ortamdır (Daştan ve Hacer, 1999). Birleşmiş
Milletlerce, 1972 yılında Stocholm’de düzenlenen konferansta çevre ve çevre sorunları gündeme
getirilmiştir ve BM İnsan Çevresi Bildirisi kabul edilmiştir. Çevreyi korumanın acilliğine vurgu yapılmış
ve koruma görevinin dünyadaki tüm insanların görevi olduğu dile getirilmiştir (Bozlağan, 2004). 1992
yılında gerçekleştirilen, Rio daki Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda çevre eğitimiyle
ilgili önemli kararlar alınmıştır Burada hem Gündem 21 eylem planı hem de orman ilkeleri kabul edilmiştir.
(Çamur ve Vaizoğlu, 2007). Gelecek nesillerin daha sağlıklı ve güvenilir bir ortamda yaşamalarını sağlamak
için çevreye duyarlı bireyler yetiştirmek, bir zorunluluk haline gelmiştir. Çevre sorunlarının ortaya
çıkmasında etkili olan bireylerin, bu sorunların giderilmesinde de; üzerlerine düşen sorumlulukların neler
olduğu bilincine ulaştırılmaları gerekmektedir. Bunun sağlanabilmesi, ancak etkin bir çevre eğitimi ile
mümkün olacaktır (Altın, Bacanlı ve Yıldız, 2002). Çevre için eğitimin temel amacı, bireyin çevresini bir
bütün olarak kavraması, çevreyle etkileşiminde eleştirici bir bakış geliştirmesi, çevre ile ilgili konularda
duyarlı, bilinçli, girişken bir “eko-yurttaş”, gezegenine sahip çıkan “dünya vatandaşı” olarak yetişmesidir
(Atasoy ve Ertürk, 2008). Durum, sınırlı bir bağlamda daima gerçekleşen bir olgudur (Miles ve Huberman
1994). Durum çalışması, sınırlı bir sistemin nasıl işlediği ve çalıştığı hakkında sistematik bilgi toplamak
için çoklu veri toplama kullanılarak o sistemin derinlemesine incelenmesini içeren metodolojik bir
yaklaşımdır (Chmiliar, 2010). Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi, her çocuğun mutluluk, sevgi
ve anlayış atmosferinde ve çevreleriyle uyumlu bir şekilde büyümesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu
sözleşme, çocuğun eğitiminin çocukların doğal çevreye saygı geliştirmesine yardımcı olması gerektiğini ve
çevrenin çocuğun sağlığını geliştirmesi gerektiğini ilan etmiştir (Pluhar, Piko, Kovacs ve Uzzoli, 2009).
Öğrencilerin çevre sorunlarının büyük bir kısmının farkında oldukları ve konulara karşı daha bilinçli ve
duyarlı olması gereken yetişkinlerden (ebeveynler, yöneticiler vb.) Daha fazla duyarlılık beklemektedirler
(Ercan, 2011). İlk okul öğretmen adayları, çevre bilincinin tanıtılmasına yönelik ders sayısı açısından
ilkokul müfredatını yetersiz görmekte ve ayrı bir çevre dersine ihtiyaç olduğuna inanmaktadır (Bozdemir,
Kodan, Akdaş, 2014). Çevre eğitimi, bireyin doğumu ile aile içinde başlar ve ilk ve yüksek öğrenimi
boyunca devam eder. Ancak çevre eğitimi, bir birey sosyal yaşamı ve sosyal ilişkileriyle de farkındalık
kazandığı için resmi eğitim kurumlarıyla sınırlandırılamaz. Bu bağlamda medya, çevre eğitiminde önemli
bir araçtır. Hatta bir tür okul olarak düşünülebilir (Ors, 2012).
Amaç
Mevcut biyoloji öğretim programındaki "Güncel Çevre Sorunları ve İnsan" ünitesine ait kazanımların
içerisine dağıtılmış olarak bulunan çevre kirliliği konusu hakkında, lise biyoloji öğretmenlerinin kazanımlar
hakkındaki görüşleri ve ders işleme durumlarının tespit edilmesi amaçlanmıştır. Bu amaç kapsamında
aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır.
Öğretmenler kazanımları nasıl anlamlandırmışlardır?
Kazanımların yeterlilikleri hakkındaki görüşleri nelerdir?
Kazanımlarda eksik ya da düzeltilmesi gereken alanlar hakkındaki görüşleri nelerdir?
Kazanımların kitap yazma, soru yazma ve ölçme süreçlerine etkisi hakkındaki görüşleri nelerdir?
Kazanımların öğrenme süreçlerine etkisi hakkındaki görüşleri nelerdir?
Kazanımların hazırlanışlarına bağlı olarak kullanılabilecek öğretim yöntem ve tekniklerine ilişkin
görüşleri nelerdir?
Kazanımların konu, kitap ve öğrenci özellikleriyle tutarlılıkları hakkındaki görüşleri nelerdir?
Kazanım yönlendirmelerine bağlı olarak hangi öğretim yöntem ve tekniklerini kullanmışlardır?
Değişen çevre koşullarına ayak uydurmaya çalışan toplum ve eğitim sistemi kendisi de değişimler
göstermektedir. Türk eğitim sistemi de pandemi den önce yeni bir yapılanmanın eşiğindeydi, bu bağlamda
bu araştırma iyileştirmeler ve gelecekteki yeni programlar için temel teşkil edebilecektir.
226
Yöntem
Araştırma modeli
Nitel araştırma yöntemlerinden “Durum Çalışması” kullanılmıştır. Durum çalışması; tek bir durum ya
da olayın derinlemesine boylamsal olarak incelendiği, verilerin sistematik bir şekilde toplandığı ve gerçek
ortamda neler olduğuna bakıldığı bir yöntemdir. Elde edilen sonuçlarla olayın neden o şekilde oluştuğu ve
gelecek çalışmalarda nelere odaklanılması gerektiğini ortaya koyar (Davey, 1991). Örneklem, amaçlı
örneklem yöntemiyle oluşturulmuştur. Bu sayede zengin bilgi düzeyleri derinlemesine araştırılabilecektir.
Çalışma grubu
Araştırmanın örneklemi son beş yılda en az bir yıl çevre kirliliği konusunu anlatmış olan Ankara'dan
30, İstanbul’dan 21, Samsun’dan 10 öğretmen ve farklı illerden 69 öğretmendir. Toplamda 130 öğretmene
ulaşılmıştır ve örneklere ulaşmada kartopu yöntemi kullanılmıştır.
Tablo 1: Çalışma grubunun cinsiyet özellikleri.
Cinsiyet
f
%
Kadın
107
82,3
Erkek
23
17,7
Toplam
130
100
Tablo 2: Çalışma grubunun öğrenim durumları.
Eğitim durumu
f
%
Lisans
75
57,7
Tezsiz Yüksek lisans
35
26,9
Tezli Yüksek lisans
16
12,3
Doktora
4
3,1
Toplam
130
Tablo 3: Çalışma grubunun görev süreleri.
Görev süresi
1- 5 yıl
6- 10 yıl
11- 15 yıl
16- 20 yıl
21 yıl ve üzeri
Toplam
Tablo 4: İllere göre katılımcı sayıları.
Ankara 30
Çanakkale
İstanbul 21
Düzce
Samsun 10
Elazığ
Mersin
8
Kırıkkale
Hatay
4
Sakarya
Balıkesir 3
Şanlıurfa
Bursa
3
Tekirdağ
İzmir
3
Tokat
Konya
3
Afyonkarahisar
Ordu
3
Amasya
Ağrı
2
Antalya
f
11
30
24
22
43
130
2
2
2
2
2
2
2
2
1
1
1
100
%
8,5
23,1
18,5
16,9
33,1
100
Bartın
Burdur
Denizli
Edirne
Erzurum
Eskişehir
Gaziantep
Giresun
Kahramanmaraş
Karabük
Kayseri
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
Kırşehir
Kocaeli
Kütahya
Malatya
Mardin
Osmaniye
Rize
Siirt
Sinop
Zonguldak
1
1
1
1
1
1
1
1
1
1
Veri toplama araçları
18 soruluk 4 gruptan oluşan yapılandırılmış görüşme formu hazırlanmıştır. Birinci grup 6 soruluk
demografik bilgi alanıdır. İkinci grup 3 soruluk son 5 yıldaki durumu ve ek hizmet içi eğitimi
sorgulamaktadır. Üçüncü grup 7 soruluk kazanımlar hakkındaki öğretmen görüşleridir. Dördüncü grup 2
227
soruluk öğretim yöntem ve teknikleri sorusudur. Veri toplama aracı, 3 alan uzmanı görüşü, 1 ölçme uzmanı
görüşü ve 1 dil uzmanı görüşü alınarak geri dönütlerin değişiklikleri uygulanarak hazırlanmıştır. Veri
toplama aracının açık uçlu sorularının tutarlılığı 2 farklı araştırmacı ile Miles ve Huberman’ın formülü
(Güvenirlik = görüş birliği / görüş birliği + görüş ayrılığı) kullanılarak 0,88 olarak hesaplanmıştır. Görüşme
formundaki sorular aşağıda sunulmuştur.
Son 5 yılda 10. sınıflarda derse girdiğiniz okul türünü seçiniz / yazınız. (Birden fazla ise ders sayısı çok
olanı belirtiniz.)
Çevre kirliliğini (10. sınıf çevre sorunları başlığı altında) son 5 yılda ne sıklıkla anlattınız? (Hiç cevabını
veren 4 katılımcının verileri değerlendirilmeye alınmamıştır.)
"Çevre kirliliği" ile ilgili meslek içi bir eğitime veya projeye katıldınız mı? (Hayır, Evet, Erasmus+
projesine katıldım, Evet, Erasmus+ projesine katıldım, Evet, Hizmet içi eğitim aldım, Diğer.)
"Çevre kirliliği" konusu ve kazanımlarının 10. sınıfta olmasını uygun buluyor musunuz? (Evet , Öğrenci
yaş ve hazırbulunuşluğu açısından uygun, Hayır, 9. sınıfta olmalı, geç veriliyor, Hayır, 11. sınıfta
olmalı, erken veriliyor, Hayır, 12. sınıfta olmalı, erken veriliyor, Hayır, Her sınıf düzeyinde olmalı,
Diğer.)
"Çevre kirliliği" konusunun yıllık toplam ders saatindeki payının artmasının gerektiğini düşünüyor
musunuz? (Evet, Kararsızım, Hayır.)
Müfredat ve dersleri planlama ile görevlendirilseniz, "Çevre kirliliği" adında ve kapsamında yeni bir
ders açar mısınız? (Evet, Kararsızım, Hayır.)
"Çevre kirliliği" konusunun biyoloji dersi öğretim programındaki önem derecesi hakkındaki
görüşünüzü seçiniz. (1.önemsiz – 7.çok önemli dereceleme)
Müfredattaki "çevre kirliliği" konusunu nasıl değerlendirirsiniz?
"Çevre kirliliği" konusunu barındıran görselde verilen kazanımlar için aşağıda verilen ifadelere katılma
derecelerinizi seçiniz. (Hiç katılmıyorum – Kesinlikle katılıyorum 5 li dereceleme)
o Çevre kirliliği konularının bu üç kazanımla işlenmesi yeterlidir.
o Kazanımların alt açıklamaları yeterince açık ve nettir.
o Kazanımların alt açıklamaları, konunun ne kadar işleneceğinin sınırlarını net olarak belirtir.
o Kazanımlar, uygulama yapmaya uygundur.
o Kazanımlar, biyoloji dersi temel öğretim hedefleri için yeterlidir.
o Kazanımlar, soru yazmak için uygun hazırlanmıştır.
o Kazanımlar, günlük hayata uymaktadır.
o Kazanımlar ve konu dağılımları tutarlıdır.
o Kazanımlar, yazılan kitapların birbirinden farklı içerikler bulundurmasına neden olmaktadır.
o Kazanımların kapsamı ortalama öğrenci seviyesine uygundur.
o Kazanım içerikleri, başarılı öğrencilerin sıkılmasına neden olmaktadır.
o Kazanımlar, öğrenci merkezli hazırlanmıştır.
o Kazanımlar, öğrenci farklılıklarını dikkate almaktadır.
o Öğrenciler bu kazanımlara yönelik öğrenmelere değer verir.
o Çevre kirliliği konusu biyoloji dersi içerisindeki en önemli konudur.
Müfredatta mevcut "çevre kirliliği" konularına eklenmesinin gerektiğini düşündüğünüz hususları (konu,
başlık, örnek olay, yeni kazanım vb.) varsa açıklayınız.
"Çevre kirliliği" konularını işlerken verimli olacağını düşündüğünüz öğretim yöntem ve tekniklerini
seçiniz. (Öğretmeni merkeze alan yöntemler, Öğrenciyi merkeze alan yöntemler, Diğer.)
Son 5 yılda "çevre kirliliği" konularını işlerken, "çevre kirliliği" kazanımlarına uygun olarak
gerçekleştirdiğiniz öğretim etkinliklerini işaretleyiniz / belirtiniz.
228
Verilerin analizi
Verilerin incelenmesinde içerik analizi uygulanmıştır. Bu yöntemle verilerin anlaşılmasının ve
yorumlanmasının kolaylaştırılması hedeflenmiştir. Sorulardan olabildiğince fazla veri toplanması
amaçlanmıştır. Sorularda diğer kısmı eklenerek katılımcıların istediklerini eklemeleri ve dönüt vermeleri
sağlanmıştır. Açık uçlu sorularda iki araştırmacı alt alan ve temaları oluşturarak tutarlılığını sınamıştır.
Verilen cevaplar temalara dağıtılarak anlaşılırlığı ve yorumlanma kolaylığı artırılmıştır. Sonuç olarak elde
edilen ve düzenlenen veriler yorumlanmıştır.
Bulgular
Çalışma sorularının özet tablo veya grafikleri aşağıda bulunmaktadır.
Tablo 5: Çevre kirliliğini son 5 yılda ne sıklıkla anlattınız? Sorusunun değerleri.
Anlatma süresi
Bir yıl
İki yıl
Üç yıl
Dört yıl
Beş yıl
Toplam
f
4
29
15
12
70
130
%
3,1
22,3
11,5
9,2
53,8
100,0
Tablo 6: "Çevre kirliliği" ile ilgili meslek içi bir eğitime veya projeye katıldınız mı?
Sorusunun değerleri.
Eğitim ve ya projeye katılma durumu
Evet
Hayır
Toplam
f
25
105
130
%
19,2
80,8
100,0
Tablo 7:"Çevre kirliliği" ile ilgili meslek içi bir eğitime veya projeye katıldınız mı? Sorusuna verilen evet
cevaplarının dağılımları.
Katılımcıların katıldığı çalışma örnekleri
f
%
Evet, Hizmet içi eğitim aldım.
Evet, eTwinning projesine katıldım.
13
8
48,1
29,6
Evet, Erasmus+ projesine katıldım.
Sıfır atık projesi
1
2
3,7
7,4
TÜBİTAK 4006 projesi
STK eğitimleri
2
1
7,4
3,7
Toplam
27
100
Görüşme sorusunda evet cevaplarının örnek cümleleri.
M1: Evet, eTwinning projesine katıldım., Evet, Hizmet içi eğitim aldım., Sıfır Atık Projesinde 3
yıldır çalışıyoruz.
M2: STK eğitimlerine katıldım.
M3: 4006 projeleri kapsamında okul projesi geliştirdik.
Tablo 8:"Çevre kirliliği" konusu ve kazanımlarının 10. sınıfta olmasını uygun buluyor musunuz?
Sorusunun cevap dağılımları.
Görüşler
Evet, Öğrenci yaş ve hazırbulunuşluğu açısından uygun.
Hayır, 9. sınıfta olmalı, geç veriliyor.
Hayır, Her sınıf düzeyinde olmalı.
Hayır bu seviyeye gelmeden önce verilmiş olmalı
Sorudan ilgisiz
f
39
40
49
1
1
%
30,0
30,8
37,7
0,8
0,8
Toplam
130
100
229
Tablo 9: "Çevre kirliliği" konusunun yıllık toplam ders saatindeki payının artmasının gerektiğini
düşünüyor musunuz? Sorusunun cevap dağılımı.
Görüşler
f
%
Evet
93
71,5
Kararsızım
17
13,1
Hayır
Toplam
20
130
15,4
100,0
Tablo 10: Müfredat ve dersleri planlama ile görevlendirilseniz, "Çevre kirliliği" adında ve kapsamında
yeni bir ders açar mısınız? Sorusunun cevap dağılımı.
Görüşler
Evet
Kararsızım
Hayır
Toplam
f
88
23
19
130
%
67,7
17,7
14,6
100,0
Tablo 11: "Çevre kirliliği" konusunun biyoloji dersi öğretim programındaki önem derecesi hakkındaki
görüşünüzü seçiniz. Sorusunun cevap dağılımları.
1 - 7 arasında derecelendirme
1
2
3
4
5
6
7
Toplam
f
0
8
4
11
16
23
68
130
%
0,0
6,2
3,1
8,5
12,3
17,7
52,3
100
Grafik 1: Müfredattaki "çevre kirliliği" konusunu nasıl değerlendirirsiniz? Sorusuna verilen cevaplardan oluşturulan
tema dağılımları.
Oluşturulan temalar
İçerik yetersizdir
İçerik Yeterlidir.
Yılsonuna bırakılması olumsuzluklara neden oluyor.
Proje ve uygulamalarla desteklenmelidir.
Güncel sorunlara odaklanılmalıdır.
Ders saati azdır
Daha erken öğretime başlanmalıdır.
Önemi vurgulanmalıdır
Ayrı bir ders olmalıdır.
Müfredat Günceldir
Çevre kirliliği bilinci kazandıramamaktadır.
Konu yetişmemektedir
Ezbere dayalıdır.
Her sınıf düzeyinde olmalı
Diğer konularla ilişkilendirilmelidir.
60
11
11
9
7
7
6
5
4
3
3
3
1
1
1
0
10
20
30
40
50
60
70
Görüşme sorusuna verilen cevaplarının örnek cümleleri.
M1: Sene sonunda olduğundan müfredat yetiştirememe ve öğrencilerin sene sonu okula devam
sorunu yaşamaları nedeniyle layıkıyla islenemiyor
M2: Daha kapsamlı olmalı ve çözüm odaklı yaklaşımlar içermeli.
M3: Çok yetersiz ve yüzeysel.
M4: Gayet iyi tasarlanmış.
230
M5: Bence yetersiz. Eskiden Çevre Bilgisi dersi vardı. Çevre başlığında bir ders olmalı. Uygulamalı
2 ders ve tüm yıllarda olmalı.
Grafik 2: "Çevre kirliliği" konusunu barındıran görselde verilen kazanımlar için aşağıda verilen ifadelere
katılma derecelerinizi seçiniz. Sorusunun dağılımları.
Kazanımların kapsamı ortalama öğrenci
seviyesine uygundur.
Kazanımlar, yazılan kitapların birbirinden
farklı içerikler bulundurmasına neden…
Kazanımlar ve konu dağılımları tutarlıdır.
Kazanımlar, günlük hayata uymaktadır.
Kazanımlar, soru yazmak için uygun
hazırlanmıştır.
0%
20%
40%
60%
80%
100%
40%
60%
80%
100%
80%
100%
Çevre kirliliği konusu biyoloji dersi
içerisindeki en önemli konudur.
Öğrenciler bu kazanımlara yönelik
öğrenmelere değer verir.
Kazanımlar, öğrenci farklılıklarını dikkate
almaktadır.
Kazanımlar, öğrenci merkezli
hazırlanmıştır.
Kazanım içerikleri, başarılı öğrencilerin
sıkılmasına neden olmaktadır.
0%
20%
Kazanımlar, biyoloji dersi temel öğretim
hedefleri için yeterlidir.
Kazanımlar, uygulama yapmaya uygundur.
Kazanımların alt açıklamaları, konunun ne
kadar işleneceğinin sınırlarını net olarak…
Kazanımların alt açıklamaları yeterince
açık ve nettir.
Çevre kirliliği konularının bu üç kazanımla
işlenmesi yeterlidir.
0%
Hiç katılmıyorum
Katılmıyorum
20%
Kararsızım
40%
Katılıyorum
60%
Kesinlikle katılıyorum
Tablo 12: Müfredatta mevcut "çevre kirliliği" konularına eklenmesinin gerektiğini düşündüğünüz hususları (konu,
başlık, örnek olay, yeni kazanım vb.) varsa açıklayınız. Sorusunun dağılımları.
Oluşturulan Temalar
Uygulama örnekleri eklenmeli/artmalıdır.
Etkinlikler eklenmeli / artırılmalıdır.
Projeler eklenmelidir.
Bölgelerin farklılıklarına göre çeşitlendirilmeli
Güncelliği artırılmalı / sık güncellenmelidir
Dijital kirlilik konusu eklenmelidir.
Avcılığın zararları eklenmelidir.
Ağaç kıyımlarının zararları eklenmelidir.
f
9
7
7
4
4
3
1
1
%
19,6
15,2
15,2
8,7
8,7
6,5
2,2
2,2
231
Yeni Kazanım: Çevre kirliliğini önlemede alınabilecek önlemler için çözüm
yolları üretir.
Yeni Kazanım: Geri dönüşüm, ileri dönüşüm, kirli alanların, rekreasyonu
uygulamaları, kirlilik ve çevre hukuku ilişkisini kavrar.
1
2,2
1
2,2
Yeni Kazanım: Plastik atik kirliliğinin önemini bilir.
Yeni Kazanım: Çevre kirliliğinin dünya çapında imzalanan protokollerin
önemini kavrar.
Yeni Kazanım: Sulak alanların korunması, su kullanımında geri dönüşüm ile
ilgili çözüm yolları üretir.
Yeni Kazanım: Uygulamalı kompost yapımı, uygulamalı sıfır atık
uygulamaları, uygulamalı katı atık yönetimini açıklar.
1
2,2
1
2,2
1
2,2
1
2,2
Yeni Kazanım: Suyun önemini kavrar.
Yeni Kazanım: Sıfır atık projesinin farkına varır.
Yeni Kazanım: Soyu tükenen canlıların ekosisteme etkilerini bilir.
Yeni Kazanım: Küresel ısınmayı anlar.
Toplam
1
1
1
1
46
2,2
2,2
2,2
2,2
100
Görüşme sorusuna verilen cevaplarının örnek cümleleri.
M1: Yakın çevre sorunları ile ilgili etkinlikler eklenebilir.
M2: “Yerel, ulusal ve küresel bağlamda çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik projeler geliştirir.”
kazanım cümlesi olabilir. Söylemden ziyade öğrenmede eylem önemlidir. Öğrencilerin özellikle yakın
çevresindeki çevre sorunlarını farketme, bu sorunlara karşı duyarlılık oluşturmak, bireysel veya grup
olarak çözüm üretmek için etkin katılımlarını sağlamak son derece önemlidir. “Öğrencilerin öncelikle
yakın çevresindeki çevre sorunları ile ilgili proje yapmaları sağlanır.” kazanım açıklaması olabilir.
Öğrenciden olağanüstü çözüm ve proje beklentisi olmadan, her öğrencinin kendi hızında ve gelişimi
çerçevesinde ürün ortaya çıkaracağı düşünülerek konu için aktif katılım sağlanmış olacaktır. Öğrenci bir
çözümün parçası olduğu müddetçe aktif olarak öğrenir ve öğrendikleri kalıcı olur.
M3: Müfredat biraz daha detaylandırılıp hem coğrafi yere göre olan kirlenmeler hem de bireylerin
sorumluluklarından daha çok bahsedilmeli. sosyal sorumluluk projeleri olmalı.
M4: Başlıklar yeterli olabilir fakat öğrencilerin yaşadıkları bölge ve ortam koşullarına uygun olarak
daha fazla bilgi ve örnek olmalı diye düşünüyorum ayrıca öğrencilerle çevre kirliliğine yönelik uygulamalar
yapmaya imkân verecek etkinlik örnekleri kitaplarda yer alabilir çevre sorunları ile ilgili yakın zamanda
yaşanmış örneklere yer verilebilir
Tablo 13: "Çevre kirliliği" konularını işlerken verimli olacağını düşündüğünüz öğretim yöntem ve tekniklerini
seçiniz/yazınız. Sorusunun dağılımları
Görüşler
f
%
Öğrenciyi merkeze alan yöntemler
123
83,1
Öğretmeni merkeze alan yöntemler
9
6,1
Proje
8
5,4
Gezi
5
3,4
Dijital içerik
1
0,7
STEM
1
0,7
Soru cevap
1
0,7
Toplam
148
100,0
Tablo 14: Son 5 yılda "çevre kirliliği" konularını işlerken, "çevre kirliliği" kazanımlarına uygun olarak
gerçekleştirdiğiniz öğretim etkinliklerini işaretleyiniz. Sorusunun dağılımları.
Öğretim etkinlikleri
Öğrencilere açıklamalar yaparak konuyu anlatma
Belgesel izletme
Proje ödevi verme
Ders animasyonu izletme
f
114
102
81
53
%
22,9
20,5
16,3
10,6
232
Gezi düzenleme
Deney yaptırma
Web 2.0 araçları kullanma
Konunun zihin haritasını hazırlatma
Röportaj yaptırma
Kulüp kurma
Sosyal hizmet etkinliği düzenleme
Drama yaptırma
Konuyla ilgili şarkı hazırlama
Simülasyon yazılımı kullanma
Sanal gerçeklik uygulamaları kullanma
Seminer
Toplam
24
21
17
16
15
15
13
10
7
5
4
1
498
4,8
4,2
3,4
3,2
3,0
3,0
2,6
2,0
1,4
1,0
0,8
0,2
100
Tartışma, Sonuç ve Öneriler
Bu kısımda dört gruptan oluşan on sekiz soru için elde edilen veriler sırasıyla incelenmiştir,
tartışılmıştır ve sonuçlara varılmıştır. Tablo 5 teki veriler incelendiğinde son beş yılda aralıksız her yıl
“çevre kirliliği” konusunu anlatan katılımcı oranı %53 tür. Katılımcıların yalnız %3,1 i bir yıllık anlatım
tecrübesine sahiptir. Bu açıdan katılımcıların görüşleri sayesinde zengin bilgi düzeylerinin derinlemesine
irdelenmesi gerçekleştirilmiştir. Tablo 6 incelendiğinde katılımcıların yalnız %19,2 sinin “çevre kirliliği”
konusuyla ilgili bir eğitim yada projeye katılmış olması ayrışmaya neden olmaktadır. Bu konuda hizmet içi
eğitim planlamaları yapılabilir. Tablo 7’deki veriler incelendiğinde Erasmus+ projeleri %3,7 ve Sıfır atık
projesi %7,4 lük seviyelerde oldukça az oranlarla dikkati çekmektedir. Hem sıfır atık hem Erasmus +
projelerinin çevre kirliliği konularında yaygınlaştırılması için önlemler alınabilir. Tablo 8’deki veriler
irdelendiğinde katılımcıların yalnız %30 u "Çevre kirliliği" konusu ve kazanımlarının 10. sınıfta olmasını
uygun buluyor musunuz? Sorusuna evet cevabı verirken geri kalan cevaplar %70 hayır cevabını vermekte
ve alternatif durumları vurgulamaktadır. Bu bağlamda çevre kirliliği konusunun daha önceki bir zamana
alınması gerçekleştirilebilir. Tablo 9’da ki veriler incelendiğinde katılımcıların %71,5 i çevre kirliliği
konusunun biyoloji öğretim programındaki payının artması gerektiğini vurguladığı görülmektedir. Bu
açıdan çevre kirliliği konularının biyoloji öğretim programındaki payı yeniden değerlendirilerek artırılabilir.
Tablo 10’da ki veriler incelendiğinde katılımcıların %67,7 si çevre kirliliği adı ve kapsamında yeni bir ders
açılmasını istemektedir. Soruya hayır cevabını veren öğretmenlerin verileri soru çeşitlemesi açısından
incelendiğinde 9 u dersin daha önceki bir seviyede verilmesi gerektiğini vurgularken 8 i konunun bulunduğu
yer açısından uygun olduğunu belirtmektedir. Aynı zamanda bu cevabı veren 19 öğretmenden 11’i çevre
kirliliği konusunun müfredattaki payının artması gereklimi sorusuna da hayır cevabını vermektedir. Tablo
11 incelendiğinde katılımcıların çok büyük ölçüde çevre kirliliği konusunun müfredat içerisindeki önem
derecesini ortanın üstünde gösterdiği gözlenmektedir. Grafik 1 incelendiğinde öğretmenlerin cevap
temalarının içerisinde en yüksek oranda içerik yetersizdir temasının açık ara ayrıştığı gözlenmektedir. Bu
açıdan müfredattaki çevre kirliliği konusunun içeriği yeniden düzenlenerek artırılabilir. Grafik 2’deki
veriler incelendiğinde “kazanım kapsamı ortalama öğrenci seviyesine uygundur” ifadesine öğretmenlerin
yarısından fazlası olumlu görüş bildirmiştir. “çevre kirliliği konusu biyoloji dersi içerisindeki en önemli
konudur” ifadesine olumlu görüş %50 nin üstünde gözlenmektedir. Bu veri soru çeşitlemesi açısında tablo
11’deki veriyle eşleşmektedir. “Kazanım içerikleri, başarılı öğrencilerin sıkılmasına neden olmaktadır”
ifadesine öğretmenlerin yarısından fazlası olumlu görüş bildirmiştir. Bu açıdan çevre kirliliği konularına
başarılı öğrencileri hedef alan içerikler eklenebilir. “Kazanımlar uygulama yapmaya uygundur” ifadesine
öğretmenlerin yarısından fazlası olumsuz yanıt vermiştir. bu açıdan çevre kirliliği öğretim programı ve
konularına uygulamaya yönelik içerikler eklenebilir. Bu belirlemeler tablo 12’deki sorulara verilen yanıt
temalarıyla birbirini desteklemektedir. Soru çeşitliliğinin sağlanması ve birbirleriyle uyum içerisinde
olmaları tutarlılığı artırmaktadır. Bununla birlikte tablo 12 de öğretenlerin çevre kirliliği müfredatı ve
konularına eklenmelerinin gerektiği düşünülen konu ve kazanımlar belirtilmiştir. İçerikler değerlendirilerek
öğretim programı ve konular güncellenebilir. Tablo 13 teki veriler irdelendiğinde öğretmenlerin %83,1 i
öğrenciyi merkeze alan yöntemlerin verimli olacağını belirterek ayrışmaktadır. Bu bağlamda öğretim
programı ve konular öğrenci merkezli olma açısından daha fazla güçlendirilebilir. Tablo 14 teki veriler
irdelendiğinde öğretmenlerin az kullandığı etkinlik çeşitlerine yönelik hizmet içi eğitimler, projeler vb.
etkinlikler düzenlenebilir.
233
Kaynakça
1. ALTIN, M., Bacanlı, H. ve Yıldız, K. (2002). Biyoloji öğretmeni adaylarının çevreye yönelik tutumları.
V. Ulusal Fen Bilimleri ve Matematik Kongresinde sunulmuş Bildiri, Eylül, Ankara
2. ATASOY, E. & Ertürk, H. (2008). İlköğretim Öğrencilerinin Çevresel Tutum ve Çevre Bilgisi Üzerine
Bir Alan Araştırması, Erzincan Eğitim Fakültesi Dergisi, (10)1, 105-122.
3. BOZDEMİR, H., Kodan, H., & Akdaş, H. B. (2014). Primary school teacher candidates’ offers to
primary school students about environmental consciousness. Procedia-Social and Behavioral Sciences,
143, 649-656.
4. BOZLAĞAN, R. (2004). Birleşmiş milletler uygulamaları ve yerel yönetimler. Öneri dergisi, 6 (22),
229-235. DOI: 10.14783/maruoneri.678806
5. CHMİLİAR, l. (2010). Multiple-case designs. In A. J. Mills, G. Eurepas & E. Wiebe (Eds.),
Encyclopedia of case study research (pp 582-583). USA: SAGE Publications.
6. ÇAMUR, D. ve Vaizoğlu, S. A. (2007). Çevreye İlişkin Önemli Toplantı ve Belgeler. TSK Koruyucu
Hekimlik Bülteni. 6(4), 297-306.
7. DASTAN, Hacer, 1999, “Çevre Koruma Bilinci ve Duyarlılığının Oluşmasında Eğitimin Yeri ve Önemi
(Türkiye Örneği)”, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara
8. ERCAN, F. (2011). Student perceptions and solutions about the matters of environment. Procedia Social and Behavioral Sciences, 19, 450-2.
9. MİLES, M. B. & Huberman, A. M. (1994). Qualitative data analysis. USA: SAGE Publications.
10. ORS, F. (2012). Environmental education and the role of media in environmental education in Turkey.
Procedia-Social and Behavioral Sciences, 46, 1339-1342.
11. PLUHAR ZF, Piko BF, Kovacs S, Uzzoli A. Air pollution is bad for my health: Hungarian children's
knowledge of the role of environment in health and disease. Health Place. 2009;5:239–46.
12. SUBAŞI, M, Okumuş, K. (2017). Bir Araştırma Yöntemi Olarak Durum Çalışması. Atatürk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 21 (2) , 419-426
234
Presentation ID/Sunum No= 26
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Türkiye'de Başkanlık Sistemine Geçiş ve Parti Sistemine Etkisi: İ̇ki Kutuplu Sistem Mi'
Parçalı Partili Başkanlık Sistemi Mi'
Dr. Öğretim Üyesi Burcu Taşkın1
1
İstanbul Medeniyet Üniversitesi
Özet
Parti sistemleri, ülkelerin demokratik performanslarını ve siyasi istikrarlarını ölçmede önemlidir. Türkiye'de 16 Nisan
2017 referandumuyla parlamenter sistemden başkanlık sistemine rejim değişikliği hükümet sisteminin parti
parçalanması üzerindeki etkisini anlamak son derece kritik hale gelmiştir. Oyların çoğunluğunu (ve ayrıca
parlamentodaki sandalyeleri) almaya dayanan yüksek rekabet yapısı nedeniyle başkanlık sistemli rejimlerde seçim
öncesi ittifakların kurulması doğal sonuç iken, genelde daha büyük bir parti parçalanması görülmektedir. En büyük
ödül (başkanlık) için yapılan rekabet, partilerin kaynaklarını başkanlık yarışına yoğunlaştırmasına neden olur ve
yürütme ve yasama yarışları arasındaki seçim koordinasyonunda (stratejiler, programlar, kaynaklar vb.) gerilim
yaratır. Sistem değişikliği öncesinde hâkim partili çok-partili parlamenter sistem olarak tanımlanan parti sistemi,
değişiklik sonrası nasıl bir değişiklik göstermiştir? Bu değişiklik seçim öncesi ittifakları nasıl etkilemektedir?
Başkanlığın parti sistemi üzerindeki etkisini anlamak için benzer sistem tasarımlarıyla ülke karşılaştırması yapılması
çok önemlidir. Türkiye, 2018'den beri başkanlık hükümet sistemi olan üniter bir anayasal devlete sahiptir, 1961'den
beri parlamentodaki sandalye dağılımı için nisbi temsil seçim sistemi ve 2014’den itibaren cumhurbaşkanlığı için iki
turlu mutlak çoğunluğu benimsemiştir (yine 1983 seçim kanunu ile yüzde 10 ulusal seçim barajı getirmiştir).
Avrupa’da Başkanlık sistemi demokrasisi olmadığı ve Latin Amerika ülkelerinde üniter devlet yapısına sahip başkanlık
sistemi olmadığı için, Türkiye’deki başkanlık sistemi-parti sistemi ilişkisini anlamak kolay değildir. Bu çalışmada parti
sistemleri üzerine olan alan taraması ve sınıflandırma kullanılarak, benzer sistem özelliklerine sahip ülkelerle
karşılaştırma yapılarak Türkiye’de 2018 sonrasındaki parti sisteminin iki-kutuplu olarak mı, yoksa parçalı- parti
sistemli başkanlık sistemi olarak mı tanımlanması gerektiği tartışılacaktır. Bu amaçla yarı başkanlık altında üniter
sistemlere sahip Avrupa ülkeleri (Fransa ve Polonya) ve federalizm ile başkanlık sistemine sahip Latin Amerika ülkesi
Brezilya ile karşılaştırma yapılmıştır.
Anahtar Kelimeler: Başkanlık sistemi, iki kutuplu parti sistemi, parçalı partili başkanlık sistemi, Türkiye
Transition To Presidential System In Turkey And Its Effect On Party System: Bi-Polar Party System Or
Fragmented Presidential System?
Abstract
Party systems are important in measuring the democratic performance and political stability of countries. The
transition from parliamentary system to a presidential system in Turkey with the April 16, 2017 referendum becomes
highly crucial to understand the impact of regime change on the fragmentation of the party. While pre-election
alliances are a natural consequence in regimes with a presidential system due to the highly competitive structure based
on getting the majority of the votes (and also the seats in the parliament), a larger party splits is generally seen.
Competition for the great prize (presidency) causes parties to concentrate their resources on the presidential race and
creates tension in electoral coordination (strategies, programs, resources, etc.) between executive and legislative
races. So, how did the party system, which was defined as a multi-party parliamentary system with a dominant party
before presidentialism, change after the transition? How does this change affect pre-election alliances? In order to
understand the effect of the Presidency on the party system, it is very important to make a country comparison with
similar system designs. Since, 1961 Turkey has proportional representation electoral system (again brought a 10 per
cent national threshold in the 1983 election law) for the distribution of seats in the parliamentary elections and since
2014 has adopted a two-round absolute majority for the presidency elections. In Europe because there is not
democracy with a presidential system, and in Latin America there is no presidential system with a unitary state
235
structure, the impact of the presidential system in Turkey on party system is not easy to understand. In this study by
making a literature on party systems and using the classifications, the party system in Turkey will be discussed on the
dimension that whether it has altered to a bi-polar party system, or a fragmented presidential system. For this purpose,
a comparison was made with European countries (France and Poland) with unitary systems under semi-presidency
and with a Latin American country (Brazil) with federalism and a presidential system.
Keywords: Presidential system, bi-polar party system, fragmented presidentialism, Turkey
1.Giriş
Türk parti sisteminin kurumsal çerçevesi, ülkenin parlamenter sisteminin başkanlık sistemiyle
değiştirilmesinin ardından büyük bir dönüşüm geçirdi. Başkanlık Sistemine geçiş ile ortaya çıkan ve
beklenen hukuki, siyasi, kamu yönetimi ve ekonomi alanlarındaki değişiklikler üzerine önemli sayıda
çalışma (Gözler, 2018; Gönenç, 2017; Akıncı, 2017; Alkan, 2018; Güler,2018) olsa da, demokratik işleyişin
ve siyasi istikrarın temel göstergelerinden olan parti sistemi üzerine etkilerini inceleyen çalışmalar eksik
kalmıştır. Başkanlık sistemine değiş ile birlikte parti sistemi de değişmiş midir? Seçim öncesi ittifaklar
düşünüldüğünde sistem iki-kutuplu parti sistemine mi benzemektedir, yoksa birçok partinin mecliste
olmasından dolayı çok-partili Başkanlık sistemi olarak mı tanımlanmalıdır?
Bu çalışma bu sorulara cevap aramayı ve literatürdeki bu boşluğu doldurmayı amaçlamaktadır. Diğer
yandan bu sorulara mutlak bir cevap vermek de mümkün değildir. Bunun birinci nedeni, Başkanlık
sistemine henüz çok yeni bir tarihte, 2018’de geçilmesidir. Sisteme geçişin üzerinden henüz beş yıllık ilk
Başkanlık dönemi dahi tamamlanmamıştır. İkinci neden, Batı Avrupa’sında Türkiye gibi uzun dönemler
devam eden parlamenter sistemden, hükümet sistemini başkanlık sistemine değiştiren ülkenin olmamasıdır.
Hükümet sistemi değişiklikleri örnek olarak şu ülkeler verilebilir: 1919’dan 2000’lere kadar güçlü
yürütmeye dayalı sisteme dayanan, ama sonrasında devlet başkanının yetkilerini azaltan Finlandiya (Arter,
2004), 1958’de güçlü yürütme ve siyasi istikrar için parlamenter sistemden yarı-başkanlık sistemine geçen
Fransa (Duverger, 1980) ve 1990’larda yine demokratikleşme sürecini yarı-başkanlık sistemine geçiş ile
gerçekleştiren Polonya (McMenamin, 2008). Diğer yandan bu ülkeler sistemsel değişikliklerini önemli
ulusal ve uluslararası dönemeçler, kırılmalar sırasında gerçekleştirmiştir. Bu nedensellik, yani monarşiden
cumhuriyete geçiş, ve/veya otoriter sistemden demokrasiye geçiş gibi önemli bir rejim değişikliği sonrası
hükümet sistemini tamamen değiştirmek, Türkiye için geçerli değildir. Yine de 1970’lerdeki siyasi krizler,
siyasal şiddet ve sonrasında gelen darbe sonucunda 1980’lerden itibaren daha güçlü ve istikrarlı bir hükümet
sistemine geçmek, özellikle sağ partilerin gündeminde olmuştur (Turan, 2018). Üçüncü ve belki de en
önemli kısıtlama, Türkiye’yi doğrudan karşılaştıracak benzer kurumsal ve sistemsel özelliklere sahip
ülkelerinin bulunmamasıdır. Türkiye 24 Haziran 2018 seçimleri ile fiili olarak da başkanlık sistemini
uygulamaya başlarken, devlet yapısı olarak üniter karakterini ve mecliste de tek kamaralı (unicameralism)
oluşumu korumuştur. Yukarıda bahsi geçen ülkeler Finlandiya, Polonya ve Fransa üniter devletlerdir; ancak
yarı-başkanlık sistemi uygulamaktadırlar, ve Polonya ile Fransa’da parlamento çift-meclislidir
(bicameralism). Başkanlık sistemi uygulamalarının daha yaygın olduğu ABD ve Latin Amerika ülkelerinde
ise devlet yönetimi federal yapıdadır, ve dolayısıyla parlamento çift-meclislidir.
Özetle, Türkiye’de Başkanlık sisteminin etkilerini, özellikle parti sistemi gibi seçim sistemleri ile de
etkileşimi olan (Duverger, 1954) bir ölçüt üzerinden değerlendirmek kolay değildir. Yine de seçim kanunun
değişimi ile İttifakların ortaya çıkması ve şimdiden parti sistemi parçalanması ile parti bölünmeleri üzerine
etkileri gözlemlenmektedir. Elimizdeki veriler ve benzer ülkeler üzerine olan çalışmalar ışığında
Türkiye’deki Başkanlık Sistemi- Parti Sistemi etkileşimi, ve bu etkileşimin demokratik istikrar için
beklenen sonuçları öngörülebilir. Bu amaçla, araştırmada önce Türkiye’nin Başkanlık sistemine geçiş süreci
ile oluşan kurumsal değişiklikler verilecektir. İkinci bölümde önce parti sistemleri üzerine genel tanımlama
ve sınıflandırmalar sunulacak, ve sonrasında bu sınıflandırmalar özelinde Avrupa ve Latin Amerika ülkeleri
örneklendirilecektir. Üçüncü ve temel bölümde Türkiye’deki parti sisteminin özellikleri sunulduktan sonra,
sonuç bölümünde çalışmada çok-partili Başkanlık sistemi olarak tanımlanan bu sistemin avantaj ve
dezavantajları tartışılacaktır.
236
2. Parlamenter Sistemden Başkanlık Sistemine
Nisan 2017 referandumunun sonucu, kökeni 1876'da ilk Osmanlı parlamentosunun kuruluşuna
dayanan Türkiye’nin uzun süredir devam eden parlamento geleneğini sona erdirdi. Türkiye'de
parlamentarizmden başkanlığa geçiş çok yakın zamanda gerçekleştiğinden, bu kritik kurumsal değişimin
parti sistemi üzerindeki etkisi henüz tam olarak kendini göstermiş değil. Bununla birlikte,
parlamentarizmden başkanlığa geçiş, Türk parti sistemi üzerinde şimdiden birçok önemli etkiye sahip
olmuştur. Bunlardan ilki, başkanlık siyasetinin kutuplaştırıcı etkilerinin bir sonucu olarak parti sisteminin
muhalif ittifaklara bölünmesini, ikincisi, potansiyel başkan adayları tarafından birkaç yeni partinin
kurulmasıyla parti sisteminin parçalanmasının artmasını ve üçüncüsü, partinin başkanlık yapmasını içerir.
Cumhurbaşkanlığının artan yetkilerinin ve parlamentonun siyasi sistemdeki rolünün bir sonucu olarak
rekabet artmıştır.
2017 Anayasa değişikliği referandumu sonrasında parlamento süreleri 2007 senesin öncesinde olduğu
gibi dört yıldan beş yıla uzatıldı, ve hem Başkanlık hem de parlamento seçimlerinin aynı gün yapılması
kararlaştırıldı. Yeni seçim kanuna göre Başkan beş senelik süre boyunca, ve en fazla iki dönem için görevde
bulunabiliyor. Diğer yandan 2014’te cumhurbaşkanının halk oyu ile seçilmesi geleneği sürdürüldü, ve
Başkanlık seçimleri iki-turlu çoğunluk seçimi ile belirlenirken (adayların toplam oyların %50’sinden
fazlasını alması), parlamento için olan seçim sisteminde bir değişikliğe gidilmedi (Turan, 2018). 1961'ten
beri ulusal ve belediye meclis seçimleri D’Hondt usulü nisbi temsil seçim sistemi ile belirlenmesine devam
edildi. Yine 1983 seçim kanunu ile belirlenen %10 seçim barajı uygulaması partiler için devam etti. Kimi
çalışmalara göre, 2014’te Cumhurbaşkanının meclis değil halk oylaması ile belirlenmesi, Türkiye’de aslında
de facto olarak yarı-başkanlık sistemine evrilmesini doğurdu (Gözler, 2017). Nisan 2017 referandumu
sonucu ile ise hükümet sistemi de jure olarak Başkanlık sistemine geçti.
İlgi çekici nokta, 2014 senesinde Cumhurbaşkanının iki-turlu halk oylaması ile seçilmesi ve de facto
yarı-başkanlık sistemine geçiş, parti sistemini beklenildiği gibi etkilememiştir. Parti dağılımındaki en büyük
etki belki de Cumhurbaşkanı adayı olarak HDP adayı Selahattin Demirtaş’ın yüzde 10’a yakın oy alması
ile, partinin 2015 genel seçimlerinde bağımsızlar listesi yerine parti olarak girmeye karar vermesini teşvik
etmesidir (Tablo 1). Kürt hareketinin 2015 seçimlerinde parti olarak yarışması ve tek başına %10 seçim
barajını geçmesi, iktidar partisinin ve parti lideri Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki oylarını
gözle görülür şekilde düşürmüştür (bkz Tablo 1 ve Tablo 2).
Tablo 1. 2014-2018, Cumhurbaşkanlığı Seçim Sonuçları
Parti/ Aday
2014 sonuçları %
Parti/ Aday
2018 sonuçları %
AK Parti (Recep Tayyip
ERDOĞAN )
51,79
AKP + MHP (Recep Tayyip
ERDOĞAN)
52,56
CHP + MHP (Ekmeleddin
İhsanoğlu)
38,44
CHP (Muammer İnce)
30,64
HDP (Selahattin Demirtaş)
9,76
HDP (Selahattin Demirtaş )
8,4
İYİ P. (Meral Akşener)
7,29
Saadet P. (Temel
Karamollaoğlu)
0,89
Tablo 1’e göre,2014 ve 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimleri karşılaştırıldığında, 2018’deki CHP ve İYİ
Parti adaylarının toplam oyu (%37,93), 2014’teki CHP ve MHP’nin ortak adayı İhsanoğlu’nun oylarına
(%38,44) hemen hemen eşittir. CHP, MHP’nin oy potansiyelini MHP’den ayrılan İYİ Parti ile denklemiştir.
AK Parti adayı Erdoğan’ın ise 2014’te tek başına aldığı oy oranını 2018’e ancak MHP seçmeninin oyları
ile birlikte yakalayabildiği görülmektedir. Diğer bir deyişle, Erdoğan parlamenter sistemdeki
cumhurbaşkanlığı yarışında Başkanlık sistemindekine göre daha çok halkoyu almıştır. Benzer bir ilişki
237
Tablo 2’de yine Kasım 2015 seçim sonuçları ile 2018 genel seçim sonuçları karşılaştırıldığında da göze
çarpmaktadır. Cumhur İttifakının adayı Erdoğan, bu ittifakın ortakları AK Parti ve MHP’nin toplam
oyundan %1 daha az oy alırken, Başkanlık sistemine geçilmesinden sonra iktidar partisi AK Parti’nin
oylarında %7’ye yakın kayıp vardır. Kasım 2015 seçiminde AK Parti, meclisteki sandalyelerin çoğunluğuna
ulaşmışken (317/550 sandalye), 2018 seçimleri sonucunda 600 sandalyenin 295’ini alabilmiştir. Diğer bir
deyişle, parlamenter sistemde tek başına hükümet kurabilen parti, Başkanlık sisteminde ittifak kanalıyla
çoğunluğu blok içinde tutabilmektedir.
Tablo 2. 2002-2018, Türkiye’deki Parlamento Seçim Sonuçları
2018
Kas. 2015
Haz. 2015
2011
2007
2002
Oy %
(Sandalye)
Oy %
(Sandalye
Oy %
(Sandalye
Oy %
(Sandalye
Oy %
(Sandalye
Oy %
(Sandalye
AK P
42.6 (295)
49.5 (317)
40.9 (258)
49.8 (327)
46.6 (341)
34.3 (363)
CHP
22.7 (146)
25.3 (134)
25 (132)
26 (135)
20.9 (112)
19.4 (178)
MHP
11.1 (49)
11.9 (40)
16.3 (80)
13 (53)
14.3 (71)
8.4 (-)
HDP*
11.7 (67)
10.8 (59)
13.1 (80)
–
–
6.2 (-)
İYİ P.
9.9 (43)
–
–
–
–
–
Bağımsızlar**
0.2 (-)
–
1.1 (-)
6.6 (35)
5.2 (26)
1 (9)
Diğer
1.3 (-)
2.5 (-)
3.6 (-)
4.6 (-)
13 (-)
30.7 (-)
Total
100 (600)
100 (550)
100 (550)
100 (550)
100 (550)
100 (550)
Kaynak: ysk.gov.tr. Notlar: *HDP, 2015 ve 2018, DEHAP (Demokratik Halk Partisi) 2002.** HDP’den önceki
Kürt hareketi temsilcileri (BDP ve DTP).
Duverger’e (1954) ve Sartori’ye (1976) göre parti sistemleri ile seçim sistemleri arasında tutarlı bir
ilişki vardır. Çoğulcu seçim sistemlerinde genelde iki-partili parti sistemleri görülür ve bu sistem de tek
partili hükümetleri doğurur. Nisbi temsil seçim sistemlerinde ise meclisteki sandalyeler oylarla orantısal
dağıldığı ve seçmen sadece büyük merkez partileri değil küçük ve merkezde olmayan partileri de
desteklediği için, çok partili sistemler daha yaygındır. Bu sistemlerde çoğunlukla koalisyon hükümetleri
görülmektedir. Türkiye’de parlamenter sistemden yarı-başkanlık sistemine geçerken önemli parti sistemi
değişikliği görülmezken, Başkanlık sistemine geçiş beklenenin aksine büyük partilerin oylarında düşüşleri
getirmiş, diğer bir deyişle parti sistemi parçalanması artmıştır. Bunun en önemli nedeni Başkanlık sistemine
geçiş sonrası seçim kanunundaki değişikliktir.
16 Nisan 2017 referandumu ile başkanlık sistemine geçişin ardından 13 Mart 2018'de, partisinin yüzde
10 seçim barajını geçemeyeceğine inanan MHP lideri Bahçeli'nin yaptığı girişimle, Türkiye'de seçim öncesi
ittifaklar yasallaştı. Bu yeni yasaya göre, seçim barajı artık her bir partinin kendi oy oranına değil, her bir
ittifakın toplam oy payına dayanıyordu. Seçim barajı, 2017 öncesinde olduğu gibi bağımsız milletvekilleri
adaylarına uygulanmayacaktı. Bir seçim ittifakı veya seçim paktı, yalnızca seçimlere katılmak için var olan
siyasi partiler veya bireylerin bir işbirliğidir. Partiler, seçim öncesi ittifaklar veya çoğunlukla koalisyon
hükümetlerine yol açan seçim sonrası anlaşmalar yapabilirler. Genellikle koalisyon ortaklarının koltuk
paylarını önceden koalisyonlar belirler, ancak seçimden sonra ayrılmakta özgürdürler. Seçim paktları
mutlaka bir koalisyon hükümetine yol açmasa da, genellikle seçimden sonra, örneğin ortak görüşleri olan
konularda birlikte kampanya yaparak veya muhalefet olarak kalırlarsa muhalif ittifaka karşı ortak politikalar
geliştirerek partiler işbirliğini sürdürmeyi hedeflerler (Di Virgilio, 2003).
Duverger'e göre, “ikinci oy pusulasının uygulandığı tüm ülkelerde, seçim ittifaklarının az çok açık
izleri vardır” (1954, 328). Diğer bir deyişle, nisbi temsil gibi, iki turlu çoğunlukçu sistemler de çok partili
bir sisteme götürür. Sartori'ye (1994) göre ikinci tur sistemi seçmenlere seçim hakkı verirken, aynı zamanda
ikinci oylamada partiler arasında belli bir dereceye kadar işbirliğini teşvik eder. Ayrıca, bu tür anlaşmaların
238
ideolojik olarak yakın partiler arasında etkili olma ihtimalinin yüksek olduğunu da ekliyor. Öte yandan,
seçim sistemleri ile seçim öncesi ittifakların gerekliliği arasında her zaman doğrudan bir ilişki
bekleyemeyiz. Clark ve Golder’in çalışması (2006), partilerin sayısı iki veya üçe düştüğünde, güçlü bir
çoğulculuk sisteminde bile ittifaklar görmeyi beklemeyeceğimizi ileri sürüyor. Benzer şekilde, küçük
partiler dezavantajlı olmadığından, güçlü bir nisbi sistemde yüksek sıklıkta ittifaklar görmeyi beklemeyiz.
Sartori’ye benzer şekilde, potansiyel ortaklar arasındaki ideolojik mesafenin ittifakların artması olasılığının
azaldığını da vurguluyor. Golder, orantısızlıktaki artışların, özellikle parti sistemi kutuplaştığında, ittifak
olasılığını artırması gerektiğini öngörür.
Başka bir deyişle, ikinci tur başkanlık seçimleri de dahil olmak üzere çoğunlukçu seçim sistemlerinde,
seçimler daha rekabetçi olma eğiliminde olduğundan ve seçmenler oldukça hareketlidir, hem seçim hem de
hükümet sistemleri, özellikle partilere seçim paktları için yer açmaktadır. parti sistemi kutuplaşmıştır. Sonuç
olarak, kurumsal değişiklikler (hükümet sistemi ve seçim yasaları) partiler ve seçmenler için yeni stratejilere
neden olur: mekanik etki (oyların sandalyeye çevrilmesi), partilerin psikolojik etkisi yarışa girip girmeme
kararları (bir ittifak halinde veya tek başına) ve seçmenlerin bir partiyi destekleyip desteklememe kararları
üzerindeki psikolojik etki (Cox, 1997; Lijphart, 1990).
Türkiye’de seçim öncesi ittifakların yasallaşması sonucunda zamanla iki büyük seçim ittifakı
oluşturuldu: sağ ideolojiye sahip, AK Parti’nin başını çektiği ve MHP ile birlikte Türk-İslam sentezinin
temsil eden Cumhur İttifakı, ve bunun karşısında yer alan sosyal demokrat ideolojideki CHP önderliğindeki
kurulan milliyetçi ve merkez sağ İYİ Parti ile İslamcı yanlısı Saadet Partisini içeren, Millet İttifakı. Bu
ideolojik olarak melez ittifakın ortak amacının, farklı sosyal kesimleri AK P.’nin meclis çoğunluğunun
üstesinden gelinmek ve Başkanlık yarışında rekabet etmek için oluşturulduğu söylenebilir. Bu haliyle
sonraki bölümlerde daha detaylı ve karşılaştırmalı inceleneceği üzerine, Türkiye’deki seçim ittifakları ve
Başkanlık pozisyonu ile olan ilişkileri literatürdeki teorilerden ve diğer ülkelerden farklılık göstermektedir.
Başkanlık sistemlerinde parti sistemi, ABD'de olduğu gibi merkez-sol ve merkez-sağ partilerin
rekabetine dayanan iki partili sistemler veya yine ideolojik ayrılıklar üzerinde belirlenen, çoğunlukçu seçim
sistemine (majoritarian) dayandığı için özellikle daha fazla sandalyeye sahip olmak için siyasi ittifaklarla
yapılan seçimlerdir. Öte yandan, Türkiye örneğinde, ittifaklar arasındaki ideolojik uzaklık (özellikle Millet
İttifakı’nda) iki ittifak arasında olduğundan daha yüksektir. Dahası, her iki blok da hem İslamcı hem de laik
/ Kemalist partilerden oluştuğu için, bu ittifaklar ana sosyal bölünme olan İslamcılar ve Laikçiler arasındaki
çatışmalardan oluşturulmadı. Bununla birlikte, ortak olarak her iki ittifak da genel oyların% 11'inden
fazlasını alan sosyalist Kürt partisi HDP'yi (Halkın Demokratik Partisi) dışlamaktadır. Ayrıca genel olarak
seçim öncesi koalisyonlar, nisbi temsil seçim sistem altında yapılan milletvekili seçimleri için makul
görünmemekle birlikte (Herrmann, 2014), Türkiye seçimlerinde ortaya çıkmıştır. Sonuç olarak parti sistemi,
beklentilerin aksine, parti sayısının 9’a çıktığı (önceki parlamento sisteminde sadece 4 olan) daha
kutuplaşmış ve parçalanmış bir özelliğe dönüştü ve toplumsal kutuplaşma, benzer şekilde meclise doğrudan
yansıdı. Bu haliyle parti sistemi iki partili bir sistemden ziyade daha çok iki kutuplu bir parti sistemine
benzemektedir.
Diğer ilgi çekici nokta, Başkanlık sistemine geçişten bu yana, sol seçmenler için ideolojik veya etnik
bölünmelerin laiklik ve İslamcı ayrılıktan daha ikincil bir faktör haline gelmesi. 2017'de başkanlık sistemi
referandumu ile 2019 yerel seçimlerindeki seçmen davranışlarının benzerliği, aslında sınıfsal bir çatışmaya
da işaret etmektedir. Üst sınıf seçmenlerin yeni bürokrasinin aşırı merkezileşmesine karşı olduğu sınıf
mücadelesini yansıtan yeni sistemde göze çarpmaktadır (Taşkın ve Özer, 2020).
3. Ülke Karşılaştırmaları: Hükümet Sistemleri Ve Parti Sistemleri
3.1. Parti Sistemleri
Parti sistemi, siyasi sistem içindeki parti birimlerinin tek bir devlet içindeki etkileşimlerini ifade eder.
Siyasi partilerin etkin rolü ve demokrasinin işleyişi, ülkelerdeki seçim sistemlerinden ve dolayısıyla parti
239
sistemlerinden bağımsız olarak düşünülemez. Mainwaring ve Scully (1995, 31), seçim sistemi nedeniyle
partiler arasındaki ideolojik kutuplaşmanın demokratik hükümeti engellediğini söyler. Powell (1984) ise
Parti sistemlerini ve demokratikleşmeyi dört faktörün etkidiğini belirtir: parçalanma / çok partili sistem;
sosyal gruplarla güçlü parti bağları; Radikal partiler için güçlü destek ve seçmen dalgalanması.
Hükümeti oluşturan ve seçim sonrası parlamentoda sandalye kazanan siyasi partilerin sayısı, farklı
parti sistemlerini ayırt etmek için çok önemlidir. Parlamentodaki ve hükümetteki parti sayısı aynı zamanda
sosyo-politik bağları ve sosyal bölünmelerin boyutunu da yansıtır. Bununla birlikte, sınıflandırmanın
seçimlerde yarışan tüm partiler tarafından mı, parlamentoda sandalyesi olan kazanan partiler tarafından mı
yoksa sadece hükümetteki parti sayısı tarafından mı yapılması gerektiği konusunda farklı görüşler vardır
(Duverger, 1954; Sartori, 1976; Siaroff, 2000). Parti sistemlerini genel hatları ile mutlak partilerin sayısına,
partiler arasındaki rekabet ve kutuplaşma seviyesine göre tek-partili sistem, iki partili sistem ve çok-partili
sistem olarak sınıflandırabiliriz.
Bu sınıflandırmada tek-partili sistemler demokratik rekabetçi yarışta tek bir büyük parti üst üste en az
üç seçimi kazanarak uzun süreli iktidarda kalmıştır. Bu özelliği dolayısıyla bu sistemler hâkim-partili sistem
olarak da tanımlanır. Kimi siyaset bilimci hâkim partiler çok-partili sistemler içinde görüldüğü için, bu
sistemleri hâkim partili çok-particilik (multipartism with a dominant party) olarak da sınıflandırır. İki-partili
sistem en bilinen tanımıyla iki büyük partinin iktidarı eşit kazanma umuduna sahip olduğu durumlardır. Bu
sistemler üç kriterle tanımlanabilir: küçük partiler mevcut olsa da, sadece iki parti iktidara gelebilecek
yeterli seçmen ve yasama gücüne sahiptir (iki partinin toplam oy oranı %70-80’den fazladır); birinci parti
genelde mecliste çoğunluğu sağlayarak tek başına hükümeti kurabilir, diğer parti muhalefette kalır; iki parti
de seçilebilir ve iktidar değişimi (alternation in power) bu iki parti arasında sık görülür. Bu sistemin
görüldüğü ülkelere Birleşik Krallık ve ABD örnek verilebilir. İki-partili sistem genellikle seçim sistemi
basit çoğulcu olan ülkelerde görülür. Sartori (1976), çok-partili sistemi iki alt gruba ayırır: ılımlı çoğulcu
sistemler ve kutuplaşmış çoğulcu sistemler. Bu sınıflandırmada ılımlı çoğulculuk, büyük partiler arasında
hafif ideolojik ayrım varsa ve koalisyon oluşturmak için uzlaşmacı eğilim varsa görülür. Duverger’in (1954)
öne sürdüğü üzere nisbi temsil seçim sistemi uygulanan ülkelerde genelde çok-partili sistem görülür. Bu
sistemin parçalanma derecesi ise toplumsal ayrışmalar, seçmen-parti özdeşleşmesi, seçim barajı gibi seçim
yasalarının uygulanması ve diğer sosyo-ekonomik faktörlere göre farklılık gösterir. İki parti sistemler tipik
olarak güçlü, etkili ve kararlı hükümetler, çok-partili sistemler ise koalisyon hükümetleri ve sistem
istikrarsızlığı ile örtüşmektedir. Bu anlamda iki-partili sistemlerde daha sık görülen siyasi iktidarın değişimi,
demokratik prosedürlerin kabul edildiği ve rutin hale geldiği ve siyasi aktörler de dahil olmak üzere
toplumun çoğunluğu tarafından desteklendiği anı temsil eder (Linz ve Stepan, 1996; Lijphart, 1990).
Bununla birlikte, pratikte işler çok daha karmaşıktır. Yine parti sistemleri, parlamenter ve başkanlık
sistemlerinde yasama-yürütme ilişkileri farklı olduğu için karşılaştırmada sorunlar doğabilir. Başkanlık
Sistemlerinde, eğer çoğunlukçu seçim sistemi mevcutsa seçim öncesi ittifaklar da oluşacağından, bu
parlamenter sistemdeki koalisyonları anımsatır ve parti sistemlerini tanımlarken yeni ölçütler de önem
kazanır: koalisyon büyüklüğü, kutuplaşma ve partiler arası asimetri (Golder, 2006). İki parti arasındaki
potansiyel koalisyonun boyutu, önceki seçimlerde ikili içinde iki partinin kazandığı toplam sandalye yüzdesi
olan Koalisyon Büyüklüğü ile ölçülür. Potansiyel koalisyonun asimetrisi ise, iki parti arasındaki koltuk
paylarındaki farktır. Örneğin, Cumhur İttifakında iki partinin sandalye sayısı toplamı, meclisin %50’sinden
fazladır. Bu koalisyon yapmak için anlamlı bir ölçüttür. Yine AK Parti ve MHP arasında asimetrik güç
bulunmaktadır, iki parti arasındaki oy farkı %30’dan fazladır. Golder’a göre, koalisyonun büyük ortağı ve
küçük ortağı arasında asimetrik oy farkı olması, koalisyon kurulması için anlamlıdır. İki parti de ortaklıktan
kazançlar elde etmektedir. Benzer bir bağlayıcı ilişki CHP ve İYİ Parti arasında görülmemektedir.
Başkanlık sistemlerinde iki partili sistemlerin özellikleri ve işleyişi, parlamenter sistemlerdeki gibidir.
İki partinin oyları %70-80 arasındadır ve genelde güçlü merkez sağ ve merkez sol partiler vardır ve bu
partiler seçim sonrasında hükümeti oluştururlar. Bunun yanında iktidarın bu iki parti arasında değişmesi de
240
yaygındır. Diğer yandan başkanlık sistemlerinde genelde federal yapı ve çift-meclis görüldüğü için alt
meclis ve üst meclisteki dağılım iki parti arasında farklılık gösterebilir. ABD’de Başkan’ın partisinin alt
mecliste (Temsilciler Meclisi) çoğunluğa sahipken, üst mecliste (Senato) sandalyelerin çoğunu diğer
partinin alması sık görülmektedir. Bu durum zaman zaman federal sisteminin kilitlenmesine yol açsa da,
partiler daha çok uzlaşma eğilimlidir.
Yine İki-kutuplu parti sistemi (Bipolarism) hem parlamenter hem de başkanlık sistemlerinde
görülmektedir. Başkanlık sistemlerinde ödeül daha büyük olduğu için ve genelde çoğunluk seçim sistemi
olduğu için ittifaklar yaygındır. Bu durumda genelde ideolojik yakınlık gösteren partiler seçim öncesi
ittifaklar kurarlar. Bu da iki-kutuplu parti sistemlerinin oluşmasına yol açar. İki- kutuplu sistemlerde (a)
oyların çoğunu alan - partiler ya da koalisyonlardan oluşan - iki kutup vardır; (b) bunlardan biri
sandalyelerin mutlak çoğunluğunu kazanır ve kabineyi oluşturur ‘ (c) iki-partili sistemde olduğu gibi
ittifaklar arasında iktidar değişimi gözlenir (Donovan, 2011).
Çok-partili Başkanlık sistemlerinde yine ittifaklar bulunabilir, ancak mecliste çok fazla sayıda parti
vardır ve kimi zaman parçalı-partili (fragmented) başkanlık sistemine de evrilebilir. Bu durum sistemde
merkez partiler zayıftır, radikal ve küçük partiler de mecliste bulunur. Hâkim partili başkanlık sistemlerinde
olduğu gibi demogog liderler Başkan olabilirler ve rejim daha otoriter bir karakter kazanabilir. Mainwaring
(1993)’a göre, Parlamenter sistemlerde parti koalisyonları genellikle seçimden sonra gerçekleşir ve
bağlayıcıdır, başkanlık sistemlerinde ise, genellikle seçimden önce gerçekleşir ve ittifak geçmiş seçim günü
bağlayıcı. Seçim kampanyası sırasında birkaç parti cumhurbaşkanını destekleyebilir, ancak bu, görevi
üstlendikten sonra onların desteğini sağlamaz. Partiler veya parti temsilcilerinin çoğunluğu, hükümeti
devirmeden muhalefette katılabilir. Yürütmeyi değiştirmenin tek yolu suçlama olduğundan, bir yöneticinin
kongrede hiçbir destek almadan görevini bitirmesi teorik olarak mümkündür. Diğer bir deyişle, sistem
tıkansa ve yönetime karşı memnuniyetsizlikler artsa da, bunu değiştirmenin yolları sınırlıdır.
Özetlersen, sistem içindeki partiler aynı kalsa da, tek parti hükümeti olan Başkanlık sistemlerinde
bunun hakim-partili sisteme mi, iki-kutuplu sisteme mi, yoksa parçalanmış Başkanlık sistemine mi yakın
olduğunu belirlemek kimi zaman kolay değildir. Aşağıdaki bölümde verilen bazı ülke örnekleri bu
sınıflandırmada yardımcı olacaktır.
3.2 Ülke Karşılaştırmaları: Afrika, Avrupa ve Latin Amerika
Giriş bölümünde değinildiği üzere, hükümet sistemlerini zaman içinde değiştiren ülkelerin sayısı
oldukça azdır. Bu değişiklikler de genelde önemli, derin rejim krizleri ve dönemeçleri sonrasında gerekli
görülmüştür Parlamenter sistemden başkanlık hükümet sistemine keskin dönüşüm ise ender görülmekte,
genellikle Afrika ülkelerinde ortaya çıkmaktadır. Bu ülkeler de-koloniyal dönemde önce parlamenter
sistemi uygulamaya başlamış, ancak Soğuk Savaş döneminde ortaya çıkar siyasi, ekonomik sorunlardan ve
iç-savaşlardan parlamenter sistemi sorumlu tutarak, çoğulcu değil çoğunlukçu ve merkeziyetçi güçlü
hükümet sistemi arzulamışlardır. Genel olarak gelişmiş ve demokratik ülkeler arasında parlamenter
sistemden başkanlık sistemine geçen ülke bulunmamaktadır. ABD ve Türkiye dışında Başkanlık Hükümet
Sistemi uygulayan; Nijerya, Meksika, Mozambik, İran, Güney Kore, Gine, Tanzanya, Zimbabwe,
Venezuela ve Zambiya’nın da içerisinde bulunduğu yaklaşık altmış ülke bulunmaktadır. Birbirinden
tamamen farklı sosyo-kültürel yapısı ve tarihi geçmişi bulunan bu ülkeler arasında elbette sistemin
uygulanış biçiminde de farklılıklar meydana gelmektedir. Başkanlık sisteminin, saydığımız ve daha
onlarcası olan ülkeler içerisinde uygulanabilirliğinin sorunsuz bir şekilde olduğunu söylemek güçtür. Bunu
baz alarak Türkiye durumuna olumsuz yaklaşmak pek doğru olmasa da Türkiye dışında Parlamenter
Sistemden, Başkanlık Sistemine geçiş yapan ülkelerin sorunlarına değinmekte fayda var.
Zimbabwe parlamenter sistemden başkanlık sistemine 2013 senesinde geçiş yapmıştır. Geçiş sonrası
sürece baktığımızda, geçiş nedeni olarak ‘gücün merkezileştirilmesi’ arzusunu görüyoruz. Zimbabwe
başkanı Mugabe parlamenter sistemde mutlu olmadı ve daha fazla güç, daha fazla kontrole sahip olabilmek
241
için bir başkanlık rejimi istemiştir (Magure, 2014). Parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçen
ülkelerden bir diğeri de Gana’dır. Gana, Başbakan Nkrumah döneminde 1960 yılında yapılan referandum
ile başkanlık sistemine geçmiştir. Bu değişikliğin temel motivasyonu hızlı bir ekonomik kalkınma ve sosyal
gelişme düşüncesidir. Malavi’de ise parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçiş sonrası son ülke
örneğimiz. Başkanlık sistemine geçiş sonrası süreçte muhalefetin yol sayıldığı, dışlandığı otoriterleşme
eğilimi ortaya çıkmıştır. Üniter yapıda ve Başkanlık sistemi ile yönetilen ve basit çoğulcu seçim sistemi
uygulanan bu üç ülkeden sadece Gana’da iki-partili parti sistemi vardır, ve Freedom House’a göre Özgür
ülke statüsündedir. Malavi çok-partili Başkanlık sistemi iken, Zimbabwe hakim-partili Başkanlık sistemi
olarak tanımlanmaktadır (Taşkın, 2020).
Diğer yandan her ne kadar Afrika’daki ülkelerin bir kısmında Türkiye’deki gibi üniter yapı ve tekkamaralı meclisli Başkanlık sistemleri mevcut olsa da, bu ülkelerin parlamento gelenekleri, ekonomik ve
siyasi gelişmişlik özellikleri Türkiye’nin bu bölge ülkeleri ile karşılaştırılmasında sorunlar yaratabilir. Bu
nedenle Avrupa ve Latin Amerika ülke örnekleri daha anlamlı olacaktır.
Avrupa bölgesi içinde hükümet sistemi değişikliği ve etkileri tartışıldığında, akla ilk gelen örnek
Fransa’dır. Fransa, 1958'de parlamenter sistemden geçişi ile yarı başkanlık sistemine sahip en eski
demokrasilerden biridir. Fransa Beşinci Cumhuriyeti'nin en orijinal özelliği, hem başkanlık hem de yasama
seçimleri için iki aşamalı bir sistemin kullanılmasıdır. Bir cumhurbaşkanının seçimi için iki aşamalı
sistemler yaygın olmakla birlikte, yasama seçimlerinde nadirdir (Blais ve Massicotte 1997). Aslında Fransa,
alt meclisin seçilmesi için iki turlu seçim yapılan tek yerleşik demokrasidir. Dolayısıyla, hem Başkanlık
hem de meclis için çoğulcu sistem uygulanma durumu, ve böylece küçük partilerin sistemin dışına itilmesi
Türkiye için tam olarak aynı değildir. Türkiye, Cumhurbaşkanlığı seçimleri için yalnızca ilk turda en çok
oy alan iki adayın ikinci oylamada aday olmasına izin verilirken; yasama seçimlerinde yüzde 10 ulusal
seçim barajı ile nisbi temsil seçim sistemini kullanmaya devam etti. Fransa ve Türkiye’yi karşılaştırmanın
bir diğer zorluğu, Fransa’nın çift-kamaralı meclisi olmasıdır. Fransa’da her ne kadar siyasi istikrar için
çoğunlukçu sistem yerleşmişse de, denge-kontrol mekanizmaları daha çok gelişmiştir. Radikal ve sistem
dışı bir partinin iktidara gelme olasılığı durumunda, partiler Türkiye’nin aksine iktidara gelmeyi değil,
demokratik sistemi öncelemektedir (Sunar ve Sayarı, 1986).
Parti sistemi açısından ise Fransa’daki sistem quadrille bipolaire – 4 partili, iki-bloklu dizi olarak
tanımlanır. Bu sistemde merkezi boş İki bloklu sistem vardır. İki blok ideolojik olarak yakın olan, sol ve
sağ bloktan oluşur. Merkezdeki 'dalgalı' seçmen için blok içi kayma ve rekabet “yapay iki kutuplu çok
partili” sistemi getirmektedir (Cole, 2003). Fransa’da daha çok sol-ideolojideki partiler seçim ittifaklarını
kurmaktadır. Diğer yandan Golder’in (2006) koalisyon ölçeği düşünüldüğünde, bu ittifaklarda
polarizasyonun hiçbir etkisi yoktur ve çoğunlukla blok içindeki partiler arasında asimetri de
bulunmamaktadır. İdeolojik farklar küçük partiler arasındaki koalisyonlar yerine, büyük ve küçük partileri
biraraya getirir. Yarı-başkanlık sistemlerinin en büyük sıkıntısı hem Başkan hem de Başbakan olduğu için
meşruiyet ve güç hiyerarşisi sorunudur. Eğer meclis seçimlerinin sonucunda Başkan’ın partisi sandalyelerin
çoğunu kazanmazsa bu cohabitation’e yol açar. Eğer bu iki parti ve kurum anlaşamazsa, Başkanlık
sistemlerinde olduğu gibi bu durum da kimi zaman demokratik işleyişe zarar verebilir (Elgie, 2010). Yine
de seçimler farklı günlerde yapılsa da, Cumhurbaşkanının partisinin parlamento seçimlerinde çok daha fazla
destek alması, Fransız seçmenlerin çoğunun birleşik hükümeti cohabitation’a tercih ettiğinin bir göstergesi
(Blais ve Massicotte 1997).
Avrupa’da bir diğer yarı-Başkanlık hükümeti olan ve iki-kutuplu olarak adlandırılan ülke Polonya’dır.
Polonya’da 1990’da demokrasiye geçilmesinden beri yarı-Başkanlık sistemi uygulanmaktadır ve meclis
çift-kamaralıdır. Szczerbiak’e (2008) göre hükümetin kutuplaştırması sonucunda, sistem iki-kutuplu parti
sistemine doğru evrilmiştir. Polonya'da çok yüksek düzeylerde seçmen oynaklığı (volatility) vardır ve
düşük parti kurumsallaşması ve partiler ve destekçileri arasındaki son derece zayıf bağlar bulunmaktadır.
Bu yüzden Szczerbiak meclisin iki-kutuplu parti sistemi olarak tanımlanması için erken olduğunu
242
belirtirken, popülist Başkan Duda’nın Hukuk ve Adalet Partisi 2007’den 2015’e oyları arttırmış, 2015’te
oyların çoğunluğunu alarak çoğunluk hükümetini kurmuştur. Sistem hakim-partili sisteme de
benzemektedir.
Avrupa’da iki-kutuplu parti sistemi olan diğer ülke, parlamenter rejime sahip olsa da İtalya’dır.1993'te
referandumla çıkarılan ve oyunun iki kutuplu hale gelmesine neden olan çoğunlukçu bir seçim yasası
(oyların 1 / 4'ü ile sınırlı olmasına rağmen hala orantılı olarak toplanmıştır) kabul edilmiştir. Güçlü bir
kutuplaşma etkisi ile Silvio Berlusconi'nin kişisel partisi olarak Forza Italia'nın doğuşu, ve yeni partilerin
yükselişini (1980'lerin sonlarından beri çevreciler Verdi ve otonomist Lega Nord, faşizm sonrası İtalyan
Sosyal Hareketi reformuyla Alleanza Nazionale) getirmiştir.Eeski partilerin bölünmesi (reform sonrası
Komünist Sol Demokrat Partisi ile Rifondazione Comunista'nın neo-komünistleri arasında; eski Hıristiyan
Demokratların ve Sosyalistlerin sol ve sağ kanatları arasında, Berlusconi'nin yanında veya aleyhinde), her
ne kadar parçalanmış bir sistem görüntüsü verse de iki-kutuplu parti sistemini doğurmuştur (Donovan, 2011;
Bartolini vd., 2004). Diğer yandan hem parlamenter sistem olması hem de çift-kamaralı meclisi olması
gereği, İtalya’daki parti sistemleri de Türkiye’deki geçişi açıklamakta yeterli değildir.
Brezilya ise çok-partili Başkanlık, veya parçalı-partili (fragmented) Başkanlık olarak
tanımlanmaktadır. Burada yukarıdaki Avrupa ülkelerinden farklı olarak federal yapının etkisi göze çarpar.
Brezilya’da Başkanlık, eyalet, bölgesel ve parlamento seçimleri aynı zamanda yapılmaktadır. Buna rağmen,
Başkanlık seçimlerine çok az parti kendi adayıyla katılmaktadır, eyalet ve meclis seçimlerinde Başkanlık
ittifakları önemli rol oynamamaktadır (Ribeir and Fabre, 2020). Parti sistemi aşırı parçalanmış olduğu için,
hükümet ve parlamento seçimlerinde büyük partiler seçim ittifakları kurmak yaygın bir stratejidir. Parti
disiplini düşüktür; ancak bu yapıya rağmen, ittifak/koalisyona dayalı Başkanlık yönetimlerinin istikrarlı
olduğu görülür.
Mainwaring’e (1993) göre Latin Amerika ülkelerindeki Başkanlık sistemleri genelde çok partilidir. Bu
ülkeler arasında demokratik istikrar gösteren tek ülke Şili’dir, ve bu ülkede Başkanlık ve meclis seçimleri
aynı gün yapılmadığı için, aslında Başkan’ın partisi parlamento seçimlerinde diğer ülke Başkanlarına göre
daha düşük oy almaktadır. Çok partili başkanlık sistemlerinde, koalisyonlar kırılgandır. Öyle ki, ufukta yeni
cumhurbaşkanlığı seçimleri göründüğünde, parti liderleri genellikle kendilerini görevdeki başkandan
uzaklaştırma ihtiyacı hissederler. Parti liderleri, iktidardaki bir koalisyonda sessiz bir ortak olarak kalarak
kendi kimliklerini kaybedeceklerinden, hükümet hatalarının suçunu paylaşacaklarından ve başarılarından
yararlanamayacaklarından korkarlar. Oysa parlamenter sistemlerde koalisyon ortakları sorumluluğu
paylaşır. Başkanlık sistemleri genellikle parlamenter sistemlere göre demokrasiye daha az elverişlidir
(Lijphart, 1990; Linz, 1984) ve dezavantajları çok partili bir sistemle çoğalır. Başkanlık sistemlerine özgü
bazı sorunlar - yürütme ve yasama organı arasında hareketsizlikle sonuçlanan çatışma, başkanlıkların
kongreyi atlatma çabaları, kongre başkanlık eylemini sınırlama çabaları - genellikle çok partili sistemler
tarafından daha da kötüleştirilir.
Her ne kadar Başkanlık sistemlerinde ittifaklar yaygın olsa da, çok partili sistemin varlığında ittifak
kurmak zorlaşır (Mainwairing, 1993). Çok partili sistemlerde, yürütme başkanı partisi nadiren yasama
meclisinde çoğunluğa sahip olur. Sonuç olarak, çoğunluğa ulaşmak için partiler arası koalisyon inşası şarttır.
Çok partili parlamenter sistemlerde, koalisyon inşası genellikle istikrarlı bir hükümetin temelini oluşturur.
Çok partili başkanlık demokrasilerinde istikrarlı koalisyonlar oluşturmak çok daha zordur. İlk başta
başkanlık sistemlerindeki birincil ödül - başkanlık - bölünemez ve belirli bir süre için belirlenir. Sonuç
olarak, Linz'in (1984) savunduğu gibi, başkanlık politikaya kazanan her şeyi alan bir yaklaşımı teşvik etme
eğilimindedir. İkinci olarak, yürütme yetkisini paylaşma mekanizmaları genellikle başkanlık sistemlerinde
daha az gelişmiştir. Yürütme gücünü kim kazanırsa, önemli bir süre için politikaları uygulama ve büyük
reformları gerçekleştirme yeteneğini fiilen tekeline alacaktır. Kabinlerdeki değişiklikler genellikle başkanın
kararıdır ve parti kararları tarafından yapılmaz. Başkanlık ve parlamenter sistemlerdeki parti koalisyonları
243
arasındaki üçüncü büyük fark, ikincisinde partilerin kendilerinin yönetimden sorumlu olmaları ve hükümet
politikasını desteklemeye kararlı olmalarıdır (Golosov ve Kalinin, 2017).
3. Türkiye’de Başkanlık Sistemine Geçiş Ve Parti Sistemine Etkisi
Türkiye’de 1950’lerden 2000’lere değişiklik göstermiştir. İki partili sistemden (1950-1960), ılımlı çokpartili sisteme (1961-1980), hâkim partili çok-partili sistemden (1983-1991), atomik parti sistemine (19912002) evrilmiştir (Çarkoğlu, 1998; Sayarı, 2002). 2002 sonrası AK Partinin üst üste tek başına mecliste
çoğunluğu sağlamadaki başarısı ile baskın/hakim parti sistemi (pre-dominant) olarak tanımlanır. Tablo 3,
1990’lardan 2000’lere, ve 2018 sonrası Başkanlık sistemi ile değişen parti parçalanmasını vermektedir.
Tablo 3: Parti Parçalanması, 1990-2018
Seçim Yılı
İlk Partinin Aldığı
Oy Oranı
Birinci partinin
İlk iki partinin
Meclisteki parti
Etkili parti
kazandığı
kazandığı oy
sayısı
sayısı
sandalye oranı
oranı
27,00
39,50
51.1
5
4,67
1991
21,40
28,70
41.1
5
6,16
1995
22,20
24,70
40.2
5
6,79
1999
34,30
66,00
53,70
2
5,43
2002
46,00
62,00
66,00
4
3,64
2007
49,95
59,40
75,89
4
2,99
2011
40,87
46,90
66,81
4
3,56
2015 (Haziran)
49,59
57,60
74,80
4
2,98
2015 (Kasım
42,56
48,33
65,20
5*
3,73
2018
Kaynak: Tablodaki değerler yazar tarafından hesaplanmıştır. *Seçim sonrası ortak listedeki MV’lerin ayrılması ile meclisteki
parti sayısı 9’a çıkmıştır.
Türkiye'de 2018’de gerçekleşen rejim değişikliği, partiler arasında işbirliğini de artmış ve iki blok
temelinde seçim öncesi ittifaklar ortaya çıkmıştır: Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı. Türk-İslam sentezini
temsil eden ilk ittifak - görevdeki İslam yanlısı parti Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti); Aşırı milliyetçi
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve daha küçük aşırı milliyetçi Büyük Birlik Partisi (BBP) - 2016 darbe
girişiminin hemen ardından konsolide oldu ve 2017'den beri başkanlık sistemine geçişi savunuyor; ikincisi,
ana muhalefet merkez-sol Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) dahil olmak üzere muhalefet bloğunu temsil etti;
yeni sağcı İYİ Parti'nin yanı sıra iki küçük parti, İslam yanlısı Saadet Partisi (SP) ve Kemalist-muhafazakar
sağ Demokrat Parti (DP). Dolayısıyla, Sartori'nin varsayımının ve diğer ülkelerdeki genel deneyimlerinin
aksine, Millet İttifakı ideolojik olarak yakın partiler arasında inşa edilmedi, ancak rejimin başkanlık
sistemine geçmesini önlemek, AK P. liderini zayıflatmak için birleşmeye karar verilen dört farklı siyasi
hareketten oluşuyordu. Erdoğan'ın iktidarı ve AK P.'den sandalye kazanması, böylece cumhurbaşkanlığı
rejimini tam olarak uygulamak için gereken çoğunluğu elde edemeyeceği amacını taşıyordu. İlginçtir ki,
cumhurbaşkanlığı sistemine geçiş ve 2018 cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda ittifaklar oluşturulmuş
olsa da, bu ittifaklar –küçük partiler ayrılsa ve dışarıdan desteklese de-2019 yerel seçimlerinde de devam
etti. Etnik Kürt partisi Halkların Demokrasi Partisi (HDP) herhangi bir ittifakta yer almadı; ancak 11
belediyede aday göstermeyerek yerel seçimlerde dışarıdan Millet İttifakını desteklemiştir.
Bu iki ittifakın toplam oy oranı %85’ten fazladır (bkz, Tablo 2). Ancak, ilk iki büyük partinin (AK
Parti ve CHP) toplam oylarında %10’luk düşüş dikkat çekicidir. Bu iki partinin oy toplamı ABD’de olduğu
gibi iki-partili sistem olarak nitelendirmek için yeterli değildir. Yine önceki dönemlerle karşılaştırıldığında
Başkanlık sistemine geçişle beraber AK Partinin tek başına oyunda da düşüş vardır ve ne oy ne de sandalye
olarak çoğunluğa sahip değildir. Bu durumda Afrika’daki hakim-partili Başkanlık sistemi tanımı da uygun
gözükmemektedir.
Yine iki ittifakta da bir büyük ve bir küçük (AK Parti- MHP) ve (CHP- İYİ Parti) ortak bulunmaktadır.
Bu özellikleriyle Türkiye’deki ittifaklar, Fransa’daki 4 partili 2 blok, quadrille bipolaire parti sistemine
benzemektedir. Diğer yandan, Fransa’daki ittifaklar ideolojik olarak yakın partilerden oluşurken, buradaki
ittifaklar sol-sağ eğilimde değildir. Cumhur İttifakı muhafazakar milliyetçiliği temsil ediyorken, Millet
244
İttifakı genel olarak seküler milliyetçilik yaklaşımına sahiptir. Diğer yandan CHP merkez solda, İYİ Parti
ise AKP ve MHP’ye göre daha çok merkezin sağında yer almaktadır. İslamcı SP’nin Millet İttifakında yer
alması ise bu ittifakın seküler milliyetçi kimliğine uymamaktadır. Franda’dan farklı olarak Türkiye’de
ittifak kurma sürecinde, ve partilerin birbirlerine karşı tutumları oldukça negatiftir. Özellikle parti
seçmenleri arasında 2010’lardan itibaren artmış olan kutuplaşma (Semerci-Uyan ve Erdoğan, 2018),
ittifaklarla karşıt kampları oluşturmuştur (Taşkın, 2019, ECPR). Diğer yandan Türkiye toplumundaki diğer
etnik, mezhepsel ve ideolojik kırılmalar, parti sisteminin merkez-sağ ve merkez-sol partileri çekişmesinden
daha parçalı hale getirmiştir (Özbudun, 2011). İki-kutuplu (iki bloklu) parti sistemi olarak tanımlamadaki
en büyük engel ise, bu sistemlerde aynı iki-partili sistemlerde olduğu gibi iktidar değişiminin beklenmesidir.
Henüz yeni başkanlık sistemine ve ittifaklı siyasete geçen Türkiye için bunu söylemek henüz erkendir.
Böylesi bir değişim ancak İYİ Partinin merkez sağa yerleşmesi ve Cumhur İttifak’ından önemli oy alması
ile mümkündür. Millet İttifakının en son meclis seçimlerindeki oy toplamının %32 civarında olduğu
düşünülürse, böylesi bir oy sıçraması mümkün ama oldukça beklenmedik bir sonuçtur.
Figür 1. Parlamento Seçimlerinde Parti Parçalanması ve Oy Değişkenliği (1950-2018)
Yukarıdaki Figür 2015-2018 seçim dönemleri karşılaştırıldığında hem parçalanmanın hem de oy
değişkenliğinin arttığını göstermektedir. Yine de bu oranlar 1990’lara kıyasla daha düşüktür. Bunun nedeni
oyların ittifaklar içinde kalmış olmasıdır. 2015-2018 dönemi arasında toplam oy değişkenliği %10.9 olarak
hesaplanmıştır (yazar tarafından), Bu oran içinde sağ partiler arasındaki oy kayması %9.2 iken, bu oran sol
partiler arasında %1.75’dir. Diğer bir deyişle sağ parti seçmenleri oy kaymasının %70’ten fazlasını
oluşturmaktadırlar. Tablo 3 ve Figür 1’deki veriler, bize Türkiye’deki parti sisteminin çok partili Başkanlık
sistemine doğru evrildiğini göstermektedir. Etkili parti sayısı oranı ise, henüz Latin Amerika’da olduğu gibi
parçalı parti sistemi olarak tanımlamak için yeterli değildir.
Sonuç
Parti sistemleri ve siyasi istikrar arasında önemli bir ilişki vardır. Parti sistemi parçalanması ile istikrar
ve demokratik işleyiş kimi zaman ters orantılıdır. Bu yüzden parti sayısının azaltılması arzu edilir. Pek çok
ülkede, parti parçalanması mecliste sandalye elde eden partilerin sayısının azaltılması nisbi sistemlerde daha
yüksek bir seçim barajı getirmek veya bölge büyüklüğünü azaltmak veya eşzamanlı meclis ve başkanlık
seçimleri yapılarak elde edilir. Literatürdeki çalışmalara göre çok partili sistemler başkanlık hükümet
yönetimlerinde, parlamenter yönetimlere göre daha fazla sorunlar yaratmaktadır.
Bu çalışma göstermiştir ki, Türkiye’de 2018’de Başkanlık sistemine geçişle beraber sistem hakimpartili sistem, iki-partili sistem ve iki-kutuplu sistemden ziyade, çok-partili Başkanlık sistemine
benzemektedir. Ancak, başkanlık demokrasilerinin yönetilebilirliğini artırmaya yönelik, iki-partili sistemi
getirmek için yapılacak çok partili sistemleri yeniden şekillendirme çabaları daha büyük zararlar verebilir.
İki partili sistemlerin istikrarlı başkanlık sistemlerine göre daha uygun olduğu gerçeği çok partili sistemler,
çok partili partilerin sayısını azaltma çabalarının olduğu anlamına gelmez. Özellikle ülkede a) önemli etnik,
bölgesel veya dini partilere sahip sistemler farklı seçim kuralları veya b) geniş bir ideolojik mesafe, çok
partili bir sistemi yeniden yapılandırma çabaları iki partizme dönüşmesi neredeyse kesinlikle başarısızlığa
245
mahkûm olacaktır. Böylesi bir durumda, yani meclis seçimlerini de çoğulcu sistemde yaparak küçük
partilerin dışarıda kalması ve merkez partileri güçlendirmek, Türkiye gibi etnik, mezhepsel ve ideolojik
olarak kırılmaları olan ülkelerde, toplumun belli bir kesimini temsiliyetten mahrum bırakacak ve sistem
dışına itecektir (Esmer, 2002). Bu da toplumsal barış ve demokrasi için uzun vadede daha büyük problemleri
doğurabilir.
Bu noktada yapılması gereken çok-partili Başkanlık sisteminden, iyice parçalanmış Başkanlık
sistemine geçiş önünde parti parçalanmalarını ciddiye almaktır. Özellikle sağ partiler arasında seçmen oyları
değişkenliği ve parçalanma oranı daha yüksektir. 2017’den itibaren sağ blokta 3 yeni ve liderleri siyasette
deneyimli partiler çıkmıştır: MHP’den ayrılan İYİ Parti, ve AK Parti’den ayrılan DEVA ve GELECEK
Partileri. %50+1 çoğunluk sistemine dayalı Başkanlık sisteminde, bu parçalanmalar gelecek seçimlerde
cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci tura kalabileceğini işaret etmektedir. Böylesi bir durum Başkanlığa
dair belirsizlikleri, yasama-yürütme dengesinin kırılganlığına işaret ederken, şüphesiz partileri ve liderleri
de daha uzlaşmacı siyaset ve dile yönlendirecektir.
Kaynakça
1. Alkan, H. (2018). Cumhurbaşkanlığı Sisteminin Kurumsal Özellikleri ve Demokratikleşme Sürecine
Olası Etkileri, Türkiye İletişim Araştırmaları Dergisi, Özel Sayı.
2. Arter, D. (2004). “Finland”, Semi-Presidentialism in Europe, Reprinted, Ed. Robert Elgie, New York,
Oxford University Presss, s. 49-66
3. Bartolini, S.; Chiaramonte, A. ve Roberto D'Alimonte (2004). The Italian Party System between Parties
and Coalitions, West European Politics, 27(1):1-19.
4. Blais, A; Massicotte, L. ve Dobrzynska, A. (1997). “Direct Presidential Elections: A World Summary.”
Electoral Studies 16: 441–55.
5. Çarkoğlu, A. (1998). “The Turkish party system in transition: party performance and agenda change”.
Political Studies, 46(3): 544-571.
6. Clark, W. R. ve Golder, M (2006). “Rehabilitating Duverger’s Theory. Testing the Mechanical Effects
of Electoral Laws”. Comparative Political Studies 39(6): 679–708.
7. Cox, Gary W. (1997). Making Votes Count: Strategic Coordination in the World’s Electoral Systems.
Cambridge: Cambridge University Press.
8. Di Virgilio, A. (2003). “Electoral alliances: Party identities and coalition games”, European Journal of
Political Science.
9. Donovan, M. (2011)
The invention of bipolar politics in Italy , The Italianist, 31(1): 62-78.
10. Duverger, M.(1954). Political Parties: Their Organization and Activity in the Modern State. London:
Methuen.
11. Duverger, M. (1980), “A New Political System Model: Semi-Presidential Government”, European
Journal of Political Research, 8(2):165-187.
12. Elgie, R. (2010). “Semi-presidentialism, Cohabitation and the Collapse of Electoral Democracies,
1990–2008”, Government and Opposition, 45(1): 29-49
13. Esmer, Y. (2002). “At the Ballot Box: Determinants of Voting Behaviour in Turkey”. In Politics, Parties
and Elections in Turkey, edited by Yılmaz Esmer and Sabri Sayarı, 91-114. Boulder, CO:Lynne
Rienner.
14. Golder, S, 2006 Pre-electoral coalition formation in parliamentary democracies, British Journal of
Political Science 36: 193-212.
15. Golosov, GV ve Kalinin, K.(2017). “Presidentialism and legislative fragmentation: Beyond coattail
effects”. The British Journal of Politics and International Relations. 19 (1): 113-133.
16. Gözler, K. (2018). Türk Anayasa Hukuku Dersleri, 22. Basım, Ekin Basım Yayın Dağıtım, Bursa.
17. Gönenç, L. (2017). “Partili Cumhurbaşkanı”, Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı,
https://www.tepav.org.tr/upload/files/1496411769-5.Partili_Cumhurbaskani.pdf
246
18. Herrmann, M. (2014). “Polls, coalitions and strategic voting under proportional representation”.
Journal of Theoretical Politics 26(3): 442-467.
19. Lipset, S. M., & Rokkan, S. (1967). “Cleavage Structures, Party Systems and Voter Alignments: An
Introduction”. In S. M. Lipset & S. Rokkan (Eds.), Party Systems and Voter Alignments: Cross-National
Perspectives. New York: Free Press.
20. Magure, B. (2014). ‘Interpreting Urban Informality in Chegutu, Zimbabwe’. Journal of Asian and
African Studies.
21. Mainwaring, S. (1993). Presidentialism, Multipartism, and Democracy: The Difficult Combination,
http://journals.sagepub.com/doi/abs/10.1177/0010414093026002003.
22. Mainwaring, S. Ve Scully, T. R. (1995) Building Democratic Institutions: Party Systems in Latin
America. Stanford University Press: Stanford.
23. Özbudun, E. (2011) Türkiye’de Parti ve Seçim Sistemleri. İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi
Yayınları.
24. Powell, G. B. (2000). Elections as an instrument of democracy: majoritarian and proportional visions.
New Haven: Yale University Press.
25. Sartori, G. (1994). Comparative Constitutional Engineering. NewYork: NewYork University Press.
26. Sartori, G. (1976). Parties and party systems: a framework for analysis. Cambridge: Cambridge
University Press
27. Sayarı, Sabri. (2016). “Back to a Predominant Party System: The November 2015 Snap Election in
Turkey.” South European Society and Politics 21 (2): 263-80.
28. Sayarı, Sabri. (2002) “The Changing Party System”, in S.Sayarı and Y. Esmer (eds.), Politics, Parties
and Elections in Turkey, Boulder, CO: Lynne Rienner Pub.
29. Sunar, İ. Ve Sayarı, S. (1986). “Democracy in Turkey: Problems and Prospects”, in G. O’Donnell, P.C.
Schmitter (eds.), Transitions from Authoritarian Rule: Southeastern Europe, Baltimore MD: The John
Hopkins University Press,
30. Szczerbiak, A. (2008). The Birth of a Bipolar Party System or a Referendum on a Polarizing
Government? The October 2007 Polish Parliamentary Election, Journal of Communist Studies and
Transition Politics, 24(3):415-443.
31. Taşkın, B, Özer, B. (2020). Ayıran Duvarlar, Dönüşen Sandıklar: Kapalı Konut Siteler ve Seçim
Sonuçlarına Etkileri . Liberal Düşünce Dergisi , 25 (100): 137-167
32. Taşkın, B. (2020). “Afrika’da Siyasi Partiler ve Parti Sistemleri”, Dünya Siyasetinde Afrika 6, ed.
Ermağan, İsmail, Nobel Yayıncılık.
33. Turan, Menaf, (2018) Türkiye’nin Yeni Yönetim Düzeni: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Social
Sciences Research Journal, 7(3): 42-91.
34. Uyan-Semerci, P. ve Erdoğan, E. (2018) Fanusta Diyaloglar Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları,
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.
247
Presentation ID/Sunum No= 67
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Fen Eğı̇tı̇mı̇nde Probleme Dayalı Öğrenmeye Yönelı̇k Lı̇sansüstü Çalışmalar: Sı̇stematı̇k
Bı̇r İ̇nceleme
Arş.Gör.Dr. Çiğdem Şenyı̇ğı̇t1
1
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Özet
Bu araştırmada, fen eğitiminde probleme dayalı öğrenme konusundaki lisansüstü çalışmaların sistematik olarak
incelenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada sistematik inceleme yöntemi kullanılmıştır. Araştırmanın verileri doküman
analizi yöntemi kullanılarak toplanmıştır. Veriler Yükseköğretim Kurulu Ulusal Tez Merkezi veri tabanından elde
edilmiştir. Verilerin analizi için kullanılan içerik analizinde yapılan kodlamanın güvenirliği için kodlayıcılar arası
uyum yüzdesi %92 olarak bulunmuştur. Araştırma kapsamında ulaşılan 93 çalışmanın 2003-2020 yılları arasında
yayımlandığı belirlenmiştir. Bu çalışmaların %67,7’sinin yüksek lisans; %32,3’ünün ise doktora tezinden oluştuğu
tespit edilmiştir. Araştırma, fen eğitiminde probleme dayalı öğrenme ile ilgili en çok çalışmanın 11 çalışma ile 2012
yılında yayımlandığını ortaya koymuştur. Araştırma, incelenen çalışmalardaki en çok çalışılan konu alanının, fen
eğitiminde probleme dayalı öğrenmenin çeşitli değişkenler üzerindeki etkisini inceleyen çalışmaları ifade eden öğretim
(%96,8) konu alanı olduğunu göstermiştir. Aynı zamanda araştırma, en fazla kullanılan veri toplama aracının; başarı
testi, bilimsel süreç becerileri testi, kavram testi ve diğer testlerden oluşan testler (%39,5) olduğunu ortaya koymuştur.
En fazla tercih edilen araştırma yönteminin nicel araştırma yöntemleri (%77,4), en fazla çalışılan örneklem türünün
ortaokul öğrencileri (%51,6), en fazla tercih edilen örneklem sayısı aralığının 41-60 aralığı (%39,8), en fazla tercih
edilen uygulama süresinin ise 6-10 hafta (%44,1) arasında olduğu araştırmanın diğer bulguları arasındadır.
Anahtar Kelimeler: Fen eğitimi, probleme dayalı öğrenme, lisansüstü çalışmalar, sistematik inceleme.
Abstract
The aim of this research is to conduct a systematic review of postgraduate studies on problem-based learning in science
education. The method of the research is systematic review. Document analysis method was used to collect the data of
the research. The data were obtained from the database of Council of Higher Education National Thesis Center. Intercoder agreement percentage for the reliability of the coding in the content analysis used for data analysis is 92%. The
research revealed that 93 studies reached were published between 2003-2020. The research showed that 67,7% of
these studies consist of master's thesis and 32,3% of them are doctoral dissertation. The research revealed that the
most studies on problem-based learning in science education were published in 2012 with 11 studies. The research
revealed that the teaching subject field (96,8%), which refers to the studies examining the effect of problem-based
learning on several variables in science education was the most studied subject field in the studies examined. In
addition, the research showed that the most used data collection tool was tests (39,5%) consisting of the achievement
test, the scientific process skills test, the concept test, and other tests. Other findings of the research revealed
quantitative research methods (77,4%) being preferred mostly, secondary school students (51,6%) were the most
studied sample type, sample number in the 41-60 range (39,8%) was the most preferred sample number,
implementation time between 6-10 weeks (44,1%) was the most preferred implementation time.
Keywords: Science education, problem-based learning, postgraduate studies, systematic review.
1. Giriş
Küresel rekabetin yer aldığı 21. yüzyılda, yaratıcı, yenilikçi, analitik, üst düzey düşünebilen ve gerçek
dünya problemlerine çözüm üretebilen bireyler yetiştirmeye duyulan ihtiyaç, odak noktasıdır (Živkovic,
2016). Probleme dayalı öğrenme 21. yüzyıldaki zorlukların üstesinden gelmede umut verici bir yaklaşım
olarak gözükmektedir (Edens, 2000). McMaster Üniversitesi’nde ortaya çıkan, geleneksel ders temelli
öğrenme modelinin yerini alarak tıp eğitiminde büyük bir evrilmeye sebep olan probleme dayalı öğrenme,
zamanla farklı disiplinlere doğru etki alanını genişletmiştir (Albanese ve Dast, 2014). Probleme dayalı
öğrenme deneyimsel bir öğrenme olup, gerçek dünya problemlerinin araştırılması, incelenmesi ve
çözümlendirilmesi süreci ile işlemektedir (Torp ve Sage, 2002). Probleme dayalı öğrenme süreci, küçük
248
öğrenci gruplarına sunulan gerçek bir hayat problemi ile başlamaktadır (Spronken-Smith ve Harland, 2009).
Probleme dayalı öğrenmede, öğrenenler öğrenme sürecinin başlangıcında kötü yapılandırılmış bir problem
durumu ile karşılaşırlar (Edens, 2000). Kötü yapılandırılmış problemler, sadece tek bir alana ilişkin kural
ve ilke ile çözülemeyen disiplinlerarası bağlantılar kurmayı gerektiren bir yapıdadır (Jonassen, 2004). Kötü
yapılandırılmış problemlerin aksine iyi yapılandırılmış problemler ise genellikle açıkça tanımlanmış, tek bir
doğru cevabı olan problem durumlarıdır (Gallagher, Stepien ve Rosenthal, 1992). Gerçek hayatta yer alan
problem durumları kötü yapılandırılmış problemlerdir (Jonassen, 1997). Bu nedenle problem dayalı
öğrenme ortamlarında öğrenenlerin gerçek hayat problemlerine yakın olan karmaşık problem durumları ile
meşgul olmalarını sağlamanın, öğrenenlerin öğrendikleri bilgileri ve problem çözebilme becerilerini gerçek
yaşam durumlarına transfer edebilmesinde önemli olduğu söylenebilir. Probleme dayalı öğrenmede
öğrenenler problem hakkında bildiklerini, bilgi eksikliklerini ve daha sonra neleri bilmeye ihtiyaç
duyduklarını belirleyerek, öğrenme sürecindeki eylemlerini yönlendirerek kendi öğrenmelerinin
sorumluluğunu üstlenirler (Spronken-Smith ve Harland, 2009). Bu anlamda problem dayalı öğrenme, aktif
öğrenme süreçleri ile bilgi oluşumunu destekleyen, gerçek yaşam durumları ile öğrenme ortamlarını
bütünleştiren deneyimler sunmaktadır (Akçay, 2009). Kaptan ve Korkmaz (2001), fen bilimleri dersinde
öğrenenlerin, edindikleri bilgileri gerçek yaşam durumlarına aktarmalarını ve günlük yaşamda
karşılaştıkları problemleri çözmelerini sağlayacak başlıca yöntemin problem dayalı öğrenme olduğunu ifade
etmektedir. Etkili bir fen eğitiminde öğrenenler geçmiş bilgileri ile yorumladıkları yeni elde ettikleri
bilgilerini günlük yaşama aktararak karşılaştıkları problemleri çözerler (Anagün ve Kardaş, 2016). Bu
anlamda problem dayalı öğrenmenin fen eğitiminde önemli bir yere sahip olduğu söylenebilir. Bu bağlamda
problem dayalı öğrenmenin öğretim sürecindeki önemi, bu alanda yapılan çalışmaların önemini de
beraberinde getirmektedir. Alan yazında probleme dayalı öğrenmenin akademik başarı (Jimoh ve Fatokun,
2020), problem çözme (Riswari, Yanto ve Sunarso, 2018), öz güven (Hendriana, Johanto ve Sumarmo,
2018), eleştirel düşünme (Nadeak ve Naibaho, 2020), yaratıcı düşünme (Sari, Banowati ve Purwanti, 2018)
üzerinde etkisinin incelendiği pek çok çalışma mevcuttur. Bu çalışmalara ek olarak problem dayalı
öğrenmeye yönelik pek çok meta analiz (Leary, Walker, Shelton ve Fitt, 2013; Dağyar ve Demirel, 2015;
Susanti, Juandi ve Tamur, 2020) ve sentez (Biber, Ersoy ve Köse Biber, 2014; Temel, Şen ve Yılmaz, 2015;
Tosun ve Yaşar, 2015; Yıldırım ve Say, 2020) çalışması da yer almaktadır. Problem dayalı öğrenmenin fen
eğitimindeki yeri ve yapılan çalışma sayısındaki fazlalık bu konuya yönelik vurguyu ve önemi ortaya
koymaktadır. Bu durumda problem dayalı öğrenme alanında yapılan çalışmalara yönelik sistematik bir
incelemenin, bu alandaki çalışmaların güçlü yönlerinin ve eksik kalan yönlerinin açığa çıkartılmasına
yardımcı olacağı düşünülmektedir. Böylece araştırmacıların çalışmalardaki eksik kalan ve ihmal edilen
tarafları görmeleri sağlanabilir. Bu durum, tekrar eden çalışmalar yerine, konu alanına yönelik eksik kalan
tarafları ele alan, alan yazına yenilik ve katkı sağlayan çalışmalar yapılmasında araştırmacılara yol
gösterebilir. Lisansüstü çalışmaların bilimsel bilgi birikimine ve alana sağladığı katkı yadsınamaz. Bu
nedenle bu alandaki çalışmaların içeriğinin mevcut durumunun ortaya koyulmasının, yapılacak olan sonraki
çalışmalarda konu alanının daha farklı boyutlar ile ele alınmasına katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Alan
yazında fen eğitiminde problem dayalı öğrenmeye yönelik çalışmaların incelendiği ulaşılabilen
araştırmalardan (Temel vd., 2015; Tosun ve Yaşar, 2015; Yıldırım ve Say, 2020) farklı olarak, bu
araştırmada fen eğitiminde probleme dayalı öğrenmeye yönelik doğrudan lisansüstü çalışmalara
odaklanılmış ve ilgili çalışmalara ulaşırken tarih sınırlamasına gidilmemiştir. Bu nedenle söz konusu
araştırmada, çok daha geniş bir zaman dilimindeki çalışmaların, diğer çalışmalarda ele alınan temalardan
daha farklı temalar altında incelenmesi amaçlanmıştır. Bu anlamda ilgili çalışmanın alandaki boşlukları
dolduracağı ve alana katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Bu araştırmada fen eğitiminde problem dayalı
öğrenmeye ilişkin Türkiye’deki lisansüstü çalışmaların sistematik bir incelemesinin yapılması
amaçlanmıştır. Bu amaç ile aşağıdaki araştırma problemine cevap aranmıştır.
Araştırma problemi: Fen eğitiminde problem dayalı öğrenmeye ilişkin Türkiye’deki lisansüstü çalışmalar
türlerine, yayımlandıkları yıllara, çalışılan konu alanlarına, araştırma yöntemlerine, örneklem türlerine,
örneklem sayılarına, veri toplama araçlarına ve uygulama sürelerine göre nasıl bir dağılım göstermektedir?
249
2. Yöntem
Araştırmanın yöntemi sistematik incelemedir. Sistematik inceleme açıkça belirlenmiş araştırma
sorularını yanıtlamaya yönelik, incelemeye dahil edilen çalışmalardan ilgili verilerin toplanmasını ve analiz
edilmesini içermektedir (Moher vd., 2010).
2.1. Veri Toplama Süreci
Verilerin toplanmasında doküman analizi yöntemi kullanılmıştır. Doküman analizi araştırma konusu
olan olguya yönelik yazılı materyallerin incelenmesini içermektedir (Turgut, 2014). Araştırma problemine
cevap verebilmek için konu ile ilgili çalışmalar Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Ulusal Tez Merkezi (2020)
veri tabanı üzerinden belirli anahtar kelimeler kapsamında taranmıştır: probleme dayalı öğrenme, probleme
dayalı, problem temelli öğrenme, problem temelli. Tarama sonucunda ulaşılan çalışmalar, bu araştırma için
belirlenen dâhil edilme kriterleri kapsamında sınıflandırılmıştır. Aşağıda araştırmada incelenen çalışmaların
araştırmaya dahil edilme kriterleri yer almaktadır.
Araştırmaya dahil edilecek çalışmalar belirlenirken tarih sınırlandırılmasına gidilmemiştir.
Kısıtlı erişime sahip olan çalışmalar araştırmaya dahil edilmemiştir.
Araştırmaya dahil edilecek olan çalışmalar belirlenen anahtar kelimeler kapsamındadır.
Sadece fen eğitimi disiplin alanında yapılan problem dayalı öğrenmeye ilişkin çalışmalar araştırmaya dahil
edilmiştir.
Hem Türkçe hem İngilizce olarak hazırlanan yüksek lisans ve doktora çalışmaları araştırmaya dahil
edilmiştir.
YÖK Ulusal Tez Merkezi’nde yayımlanan çalışmaların son taraması 17 Şubat 2021 tarihinde
gerçekleştirilmiştir. Yapılan taramalar ve belirtilen dahil edilme kriterleri kapsamında fen eğitiminde
problem dayalı öğrenmeye ilişkin 2003-2020 yılları arasında 93 lisansüstü çalışmaya ulaşılmıştır.
2.2. Veri Analizi Süreci
Elde edilen verilerin analiz edilmesinde içerik analizi kullanılmıştır. İçerik analizi incelenen belgelere
ilişkin içeriğin incelenmesini ve elde edilen verilerin sayısal olarak ifade edilmesini amaçlayan bir analiz
türüdür (Ekiz, 2020). İçerik analizinin amacı toplanan verileri açıklayabilecek kavramlara ve ilişkilere
ulaşmaktır (Yıldırım ve Şimşek, 2018). Bu bağlamda içerik analizi metinlerden elde edilen veri içeriklerinin
kodlamalar ve temalar çerçevesinde sistematik olarak sınıflandırılmasını ve yorumlanmasını içermektedir
(Hsieh ve Shannon, 2005). Bu anlamda öncelikle araştırmanın dahil edilme kriterlerine göre belirlenen
çalışmalar analiz edilerek kodlar oluşturulmuştur. Daha sonra elde edilen bu kodlar ortak özelliklerine göre
birleştirilerek temalara ulaşılmıştır. Ardından çalışmalar tür, yayımlandıkları yıl, çalışılan konu alanları,
araştırma yöntemleri, örneklem türleri, örneklem sayıları, veri toplama araçları ve uygulama süreleri
temaları altında analiz edilmiştir. Analizler IBM SPSS Statistics 23 programı ile yapılmış olup, verilere
ilişkin frekans ve yüzdelik değerleri elde edilmiştir. Kodlamaların geçerliğini ve güvenirliğini sağlamak için
Miles ve Huberman (1994) tarafından önerilen kodlayıcılar arası güvenirlik formülü kullanılmıştır.
Araştırmacı ve başka bir fen eğitimi uzmanı tarafından gerçekleştirilen kodlama sonucunda kodlayıcılar
arası uyum yüzdesi %92 olarak bulunmuştur. Uyum yüzdesinin %90 ve üzeri olması, kodlamanın güvenilir
ve geçerli bir yapıya sahip olduğunun kanıtıdır (Miles ve Huberman, 1994).
3. Bulgular
Araştırmada fen eğitiminde problem dayalı öğrenmeye ilişkin lisansüstü çalışmaların %67,7’sinin
yüksek lisans, %32,3’ünün ise doktora çalışmasından oluştuğu belirlenmiştir. Şekil 1 çalışmaların yayın
türlerine ve yayımlandıkları yıllara göre dağılımını göstermektedir.
250
Şekil 1. Lisansüstü Çalışmaların Yayımlandıkları Yıllara Göre Dağılımı
12
10
5
6
4
11
1 1
2 2
9
8
8
8
2
11
10
6
5
5
4
3
1
1
4
2
22
5
6
7
7
5
2
4
3
5
2
1
8
7
4
4
3
5
1
4
3
1
1
11
2
0
2003 2004 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015 2016 2017 2018 2019 2020
Yüksek lisans
Doktora
Toplam
Şekil 1, fen eğitiminde problem dayalı öğrenmeye yönelik lisansüstü çalışmaların 2003-2020 yılları
arasında yayımlandığını göstermektedir. 2004, 2005 ve 2006 yıllarında fen eğitiminde problem dayalı
öğrenmeye yönelik hiçbir doktora çalışması yayımlanmadığı belirlenmiştir. Ek olarak fen eğitiminde
problem dayalı öğrenmeye yönelik 2003 ve 2005 yılında yüksek lisans alanında çalışma yayımlanmadığı
tespit edilen bir diğer bulgudur. 2020 yılında yayımlanan çalışma sayısının (2) ise oldukça düşük olduğu ve
bu alandaki çalışmaların ilk yayımlanmaya başladığı yıllardaki sayıya yakın olduğu belirlenmiştir. Şekil
2’de çalışmaların konu alanlarına göre dağılımı yer almaktadır.
Şekil 2. Çalışılan Konu Alanlarının Lisansüstü Çalışmalardaki Dağılımı
Toplam
%1,1
%2,2
Doktora
%3,3
%3,3
Yüksek lisans
%96,8
Araştırma yöntem çalışmaları (meta
analiz)
%93,3
Öğretim
%1,6
0
Materyal geliştirme çalışmaları
%98,4
20
40
60
80
100
120
Şekil 2’de incelenen çalışmalardaki çalışılan konu alanlarının öğretim, araştırma yöntem çalışmaları
ve materyal geliştirme çalışmaları olarak belirlendiği görülmektedir. Öğretim konu başlığı, fen eğitiminde
problem dayalı öğrenmenin çeşitli değişkenler üzerindeki etkisini araştıran çalışmaları temsil etmektedir.
Araştırma yöntem çalışmaları ise fen eğitiminde problem dayalı öğrenmeye yönelik meta analiz
çalışmalarını ifade etmektedir. Şekil 2’de incelenen çalışmalarda en fazla çalışılan konu alanının öğretim
(%96,8) olduğu görülmektedir. Dikkat çeken bir diğer bulgu ise materyal geliştirme çalışmalarının doktora
alanında çalışılan konu alanları içerisinde %3,3’lük bir oranı temsil ettiği, yüksek lisans alanında ise bu
konu alanına ilişkin hiçbir çalışma yapılmadığıdır. Tablo 1’de araştırma yöntemlerinin çalışmalardaki
dağılımı yer almaktadır.
Tablo 1. Araştırma Yöntemlerinin Lisansüstü Çalışmalardaki Dağılımı
Araştırma yöntemleri
Nicel araştırma yöntemleri
Deneysel
Gerçek deneysel
Yarı deneysel
Zayıf deneysel
Deneysel (belirtilmemiş)
Deneysel olmayan
Meta analiz
Nitel araştırma yöntemleri
Eylem araştırması
Gömülü teori
Durum çalışması
Yüksek lisans
f
%
54
85,7
53
84
12
19
32
50,8
4
6,3
5
7,9
1
1,6
1
1,6
3
4,8
2
3,2
1
1,6
-
Doktora
f
18
17
2
13
2
1
1
8
1
5
2
%
60
56,7
6,7
43,3
6,7
3,3
3,3
26,7
3,3
16,7
6,7
Toplam
f
72
70
14
45
6
5
2
2
11
3
6
2
%
77,4
75,4
15,1
48,4
6,5
5,4
2,2
2,2
11,8
3,2
6,5
2,2
251
Karma araştırma yöntemleri
Açıklayıcı
Çeşitleme
Eş zamanlı dönüşümsel
Yakınsayan paralel
Karma (belirtilmemiş)
6
2
1
1
2
9,5
3,2
1,6
1,6
3,2
4
1
2
1
-
13,3
3,3
6,7
3,3
-
10
3
3
1
1
2
10,8
3,2
3,2
1,1
1,1
2,2
Tablo 1’e göre çalışmalarda en fazla tercih edilen araştırma yönteminin nicel (%77,4) araştırma
yöntemi olduğu görülmektedir. Sırasıyla nicel (%85,7), karma (%9,5) ve nitel (%4,8) araştırma yöntemleri,
yüksek lisans alanında en fazla tercih edilen araştırma yöntemlerindendir. Öte yandan doktora alanında ise
en fazla tercih edilen araştırma yöntemleri sırasıyla nicel (%60), nitel (%26,7) ve karma (%13,3) araştırma
yöntemleridir. Hem yüksek lisans hem de doktora çalışmalarında nicel araştırma yöntemlerinde deneysel
olmayan yöntemlerden sadece meta analiz araştırmasının yapıldığı dikkat çeken bir diğer bulgudur. Tablo
2 örneklem türlerinin yüksek lisans ve doktora çalışmalarındaki dağılımını sunmaktadır.
Tablo 2. Örneklem Türlerinin Lisansüstü Çalışmalardaki Dağılımı
Örneklem türleri
İlkokul (1-4)
Ortaokul (5-8)
Lise (9-12)
Öğretmen adayları
Önlisans
Yüksek lisans
f
%
1
1,6
39
61,9
5
7,9
17
27
1
1,6
Doktora
f
9
5
15
1
Toplam
%
30
16,7
50
3,3
f
1
48
10
34
2
%
1,1
51,6
10,8
36,6
2,2
Tablo 2’de incelenen çalışmalarda en fazla tercih edilen örneklem türlerinin ortaokul öğrencileri
(%51,6), öğretmen adayları (%36,6) ve lise öğrencileri (%10,8) olduğu; en az tercih edilen örneklem
türünün ise ilkokul öğrencileri (%1,1) olduğu görülmektedir. Tablo 3 örneklem sayılarının yüksek lisans ve
doktora çalışmalarındaki dağılımını sunmaktadır.
Tablo 3. Örneklem Sayılarının Lisansüstü Çalışmalardaki Dağılımı
Örneklem sayısı
1-20 arası
21-40 arası
41-60 arası
61-80 arası
81-100 arası
101-120 arası
121 ve üzeri
Yüksek lisans
f
%
2
3,2
11
17,5
29
46
13
20,6
6
9,5
2
3,2
Doktora
f
4
3
8
3
8
2
2
Toplam
%
13,3
10
26,7
10
26,7
6,7
6,7
f
6
14
37
16
14
2
4
%
6,5
15,1
39,8
17,2
15,1
2,2
4,3
Tablo 3’te en fazla tercih edilen başlıca örneklem sayılarının 21-40 (%15,1), 41-60 (%39,8), 61-80
(%17,2), 81-100 (15,1) arasında olduğu belirlenmiştir. En az tercih edilen örneklem sayıları ise genel olarak
101 ve üzeri aralıktaki örneklem sayılarıdır. Tablo 4 veri toplama araçlarının yüksek lisans ve doktora
çalışmalarındaki dağılımını sunmaktadır.
Tablo 4. Veri Toplama Araçlarının Lisansüstü Çalışmalardaki Dağılımı
Veri toplama araçları
Testler
Anket
Ölçek
Envanter
Görüşme
Gözlem
Diğer nitel araçlar
Yüksek lisans
f
%
96
47,3
7
3,4
56
27,6
6
3
16
7,9
4
2
18
8,9
Doktora
f
%
53
30,5
9
5,2
42
24,1
4
2,3
25
14,4
6
3,4
35
20,1
Toplam
f
%
149
39,5
16
4,2
98
26,0
10
2,7
41
10,9
10
2,7
53
14,1
Tablo 4’te yer alan veri toplama araçları başlıca 7 başlık altında sınıflandırılmıştır. Buna göre lisansüstü
çalışmalarda en fazla tercih edilen başlıca veri toplama araçları arasında testler (%39,5), ölçekler (%26),
diğer nitel araçlar (%14,1), görüşmeler (%10,9) yer almaktadır. Tablo 5 uygulama süresinin yüksek lisans
ve doktora çalışmalarındaki dağılımını göstermektedir.
252
Tablo 5. Uygulama Süresinin Lisansüstü Çalışmalardaki Dağılımı
Uygulama süresi
1-5 hafta arası
6-10 hafta arası
11-15 hafta arası
16-20 hafta arası
7 ders saati
8 ders saati
10 ders saati
20 ders saati
22 ders saati
Belirtilmemiş
Yüksek lisans
f
%
23
36,5
27
42,9
5
7,9
1
1,6
1
1,6
1
1,6
1
1,6
1
1,6
3
4,8
Doktora
f
11
14
3
1
1
Toplam
%
36,7
46,7
10
3,3
3,3
f
34
41
8
1
1
1
1
1
1
4
%
36,6
44,1
8,6
1,1
1,1
1,1
1,1
1,1
1,1
4,3
Tablo 5‘te lisansüstü çalışmalarda en fazla tercih edilen uygulama süresinin 6-10 hafta arasında
(%44,1) olduğu görülmektedir. 11-15 hafta ve 16-20 hafta uygulama süresinin tercih edilme oranının yüksek
lisans çalışmalarına kıyasla doktora çalışmalarında daha fazla olması dikkat çeken bir diğer bulgudur.
Ayrıca uygulama süresinin belirtilmediği 3 yüksek lisans ve 1 doktora çalışması olduğu belirlenmiştir.
4. Sonuç, Tartişma ve Öneriler
Araştırma sonucunda fen eğitiminde problem dayalı öğrenmeye ilişkin çalışmaların 2003-2020 yılları
arasında
yayımlandığı
ve
bu
çalışmaların
büyük
bir
çoğunluğunun
(%67,7) yüksek lisans çalışması olduğu belirlenmiştir. Belirtilen yıllar arasında yayımlanan çalışma
sayısında dalgalanmalar görünmekle birlikte, 2020 yılına gelindiğinde çalışma sayısının oldukça düşük
olduğu saptanmıştır. Son yıllarda fen eğitiminde argümantasyon temelli öğrenme (Çetinkaya ve Taşar,
2018) ve sorgulama temelli öğrenme (Taş vd., 2019) gibi yöntemlere olan ilginin artması bu durumun sebebi
olarak gösterilebilir. Ek olarak Türkiye Cumhuriyeti Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından Fen Bilimleri
Dersi Öğretim Programı’nda sorgulama temelli öğrenme stratejisinin benimsenmiş olması (MEB, 2018), bu
açıklamayı destekleyerek elde edilen sonucun sebepleri arasında gösterilebilir. Çalışmaların neredeyse
tamamına yakının (%96,8) öğretim konu alanında olduğu belirlenmiştir. Araştırmada incelenen çalışmaların
fen eğitiminde olması, problem dayalı öğrenmenin, öğretim üzerinde ve farklı bilişsel ve duyuşsal öğrenme
çıktıları üzerindeki etkisinin incelendiği çalışmaların yoğunlukta olmasına neden olmuş olabilir. Alan
yazındaki diğer çalışmalar araştırmanın bu sonucu ile benzerlik taşımaktadır (Kızılaslan, Sözbilir ve Yaşar,
2012; Tosun ve Yaşar, 2015). Araştırmada hem yüksek lisans (%85,7) hem de doktora (%60) çalışmalarında
en fazla kullanılan araştırma yönteminin nicel araştırma yöntemi olduğu tespit edilmiştir. Çeşitli deneysel
işlemler ile yöntemin etkililiğini inceleyen öğretim konu alanı çalışmalarının fazla olması (Şekil 2), bu
çalışmaların etkililiğini istatistiksel olarak ortaya koyma amacı ve nicel araştırma yöntemlerinden elde
edilecek sonuçların evrene genellenebilirliğinin yüksek olması (Girgin ve Şahin, 2020), bu sonucun ortaya
çıkmasında etkili olmuş olabilir. Alan yazındaki diğer araştırmalardan elde edilen sonuçlar da nicel
araştırma yöntemlerinin daha fazla tercih edildiğini göstermektedir (Biber vd., 2014; Temel vd., 2015;
Tosun ve Yaşar, 2015). Bu araştırmada, nicel araştırma yöntemlerinden sonra nitel ve karma araştırma
yöntemlerinin doktora çalışmalarında tercih edilme oranının yüksek lisans çalışmalarına kıyasla daha fazla
olduğu belirlenmiştir. Nitel ve karma araştırma yöntemleri ayrıntılı, açıklamalara dayalı ve bütünleyici
bilgiler sunmaya imkan vermektedir (Yıldırım ve Şimşek, 2018). Doktora araştırmaları yüksek lisans
çalışmalarına kıyasla hem daha uzun bir araştırma sürecini içermekte hem de niteliksel olarak daha derin ve
kapsamlı bir araştırma yapmayı beraberinde getirmektedir. Bu durum doktora araştırmacılarını daha uzun
bir uygulama süresi gerektiren ve nicel verilerin ötesinde, verileri anlamlandırmaya yönelik ayrıntılı ve
bütünsel bilgi ortaya koymayı sağlayan nitel ve karma araştırma yöntemlerini daha fazla tercih etmeye
yönlendirmiş olabilir. En az tercih edilen örneklem türünün ilkokul öğrencilerinden (%1,1) oluştuğu
araştırmada elde edilen bir diğer sonuçtur. Probleme dayalı öğrenmede öğrencilerin problem çözme,
problemi açıklama, analiz ve sentez yapma, genelleme becerilerini kullanmalarını gerektiren üst düzey
düşünme becerileri oldukça önemlidir (Ersoy, 2012). İlkokul örneklemindeki öğrenci gruplarının bu
becerilerinin ve bu becerilerini kullanabilme durumlarının daha üst düzey örneklem gruplarına kıyasla yeni
yeni gelişmeye başladığı söylenebilir. İncelenen çalışmaların neredeyse tamamına yakınının probleme
253
dayalı öğrenmenin etkisinin incelendiği öğretim konu alanı çalışmalarından oluştuğu düşünüldüğünde bu
durum araştırmacıları, ilkokul örneklem grubunda çalışma yapılmasının zor olacağı düşüncesine yöneltmiş
olabilir. Bu düşünce bu örneklem türüne ilişkin çalışma sayısındaki azlığın nedeni olabilir. Benzer şekilde
Biber ve diğerleri (2014) probleme dayalı öğrenmeye yönelik ilköğretim birinci kademede çalışma
yapılmamasının nedenini, yöntemin bu düzeydeki öğrencilerin sahip olmadığı üst düzey düşünme becerisi
gerektirmesinden kaynaklandığını ifade etmiştir. Araştırmanın bu sonucuna benzer olarak alan yazında
ilkokul örneklem türünün en az tercih edilen örneklem türü olduğunu bildiren çalışma mevcuttur (Tosun ve
Yaşar, 2015). En fazla tercih edilen örneklem türlerinin ise ortaokul öğrencileri (%51,6), öğretmen adayları
(%36,6) ve lise öğrencileri (%10,8) olması sonucunun ise, bu örneklemlerin ulaşılabilir örneklem
olmalarından kaynaklandığı söylenebilir. Alan yazındaki çalışma sonuçları örneklem türlerine ilişkin elde
edilen bu sonuçlar ile tutarlılık göstermektedir (Biber vd., 2014; Tosun ve Yaşar, 2015). Araştırmada 4160, 61-80 ve 81-100 aralıklarında yer alan örneklem sayısı aralıklarının çalışmalarda en fazla tercih edilen
örneklem sayısı olduğu belirlenmiştir. Dolayısıyla daha geniş kapsamda değerlendirildiğinde 41-100
(%72,1) aralığında yer alan örneklem sayısının çalışmalarda en fazla tercih edilen örneklem sayısı aralığı
olduğu söylenebilir. Bu bağlamda diğer araştırmaların (Kızılaslan vd., 2012; Kanlı vd., 2014; Uzunboylu
ve Aşıksoy, 2014) bir sonucu olarak belirlenen, en fazla tercih edilen örneklem sayısı aralığı (31-100), bu
araştırmadaki en fazla tercih edilen örneklem sayısı aralığını kapsamaktadır. Aynı zamanda bu araştırmada
daha büyük bir örneklem sayısını oluşturan 101 ve üzeri sayıdaki örneklem sayılarının en az tercih edilen
örneklem sayısı aralıkları olduğu sonucu ile tutarlılık gösteren araştırmalar da alan yazında mevcuttur
(Tosun ve Yaşar, 2015; Yavuz ve Yavuz, 2017). Büyük örneklem sayıları ile çalışmanın uzun bir süre
gerektirmesi, analiz sürecinin zor olması gibi etmenler araştırmacıların çok yüksek sayılardaki örneklem
gruplarını tercih etmeme nedenleri olabilir. Aynı zamanda bu araştırmada hem yüksek lisans hem doktora
çalışmalarında nicel yöntemlerin tercih edilme sıklığının fazla olması (Tablo 1), araştırmacıların
çalışmalardan elde edilen sonuçların evrene genellenebilir olması durumunu arttırmaya yönelik bir eğilim
içerisinde olduklarını düşündürebilmektedir. Bu anlamda nicel araştırmalardaki bu geçerliliği sağlamak
adına tercih edilen örneklem sayılarının da az olmaması beklenmektedir. Tümevarımcı bir anlayışı esas
alarak elde edilen verilerden genellemeler ortaya koyan nicel araştırmalarda örneklemin evreni temsil
edecek ölçüde yeteri kadar büyük olması önemlidir (Baştürk ve Taştepe, 2013). İstatistiksel anlamda
örneklem ne kadar büyük ise örneklemden elde edilen değerlerin popülasyonu doğru temsil etme olasılığı
da o kadar artmaktadır (Gravetter ve Forzano, 2018). Ayrıca nicel çalışmalarda örneklem sayısının
olabildiğince büyük olması araştırma sonuçlarının güvenirliğini de arttıran bir faktördür (Cohen, Manion ve
Morrison, 2018). Bu nedenle hem yüksek hem doktora çalışmalarında daha az sayıdaki örneklemler yerine,
örneklem sayısının dikkate değer şekilde 41-100 aralığında yoğunlaşması en fazla tercih edilen nicel
araştırma yöntemlerini kullanan araştırmacıların elde ettikleri sonuçların genellenebilirliğini sağlamak adına
yaptıkları bir tercihin sonucu olabilir. Yaptıkları araştırmada, inceledikleri lisanüstü çalışmalarda en fazla
tercih edilen örneklem sayısı aralığının 51-100 kişi aralığında olduğu sonucuna ulaşan Yavuz ve Yavuz
(2017), bu sonucun yarı deneysel çalışmaların tercih edilmesi neticesinde deney ve kontrol gruplarının
oluşturulduğu sınıf mevcudunun genellikle bu aralığa denk gelmesinden kaynaklanabileceğini ifade
etmiştir. Bu araştırmada diğer örneklem sayılarındaki tercih ise uygulama yapılan örneklemlerin
ulaşılabilirliğinin etkisi altında erişilebilir örneklem sayılarının kullanılmış olma durumuna bağlanabilir.
Araştırmada hem yüksek lisans hem doktora çalışmalarında en fazla tercih edilen başlıca 4 veri toplama
aracının sırasıyla testler, ölçekler, diğer nitel araçlar ve görüşmeler olduğu belirlenmiştir. Araştırmalarda
kullanılan veri toplama araçlarının tercihi o araştırmanın yöntemine göre şekillenebilmektedir. İncelenen
çalışmalarda nicel araştırma yönteminin en fazla kullanılan yöntem olmasının ve problem dayalı
öğrenmenin etkililiğinin belirlenmesinin amaçlandığı öğretim konu alanı çalışmalarının en çok çalışılan
konu alanı olmasının bir sonucu olarak etkililiği belirlenecek değişenlerin ölçülmesinde testlerin ve
ölçeklerin kullanılması muhtemel bir sonuç olarak değerlendirilebilir. Bazı durumlarda araştırmacılar nicel
araştırmalarda elde edilen verilerin daha kapsamlı değerlendirilebilmesi için veri çeşitlemesi yoluna giderek
genellikle nicel veri toplama araçlarının yanında nitel veri toplama araçları da kullanabilmektedirler.
254
Araştırmada en çok tercih edilen veri toplama araçlarının arasında testler ve ölçeklerden sonra diğer nitel
araçların ve görüşmelerin gelmesi bu faktöre bağlanabilir. Alan yazında araştırmanın veri toplama araçlarına
yönelik elde edilen bu sonuçlarına benzer çalışma sonuçları mevcuttur (Biber vd., 2014; Temel vd., 2015;
Tosun ve Yaşar, 2015). Hem yüksek lisans (%42,9) hem doktora (%46,7) çalışmalarında en fazla tercih
edilen uygulama süresinin 6-10 hafta arasında olduğu araştırmadan elde edilen bir diğer sonuçtur. Dirlikli,
Aydın ve Akgün (2016)’de yaptıkları çalışmada en fazla tercih edilen uygulama süresinin 6-10 hafta
arasında olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Araştırmaların uygulama sürelerine ilişkin dikkat çeken bir diğer
sonuç ise 11-15 ve 16-20 hafta arası uygulama sürelerinin tercih edilme oranlarının yüksek lisans
çalışmalarına kıyasla doktora çalışmalarında daha fazla olmasıdır. Doktora programının süresinin yüksek
lisans programına kıyasla daha uzun olması sonucunda ve yüksek lisans sonrası alanda uzmanlaşmanın
devamında doktora programlarında daha derin, daha kapsamlı ve daha özgün çalışmaların yapılması
beklenmektedir. Bu durum doktora araştırmalarında tercih edilen araştırma yöntemlerinin şekillenmesinde
de etkili olmaktadır. Bu araştırmada da doktora çalışmalarında nitel ve karma araştırma yöntemlerinin tercih
edilme oranının yüksek lisans çalışmalarına kıyasla daha fazla olduğu belirlenmiştir. Nitel ve karma
araştırma yöntemlerine doktora çalışmalarında daha fazla ağırlık verilmesi araştırmacıların daha derin ve
kapsamlı çalışma yapma amacı taşıdığı düşüncesini destekleyebilir. Ekiz (2020) daha derin ve açıklayıcı
yorumlara ulaşmak amacıyla nitel araştırmalarda güvenirliği sağlamada gerekli yöntemlerinden birinin
araştırma alanında uzun süre geçirilmesi olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla doktora programının daha
uzun süreli olması, daha derin, açıklayıcı ve özgün sentezlere ulaşma amacı, doktora çalışmalarında
kullanılan nitel ve karma araştırma yöntemleri ve bunları kullanmanın gereklilikleri yüksek lisansa kıyasla,
doktora çalışmalarında daha uzun süreli uygulamalar yapmayı gerektirmiş olabilir. Dikkat çeken bir diğer
sonuç ise uygulama süresinin belirtilmediği çalışmaların yüksek lisans için %4,8, doktora çalışmaları için
ise %3,3 oranında olmasıdır. Uygulama süresi, yöntemin etkililiğini incelemeye yönelik deneysel
çalışmalarda belirtilmesi gereken önemli bir değişken/etken olarak değerlendirilebilir. Tarama çalışması,
meta analiz çalışması gibi araştırma yöntemlerini içeren çalışmalarda genellikle deneysel bir müdahale söz
konusu olmadığı için bu çalışmalarda uygulama süresinin öneminin göz ardı edildiği söylenebilir. Bu
araştırmada hem yüksek lisans hem doktora alanında 1 meta analiz çalışması yapıldığı belirlenmiştir (Tablo
1). Bu anlamda uygulama süresinin belirtilmemesinin nedenleri bu çalışmaların varlığına ve araştırmacıların
raporlarında bu bilgiye yer vermemiş olmalarına bağlanabilir.
Araştırma, fen eğitiminde problem dayalı öğrenmeye yönelik lisansüstü çalışmaların içeriğinin mevcut
durumunu ortaya koymuştur. Probleme dayalı öğrenmeye ilişkin fen eğitiminde pek çok farklı çalışmalar
yapılabilecek olmasına rağmen çalışmaların öğretim konu alanında yoğunlaştığı ve ilkokul örneklemine
neredeyse hiç yer verilmediği büyük ölçüde dikkat çekmektedir. Sonraki çalışmalarda farklı konu alanlarına
yer verilmesi ve gözardı edilen örneklemler ile de çalışmalar yapılması önerilebilir. Nitel ve karma araştırma
yöntemlerinin tercih edilme sıklığı ve buna paralel olarak nitel veri toplama araçlarının kullanım sıklığı
arttırılarak araştırma konusundan elde edilen verilere yönelik sayısal ifadelerin ötesinde gerekçeli
açıklamalar sunulabilir. Böylece yapılan araştırmaların geçerliğinin ve güvenirliğinin arttırılmasının yanı
sıra konuya farklı boyutlardan bakılması da sağlanabilir. Sonraki araştırmalarda uygulama sürelerinin daha
uzun tutulması ve daha büyük örneklem gruplarının tercih edilme sıklığının arttırılması, ele alınan araştırma
konusuna ilişkin sonuçların daha net ortaya koyulmasına ve araştırmanın etkisinin daha iyi gözlenmesine
hizmet edebilir. Böylece araştırmalardan elde edilen sonuçların geçerliğine ve güvenirliğine ek olarak
genellenebilirliğinin de arttırılmasına katkıda bulunulabilir. Bu araştırmanın ilerleyen yıllarda tekrar
yapılması ve değişimin takip edilmesinin, sonraki araştırmaların içeriğini yönlendirmede önemli olacağı
düşünülmektedir.
Kaynakça
1. AKÇAY, B. (2009). “Problem-Based Learning in Science Education”, Journal of Turkish Science
Education, 6 (1): 26-36.
2. ALBANESE M. A. ve DAST L. C. (2014). “Problem-Based Learning”, s. 57-68, (Eds.), HUGGETT,
K. N. ve JEFFRIES, W. B., An Introduction to Medical Teaching, Springer, New York London.
255
3. ANAGÜN, Ş. S. ve KARDAŞ, N. (2016). “Argümantasyon Odaklı Öğretim”, s. 195-220, (Ed.),
ANAGÜN, Ş. S. ve DUBAN, N., Fen Bilimleri Öğretimi, Anı Yayıncılık, Ankara.
4. BAŞTÜRK, S. ve TAŞTEPE, M. (2013). “Evren ve Örneklem”, s.129-159, (Ed.), BAŞTÜRK, S.,
Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Vize Yayıncılık, Ankara.
5. BİBER, M., ERSOY, E. ve KÖSE BİBER, S. (2014). “A Content Analysis on Problem-Based Learning
Approach”, HAYEF: Journal of Education, 11 (2): 113-133.
6. COHEN, L. MANION, L. ve MORRISON, K. (2018). Research Methods in Education,
Routledge/Taylor & Francis, London.
7. ÇETİNKAYA, E. ve TAŞAR, M. F. (2018). “Fen Bilimleri Eğitimi Alanında Türkiye Merkezli
Argümantasyon Araştırmalarının Çeşitli Değişkenler Açısından İncelenmesi”, Hacettepe Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Dergisi, 33 (2): 353-381.
8. DAĞYAR, M. ve DEMİREL, M. (2015). “Effects of Problem-Based Learning on Academic
Achievement: A Meta-Analysis Study”, Education and Science, 40 (181): 139-174.
9. DİRLİKLİ, M., AYDIN, K. ve AKGÜN, L. (2016). “Cooperative Learning in Turkey: A Content
Analysis of Theses”, Educational Sciences: Theory & Practice, 16 (4): 1251-1273.
10. EDENS, K. M. (2000). “Preparing Problem Solvers for the 21st Century through Problem-Based
Learning”, College Teaching, 48 (2): 55-60.
11. EKİZ, D. (2020). Bilimsel Araştırma Yöntemleri: Yaklaşım, Yöntem ve Teknikler, Anı Yayıncılık,
Ankara.
12. ERSOY, E. (2012). Probleme Dayalı Öğrenme Sürecinde Üst Düzey Bilişsel Düşünme Becerileri ve
Duyuşsal Kazanımlardaki Değişim, Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü,
İzmir.
13. GALLAGHER, S. A., STEPIEN, W. J. ve ROSENTHAL, H. (1992). “The Effects of Problem-Based
Learning on Problem Solving”, Gifted Child Quarterly, 36 (4): 195-200.
14. GİRGİN, D. ve ŞAHİN, Ç. (2020). “Nicel ve Nitel Araştırma Yöntemlerinin Karşılaştırılması”, s. 399420, (Ed.), ORAL, B. ve ÇOBAN, A., Kuramdan Uygulamaya Eğitimde Bilimsel Araştırma
Yöntemleri, Pegem Akademi, Ankara.
15. GRAVETTER, F. J. ve FORZANO, L. A. B. (2018). Research Methods for the Behavioral Sciences,
Cangage Learning, Boston.
16. HENDRIANA, H., JOHANTO, T. ve SUMARMO, U. (2018). “The Role of Problem-Based Learning
to Improve Students' Mathematical Problem-Solving Ability and Self Confidence”, Journal on
Mathematics Education, 9 (2): 291-300.
17. HSIEH, H. F. ve SHANNON, S. E. (2005). “Three Approaches to Qualitative Content
Analysis”, Qualitative Health Research, 15 (9): 1277-1288.
18. JIMOH, S. B. ve FATOKUN, K. V. F. (2020). “Effect of Problem-Based Learning Strategy on
Chemistry Students’ Achievement and Interest in Mole Concept in Federal Capital Territory, Abuja”,
Anchor University Journal of Science and Technology (AUJST), 1 (1): 136-143.
19. JONASSEN, D. H. (1997). “Instructional Design Models for Well-Structured and III-Structured
Problem-Solving Learning Outcomes”, Educational Technology Research and Development, 45 (1):
65-94.
20. JONASSEN, D. H. (2004). Learning to Solve Problems an Instructional Design Guide, Jossey-Bass,
Francisco, CA.
21. KANLI, U., GÜLÇİÇEK, Ç., GÖKSU, V., ÖNDER, N., OKTAY, Ö, ERASLAN, F., ERYILMAZ, A.
ve GÜNEŞ, B. (2014). “Ulusal Fen Bilimleri ve Matematik Eğitimi Kongrelerindeki Fizik Eğitimi
Çalışmalarının İçerik Analizi”, Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi, 34 (2): 127-153.
22. KAPTAN, F. ve KORKMAZ, H. (2001). “Fen Eğitiminde Probleme Dayalı Öğrenme Yaklaşımı”,
Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 20: 185-192.
23. KIZILASLAN, A., SÖZBİLİR, M. ve YAŞAR, M. D. (2012). “Inquiry Based Teaching in Turkey: A
Content Analysis of Research Reports”, International Journal of Environmental & Science Education,
7 (4): 599-617.
24. LEARY, H., WALKER, A., SHELTON, B. E. ve FITT, M. H. (2013). “Exploring the Relationships
Between Tutor Background, Tutor Training, and Student Learning: A Problem-Based Learning MetaAnalysis”, Interdisciplinary Journal of Problem-based Learning, 7 (1): 40-66.
25. MILES, M. B. ve HUBERMAN, A. M. (1994). Qualitative Data Analysis: An Expanded Source Book,
SAGE, Thousand Oaks, CA.
256
26. MOHER, D., LIBERATI, A., TETZLAFF, J., ALTMAN, D. G. ve the PRISMA GROUP (2010).
“Preferred Reporting Items for Systematic Reviews and Meta-analyses: The PRISMA
Statement”, International Journal of Surgery, 8 (5): 336-341.
27. NADEAK, B. ve NAIBAHO, L. (2020). “The Effectiveness of Problem-Based Learning on Students'
Critical Thinking”, Jurnal Dinamika Pendidikan, 13 (1): 1-7.
28. RISWARI, L. A., YANTO, H. ve SUNARSO, A. (2018). “The Effect of Problem Based Learning by
Using Demonstration Method on the Ability of Problem Solving”, Journal of Primary Education, 7 (3):
356-362.
29. SARI, D. K., BANOWATI, E. ve PURWANTI, E. (2018). “The Effect of Problem-Based Learning
Model Increase the Creative Thinking Skill and Students Activities on Elementary School”, Journal of
Primary Education, 7 (1): 57-63.
30. SPRONKEN-SMITH, R. ve HARLAND, T. (2009). “Learning to Teach with Problem-Based
Learning”, Active Learning in Higher Education, 10 (2): 138-153.
31. SUSANTI, N., JUANDI, D. ve TAMUR, M. (2020). “The Effect of Problem-Based Learning (PBL)
Model on Mathematical Communication Skills of Junior High School Students–A Meta-Analysis
Study”, JTAM (Jurnal Teori dan Aplikasi Matematika), 4 (2): 145-154.
32. TAŞ, E., BAŞOĞLU, S., SARIGÖL, J., TEPE, B. ve GÜLER, H. (2019). “Türkiye'de 2008-2018 Yılları
Arasında Araştırma-Sorgulamaya Dayalı Öğrenme Yaklaşımına İlişkin Fen Eğitimi Alanında Yapılan
Bilimsel Çalışmaların İncelenmesi”, Ordu Üniversitesi Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, 9 (1): 6978.
33. TEMEL, S., ŞEN, Ş. ve YILMAZ, A. (2015). “Fen Eğitiminde Probleme Dayalı Öğrenme İle İlgili
Yapılan Çalışmalara İlişkin Bir İçerik Analizi: Türkiye Örneği”, Kastamonu Eğitim Dergisi, 23 (2):
565-580.
34. TORP, L. ve SAGE, S. (2002). Problems as Possibilities: Problem-Based Learning for K–16 Education,
Association for Supervision and Curriculum Development, Alexandria, VA.
35. TOSUN, C. ve YAŞAR, M. D. (2015). “Descriptive Content Analysis of Problem-Based Learning
Researches in Science Education in Turkey”, Kastamonu Eğitim Dergisi, 23 (1): 293-310.
36. TURGUT, Y. (2014). “Verilerin Kaydedilmesi, Analizi, Yorumlanması: Nicel ve Nitel”, s. 191-248,
(Ed.), TANRIÖĞEN, A., Bilimsel Araştırma Yöntemleri, Anı Yayıncılık, Ankara.
37. TÜRKİYE CUMHURİYETİ MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI [MEB] (2018). Fen Bilimleri Dersi
Öğretim Programı (İlkokul ve Ortaokul 3, 4, 5, 6, 7 ve 8. Sınıflar), Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları,
Ankara.
38. UZUNBOYLU, H. ve AŞIKSOY, G. (2014). “Research in Physics Education: A Study of Content
Analysis”, Procedia-Social and Behavioral Sciences, 136: 425-437.
39. YAVUZ, S. ve YAVUZ, G. (2017). “Fen Eğitiminde Proje Tabanlı Öğretimle İlgili Tezlerin İçerik
Analizi: Türkiye Örneği (2002-2014)”, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 43:
255-282.
40. YILDIRIM, A. ve ŞİMŞEK, H. (2018). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri, Seçkin
Yayıncılık, Ankara.
41. YILDIRIM, F. S. ve SAY, S. (2020). “Probleme Dayalı Öğrenme Yaklaşımına İlişkin Fen Eğitimi
Alanında Yapılan Bilimsel Çalışmaların İncelenmesi”, Uluslararası Sosyal Bilgilerde Yeni Yaklaşımlar
Dergisi, 4 (1): 151-164.
42. YÜKSEKÖĞRETİM KURULU (YÖK) ULUSAL TEZ MERKEZİ (2020). “Yükseköğretim Kurulu
Başkanlığı Ulusal Tez Merkezi”, https://tez.yok.gov.tr/UlusalTezMerkezi/, 17.02.2021.
43. ŽIVKOVIC, S. (2016). “A Model of Critical Thinking as an Important Attribute for Success in the 21st
Century”, Procedia-Social and Behavioral Sciences, 232: 102-108.
257
Presentation ID/Sunum No= 24
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Beşinci Sınıf Düzeyi Özel Yetenekli Tanısı Almış Öğrenciler ile Tanılanmamış Öğrencilerin
Canlıların Gruplandırılmasına Yönelik Kavram Yanılgıları
Dr. Gökşen Üçüncü1 , Dr. Öğretim Üyesi Selçuk Arık2,
Prof.Dr. Mehmet Yılmaz3
1
Milli Eğitim Bakanlığı
2
Gaziosmanpaşa Üniversitesi
3
Gazi Üniversitesi
Özet
Bu araştırmanın amacı ortaokul beşinci sınıf düzeyinde (10-11 yaş aralığı) Bilim ve Sanat merkezlerine kayıtlı
özel yetenekli öğrenciler ile bu merkezlere kayıtlı olmayan ve özel yetenekli tanısı almamış öğrencilerin bazı canlı
örneklerinin gruplandırılmasına yönelik sahip oldukları yanılgıları belirlemektir. Çalışma, betimsel bir araştırmadır.
Araştırmanın katılımcılarını 15 özel yetenekli BİLSEM öğrencisi ile devlet okulunda öğrenimine devam eden 19
beşinci sınıf öğrencisi oluşturmuştur. Araştırmanın verileri, araştırmacılar tarafından geliştirilen eşleştirme tablosu
ve görüşme kayıtları ile toplanmıştır. Veri toplama süreci iki aşamada gerçekleştirilmiştir. İlk aşamada öğrencilerin
eşleştirme tablosunu yazılı olarak tamamlamaları beklenmiştir. Bu veriler analiz edildikten sonra, gruplandırmalarda
yanılgıya sahip olan öğrencilerden seçilen üçer öğrenci ile bireysel görüşmeler yapılmıştır. Veriler betimsel istatistik
yöntemleri kullanılarak analiz edilmiştir. Çalışmanın sonucunda, her iki grup öğrencilerinin protista alemi
örneklerinde kavram yanılgılarının olmadığı; diğer gruplarda ise özel yetenekli öğrencilerin ahtapot, bukalemun ve
yarasa,dışında diğer canlı örneklerinin tamamında gruplandırmada yanılgı ve eksiklikleri olduğu; özel yetenekli tanısı
almayan öğrencilerin ise canlı örneklerinin tamamını gruplandırmada yanılgı ve eksikliklerinin olduğu tespit
edilmiştir. Özel yetenekli öğrencilerin yüzde frekans değerleri incelendiğinde, bu tanıyı almayan yaşıtlarına oranla
daha yüksek oranda doğru gruplandırma yaptıkları tespit edilmiştir. Yapılan görüşmelerde, özel yetenekli öğrencilerin
daha çok belgesel izlemeleri, bu konuda BİLSEM öğrencilerine yönelik yapılan projelere katılmaları sonucunda
belirlenen canlı örneklerini diğer gruptaki yaşıtlarına oranla daha çok tanıdıkları belirlenmiştir. Çalışmada beşinci
sınıf düzeyindeki öğrencilerin canlıları gruplandırmada okul dışı öğrenmelerinin, günlük yaşamdaki gözlemlerinin ve
kelime anlamlarının yarattığı çağrışımların etkili olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Çalışmanın canlıların
sınıflandırılması konusuna yönelik kavramlaştırma üzerine çalışma yapan araştırmacılara, bu konuyu işleyen fen
bilimleri öğretmenlerine katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
Anahtar Kelimeler: Canlıların gruplandırılması, özel yetenekli öğrenciler, kavram yanılgıları
ABSTRACT: The purpose of this study is to determine the misconceptions that students with special talent enrolled
in Science and Art centres at the fifth grade (10-11 age range) and students who are not registered in these centres
and who have not been diagnosed with special talents have about grouping some living samples. Another aim of the
study is to compare the conceptualization situations of gifted students and those who have not been diagnosed with the
grouping of living things. The study is a descriptive research. 15 students from the fifth grade who were diagnosed as
gifted with an examination administered in Science and Art centres and 19 fifth grade students who were continuing
their education in a state secondary school and who were not diagnosed with special talent from the BILSEM exam
participated in the study. A matching table developed by the researchers and interview records were used as
measurement tools. The data collection process was carried out in two stages. In the first stage, students were expected
to complete the matching table in writing. After analyzing these data, individual interviews were made. The data were
analyzed using descriptive statistical methods. As a result of the study, it was found that there were no misconceptions
in the protista samples of both groups of students. Gifted students had errors and deficiencies in grouping in all living
specimens other than bats; It was determined that students who were not diagnosed with special talent had mistaken
258
and deficiencies in grouping all living samples except protista samples. When the percentage frequency values of
gifted students were examined, it was found that they made a higher rate of correct grouping than their peers who did
not receive this diagnosis. In the interviews, it was determined that gifted students watched more documentaries and
they got to know the living samples determined as a result of participating in projects for BILSEM students more than
their peers in the other group. In the study, it was concluded that the associations created by out-of-school learning,
observations in daily life and word meanings were effective in grouping living things at the fifth grade level. It is
thought that the study will contribute to the researchers working on the conceptualization of the subject of the
classification of living things and to the science teachers who deal with this subject.
Keywords: Grouping of living organism, Special talented students, misconceptions
1. Giriş
Fen bilimleri, biyolojik ve fiziksel dünyanın tanımlanması ve açıklanması üzerine çalışan bir bilim
olarak tanımlanabilir. Türk Milli Eğitiminin Genel Amaçları ve Temel İlkeleri esas alındığında fen
eğitiminin amaçlarından bir tanesinin de “astronomi, biyoloji, fizik, kimya, yer ve çevre bilimleri ile fen ve
mühendislik uygulamaları hakkında temel bilgiler kazandırmak” olduğu görülmektedir (MEB [Milli Eğitim
Bakanlığı], 2017). Fen bilimleri dersinin en önemli alanlarından bir tanesi de biyolojidir. Biyoloji konuları
fen eğitiminde, “canlılar ve yaşam” konu alanı altında üçüncü sınıftan sekizinci sınıfa kadar devam
etmektedir (MEB, 2017).
“Canlı bilimi” olarak da adlandırılan biyoloji, canlılığın bilimsel olarak araştırılması yani yaşamın
doğasının araştırılması sorgulanmasıdır. Dünya’daki milyonlarca tür düşünüldüğünde yaşamın araştırılması
çok karmaşık ve içinden çıkılamaz bir süreç olarak görülmektedir. Bu durumun bilincinde olan Carolus
Linnaeus tür isimlerini binomial olarak ifade edilen bir isimle adlandırmıştır. Ayrıca türlerin ifade
edilmesiyle kalmamış ve kapsamı gittikçe artan kategorileri hiyerarşik olarak gruplandırmıştır. Linnaean
sistem olarak adlandırılan bu sistemde aynı cinse ait akrabalar familyaları, familyalar takımları, takımlar
sınıfları, sınıflar şubeleri, şubeler alemleri, alemler ise domainleri oluşturacak şekilde sınıflandırılır (Reece,
Urry, Cain, Wasserman, Minorsky, & Jackson, 2011, ss. 536-537).
Biyoloji alanının temelini oluşturan canlıların sınıflandırılması, Fen Bilimleri Dersi Öğretim Programı
beşinci sınıf “Canlılar Dünyası” ünitesi “Canlıları Tanıyalım” konusunda “Canlılara örnekler vererek
benzerlik ve farklılıklarına göre sınıflandırır.” kazanımı ile verilmiştir (MEB, 2018).
Canlılar bacteria, archaea ve eukarya isimli üç domain altında sınıflandırılmaktadır. Günümüzde
ökaryotik organizmaların tamamı eukarya domaini altında gruplandırılmıştır. Protistler, plantae, fungus ve
animalia alemleri eukarya domaini altında sınıflandırılan alemlerdir (Hickman, Roberts, Keen, Eisenhour,
Larson, A., & I’Anson, 2016, s. 212; Reece, vd., 2011, ss. 12-13; Sadava, Hillis, Heller, H. C., &
Berenbaum, 2011). Ancak fen bilimleri öğretim programı ve fen bilimleri ders kitapları dikkate alındığında
canlılar mikroskobik canlılar, bitkiler, hayvanlar ve mantarlar olmak üzere dört grup altında toplanmıştır
(MEB, 2018). Öğrencilerin günlük hayatlarında sıklıkla karşılaştıkları ve en iyi bildiklerini düşündükleri
alemlerden bir tanesi hayvanlar alemi olmasına rağmen Linnaeus’un sınıflandırmasında hayvanlar alemi en
büyük taksonomik kategori şubesidir (Hickman, vd., 2016, s.212).
Canlıların sınıflandırılmasında Linnaean sistem yaygın olarak kullanılmasına rağmen öğrenciler
canlıları sınıflandırırken kendi yaşam alanlarını ve yakın çevrelerinden tanıdıkları canlıları göz önüne alarak
bir sınıflandırmaya gitmektedirler (Çinici, 2011; Gülen, 2020). Bu durum öğrencilerin canlıların
sınıflandırması konusuna ilişkin kavram yanılgısı veya kargaşasına neden olmaktadır.
Kavramlar, fen eğitiminin yapı taşı olan bilginin anlamlı öğrenilmesi ve günlük yaşamda kullanılması
bakımından büyük önem arz etmektedirler (Driver, 1989). Fen eğitiminde öğrenciler veya öğretmenler
tarafından yanlış kavramlar kullanılması sıkıntı verici bir durumdur (Yağbasan & Gülçiçek, 2003).
Öğrencilerin zihninde kalıcı bir yer tutan ve sürekli devam etme eğiliminde olan bu kavram yanılgıları ve
yanlışları oluşması kolay ancak giderilmesi çok zor süreçlerdir (Duit & Treagust, 2003; Koray & Tatar,
259
2003). Ayrıca bu yanılgılar öğrencilerin gelecekte öğreneceği yeni bilgileri edinmesini de zorlaştırmaktadır
(Lawson & Thompson, 1988).
Ortaokul fen bilimlerinin alanlarından bir tanesi olan biyoloji dersi kavram yanılgıları ve yanlışlarının
en çok olduğu alanlardandır (Duman & Avcı, 2014). Canlı bilimi olarak adlandırılması dolayısıyla
öğrencilerin yaşam alanlarına en yakın olan biyoloji dersi, öğrencilerin yaşamlarının içerisinde yer almasına
rağmen çok fazla kavram yanılgısı ve yanlışı içermektedir (Karakaya, Yılmaz, Çimen & Adıgüzel, 2020).
Duman ve Avcı (2014) çalışmalarında, fen bilimleri alanında kavram yanılgıları ile ilgili yapılan çalışmaları
incelemiştir. Sonuçta “Canlılar ve Hayat” konu alanında yapılan çalışmaların diğer konu alanlarından daha
fazla olduğu belirlenmiştir. Bu konu alanında kavram yanılgılarının en çok olduğu ve en çok araştırılan
konulardan bir tanesi de “Canlıları Sınıflandıralım” ünitesidir. Canlıların sınıflandırılması konusunda
yapılan araştırmalarda omurgalı ve omurgasız canlıların sınıflandırılmasına ilişkin her yaş ve seviyeden
öğrencilerin kavram yanılgılarının olduğu belirlenmiştir (Aydın & Ural Keleş, 2012; Özdemir & Çalışkan,
2018).
Canlıların sınıflandırılmasında hayvanlar alemi omurgalı ve omurgasız hayvanlar olarak ikiye ayrılarak
sınıflandırılabilir (Yel, Bahçeci ve Yılmaz, 2004). Alan yazın incelendiğinde, omurgalı canlılar ile
omurgasız canlıların sınıflandırılmasında kavram yanılgılarını araştıran çalışmalar bulunmaktadır (Huang,
2004; Prokop, Prokop, & Tunnicliffe, 2008; Saka, Ayas & Enginar, 2002; Yen, Yao, & Mintzes, 2007).
Saka vd. 2002 çalışmalarında, öğrencilerin balık ve yılanı omurgasız; örümcek ve karıncayı ise omurgalı
canlılar olarak sınıflandırıldığını belirlemişlerdir. Yen vd. (2007) çalışmalarında, öğrencilerin yılanı
omurgasız; akrep, yengeç ve ıstakozu ise omurgalı canlılar olarak sınıflandırıldığını belirlemişlerdir. Huang
(2004) çalışmasında öğrencilerin yılanı omurgasız canlılar olarak sınıflandırdığını belirlerken, Prokop vd.
(2008) ise çalışmalarında öğrencilerin akrep, yengeç ve ıstakozu omurgalı canlılar olarak sınıflandırıldığını
belirlemişlerdir.
Alan yazın incelendiğinde, balina, yunus, ördek, penguen, fok, kaplumbağa, timsah, yarasa, kertenkele,
kelebek, solucan gibi canlıların sınıflandırmasında kavram yanılgıları veya yanlışlarının bulunduğunu
belirleyen çalışmalar da bulunmaktadır (Chen & Ku, 1998; Chuang & Su, 1999; Chyleńska & Rybska, 2019;
Dikmenli, Çardak & Türkmen, 2002; Prokop, Kubiatko, & Fančovičová, 2007; Sivrikaya, 2005; Tekkaya,
Çapa & Yılmaz, 2000; C.-F. Yen Yao, & Chiu, 2004; C. Yen et al., 2007). Bu çalışmalarda öğrenciler:
kaplumbağa (Yen vd., 2004; Yen vd., 2007), timsah (Tekkaya vd., 2000; Yen vd., 2004) ve
kertenkeleyi (Tekkaya vd., 2000; Yen vd., 2004) kurbağalar sınıfında;
balina (Chen & Ku, 1998; Sivrikaya, 2005), yunus (Chen & Ku, 1998; Dikmenli vd., 2002;
Sivrikaya, 2005; Tekkaya vd., 2000), ördek (Chuang & Su, 1999; Dikmenli vd., 2002; Tekkaya
vd., 2000), penguen (Chuang & Su, 1999; Dikmenli vd., 2002; Tekkaya vd., 2000), foku (Chuang
& Su, 1999; Dikmenli vd., 2002; Tekkaya vd., 2000) balıklar sınıfında;
kurbağalar (Yen vd., 2007) ve solucanları (Sivrikaya, 2005; Yen vd., 2004) sürüngenler sınıfında;
kelebek (Chuang & Su, 1999; Dikmenli vd., 2002; ) ve yarasayı (Chen & Ku, 1998; Dikmenli vd.,
2002; Prokop vd., 2007; Sivrikaya, 2005; ) kuşlar sınıfında;
penguen (Dikmenli vd., 2002; Prokop vd., 2007; Tekkaya vd., 2000) ve kaplumbağayı (Dikmenli
vd., 2002) memeliler sınıfında ve
kertenkeleleri (Dikmenli vd., 2002) ise böcekler sınıfındaolacak şekilde yanlış sınıflandırmışlardır.
Alan yazın incelendiğinde canlıların sınıflandırılması konusunda özel yetenekli tanısı almış
öğrencilerin kavram yanılgıları ve yanlışlarının belirlendiği bir çalışmaya rastlanmamıştır. Bu bağlamda bu
araştırmada Üstün ve Özel Yetenekli (ÜÖY) öğrencileri ve ÜÖY tanısı almamış öğrencilerin hayvanlar
aleminde yer alan canlılardan belirlenen canlıları sınıflandırılması ve iki grubun karşılaştırılması
amaçlanmıştır. ÜÖY öğrencileri, liderlik, yaratıcılık, sanatsal beceri, entelektüellik gibi alanlarda üst düzey
başarıya sahip, becerileri yüksek ve bu başarı ve becerilerini geliştirebilmek için özel eğitime ihtiyacı olan
bireyler olarak tanımlanabilirler (Kirk, Gallagher, & Coleman, 2014). Bu bireylerin tanılanması ve
260
eğitilmesi ülkemizin geleceği ve kalkınmış ülkeler seviyesine gelmesi bakımından büyük önem arz
etmektedir (Sak, 2011). Bu bağlamda bu araştırmanın canlıların sınıflandırılması konusunda ÜÖY tanısı
konulmuş ve konulmamış öğrencilerin kavram yanılgılarını belirlemek bakımından önemli olduğu ifade
edilebilir. Bu doğrultuda bu araştırma aşağıdaki araştırma alt problemlerine cevap aranacaktır:
ÜÖY öğrencileri ile üstün ve özel yetenekli tanısı almamış öğrencilerin hayvanlar aleminde yer
alan canlıları gruplandırmada kavram yanılgıları var mıdır?
ÜÖY öğrencileri ile üstün ve özel yetenekli tanısı almamış öğrencilerin hayvanlar aleminde yer
alan canlıları gruplandırmada kavram yanılgıları nelerdir?
ÜÖY öğrencileri ile üstün ve özel yetenekli tanısı almamış öğrencilerin hayvanlar aleminde yer
alan canlıları gruplandırmada sahip oldukları kavram yanılgıları arasında benzerlik ya da farklılık
var mıdır?
2. Yöntem
Araştırma Deseni
Bu çalışma belirli bir grupla sınırlandırılmış olup, bu gruptaki belirli bir durumu karşılaştırmalı olarak
ortaya koymayı hedefleyen betimsel bir çalışmadır.
Çalışma Grubu
Çalışma grubunu beşinci sınıf düzeyinde (10-11 yaş aralığında) toplam 34 öğrenci oluşturmaktadır. Bu
öğrencilerden 15’i Bilim ve Sanat Merkezlerinde kayıtlı, özel yetenekli oldukları tanılanmış; 19’u ise bir
devlet ortaokulunda öğrenimlerine devam eden, bilim ve sanat merkezlerine kayıt yaptırmak için yapılan
sınava girmiş ancak özel yetenekli olarak tanılanmamış öğrencidir.
Veri Toplama Aracı
Çalışmada araştırmacılar tarafından geliştirilen bir eşleştirme tablosu veri toplama aracı olarak
kullanılmıştır. Öğrencilerin ders kitaplarında geçen 23 canlı örneği tablo olarak 11 (protista, mantar, halkalı
solucan, yumuşakçalar, derisidikenliler, eklembacaklılar, balık, sürüngen, iki yaşamlı, kuş, memeli) grup
ise numaralandırılarak verilmiştir. Öğrencilerden tablodaki canlı örneğinin yanında boş bırakılan kutuya,
bu canlının yer aldığı grubun numarasını belirleyerek yazmaları istenmiştir. Tablodaki yanıtlar analiz
edildikten sonra her iki gruptaki öğrenciler ile ayrı ayrı görüşmeler yapılmıştır.
Uygulama Süreci
Her iki öğrenci grubunun öğrenim gördükleri okullarda fen bilimleri dersinin ikinci ünitesi olan
Canlılar Dünyası ünitesi işlendikten sonra eşleştirme tablosu uygulanmıştır. Bu ünite beşinci sınıf düzeyinde
canlıların gruplandırılması konusunu ele almaktadır. Öğrenciler bu ünitede pek çok canlının belirli
özelliklere göre bilimsel olarak gruplandırıldıklarını ve bu gruplamanın önemini öğrenmektedir.
Tablo eşleştirmeleri yapıldıktan sonra araştırmacılar tabloları analiz etmiş, öğrencilerin doğru eşleştirme
oranlarını ve her canlı türü için hangi grupla eşleştirme yaptıklarını yüzde-frekans tablosu olarak
düzenlemiştir. Gruplandırmalarda/eşleştirmelerde öğrencilerin verdikleri yanıtlar doğru yanlış olarak
değerlendirilmiştir. Daha sonra her öğrenci ile ayrı ayrı Zoom uygulaması aracılığı ile 30 dakikalık
görüşmeler yapılmıştır. Bu görüşmelerde öğrencilere yaptıkları eşleştirmeler hatırlatılmış ve her
eşleştirmesinin gerekçesi sorulmuştur. Öğrencilerin hatalı eşleştirmeleri için sundukları gerekçeler
kaydedilmiş ve bu gerekçeye göre hatalı eşleştirmenin bilgi eksikliği mi yoksa kavram yanılgısı mı olup
olmadığına karar verilmiştir.
Verilerin Analizi
Eşleştirme tablosunda her canlı örneği için belirlenen gruplar yüzde frekans tablosuna
dönüştürülmüştür. Görüşmeler sonucunda bu eşleştirmelerden kavram yanılgısı olan eşleştirmeler ve
olmayanları belirleyen bir tablo oluşturulmuştur. Öğrencilerle yapılan görüşmelerde eşleştirmelerde hangi
bilgi kaynağını kullandıkları da sorulmuştur.
261
3. Bulgular
Araştırmada belirlenen araştırma sorularından öğrencilerin kavram yanılgıları olup olmadığı, kavram
yanılgısı var ise hangi grupta kavram yanılgıları olduğunu karşılaştırmalı olarak sunabilmek için Tablo 1
oluşturulmuştur.
Tablo 1. Özel Yetenekli Tanısı Almış Öğrenciler ile Özel Yetenekli Tanısı Almamış Öğrencilerin Canlıların
Gruplandırılmasına İlişkin Kavram Yanılgıları
Gruplar
Protista
Canlı
Örnekleri
Özel Yetenekli Tanısı Almamış
Kavram Yanılgısı
YOK
YOK
YOK
VAR
YOK
YOK
YOK
VAR
Amip
Öglena
Paremesyum
Ekmek küfü
Mantarlar
Ekmek mayası
Halkalı
Solucan
Özel Yetenekli Öğrenciler
Kavram Yanılgısı
Sülük
Toprak solucanı
f
3
f
5
-
Denizatı
Köpekbalığı
Yılanbalığı
İki
Yaşamlı
Sürüngen
%
20
f
7
-
f
-
13
%
60
f
15
%
13
f
6
Semender
%
20
f
8
%
73
f
11
%
47
f
3
%
20
f
4
%
f
5
%
33
f
-
Bukalemun
-
f
7
%
32
%
42
VAR
%
58
VAR
%
10
VAR
%
21
VAR
%
26
YOK
YOK
-
%
79
VAR
13
VAR
f
5
68
VAR
VAR
f
2
%
VAR
VAR
f
3
%
37
VAR
VAR
f
7
%
16
VAR
VAR
f
11
%
32
VAR
VAR
Denizyıldızı
Balık
f
3
VAR
f
2
f
3
Derisidikenli
%
67
%
%32
VAR
VAR
Akrep
Kırkayak
f
6
YOK
-
f
9
Eklembacaklılar
%
33
VAR
Ahtapot
Mürekkepbalığı
f
6
VAR
f
10
f
3
Yumuşakçalar
%
%20
VAR
%
VAR
%
37
262
Kuşlar
Penguen
VAR
f
6
Balina
f
12
%
27
f
10
%
40
f
9
VAR
f
4
Fok
Kirpi
Yarasa
Yunus
%
80
f
15
-
f
6
%
47
f
10
%
79
VAR
VAR
f
7
%
47
VAR
YOK
-
%
53
VAR
VAR
f
12
%
63
VAR
VAR
f
6
Memeliler
VAR
%
40
%
32
VAR
%
53
Tablo 3’e bakıldığında Protistalar grubunda yer alan canlılara ilişkin hem özel yetenekli öğrencilerin
hem de özel yetenekli tanısı almamış beşinci sınıf öğrencilerinin bilgi eksiklikleri olmasına rağmen,
kavramsal bir yanılgı tespit edilememiştir. Özel yetenekli öğrencilerin %80’i (f= 12), özel yetenekli tanısı
almamış öğrencilerin %67’ si (f=10) üç canlıyı da protista grubuna dâhil etmiştir. Her iki gruptaki diğer
öğrenciler ise bilmediklerini ifade etmişlerdir. Bu gruptaki eşleştirmeyi doğru yapan öğrenciler bilgi
kaynağı olarak ders kitaplarını göstermişlerdir. Eşleştirme yapmayan ya da bilmeden işaretleme yapan
öğrenciler ise hatırlayamadıklarını ifade etmişlerdir.
Özel yetenekli öğrencilerin %20’si (f=3) ekmek küfünü protista grubuna dâhil ederken ekmek mayasını
da %33’ü (f=5) protista grubuna dâhil etmiştir. Özel yetenekli tanısı almamış öğrencilerin de benzer bir
eğilim gösterdiği tespit edilmiştir. Ekmek küfünü %32’si (f=6) ve ekmek mayasını da %32’si (f=6) protista
grubuna dâhil etmiştir. Yapılan görüşmelerde her iki grup öğrencileri ekmek küfü ve ekmek mayasının
mikroskobik canlılar olması nedeniyle protista grubuna dâhil ettiklerini ifade etmişlerdir. Bu eşleştirmenin
bilgi kaynağı olarak ders kitapları gösterilmiştir.
Özel yetenekli öğrencilerin %33’ü (f=5) sülükleri yumuşakçalar grubuna; %33’ü (f=5) ise sürüngen
grubuna dâhil etmiştir. Özel yetenekli tanısı almamış öğrencilerin %16’sı (f=3) sülükleri yumuşakça
grubuna dâhil etmiştir. Toprak solucanını özel yetenekli öğrencilerin %7’si (f=1) yumuşakça; %7’si (f=1)
iki yaşamlılara; %13’ü (f=2) sürüngen grubuna dâhil etmiştir. Özel yetenekli tanısı almamış öğrencilerin
%10’u (f=2) yumuşakça grubuna, %26’sı (f=5) sürüngen grubuna dâhil etmiştir. Her iki grup öğrencileri
eşleştirmedeki bilgi kaynağı olarak canlıların görünüşünü ve hareket etme özelliklerini düşünerek karar
verdiklerini ifade etmişlerdir.
Özel yetenekli öğrencilerin %67’si (f=10) ahtapotu yumuşakçalar grubuna dâhil etmiştir. Yanlış
işaretleme yapan beş öğrencinin ise kavram yanılgısından dolayı değil bilgi eksikliğinden doğru işaretleme
yapamadığı belirlenmiştir. Özel yetenekli tanısı almamış öğrencilerin %21’i (f=4) ahtapotu eklembacaklılar,
%47’si (f=9) ise balıklar grubuna dahil etmiştir. Yapılan görüşmelerde öğrencilerin ahtapotu suda yaşaması
ve yüzmesi nedeni ile balıklar grubuna, çok sayıda bacağı olması nedeniyle eklembacaklılara dâhil edildiği
anlaşılmıştır. Mürekkep balığı için özel yetenekli öğrencilerin %60’ı (f=9) balıklar grubu ile eşleştirme
yapmış, özel yetenekli tanısı almayan öğrencilerin de %79’u (f=15) aynı şekilde balıklar grubu ile eşleştirme
yapmıştır. Her iki grupta bu eşleştirmeyi canlının adında balık ifadesi geçmesi nedeniyle yaptıklarını
belirtmiştir.
263
Özel yetenekli öğrencilerin %7’si (f=1) akrebi derisi dikenli grubuna %7’si (f=1)ise sürüngen grubuna dâhil
etmiştir. Özel yetenekli tanısı almayan öğrencilerin %10’u (f=2) akrebi dersi dikenli grubuna %21’i (f=4) ise
sürüngen grubuna dâhil etmiştir. Özel yetenekli öğrencilerin %20’si kırkayağı halkalı solucan grubuna dâhil
etmiştir. Özel yetenekli tanısı almayan öğrenciler ise kırkayağı halkalı solucan (f=2, %10) ve sürüngen (f=6,
%32) grubuna dâhil etmiştir. Yapılan görüşmelerde öğrencilerin eşleştirmelerini canlıların görünüşlerine göre
yaptıkları belirlenmiştir.
Özel yetenekli öğrencilerin %60’ı (f=9) denizyıldızını yumuşakça grubuna, %13’ü (f=2) balık grubuna
dâhil etmiştir. Özel yetenekli tanısı almayan öğrenciler ise denizyıldızını %21’i (f=4) balık grubuna, %16’sı
(f=3) iki yaşamlılar grubuna, %21’i (f=4) sürüngenler grubuna dâhil etmiştir. Her iki grup öğrenci de bu
eşleştirme için bilgi kaynağı olarak canlının görünüşüne göre karar verdiklerini ifade etmişlerdir.
Özel yetenekli öğrencilerin %47’si (f=7), özel yetenekli tanısı almamış öğrencilerin %10’u (f=2)
denizatını memeliler grubuna dâhil etmiştir. Bu eşleştirmelerini okudukları popüler bilim dergilerinde «bu
türün erkeklerinin doğurduğu» yönündeki bilgiden kaynaklandığı belirlenmiştir.
Köpekbalığını özel yetenekli öğrencilerin %13’ü (f=2) memeliler grubuna, diğer grup öğrencilerin ise
%16’sı (f=3) memeliler, %1’i (f=5) iki yaşamlılar grubuna dâhil etmiştir. Yılan balığını özel yetenekli
öğrencilerin %1’i (f=5) iki yaşamlılar grubuna, diğer grup öğrencilerinin %5’i (f=1) iki yaşamlılar; %21’i
(f=4) dâhil etmiştir.
Özel yetenekli öğrencilerin %33’ü (f=5) semenderi sürüngenler grubuna dâhil etmiştir. Özel yetenekli
tanısı almamış öğrencilerin semenderi tanımadıkları belirlenmiştir. Özel yetenekli tanısı almamış
öğrencilerin %16’sı (f=3) eklembacaklılar; %10’u (f=2) derisidikenliler; %5’i (f=1) iki yaşamlılar; %5’i
(f=1) ise memeliler grubuna dâhil etmiştir. Bu eşleştirmelerin canlının görünüşüne göre yapıldığı
belirlenmiştir.
Özel yetenekli öğrencilerin %33’ü (f=5) penguenleri memeliler grubuna, %7’si (f=1) ise iki
yaşamlılara; diğer gruptaki öğrencilerin %47’si (f=9) memeliler, %16’sı (f=3) ise iki yaşamlılar grubuna
dâhil etmiştir.
Özel yetenekli öğrencilerin %26’sı (f=4) balinayı balıklar grubuna, diğer gruptaki öğrencilerin %53’ü
(f=10) balıklar grubuna dâhil etmiştir. Özel yetenekli öğrencilerin %33’ü (f=4) foku balıklar grubuna,
%13’ü (f=2) iki yaşamlılar, diğer gruptaki öğrencilerin %37’s i (f=7) balıklar, %10’u (f=2) iki yaşamlılar
grubuna dâhil etmiştir. Kirpi örneğini özel yetenekli öğrencilerin %80’i (f=12), özel yetenekli tanısı
almayan öğrencilerin ise %79’u (f=15) derisi dikenli grubuna dâhil etmiştir. Yapılan görüşmelerde bu
eşleştirmenin bilgi kaynağı olarak canlının görünüşü gösterilmiştir.
Yarasa örneği için özel yetenekli öğrencilerde kavram yanılgısı olmadığı gibi bilgi eksikliği de olmadığı tespit
edilmiştir. Özel yetenekli tanısı almamış öğrencilerde ise yarasa örneği %32’lik(f=6) bir oranla kuşlar
grubuna dâhil edilmiştir. Yunus örneğinde özel yetenekli öğrencilerin %47’si (f=7) diğer grup öğrencilerinin
%53’ü (f=10) balıklar grubunu işaretlemiştir.
4. Sonuç Ve Tartışma
Her iki grupta yer alan öğrencilerin protista grubu örneklerine ilişkin bir kavram yanılgıları olmadığı
tespit edilmiştir. Mantar grubunda yer alan canlıların mikroskobik canlı olmaları nedeniyle protista aleminde
yer aldıkları yönünde bir kavram yanılgısı olduğu tespit edilmiştir. Bu durumun canlıların
sınıflandırılmasında protistaların ders kitaplarında sadece mikroskobik canlı olarak örneklendirilmesinden
kaynaklandığı düşünülmektedir. Halkalı solucanlar grubunda yer alan sülüğün görünüşü nedeniyle
yumuşakça grubunda yer aldığı yönünde bir kavram yanılgıları olduğu tespit edilmiştir. Toprak solucanı
örneği ise alan yazınında yapılan çalışmaların (Yen vd., 2004; Sivrikaya, 2005; Yen vd., 2007) sonuçlarına
benzer şekilde sürüngenler grubuna dâhil edilmiştir. Yumuşakçalar grubundaki örneklerden ahtapot için özel
yetenekli öğrencilerde kavram yanılgısı tespit edilemezken, diğer öğrenci grubunda Özdemir ve Çalışkan’ın
(2018) çalışma bulgularına benzer şekilde suda yaşadığı için balıklar grubuna dâhil edildiği tespit edilmiştir.
264
Ayrıca, canlının görünüşüne göre kavramsal bir yapı oluşturulabildiği bulunmuştur. Çok sayıda üyesinin
olması öğrenciler tarafından bu canlı örneğini eklem bacaklı grubuna dâhil etme eğilimi oluşturmuştur.
Yumuşakçalar grubundaki diğer bir örnek olan mürekkep balığı için her iki grupta da kavram yanılgısına
sahip öğrenciler tespit edilmiştir. Bu öğrencilerin örnekteki canlı türünün adlandırılmasındaki balık
kelimesinden etkilendikleri bulunmuştur. Bu durum günlük konuşma dilinin kavram yanılgıları
oluşturabileceği yönündeki görüşü (Aşçı, Özkan, Tekkaya, 2001) destekler niteliktedir. Bununla birlikte
geçmişte balık kavramı bilimsel olarak balık türleri içerisinde incelenmeyen jellyfish, cuttlefish, starfish,
crayfish and shellfish gibi pek çok farklı su canlısına isim olarak verilmiştir. Öyle ki on altıncı yüzyılda doğa
bilimciler balinaları, yunusları, fokları timsahları, hatta hipopotamları ve diğer omurgasız su canlılarını balık
olarak sınıflamışlardır (Hickman, Roberts, Keen, Eisenhour, I’Anson, 2006). Eklembacaklılar grubunda yer
alan akrep ve kırkayak için her iki grupta da kavram yanılgısı olan öğrenciler tespit edilmiştir. Bu öğrencilerin
yanılgıları da birbirine benzerdir. Canlıların görünüşüne göre karar verdiklerini ifade eden öğrencilerin akrep
ve kırkayağı derisi dikenli ve sürüngen gruplarına dâhil etme eğiliminde oldukları tespit edilmiştir.
Denizyıldızının her iki gruptaki öğrenciler tarafından çok tanınmadığı tespit edilmiştir. Her iki grupta da
denizyıldızına ilişkin kavram yanılgısı olan öğrenciler olduğu görülmüştür. Suda yaşadığı için denizyıldızının
balık olduğu yönünde bir yanılgının var olduğu bulunmuştur. Alan yazınındaki çalışmalar da suda yaşayan
canlıları balık grubuna dahil etme eğiliminin olmasını destekler niteliktedir. Balıklar grubunda yer alan canlı
örneklerine ilişkin tespit edilen kavram yanılgılarının da benzer olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Denizatının
doğurma kavramı ile eşleştirilmesi denizatlarının memeli grubuna dâhil edilmesine, köpekbalıklarının balina
ile karıştırılması memeli grubuna dâhil edilmelerine ve yılanbalığı adlandırılmasındaki yılanın balığa
sürüngen özelliği kattığı yönündeki düşünce bu örneğin sürüngenler ve iki yaşamlılar gruplarına dâhil
edilmelerine neden olmuştur. İki yaşamlılar grubuna örnek olarak verilen semenderin özel yetenekli tanısı
almamış öğrencilerce tanınmadığı bu nedenle hatalı eşleştirmelerinin bilgi eksikliğinden kaynaklandığı tespit
edilmiştir. Özel yetenekli öğrencilerin ise semender tanınmasına rağmen, görünüşü nedeni ile sürüngenler
grubuna dâhil ettikleri tespit edilmiştir. Sürüngenler grubunda yer alan bukalemun örneğine ilişkin özel
yetenekli tanısı alan öğrencilerde kavram yanılgısı tespit edilmezken, diğer gruptaki öğrencilerde
bukalemunun görünüşü nedeniyle eklem bacaklı, iki yaşamlı, derisi dikenli, memeli gruplarına dâhil
edildikleri tespit edilmiştir. Kuşlar grubunda yer alan penguenler için her iki grupta da kavram yanılgısına
sahip olan öğrenciler olduğu tespit edilmiştir. Alan yazınındaki çalışmalara benzer şekilde penguenlerin
memeliler (Dikmenli vd., 2002; Tekkaya vd., 2000; Kubiatko & Prokop, 2007) grubuna dâhil edildikleri tespit
edilmiştir. Memeliler grubunda yer alan balina, fok ve yunus için her iki grupta da kavram yanılgısına sahip
öğrenciler olduğu tespit edilmiştir. Alan yazınındaki çalışmalara (Türkmen vd., 2005; Chuang & Su, 1999;
Chen & Ku, 1998; Sivrikaya, 2005) benzer şekilde öğrenciler bu canlı örneklerini balıklar grubuna dâhil
etmişlerdir. Kirpi her iki grupta da görünüşüne göre değerlendirilerek derisidikenliler grubuna dâhil
edilmiştir. Yarasa için özel yetenekli öğrenci grubunda kavram yanılgısı tespit edilemezken diğer gruptaki
öğrenciler de alan yazınındaki çalışmalara benzer şekilde yarasının kuş olduğu ifade edilmiştir (Türkmen vd.,
2005; Chuang & Su, 1999; Chen & Ku, 1998; Sivrikaya, 2005). Her iki gruptaki öğrencilerin genel olarak
benzer kavram yanılgılarına sahip oldukları belirlenmiştir. Bu durumun, özel yetenekli olsun ya da olmasın
bireylerin kavramları zihinsel olarak oluşturma süreçlerinin benzer olmasından kaynaklandığı
düşünülmektedir. Her iki gruptaki öğrencilerin omurgasız hayvanlar olarak öğrendikleri canlıları
gruplandırmada omurgalı hayvanları gruplandırmaya göre daha çok zorlandıkları tespit edilmiştir. Bunun ders
kitaplarında bu canlıları gruplandırma yapılmaksızın sadece omurgasız canlılar olarak verilmesinden
kaynaklandığı düşünülmektedir. Çalışma grubu özelinde özel yetenekli öğrencilerin bu tanıyı almamış
yaşıtlarına oranla daha az oranda kavram yanılgısına sahip oldukları sonucuna ulaşılmıştır. Yapılan
görüşmelerde bu durumun özel yetenekli öğrencilerin okul programlarının dışında BİLSEM eğitimlerinin
içeriğinde belgesel, proje çalışmaları, sınıf dışı öğrenme gibi faaliyetler olmasından kaynaklandığı
düşünülmektedir. Canlıların gruplandırılması ile ilgili yapılan çalışmalardan farklı olarak canlıların
görünüşüne göre (toprak solucanı, ahtapot, sülük, akrep, kirpi) sınıflandırma yapıldığı belirlenmiştir. Yapılan
çalışmalarda canlıları gruplandırılmasında yaşam alanları ve hareket biçimleri değerlendirilerek
265
gruplandırmalar yapıldığı için kavramsal yanılgılar olduğu öne sürülmüştür (Özdemir ve Çalışkan, 2018).
Canlıların gruplandırılmasında denizatı, mürekkepbalığı, yılanbalığı örneklerinde olduğu gibi canlı
örneklerinin adlandırılmalarından kaynaklı kavram yanılgıları olduğu tespit edilmiştir.
Öneriler
1. Ders kitaplarında omurgalı hayvan gruplarının örneklendirilmesi gibi yaygın omurgasız hayvan grupları
da örnekleri ile birlikte verilmelidir.
2. Canlıların gruplandırılması konusunda belgesel sunuları, sunu sonrası tartışma grupları gibi öğrenciyi
aktif kılacak ve ders dışı öğrenme materyallerinden faydalanmalarını sağlayıcı etkinlikler düzenlenmesi
önerilmektedir.
3. Canlıların gruplandırılmasından özellikle adından kaynaklı yanılgı oluşturabilecek canlı örneklerine
derslerde yer verilmelidir.
4. Canlıların gruplandırılması ile ilgili daha büyük bir çalışma grubu ile araştırmaların yapılmasının
önemli olduğu düşünülmektedir.
Kaynakça
1. Aydın, S., & Ural Keleş, P. (2012). İlköğretim beşinci sınıf “canlıları sınıflandıralım” ünitesinin
öğretiminde kullanılan kavramsal değişim metinlerinin etkililiğinin değerlendirilmesi. Erzincan
Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü Dergisi, 5(2), 133–150.
2. Chen, S.-H., & Ku, C.-H. (1998). Aboriginal children’s alternative conceptions of animals and animal
classification. Proceedings-National Science Council Republic of China Part d: Mathematics Science
and Technology Education, 8(2), 55–67.
3. Chuang, C.-Y., & Su, Y.-J. (1999). A study of the perception selection and conception of animal
classification in primary school children. Chinese Journal of Science Education, 7(2), 135–156.
4. Chyleńska, Z. A., & Rybska, E. (2019). What can we do for amphibians and reptiles at schools?
Between personal conceptions, conceptual change and students’ pro-environmental attitudes. Animals,
9(8), 1–22. doi: https://doi.org/https://doi.org/10.3390/ani9080478.
5. Çinici, A. (2011). Lise öğrencilerinin hayvanların sınıflandırılması ile ilgili alternatif kavramları:
Omurgalı hayvanlar. Türk Fen Eğitimi Dergisi, 8(4), 171–187.
6. Dikmenli, M., Çardak, O., & Türkmen, L. (2002). İlköğretim öğrencilerinin “Hayvanlar Alemi ve
Sınıflandırılması” kavramlarıyla ilgili alternatif görüşleri. V. Ulusal Fen Bilimleri ve Matematik
Eğitimi Kongresi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Ankara.
7. Driver, R. (1989). Students’ conceptions and the learning of science. International Journal of Science
Education, 11(5), 481–490. doi: https://doi.org/10.1080/0950069890110501.
8. Duit, R., & Treagust, D. F. (2003). Conceptual change: A powerful framework for improving science
teaching and learning. International Journal of Science Education, 25(6), 671–688. doi:
https://doi.org/10.1080/09500690305016.
9. Duman, M. Ş., & Avcı, E. (2014). Fen ve teknoloji eğitiminde kavram yanılgıları üzerine 2003-2013
yılları arasında yapılmış çalışmaların değerlendirilmesi. Fen Bilimleri Öğretimi Dergisi, 2(2), 67–82.
10. Gülen, S. (2020). Beşinci sınıf öğrencilerinin canlıları sınıflandırma düzeylerinin belirlenmesi. Abant
İzzet
Baysal
Üniversitesi
Eğitim
Fakültesi
Dergisi,
20(2),
1053–1065.
doi:
https://doi.org/10.17240/aibuefd.2020..-628799.
11. Hickman, C. P., Roberts, L. S., Keen, S. L., Eisenhour, D. J., Larson, A., & I’Anson, H. (2016). Zoolojientegre prensipler (Çev. Ed. E. Gündüz; On altıncı). Ankara: Palme.
12. Huang, D. S. (2004). Student’s conceptions of animal classification and vertebrates: A cross‐age study.
Chinese Journal of Science Education, 12(3), 289–310.
13. Karakaya, F., Yılmaz, M., Çimen, O., & Adıgüzel, M. (2020). Öğretmen adaylarının partenogeneze
yönelik kavram yanılgılarının belirlenmesi ve düzeltilmesi. Başkent University Journal Of Education,
7(1), 81–91.
266
14. Kirk, S., Gallagher, J., & Coleman, M. R. (2014). Educating exceptional children (14th ed.). Stamford:
Cengage Learning.
15. Koray, Ö., & Tatar, N. (2003). İlköğretim öğrencilerinin kütle ve ağırlık ile ilgili kavram yanılgıları ve
bu yanılgıların 6.,7. ve 8. sınıf düzeylerine göre dağılımı. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dergisi, 13(13), 187–198.
16. Lawson, A. E., & Thompson, L. D. (1988). Formal reasoning ability and misconceptions concerning
genetics
and
natural
selection.
J.
Res.
Sci.
Teach.,
25(9),
733–746.
doi:
https://doi.org/10.1002/tea.3660250904.
17. MEB. (2017). Fen bilimleri dersi öğretim programı (ilkokul ve ortaokul 3, 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıflar).
Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı.
18. MEB. (2018). Fen bilimleri dersi öğretim programı (ilkokul ve ortaokul 3, 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıflar)..
Ankara: Milli Eğitim Bakanlığı.
19. Özdemir, G., & Çalışkan, İ. (2018). Ortaokul 5. ve 6. sınıf öğrencilerinin “omurgalı ve omurgasız
hayvanların sınıflandırılması” konusuna ilişkin kavram yanılgıları. Elementary Education Online,
17(2), 658–674.
20. Prokop, P., Kubiatko, M., & Fančovičová, J. (2007). Why do cocks crow? Children’s concepts about
birds. Research in Science Education, 37(4), 393–405. doi: https://doi.org/10.1007/s11165-006-90318.
21. Prokop, P., Prokop, M., & Tunnicliffe, S. D. (2008). Effects of keeping animals as pets on children’s
concepts of vertebrates and invertebrates. International Journal of Science Education, 30(4), 431–449.
doi: https://doi.org/10.1080/09500690701206686
22. Reece, J. B., Urry, L. A., Cain, M. L., Wasserman, S. A., Minorsky, P. V., & Jackson, R. B. (2011).
Campbell Biology (9. Edition). Boston, Massachusetts: Benjamin Cummings Pearson Education.
23. Sadava, D. E., Hillis, D. M., Heller, H. C., & Berenbaum, M. R. (2011). Life: The science of biology
(Ninth Edit). Madison Avenue, New York: Sinauer Associates W. H. Freeman and Company.
24. Sak, U. (2011). Üstün zekalılar: Özellikleri tanınmaları eğitimleri. Ankara: Maya Akademi.
25. Saka, A., Ayas, A., & Enginar, İ. (2002). Öğrencilerin, omurgalı-omurgasız canlılar ile ilgili
görüşlerinin yaşlara göre değişimi. 5. Ulusal Fen Bilimleri ve Matematik Eğitimi Kongresi, Orta Doğu
Teknik Üniversitesi, Ankara.
26. Sivrikaya, E. (2005). Canlıların çeşitliliği ve sınıflandırılması ünitesine yönelik kavramsal değişim
metinlerinin, başarıya etkisi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Karadeniz Teknik Üniversitesi.
Trabzon.
27. Tekkaya, C., Çapa, Y., & Yılmaz, Ö. (2000). Biyoloji öğretmen adaylarının genel biyoloji konularındaki
kavram yanılgıları. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 18(18), 140–147.
28. Yağbasan, R., & Gülçiçek, Ç. (2003). Fen öğretiminde kavram yanılgılarının karakteristiklerinin
tanımlanması. Pamukkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 13(13), 102–120.
29. Yel, M., Bahçeci, Z., & Yılmaz, M. (2004). Canlılar bilimi: Biyolojiye giriş. Ankara: Gündüz Eğitim
ve Yayıncılık.
30. Yen, C.-F., Yao, T.-W., & Chiu, Y.-C. (2004). Alternative Conceptions in Animal Classification
Focusing on Amphibians and Reptiles: A Cross-Age Study. International Journal of Science and
Mathematics Education, 2(2), 159–174. doi: https://doi.org/10.1007/s10763-004-1951-z.
31. Yen, C., Yao, T., & Mintzes, J. J. (2007). Taiwanese Students’ Alternative Conceptions of Animal
Biodiversity. International Journal of Science Education, 29(4), 535–553. doi:
https://doi.org/10.1080/09500690601073418.
267
Presentation ID/Sunum No= 59
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Taşlıcalı Yahyâ Bey Dı̇vanı’nda Osmanlı Savaş Aletlerı̇
Dr. Öğretim Üyesi Gülşah Gaye Fidan1 , Mehmet Pınarbaşı2
1
Gaziantep Üniversitesi
2
Yunus Emre Enstitüsü
Özet
Evrensel bir terim olarak edebi eserlerde yer bulan savaş kavramını sanatkârlar farklı şekillerde ele almışlardır.
Savaş kültürüne ait kavramların, savaşlarda kullanılan aletlerin, edebî eserlerdeki yansımalarını sıkça görmek
mümkündür. Çalışmanın konusu olan divânın sahibi Taşlıcalı Yahya Bey, 16. Yüzyıl Osmanlı şiirinin önde gelen
temsilcilerindendir. “Kılıç ve kalem erbabı” olarak tanınan Yahyâ Bey; bu asrın en başarılı mesnevi sanatkârıdır.
Aynı zamanda devrinin birinci sınıf Divân şâirleri arasında gösterilen şairin asıl mesleği askerliktir. Mesleği
sayesinde pek çok devlet büyüğünün hizmetinde savaşlara katılmış. Osmanlı coğrafyasının değişik bölgelerini görme
fırsatını yakalamıştır. Şairin, şiirlerinde katıldığı savaşların izlerine rastlamak mümkündür. Bu şiirlerde savaş
meydanlarının, kurulan hayale zemin oluşturduğu görülmektedir. Ayrıca şair, savaş aletleri başta olmak üzere savaşa
ait pek çok unsuru çeşitli anlam ilgileriyle anlatım ögesi olarak şiirlerinde kullanmıştır. Bu çalışmada önce Taşlıcalı
Yahya Bey’in hayatı ve eserleri ile ilgili bilgiler verilmiştir. Daha sonra çalışmanın ana konusu olan Taşlıcalı Yahya
Bey’in divanında geçen Osmanlı savaş aletlerine ait ögeler incelenmiştir. Bu ögelerin şairin şiir sanatındaki yeri
belirginleştirilmeye çalışılmıştır. Son olarak ise ekte, Taşlıcalı Yahyâ Bey divanında geçen savaş aletlerinin ve diğer
savaş unsurlarının beyit sayfa tablosuna yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: XVI. Yüzyıl Klâsik Türk Edebiyatı, Taşlıcalı Yahyâ Bey, Osmanlı, savaş, savaş aletleri.
Abstract
War is a universal term. From the concept of war found in literary works as a universal term, artisans have
benefited in different forms. Seeing the reflections of war cultural concepts in literary works provides important data
for our literature. Taşlıcalı Yahya Bey, the owner of the divan who is the subject of his work, is one of the leading
representatives of 16th century Ottoman poetry. Yahyah Bey, known as the sword and pen writer; the most successful
masnavi artisan of this century is also shown among the first class Divan poets of the devrin. Thanks to his profession,
many states have joined wars in the service of his great age. The poet has had the opportunity to see different parts of
the Ottoman geography. In his poems, battlefields seem to have formed the basis for the dreams that have been
established. In addition, many elements of the war, especially the war instruments, are used in poetry as a matter of
expression with various meanings. In this study, firstly information about the life and works of Taşlıcalı Yahya Bey
was given. After the introduction, Taslıcalı Yahyâ, the elements of the Ottoman war instruments in his poems have
been examined and the poet in the art of poetry has been tried to be clarified. In the last part of the study, the result is
the table of the elements of the war in Taşlıcalı Yahyâ Bey's Divan and the couplet table of the war elements in his
divan.
Key words: XVI. Century Classical Turkish Literature, Taşlıcalı Yahya, Ottoman, War, War Instruments.
Giriş
1.Taşlıcalı Yahyâ Bey’in Hayatı
Yahyâ Bey 16. yy. Osmanlı şiirinin önde gelen temsilcilerinden olup, divan ve hamse sahibi bir şairdir.
Arnavut asıllı olup Dukakin beyleri soyundandır. Fuzûlî'den sonra yüzyılın en üstün mesnevi sanatkârı
sayılır. Dîvân'ında ve Hamse'sinin çeşitli yerlerinde Arnavutluk asıllı olmasından dolayı "sengistandan, taşlı
yerden, taşlıktan" koptuğunu söyler. Muallim Naci'nin Esâmî'sinden sonra bu güne kadar "Taşlıcalı" diye
anılmıştır. Milliyeti ile her zaman övündüğü halde mücahit Osmanlı gazisi hüvviyetini daima korumuş,
268
şiirlerinde büyük bir heyecanla dile getirmiştir. Yahya Bey devşirme olarak alınıp Acemi Oğlanlar Ocağı'na
getirilmiş, burada ilim ve sanata olan hevesi ile tanınmıştır. Şair, bilgili ve hünerli bir kişi olan odabaşısının
himmeti ve kendi gayreti ile o dönem için gerekli bilgileri tahsil etmiştir (İsen, 1994:286).
Yahya Bey kuvvetli bir Divan şairi olmakla birlikte Türk Edebiyatı'ndaki asıl yeri mesnevi sahasındaki
ustalığı dolayısıyladır. Bu taşralı şairin bir başka özelliği de sadece mesnevilerinde değil kaside ve
gazellerinde de sade ve temiz bir dil kullanmış olmasıdır. Tarihçi Ali, gazelde ve mesnevide Yahya Bey’in
“Hal Sahibi” olduğunu yazar (Yakar, 1996:2).
Yahya Bey’in dili oldukça sadedir. Yahya Bey, aslen Arnavut olmasına rağmen Türkçe’yi çok iyi bilen
ve ona hâkim olan bundan dolayı da bilhassa “İstanbul Türkçesi’nin kudretli bir şairi olmuştur. Âşık Çelebi,
onun şiirini sühân-perdâz olarak nitelemektedir. Ona göre Yahya Bey, “arsa-ı şiirin dahi yek-süvârı ve seramed şairlerin paşası”dır. Sehî ise üslubu hakkında “tarz-ı cedid” tabirini kullanır Hayali’nin içe dönük,
mutasavvıf derviş mizacının tersine Taşlıcalı Yahya Bey dışa dönük sinirli ve hırçın denilebilecek bir
kişiliğe sahiptir. Şiirlerinde değişiklikler yenilikler aramaktadır. Şiirde kapalılık anlayışı onu ancak XVII.
yüzyılda "Sebk-i Hindi" ile derinleşen Nâilî, Neşâtî, gibi şairlere yaklaştırmaktadır. Mesnevilerinin
konularında, mecazlarında, şaşırtıcı orijinallik, mahalli tasvir, töre yorumu ve az çok sadelik gösterdiğini
belirttiğimiz Yahya'nın bazı gazellerinde bu özellik derinleşmektedir (Kabaklı, 1990 a:528-529).
Yahya Bey saray çevresinde kendisini geliştirmiş bir şairdir. Padişah tarafından kendisine verilen
hediyeleri şairliğinin ve aynı zamanda cesaretinin doğal bir karşılığı olarak her zaman görmüştür. Devlet
yöneticilerinden çekinmemiştir. Bunun bir örneği olarak Kanûnî'nin Nahcivan seferi sırasında Konya
Ereğlisi yakınlarında oğlu şehzade Mustafa'yı katletmesi üzerine Yahya Bey'in yazdığı meşhur mersiye
Rüstem Paşa ile aralarındaki bağı koparmıştır. Hayatının son yıllarında Gülşeni şeyhi Uryani Mehmet
Dede'ye bağlanmış kendisini tasavvufa vermiştir. Kaynaklarda ölüm tarihi ile ilgili çeşitli bilgiler vardır.
Üzerinde anlaşmaya varılan ortak tarih ise 1582'dir. Mezarının bir rivayete göre, İzvornik’in kuzeyinde
Lozniçe’de olduğu kabul edilir (Çavuşoğlu, 1983:7).
2.Taşlıcalı Yahyâ Bey’in Eserleri
Yahyâ Bey'in elimizde bir Divan'ı bulunmaktadır. Bu divanın içinde yer alan biri Edirne diğeri İstanbul
hakkında iki şehrengizi ve beş mesneviden oluşan Hamse'si bulunmaktadır. Şairin bilinen ve ünlü 5 büyük
mesnevisi bulunmaktadır. Bu mesnevilerin isimleri;"Gencine-i Râz","Kitâb-ı Usul", "Gülşen-i Envâr",
"Yusuf u Züleyhâ", "Şâh u Gedâ”dır. "Yusuf u Züleyhâ", bilinen en ünlü mesnevisidir. Bu eserlerinin
dışında Latîfî, "Nâz u Niyâz" adlı bir eserin varlığından bahsetmiştir. Ancak elimizde böyle bir eser yoktur.
Ayrıca 2000 beyitlik "Süleyman-nâme" yazdığı ve Peygamber'in mucizelerinden bahseden "Gül-i sadberk"
adlı eseri olduğu meçhul rivayetler içerisinde yer almaktadır. Kendisi Gülşen-i Envâr'ının "Hatimetü'l-kitab"
bölümünde ve Divan'ının dibâcesinde hamse sahibi olduğunu belirtmiştir. Hamsesinin tamamı Kanûnî
döneminde yazılmış ve Kanûnî ‘ye ithaf edilmiştir (Çavuşoğlu, 1983:19).
3.Taşlıcalı Yahya Bey Divanında Yer Alan Savaş Aletleri
3.1.Bıçak
Sözlükte “bir sap ve çelik bölümden oluşan kesici araç”(TDK, 2005: 253) olarak tanımlanan bıçak,
genellikle yakın dövüş silâhı olarak kullanılmaktadır. Kesmek, yontmak gibi işlerde çok eski devirlerden
beri kullanılan kesici bir alet olan bıçak, klasik Türk şiirinde genellikle sevgilinin keskin bakışlarına teşbih
edilmektedir.
Taşlıcalı Yahya şiirinde ise sevgilinin cevr ü cefâsını bıçağa benzetir. Sevgili rakiplere merhamet
ederken ona bir bıçak kadar keskin ve acımasızdır:
269
Varup ağyara rahm itdügi hakdur
Bize gelse velî kılıç bıçakdur
S.256 Ş. B.147
(O sevgilinin rakiplerin yanına gidip merhamet ettiği doğrudur, bize gelse kılıç ve bıçak gibidir.)
Sevgili uzun ince boyu, aşığı yaralayan keskin bakışları ile ordunun ön saflarında yer alan bir
“bıçakçıyı” andırır. Aşığın ona kavuşmasını engelleyen ağyar da her zaman bıçakçının yanında gezen
kesiciler gibi onunla birliktedir:
Bıçakcıdur biri ol boyı ince
Yürür dâyim kesiciler yanınca
S.239 Ş. B.169
(Birisi bıçakçıdır boyu ince ve her zaman kesiciler yanında yürür.)
3.3.Çevgân
Görsel 1: Çevgân. (URL-1: https://yedikita.com.tr/selcuklunun-cevgani-avrupada-oldu-polo/)
Özellikle Ortaçağ’da Orta ve Uzakdoğu saraylarında oynanan ve bugünkü polo oyununa benzeyen atlı
top oyunudur. Eğri başlı bir çeşit “cirit”e verilen addır. Meydanda çevgânla top oynarlar ve at üzerinde
değnek oynayanlar da onu kullanmaktadır (Halıcı, 1993 a:294-295). Eskiden saray iç oğlanlarıyla çavuşların
ellerinde tuttukları değneğe bu ad verilmekteydi. Çavuşların çevgânları gümüş kozaklı ve baş tarafı iki taraf
mukavvestir. Çevgân eskiden beri Türkler tarafından kullanılmıştır. Memluklar devrinde çevgân
kullananlara ‘‘çevgândâr’’ denilmektedir (Pakalın, 1993:258).
Taşlıcalı Yahya, çevgân kelimesini savaş sahnelerinin tasvirinde sıkça kullanmıştır. Padişahın kılıcını
bir çevgâna benzeten Yahya, savaş meydanında düşmanların başının da birer top gibi yuvarlanması için dua
eder:
Hak Ta’âla devlet ü ‘ömrün ziyade eylesün
Tîgunun çevgânına top olsun a’dânun seri
S.47 K. B.8/31
(Allah u Teâla devletini ve ömrünü artırsın kılıcının çevgânına düşmanların başı top olsun.)
270
Yine bir savaş meydanı tasvirinde bu kez koşan atların gövdesini bir topa, ayaklarını ise birer
çevgâna benzetir. Atlar koşarken bedenleri adeta bir top gibi savaş meydanında durmaksızın yuvarlanır.
Sanki çevganda usta bir kişi topu çeviriyor gibi asker de atını o ustalıkla ileri götürür:
Koşuda esblerün cismi top idi güyâ
Olurdı dört ayağı her birine çevgânlar
S.158 Mu. B.8/6
(Koşarken atların cismi top gibi olurdu dört ayağı her birine değnek olurdu.)
3.4.Gürz
Görsel 2 : Gürz. (URL-2: http://www.girya.com.tr/turklerdeagirlikkaldirma.html)
Yakın dövüşte kullanılan bir silah aletidir. Farsça “gürz” adının yanı sıra Türkçe “topuz” ve
“bozdoğan”, Arapça “debbûs” ve “mitraka” adlarıyla da bilinmektedir. Bozdoğan denilmesinin sebebi, bazı
tiplerinin şeklen bu yırtıcı kuş türünün kafasına benzetilmesidir. Gürz daha ziyade ateşli silâhların icadından
önce insanların yakın dövüşte kullandıkları vurucu, ezici, parçalayıcı bir saldırı silâhıdır (Çoruhlu,
1996a:327-328). Silahın, silah olarak etkili kısmı küre veya beyzi formda yapılmış olan baş kısmıdır. Demir,
pirinç veya tunç gibi maden ve alaşımlardan yapılan bu kısmın yaralama ve ezme gücünü artırmak için
bazılarına 2-4 cm. uzunlukta konik veya piramidal çivi ve çakıntılar konularak etkileri geliştirilmiştir.
Süvariler tarafından eğerin sol tarafında taşınan ağır gürzlerin hafifleri olan topuzlar, piyadeler tarafından
elde veya bele asılmış olarak taşınırlar. Gürz veya topuz taşımanın bir üstünlük veya asalet göstergesi olduğu
çeşitli kaynaklarda vardır. Nitekim eski resim, gravür ve minyatürlerde padişah ve devletin diğer ileri
gelenleri genellikle gürz ve topuzla resmedilmişlerdir (Eralp, 1993a:46-47).
Askerlerin ve küçük rütbeli subayların kullandığı gürzlerin sadeliğine karşılık yüksek rütbeli subaylarla
padişahların gürzleri genellikle birer kuyumculuk şaheseridir. Bu gürzlerin altın ve gümüş kakmalarla ve
zümrüt, yeşim, yakut, firuze, akik gibi kıymetli taşlarla süslendiği görülür. Değerli gürzler genellikle tören
ve gösteri silahı olarak kullanılmıştır. Gürzlerin topuz kısmı genellikle Doğu’nun mitolojik hayvanları ve
temsili cin başları şeklindedir. Ateşli silahların ortaya çıkışı ve buna bağlı olarak savaş tekniğinin
değişmesiyle birlikte gürz de değerini yitirmeye başlamıştır (Eralp, 1993a:46-47).
Taşlıcalı Yahyâ’nın şiirlerinde gürz düşmanların üzerindeki hakimiyeti temsil etmekte, şekli itibarıyla
ötreye benzetilmektedir. Fatih Sultan Mehmed’in ve diğer büyük padişahların ötreye benzeyen gürzü
düşmanın başından hiçbir zaman eksik olamayacaktır:
Gürz-i girân-ı şâh-ı ebü'1-feth ü zıll-ı Hak
Eksük degül durur ser-i düşmanda zamme-vâr
S.54 K. B.10/27
271
(Fatih Sultan Mehmet ve diğer padişahların sert gürzü düşmanın başında ötre gibi eksik değildir.)
Savaş ve kahramanlık şiirlerinin yanı sıra Taşlıcalı, doğa tasvirlerinde de savaş aletlerini kullanmıştır.
Bir bahar tasvirinde bahar bir pehlivana, menekşe pehlivanın elindeki ağır bir gürze, kırmızı gül ise sipere
benzetilmiştir. Bahar bir pehlivan gibi kışla güreşmiş ve sonunda galip gelmiştir:
İrişdi âlet-i harb ile pehlevân-ı bahâr
Benefşe gürz-i girândur siper gül-i hamrâ
S.58 K. B.12/2
(Bahar pehlivanı harp aleti ile yetişti; menekşe sert kalkanı oldu kırmızı gül de siperi oldu.)
3.5.Hançer
Görsel 3: Hançer. (URL-3: https://tr.pinterest.com/pin/326299935480801450/)
Arapça asıllı bir kelime olan hançer, ortalama 30-35 cm. uzunluğunda eğri, sivri uçlu, çift veya tek
ağızlı bir bıçak türü olup eğriliğinden dolayı düz ve çift ağızlı kamadan ayrılır; namlu uzunluğu 45
santimetreyi geçenler kısa kılıç sayılır (Çoruhlu, 1997a:548-550). Hançer delici ve kesici bir silah olarak
orduda kullanılmakla beraber toplumun hemen her kesiminde çeşitli form ve biçimlerde kullanılmıştır. 1806
yılında eğri kılıç yasaklanınca ordu mensuplarının hançer ve kama taşımları da yasaklanmıştır. Eski
kaynaklardan, minyatürlü el yazmalarından ve Batılılar tarafından çizilen gravürlerden edindiğimiz bilgilere
göre ergenlik çağını aşmış Osmanlı toplumunun her erkek hatta Batılı seyyahların çizgilerine göre, sarayda
yüksek mevkideki haseki sultan ve kadın efendiler kuşaklarında mutlaka bir hançerle gezmektedirler. Bu
hançer, savaşta bir silah, barışta ise şahsın karşılaşabileceği hayati tehlikeler için bir koruyucu niteliği
taşımaktadır. Osmanlı giyim kuşam sanatında ürkütücü fakat göz alıcı yapısı ile hiç şüphesiz kumaşın ve
elbisenin bir parçası haline gelen hançer edebiyatımıza da gazel, şarkı ve manilerde değişmeceli anlamda
yer almıştır (Eralp, 1993:72).
Hançer bir savaş aracı olmakla beraber, Taşlıcalı Yahya’nın daha çok aşk temalı şiirlerinde yer almıştır.
Sevgilinin hilal gibi kaşları hançere benzetilir. Alçak dünyadan muradını alamayan âşık, sevgilinin bir
bakışıyla hançerlenerek kanlar içinde kalır:
Dönmese kutb-ı murâdı üstine bu çarh-ı dûn
Pür-şafak eyler döker kanın hilâlün hançeri
S.46 K. B.8/16
(Alçak dünya maksat kutbu üstüne dönmese, hilalin hançeri kanını döker her yeri kırmızı eyler.)
272
Taşlıcalı, başka bir beyitte taşlarla süslü hançer ve kılıcı gökyüzündeki parlak ayla birarada olan
yıldızlara benzetmiştir. Hançer şeklinden dolayı hilal, parlak taşlar yıldızlar gibidir:
Kılıç murassa’ u hançer bi-’aynihi meselâ
Nücûma oldı mukârin hilâl-i nûrânî
S.99 K. B.23/13
(Süslü kılıç ve hançeri, nurlu hilal ve yıldızların biraraya gelmesi gibidir.)
3.6.Kalkan
Görsel 4: Kalkan. (URL-4: https://www.pinterest.at/pin/397090892127407124/)
Dîvânü lugāti’t-Türk’te “kalkang” şeklinde yazılan ismin Moğolca’da “koruma, kollama, müdafaa,
himaye” anlamını taşıyan kalka kelimesinden türediği kabul edilmektedir. Teke tek veya toplu
mücadelelerde, düşmanın veya düşmanların silahlı saldırılarından korunmak için tek el ile kullanılan ve
kullanım süresi ilkçağlara kadar uzanan bir savunma silahıdır (Çoruhlu, 2001a:260-261).
Osmanlılarda ateşli silahların yaygınlaşmasına kadar kalkan kullanılmış, daha sonra yalnızca
törenlerde kullanılır olmuştur. Osmanlıların diğer silahları olduğu gibi kalkanı da ustaca kullandıklarında
şüphe yoktur. Ayrıca kullanma ustalığının yanı sıra kalkan yapımı, sanatsal tezyini açısından da büyük
ustalık göstermişler ve bu dönemdeki Türk kalkanları İslam dünyasındaki İran, Memlûk, Hint kalkanlarına
göre ayrı bir grup oluşturmuşlardır. Osmanlı kalkanları bakır, demir veya çelik, hayvan derisi, deri üzerine
örme olarak yapılmışlardır. Demir ve bakır madenlerinin Anadolu’da bol olması kalkanlarda da bol
miktarda kullanılmasına sebep olmuştur. Hayvan derisinin ise sağlamlığı ve dayanıklılığı açısından eski
çağlardan beri kullanıldığı bilinmektedir. Osmanlılarda da deri işçiliğinin bir devamı olarak deri kalkanlar
yapılmıştır (Eralp, 1993:149).
Taşlıcalı Yahya, elinde kılıcı ve kalkanı olan mücahitleri, feleğin başkomutanı kabul edilen Mirrih yani
Mars gezegenine benzetir:
Mücâhidler felekde kevkeb-i Mirrîhün emsâli
Elinde tîg-ı rahşânı kolında çarhî kalkanı
S.72 K. B.16/3
(Gökyüzündeki Mirrîh yıldızı gibi mücahidlerin elinde parlak kılıcı kolunda ise yuvarlak kalkanı var.)
273
Bir başka beyitte zırhlı ve kalkanlı dokuz askeri feleğin dokuz katmanına benzetmiştir. Ellerinde
tuttukları yuvarlak kalkanla çarh yani felek arasında bir bağlantı kurmuştur; feleğin dokuz katmanı gibi
dokuz kalkan da dönmektedir:
Revân itdi misâl-i sahâyif-i eflâk
Tokuz zırıhla tokuz hûb çarhî kalkanı
S.99 K. B.23/17
(Dokuz zırhlı dokuz güzel gökyüzü ve kalkanı göğün sayfaları gibi akıttı.)
3.7.Kavs, Kemân
Görsel 5: Yay. (URL-5: https://www.tarihnotlari.com/turk-okculugu/)
Kavs ve kemân kelimeleri “yay” anlamına gelmektedir. Kavsın ortasına ‘‘Kabza’’ denilir (Pakalın,
1993a:215). Kelimenin birçok şekilde kullanımı vardır. Savaş aleti olarak yay yanında burç olarak “yay” da
anılır. Kaş, yaya benzetilir; hilal de kavsdir. Kavs-i kuzah gökkuşağıdır. “Kavseyn” tabiri Necm süresi 9.
ayette geçer ki Mi’rac gecesi Allah ile Peygamberimiz arasındaki yakınlığın ifadesinde kullanılmıştır (Pala,
1989:36).
Taşlıcalı Yahyâ, kavs ve kemân terimlerini daha çok hamasî şiirlerinde kullanmıştır. Yahya, bir beyitte
padişahın yayının feleğin yayı kadar kudretli olduğunu, attığı binlerce okun yere düşmediğini söyler:
Kavs-i felek disem n'ola şâhun kemanına
Atduğı yire düşmedi anun hezâr bâr
S.52 K. B.10/5
(Padişahın yayına feleğin yayı desem ne olur ki onun attığı binlerce ok yere düşmedi.)
Bir başka beyitte felekten şikâyet eden şair, cevr ü cefâdan iki büklüm olmuş boyunu yaya benzetir.
Feleğin gece gündüz eziyet ettiğini, çoğu kez kendini yaya çevirdiğini söyler:
Rûz u şeb Yahyâ kuluna cevr ider devr-i felek
Nice kez çekdi çevürdi anı mânend-i kemân
S.26 K. B.2/39
(Feleğin devri gece ve gündüz Yahya kuluna eziyet eder nice kez onu yay gibi çekti çevirdi.)
274
3.8.Kûs
Görsel 6: Kûs. (URL-6: http://seyyidin.blogcu.com/osmanli-eglence-anlayisi/9670928)
Kûs, daha çok Osmanlı mehter mûsikisinde kullanılan büyük ebatta vurmalı çalgıdır. Günümüz
Türkçe’sinde kös şeklinde söylenen Farsça kûs kelimesi “vurma, çarpma, dövme” anlamına gelmektedir.
Davulun sekiz on misli büyüklüğündeki çalgının adıdır. Harb meydanlarında zaferler bununla ilan
edilirdi(Sanal, 2002a:270-272). Ayrıca dilimizde “kös dinlemiş” deyimi vardır ki ufak tefek şeylere önem
vermeyen kimseler hakkında söylenir (Pakalın, 1993:329).
Kös, Taşlıcalı Yahyâ’nın bir beyitinde cenk meclisini tasvir için kullanılmıştır. Yavuz Sultan Selim’in
Kudüs’ü fethinden bir sahneyi anlatan beyitte, zaferin ilanı anlamına gelen, köslerin çalındığı o sefâ yerinin
Mescid-i Aksa olduğu söylenmektedir. :
Çalınur bezm-i kıtâl içre nefîr ü kûslar
Mescid-i Aksâdur ol cây-ı safâ minber livâ
S.76 K. B.17/8
(Kavga meclisi içinde davullar çalınır minber bayrak, safa yeri Mescid-i Aksadır.)
3.9.Miğfer
Savaşlarda başı korumak için, ayrıca törenlerde ihtişam arttırıcı bir unsur olarak takılan başlıktır.
Sözlükte “örtmek, gizlemek, korumak” gibi anlamlara gelen gafr kökünden alet ismi olan miğfer çok eski
tarihlerden beri kullanılmaktadır. Savaşlarda savaşçının başını ve başın özellikle alın, ense, burun gibi
kısımlarını dışarıdan gelecek kılıç, mızrak, ok vb. darbelere karşı koruması bakımından önem taşıyan
miğferi Araplar öteden beri bilmektedir. Genellikle zırhın bütünleyici bir parçası olarak değerlendirilen
miğfer demir vb. metallerden yahut kalın ve dayanıklı deriden yapılmaktadır. Miğferin üzerine sarık
sarılmakta veya külâh giyilmektedir (Çoruhlu, 2005a:21-23).
Osmanlı miğferleri genellikle demir ve bakırdan yapılmıştır. Demire nazaran daha az dayanıklı olan
bakırın kullanılması Anadolu’da bulunan zengin bakır yataklarının geniş ölçüde işletilmesi ile ilgilidir.
Ayrıca bakırın, demire göre daha kolay ve mükemmel işlenmesi, her türlü form ve süsleme tekniğinin
uygulanmasına imkân ve sonuçta sanatsal açıdan zengin eserler elde edilmesi bakırın, demirin yerini
almasında büyük etken olmuştur. Savaş alanlarında boy gösteren altın yaldızlı miğferler düşmanların dahi
takdir ve hayranlıklarını kazanmıştır. Burada dikkat çeken en önemli husus bakırın yalnızca Osmanlı
miğferlerinde kullanılmış olmasıdır (Eralp, 1993a:153-154).
Taşlıcalı Yahyâ’nın şiirlerinde miğfer kelimesi sıkça geçmektedir. Aşağıdaki beyitte miğferin
parlaklığı vurgulanmış ve kuşluk vakti dağın başında görünen güneşe benzetilmiştir:
Tağ başında görinen şems-i duhâdur sanasın
275
Her celâsun başı üstinde mücellâ miğferi
S.46 K. B.8/20
(Başının üstündeki parlak miğferi, dağ başında görünen kuşluk vakti güneşi zannedersin.)
Bir başka beyitte sancağın ucundaki metal kısım miğfere benzetilmektedir. Sancak aynı padişahın
kulları gibi yani bir savaşçı gibi başına gümüş miğferi giyerek onlarla beraber kılıç gibi savaşmak
istemektedir.
Kullarun ile bile çalışmağa şemşîr-veş
Başına geydi bu harb içre gümiş miğfer livâ
S.77 K. B.17/31
(Sancak, senin kulların ile kılıç gibi çalışmak için bu harp içinde başına gümüş miğfer giydi.)
3.10.Nîze
Nîze; “kargı, mızrak, süngü, harbe” demektir. Eski savaş aletleri arasında bulunduğu için yer yer
adından bahsedilmektedir. Nîzeler genelde sivri uçlu bitki yapraklarından yapılmaktadır. Kenarları testere
ağzına benzemektedir. Nîzelerin hepsi aynı boyda değildir (Pala, 1989:243).Savaşta süvariler tarafından
kullanılan nizeler fırlatılmak veya hedefi hızlı bir şekilde atlar yardımıyla delmek üzere kullanılmaktadır.
Taşlıcalı Yahyâ’nın bir beyitinde Türk toplumunda sıkça görülen muska takma adeti görülmektedir.
Askerler savaşa giderken boyunlarına muska takarlar ve bu muskanın kendilerini her türlü kazadan, beladan
koruduğuna inanırlar. Sancak da tıpkı bir asker gibi, mızrağını düşmandan korumak için boynuna gümüş
muskalar takmaktadır:
Nîzesinden düşmanun dil değmeye diyü meğer
Gerdenine takınur sîmîn hamâyiller livâ
S.69 K. B.15/3
(Sancak, mızrağına düşman dil uzatmasın diye boynuna gümüş renkli muska takar.)
Şair, başka bir beyitte orduyu bir dağa, askerlerin ellerindeki mızrakları da ağaçlara benzetir. Bu haliyle
ellerinde mızraklarla yürüyen ordu, Allah’ın emriyle yürüyen bir Balkan dağına benzemektedir:
Alaylar tağa benzer nîzeler eşcâr-ı mevzun
Sanasın emr-i Rabbani yüridür kûh-ı Balkanı
S.72 K. B.16/9
(Meydanlar dağa benzer mızraklar ağaca benzer, Allah’ın emri Balkan dağını yürütür sanırsın.)
Nîzeler uzun ve düzgün oluşlarıyla genellikle düzgün ağaçlara, servilere ve elif harfine
benzetilmiştir. Aşağıdaki beyitte askerin elindeki mızrak adeta elif harfini andıran asker gibi dimdiktir.
Mızrağın ucuna takılı kırmızı sancak ise tıpkı bir ejderhadır. Dalgalanan kızıl bayrak ağzından ateşler saçan
bir ejderhayı andırmaktadır:
Nîzeler cümle elif harf gibi olmış sipâh
276
Ana her satrı olupdur ejdehâ-peyker livâ
S.77 K. B.17/35
(Mızrakların hepsi elif harfi gibi (dimdik duran) asker olmuş, sancak ise ejderha yüzlü olmuştur.)
Bir başka beyitte şairmızrakların karşılıklı atıldığı bir savaş tasviri yapmaktadır. Her iki taraf birbirlerine
mızraklarını gönderdiği zaman meclisin ortasında savaş ile barışın yüzü belli olmaktadır:
Biri birine o dem nîzeler havâle idüp
Miyân-ı bezmde olurdı rûy-ı sulh ile ceng
S.157 Mu. B.7/2
(O zaman birbirlerine mızraklar gönderip meclis ortasında barış yüzü ile cenk olurdu.)
3.11.Seyf, Şemşîr, Tîğ, Kılıç
Seyf, şemşîr, tîg kelimeleri kılıç anlamına gelmektedir. Kılıç, birçok kültürde çok önemli bir yere
sahiptir. Türk kültüründe olduğu gibi Arap kültüründe de seyfin yani kılıcın sembolik bir değeri vardır. Eski
dönemlerde sadece önemli insanlar ve devlet kurumlarında bulunan kişiler kılıç sahibi olabilmekteydi.
Araplar kabileler arası toplantılar yaptıkları zaman kabile liderleri mutlaka yanlarında kılıç
bulundurmaktaydılar. Kılıç, hançere göre daha uzundur. Manevra yapabilme kabiliyetine göre baktığımızda
ise mızraktan daha kısadır. Kılıcın kesme, darbeyi bertaraf etme ve saplama özellikleri vardır (Pakalın,
1993a:197-198).
Taşlıcalı Yahya pek çok beyitte seyf kelimesine yer vermiştir. Seyf kelimesinin bulunduğu beyitler
genellikle dinî ve hamasî şiirlerdir. “Sâhib-i seyf ü kalem” şeklinde terkip içinde ve “seyf-i din”, “seyf-i
İslâm” ifadeleriyle anılması dikkati çekmektedir. Aşağıdaki beyitte askerlerin komutanına övgüde
bulunulmaktadır. O padişah ki kalem ve kılıç sahibidir yani savaşlarda olduğu kadar ilimde de söz sahibidir.
İlim ve irfan sahibi mümin askerlerin serdarı olan o cömert padişah, Cemşid’in iktidarının sultanı olmaya
layıktır:
Sâhib-i seyf ü kalem serdâr-ı cündü’l-mü’minîn
Pâdişâh-ı cem-sehâ sultân-ı Cemşîd-iktidâr
S.56 K. B.11/11
(Mümin askerlerin başkomutanı kalem ve kılıç sahibi toplumun cömert padişahı Cemşid iktidarının sultanı
olur.)
Bir diğer beyitte Taşlıcalı, İslam’ın ve hilafetin, cihadın ve önemli şahsiyetlerin bu ordu bünyesinde
nâm edildiğine dikkat çekmektedir:
Seyf-i dînüz sedd-i İslâmuz Budin şehbâzıyuz
Tîgi ile dirilür Yahyâlınun Yahyâsıyuz
S.389 G. B.171/5
(Biz dinin kılıcı, İslamın seddi, Budin’in doğan kuşuyuz. Kılıç ile diriliriz, biz Yahyaların Yahya’sıyız.)
277
Kılıç, kıvrımlı şeklinden dolayı çoğu zaman hilale teşbih edilmektedir. Osmanlı’nın gaza sahibi
kahraman askerleri, gazanın başarısını taçlandırmak için bayram vakti görülüp de bayramın geldiğini ifade
eden hilale benzeyen kılıçlarını gökyüzüne asmışlardır:
Hilâl-i ‘îd gibi ‘arşa asdı şemşîrin
Gazanferân-ı memâlik-sitân-ı Osmânî
S.40 K. B.6/29
(Osmanlının memleket alan (fetheden) kahramanı, bayram hilali gibi kılıcını gökyüzüne astı.)
O askerin kılıcı o kadar keskindir ki gaza meydanlarında düşmanın başını adeta bir top gibi meydanın
ortasına sermektedir:
Mehâbetiyle gazâ günlerinde top eylera
Ser-i ‘adû-yı siyeh-rûyı tîgı çevgânı
S.50 K. B.9/39
(Onun kılıç ve değneği gaza günlerinde siyah yüzlü düşmanın başını topa çevirir.)
Bir diğer beyitte Hz. Ali’ye ve kılıcı Zülfikar’a telmih bulunulmaktadır. Allah’ın kılıcı olan, onun
adıyla gazaya katılan Hz. Ali gibi kendilerinin de bu yola baş koydukları, Gazinin kılıcı gibi daima ona
yoldaş oldukları belirtilmektedir:
Her gazalar Kılıcı gâzîye hem-râhuz biz
Şâh-ı Merdân gibi semşîr-i yedu'llâhuz biz
S.371 G. B.1
(Biz her cenkte gaziye yoldaşız Hz. Ali (yani mertlerin şahı) gibi ona Allah’ın kılıcıyız.)
3.12. Tîr, Ok, Hadeng
Tîr, Farsça kökenli bir kelimedir. Türkçedeki ok kelimesinin karışılığıdır. Türk devletleri ve
topluluklarının yaşamları için önemli bir savaş aletidir. Osmanlılar döneminde de bu ilgi devam etmiştir.
Osmanlılarda tîr işlevsel olarak toplumsal ve sosyo- kültürel olarak insan hayatında önemli bir yere sahip
olduğu görülmektedir. Özellikle de asker ve spor faaliyetleri noktasında fonksiyonu her zaman koruma
altına alınmıştır. Osmanlı coğrafyasında ok meydanları bulunmaktadır. Her ne kadar kapladığı alan
bakımından küçük olsa da insanlar o meydana gidip atışlar yapmaktadır. Osmanlılarda aynı zamanda
okçuluk kulüplerinin varlığı da söz konusudur. Okçuluk kulübünde hem sivil halk hem de askerler atış
eğitimi almaktadır (Bozkurt, 2007a:333-335).
Taşlıcalı Yahyâ pek çok beyitte tîr kelimesine yer vermiştir. Bazı beyitlerde tîr gerçek anlamıyla yer
alırken, bir kısım beyitte ise “tîr-i kaza”, “tîr-i elem” gibi ifadelerde mecaz anlamda kullanılmıştır. Tîr
kelimesinin geçtiği beyitlerde kemân ve yay kelimelerine de çok defa tesadüf edilir ki bu da tenasüp
sanatının örneklerini teşkil eder. Bu beyitte dokuz felekten bahsedilmektedir. Arzdan sonra arşı da
kahramanlıklarıyla fetheden bir asker imajı çizilmektedir. O okunu öyle bir fırlatmaktadır ki adeta dokuz
kat feleği delip geçecek şekilde bir hamlede bulunmaktadır:
Toğruldı hemân tîr gibi cânib-i ‘arşa
278
Geçdi bu tokuz kat zırıh-ı çarhı hemânâ
S.19 K. B.1/23
(O sanki ok gibi gökyüzü tarafına doğruldu, feleğin zırhını bile delip geçti.)
Şair başka bir beyitte yine dokuz kat feleği aşıp geçecek bir oktan bahsetmektedir. Kayın ağacından
yapılma bu ok, göğün birer zırh, birer kalkan gibi sıralanmış dokuz katını dahi delip geçmektedir. Yine
bununla kalmamakta feleklerin ötesine dahi geçmektedir.
Geçer tokunsa tokuz çevşenine eflâkün
Kemandan çıkıcak anda tîr-i berk-ı hadeng
S.157 Mu. B.7/5
(Yaydan çıkacak olan kayın ağacı yaprağından yapılan ok feleğin dokuz zırhına dokunsa da geçer.)
Bir diğer beyitte aç olan askerin gaza sırasında ok ve yayla nasıl hücum ettiği tasvir edilmektedir. Şair,
eğer o savaş sırasında açlığa merhem olabilecek bir bazlamaç ( bazlama) olsaydı onu askere siper ederdim
diyerek bazlamayı şekil açısından bir kalkana benzetmektedir. Nasıl ki kalkan düşman oklarından askeri
korursa, açlıktan ölmek üzere olan bir insanı da bazlama ölümden koruyacaktır:
Açlık çerisi tîr ü kemân ile yüridi
Bir bazlamaç olaydı iderdüm ana siper
S.106 K. B.25/10
(Açlık çerisi ok ve yay ile yürürken bir tane de bazlamaç olsaydı ona sığınak yapardım.)
Şair, aşağıdaki beyitte çektiği aşk acısını mecâzi bir savaşa benzetmektedir. Dert ve keder birer askerdir
ve aşığın gönlüne oklar fırlatmaktadır. Ancak aşığın gönlü zaten sevgilinin gamze okuyla daha önceden
yaralanmıştır. Aşığın bu dert ve keder askerlerine mağlup olmasının tek nedeni de işte o gönlündeki
sevgilinin eskiden açtığı yaralardır:
Leşker-i derd ü gamun mağlûbı olmazdum eğer
Yüregümde zahm-ı tîrün anlara baş olmasa
S.520 G. B.387/2
(Eğer gönlümde okun yaraları baş tutmasaydı dert ve gam askerlerinin mağlubu olmazdım.)
279
3.13.Top
Görsel 7: Top. (URL-7: https://tr.wikipedia.org/wiki/Ha%C3%A7ovaMuharebesi#/media/)
İlk önce bakır, sonra demir ve daha sonra tunçtan yapılan toplar kullanım açısından birçok zorlukları
da beraberinde getirmişlerdir. Çağın teknolojisine göre kütle ağırlıkları çok fazla, doldurma ve ateşleme
süreleri zaman alıcı idi. Ayrıca o döneme göre binbir güçlükle elde edilen barutu da çok fazla harcamakta
idiler. Avrupa’da tesirli ve daha mükemmel top yapımı için ihtiyaç duydukları imkânları temin etmek üzere
kralların, derebeylerin saray kapılarını aşındırmaya başlamışlardır (Eralp, 1993a:106-104).
Barutun çeşitli yollarla bütün dünya ülkelerinde tanınması ve yayılması aynı zamanda ateşli silahların
gelişimi ve yayılmasında en büyük sebeplerden birini teşkil etmiştir. Krallar, imparatorlar güçlerini
ispatlayabilmek, kendi hegemonyalarını kurabilmek; kuvvetli derebeyleri artık temelleri çatırdayan feodal
sistemden krallık olarak çıkabilmek için süratli bir silahlanma yarışına girmişlerdir. Yarışta hedeflenen
amaç ise en güçlü, en tesirli ve en mükemmel ateşli silaha sahip olabilmektir (Eralp, 1993a:106-104).
Orta Çağ’ın belki de en yıkıcı savaş aracı olan top Taşlıcalı Yahyâ’nın şiirinde de yer almaktadır. Söz
konusu mısralarda topun tahrip edici özelliği vurgulanmış ve top çok defa diğer savaş araçlarıyla birlikte
zikredilmiştir. Kıskançlık tıpkı bir top gibi aşığı yakıp yıkmaktadır:
Beni bu reşk ile öldürmek içün leyl ü nehâr
Nice top oldı bahâdırluğumun 'arzları
S.43 K. B.7/31
(Gece ve gündüz beni kıskançlık ile öldürmek için kahramanlığımın arzları top oldu.)
Diğer bir beyitte şair topların tüfeklerin patladığı bir savaş sahnesini tasvir etmektedir. Tüfekler, toplar
parlak ışıklar saçarak düşman askerlerinin üzerine ateş yağdırmaktadır. Bu da şaire, zebanilerin
günahkârları, cehennem ateşine attıkları sahneyi hatırlatmaktadır:
Tüfekler darb-zenler toplar benzer zebânîye
Kıralun leşkerine yağdururlar nâr-ı nîrânı
S.73 K. B.16/20
(Tüfekler, toplar kralın askerine ateş yağdırırken sanki kale döven zebanilere benzer.)
280
3.14. Tüfeng/Tüfek/Tüfeg
Tüfek topa göre daha hafif ve küçük bir silahtır. Toplar ateşli silah olarak belirli etkinliği
göstermişlerdi. Surların muhasarası ve alınması kolaylaşmış, muharebeler de saf düzeni halindeki ilerleyiş
ortadan kalkmıştı. Fakat kütle ağırlıkları, cephane ağırlıkları, atışların süratle ve seri olarak yapılmayışı ve
birden fazla personel ile kullanılmaları ateşli silahlar alanında ikinci bir yolun açılmasını zorunlu kılıyordu.
Bu da elde taşınabilir hafif ateşli silahların icad edilmesiydi (Eralp, 1993a:104-105).
Taşlıcalı Yahyâ, tüfeği kahramanlık şiirlerinde kullanılmıştır. Kahraman askerin tüfek atışları düşman
askeri için adeta gökyüzünden gelen bir şimşek etkisi yaratmaktadır, şimşek gibi yakıp yıkmaktadır. Nasıl
ki şimşekten kurtulmak imkânsızsa tüfeğin ateşinden kurtulmak da öyle imkansızdır:
Nice cân kurtara düşmânlar misâl-i ra’d u berk
Leşkeründe her tüfeng oldı kazâ-yı, asuman
S.26 K. B.2/37
(Her tüfek şimşek misali askerde gökyüzü kazası oldu, düşmanlar nasıl can kurtarsın.)
Bir diğer beyitte tüfek, Hz. Musa’nın asasına benzetilmektedir. Allah’ın yardımı ile düşmanın gözünde
kahraman askerin tüfeği adeta Musa’nın asası gibi ejderha olarak görünmektedir. Tüfek ağzından ateşler
saçan bir ejderha gibi düşmanın üzerine ateş yağdırmaktadır:
Velâyetünle gazada âsâ-yı Mûsâ-veş
Olur ‘adû gözine her tüfek bir ejderhâ
S.61 K. B.12/31
(Her tüfek sadakatın ile savaşta Musa’nın asası gibi düşmanın gözünde bir ejderha olur.)
3.15.Zırh
Görsel 8: Zırh. (URL-8: https://www.bereketola.com/urun/osmanli-askeri-zirh-cevsen-dua-islemeligumus-renkli-4412)
Savaşlarda ok, kılıç ve süngü gibi silâhlardan korunmak için giyilen demir, tel levha veya köseleden
yapılmış giysidir. Eski Türkçe’de yarık, Moğolca’da cebe, Latince’de lorica, Arapça’da dir‘, le’me,
Farsça’da zırıh, cevşen, Ortaçağ Avrupası’nda armour kelimeleriyle ifade edilmiştir. Gövde ve ona bağlı
kol ile bacakları korumak için kullanılan elbise olup ilk çağlardan beri kullanıldığı bilinmektedir. Türk
281
topluluklarında eskiden beri kullanılagelen zırh, Osmanlılarda da kullanılmış ve hayli farklı şekillerde yapıla
gelmiştir. Özellikle sultan ve diğer devlet adamlarının zırhları değişik madenlerden imal edilirdi. Üzerleri
ince nakışlı ve sanatlı olan bu zırhlar sanat tarihi açısından büyük önem arz eder (Usta, 2013a:391-394).
Zırhlar tarih boyunca hemen hemen her toplumda seçkin ve zengin kimselerce giyilmiş, yiğitlik ve
kahramanlığın bir sembolü olmuştur. Yapımının zor olması, az sayıda yapılması, malzemesinin pahalılığı
ve ustalarının azlığı gibi durumlar sebebiyle, zırhlar tarih boyunca daima pahalı bir savunma aracı olmuştur.
Bu durum, savaşta zırh kullanan kimselerin yüksek mevki sahibi ya da zengin insanlar olduğu gerçeğini her
zaman korumuştur (Aydüz, 2011:4).
Savaşlarda korunmak maksadıyla kullanılan zırh, Taşlıcalı Yahyâ’nın şiirlerinde de genellikle bu
işleviyle yer almıştır. Ancak şair bir beyitinde zırhın koruyuculuğundan ziyade rengine vurgu yapmaktadır.
Kitap yaprakları gibi nizâmi yani saf saf duran zırhlı askerleri, varakların üzerindeki siyah hatlara yani
yazılara benzetmektedir:
Her varakı oldı sufûf-ı sipâh
Sâmî zırıhlar ana hatt-ı siyâh
S.11 D. B.7
(Askerlerin safı tek yaprak gibi oldu, sert zırhlar da ona siyah hat oldu.)
Taşlıcalı, yine bir savaş terimini doğadaki unsurlarla çok güzel bir şekilde anlatmaktadır. Akarsu, uzun
ince oluşuyla bir kılıca; deniz ise zırh giymiş bir askere teşbih edilmektedir. Kılıcını çekmiş gelen
akarsulara karşın zırhlarını giymiş denizlerin savaşı vardır:
Çıkardı tîgını âb-ı revân gılâfından
Bu kârzâra zırıhlar geyindi her deryâ
S.59 K. B.12/10
(Akarsu kılıcı kınından çıkardığında bütün denizler de savaşta zırhlarını giydi.)
Bir başka beyitte ise zırh giyenler erenlerdir. Saf saf duran erenlerin göğüs kafesleri her inip kalktığında
tıpkı dalgalı bir denize benzemektedirler. Bu deniz Allah aşkıyla öyle bir coşmuştur ki kâfirlerin başına Nuh
tufanı kadar kudretli bir tufan koparmışlardır. Onları helâk etmişlerdir:
Zırıhlarla erenler benzedi emvâc-ı deryaya
Firengün onmaduk başına kopdı Nûh tûfânı
S.72 K. B.16/12
(Veliler giydiği zırhlarla deniz dalgasına benzedi Frengin iyileşmyeyen başına Nuh tufanı koptu.)
Sonuç
İnsanlık tarihi boyunca en eski kültür ögeleri arasında yer alan savaş terimlerinin edebî metinlerde
çeşitli şekillerde yer aldığı görülmektedir. Osmanlı Devleti zamanında savaşın sanatın çeşitli dallarında yer
bulduğu görülmektedir. Klâsik Türk edebiyatında da şairler, savaş kavramından zaman zaman ilham
almışlardır. Bu şairler savaş aletlerini şiirlerinde birer anlatım ögesi olarak kullanmışlardır. Taşlıcalı Yahya,
282
asıl mesleği askerlik olduğu için birçok sefere katılmış bir şairdir. Bu nedenle Taşlıcalı Yahya Divanı’ndaki
Osmanlı savaş kültürüne ait malzeme, ayrı bir öneme sahiptir.
İncelemelerimize göre Taşlıcalı Yahya, eserinde Osmanlı savaş kültürüne ait malzemeyi birçok şekilde
kullanmaktadır. Şair bizzat katıldığı savaş meydanlarından ilham alarak şiirlerini yazmıştır. Katıldığı
seferlerde gördüğü sahnelerden beslenmektedir. Şiirlerinde, hizmetinde bulunduğu padişahların ve
paşaların övgüsünde beyitler söylediği de çok açık bir şekilde görülmektedir. Aynı zamanda, Taşlıcalı
Yahya’nın kendi şairlik gücünü bizzat değerlendirdiği beyitlerinde ise özellikle savaş aletlerinden
faydalanmış olması dikkat çekmektedir. Kendi üslubunun bir kılıç gibi keskin olduğunu söylemesi bizim
için dikkat çekici bir husustur. Elinde tuttuğu bu kılıcıyla kendisini çekemeyen birçok rakibini bertaraf
etmektedir. Bu rakipleri içerisinde sadece kendisi gibi şairler değil aynı zamanda bazı devlet adamlarının
da olduğu görülmektedir. Ve en önemlisi de Osmanlı savaş kültürüne ait olan malzemenin klâsik
edebiyatımızın kalıplaşmış bir konu içerisinde yer alan rezm-bezm bağlantısı ekseninde kaleme aldığı
beyitlerde de kullanıldığı görülmektedir. Son olarak, Taşlıcalı Yahya Divanı’nda Osmanlı savaş kültürüne
ait malzemenin, aşk teması ve bahar tasviri ekseninde kurgulanmış beyitlerde karşımıza çıktığı
görülmektedir. Taşlıcalı Yahya, bu tür beyitlerinde oldukça geleneksel bir yapıyı korumaktadır. Bazen
sevgiliyi silâhlarla donatılmış bir asker olarak ele almaktadır bazen de sevgiliyi bir bahar mevsimi ile
ilişkilendirip savaş unsurları ile tasvir edip anlattığı görülmektedir. Burada âşık bir esir olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu esirlikten kurtulması için bir mücadeleye girmesi gerekmektedir. Bu mücadele de bir fetih
mücadelesidir. Aşığın sahip olduğu gönül ülkesi sevgilinin silâhlar donatılmış orduları tarafından
fethedilmiştir. Ancak Taşlıcalı Yahya âşığı da silâhlı bir asker olarak ele almaktadır. Bu durumda âşığın
savaşı, rakiplerle olmaktadır. Bu rakiplerle mücadele etmesi elbette kolay olmayacaktır.
Taşlıcalı Yahya’nın aşk ve bahar teması ekseninde gelişen beyitlerine baktığımızda çoğu kez Osmanlı
savaş kültürüne ait malzemeyi, orijinal olarak kullandığı görülmektedir. Sahip olduğu bu malzemeyi,
geleneğin genel eğilimlerine uygun olarak işlediği görülmektedir. Gelenek şairimiz için önemli bir husustur.
Yine de Taşlıcalı Yahya’nın bu türden beyitlerinin de kendi anlam dünyası içerisinde, ilgi çekici olabildiği
çok açık bir şekilde görülmektedir. Askeri bir ortam içerisinde yaşayan bir şair olarak bilinen Taşlıcalı
Yahya, Klâsik Türk edebiyatı geleneği içerisinde en hacimli divanlardan bir tanesine sahiptir. Kaleme almış
olduğu çok sayıda şiirinde, Osmanlı savaş kültürüne ait malzemeden yararlanmıştır.
Kaynakça
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
10.
11.
12.
13.
14.
Aydüz, Salim (2011). “Osmanlı Silahları”. Silah Üretim Merkezleri ve Literatürü Tarihi, 10: 4.
Bozkurt, Nebi (2002). “Kılıç”. DİA. İstanbul, XXV:405-408.
Bozkurt, Nebi (2007). “Ok”. DİA. İstanbul, XXXIII: 333-335.
Çavuşoğlu, Mehmet (1983). Yahya Bey Divân’ından Örnekler. Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları.
Çoruhlu, Tülin (1996). “Gürz”. DİA. İstanbul, XIV: 327-328.
Çoruhlu, Tülin (1997). “Hançer”. DİA. İstanbul, XV: 548-550.
Çoruhlu, Tülin (2001). “Kalkan”. DİA. İstanbul, XXIV: 260-261.
Çoruhlu, Tülin (2005). “Miğfer”. DİA. İstanbul, XXX: 21-23.
Güldaş, Ayhan (1993). “Çeng”. DİA. İstanbul, VIII: 268-269.
Halıcı, Feyzi (1993). “Çevgan”. DİA. İstanbul, VIII: 294-295.
İsen, Mustafa (1994). Künhü’l-Ahbar’ın Tezkire Kısmı. Ankara: AKM Yayınları.
Kabaklı, Ahmet (1990). Türk Edebiyatı. 2: 528-529, İstanbul:Türkiye Yayın Evi.
Kaya, Güven İdris (2009). “Dukagin-zade Taşlıcalı Yahya Bey’in Eserlerinde Mevlana Celâleddin”.
Turkısh Studies, IV:7.
Pala, İskender (1989). Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
283
15. Pakalın, Zeki Mehmet (1993). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü. , İstanbul: Milli Eğitim
Bakanlığı Yayınları.
16. Sanal,
Haydar (2002). “Kös”. DİA. İstanbul, XXVI: 270-272.
17. Usta, Aydın (2013). “Zırh”. DİA. İstanbul, XLIV:391-394.
18. Türkçe Sözlük (2005). Ankara: TDK Yayınları.
19. Yakar, Halil İbrahim (1996). Taşlıcalı Yahya Bey’in Eserlerinde İstanbul. Yüksek Lisans Tezi.
İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
20. URL-1: https://yedikita.com.tr/selcuklunun-cevgani-avrupada-oldu-polo/ (06.05.2018).
21. URL-2: http://www.girya.com.tr/turklerdeagirlikkaldirma.html (10.05.2018).
22. URL-3: https://tr.pinterest.com/pin/326299935480801450/ (03.04.2018).
23. URL-4: https://www.pinterest.at/pin/397090892127407124/ (08.03.2018).
24. URL-5: https://www.tarihnotlari.com/turk-okculugu/ (04.04.2018).
25. URL-6: http://seyyidin.blogcu.com/osmanli-eglence-anlayisi/9670928 (05.05.2018).
26. URL-7: https://tr.wikipedia.org/wiki/Ha%C3%A7ovaMuharebesi#/media/ (01.10.2017).
27. URL-8:https://www.bereketola.com/urun/osmanli-askeri-zirh-cevsen-4412 (25.05.2019)
Ek 1: (Tablo 1) Taşlıcalı Yahyâ Bey Divanında Yer Alan Savaş Aletlerinin ve Diğer Savaş Unsurlarının
Sayfa-Beyit Tablosu
Asâkiri
S.50 K. B.9/32
Ases
S.90 K. B.20/45
Asker
S.46 K. B.8/19, S.49 K. B.9/26, S.58 K. B.12/1, S.69 K. B.15/4, S.70 K. B.15/14,
S.70 K. B.15/16, S.71 K. B.15/20, S.71 K. B.15/25, S.73 K. B.16/17, S.75 K.
B.17/1, S.126 K. B.32/2, S.127 K. B.32/7
At
S.37 K. B.5/43, S.40 K. B.6/28, S.42 K. B.7/6, S.43K. B.7/19, S.51 K. B.9/42,
S.99 K. B.23/11, S.123 K. B.30/11, S.158 Mu. B.8/3, S.284 G. B.9/3, S.373 G.
B.146/3, S.521 G. B.390/2, S.554 Muk. B.447/3, S.579 Muk. B.490/3
Bıçak
S.239 Ş. B.169, S.256 Ş. B.145, S.256 Ş. B.147
Celâli
S.165 Mu. B.1/1, S.408 G. B.200/3
Cenk/Ceng
S.28 K. B.3/17, S.43 K. B.7/29, S.69 K. B.15/1, S.70 K. B.15/11, S.70 K. B.15/14,
S.73 K. B.16/22, S.97 K. B.22/46, S.145 Mu. B.4/8, S.193 Mu. B.4/1
Çeng
S.18 K. B.1/19, S.456 G. B.280/5, S.602 Muk. B.14/3
Çevgân
S.40 K. B.6/26, S.47 K. B.8/31, S.50 K. B.9/39, S.158 Mu. B.8/6, S.306 G. B.40/3
Esb/Hesb
S.60 K. B.12/29, S.142 Mu. B.1/5, S.157 Mu. B.8/1, S.158 Mu. B.8/6, S.177 Mu.
B.1/5, S.264 Ş. B.224
Feth/Fetih
S.43 K. B.7/19, S.46 K. B.8/19, S.54 K. B.10/27, S.68 K. B.14/27, S.70 K.
B.15/15, S.71 K. B.15/29, S.74 K. B.16/40, S.75 K. B.17/1, S.77 K. B.17/28, S.77
K. B.17/36, S.96 K. B.22/39, S.150 Mu. B1/5, S.221 Mu. B.4/2, S.189 Mu. B.7,
S.221 Mu. B.6/2, S.222 Mu. B.47/1, S.587 Muk. B.503/4, S.123 K. B.32/1
Gazâ
S.7 D. B.3, S.8 D. B.9, S.13 D. B.5, S.33 K. B.4/35, S.36 K. B.5/18, S.36 K.
B.5/22, S.37 K. B.5/42, S.38 K. B.5/45, S.40 K. B.6/19, S.44 K. B.7/37, S.49 K.
284
B.9/25, S.50 K. B.9/32, S.54 K. B10/29, S.58 K. B.12/1, S.60 K. B.12/29, S.61
K. B.12/31, S.69 K. B.15/1, S.72 K. B.16/1, S.73 K. B.16/15, S.73 K. B.16/21,
S.75 K. B.16/45, S.118 K. B.28/13, S.124 K. B.30/13, S.142 Mu. B.2/6, S.174
Mu. B.1/1, S.371 G. B.143/1
Gazâvât
S.73 K. B.16/26,
Gâzi
S.45 K. B.8/9, S.69 K. B.15/1, S.76 K. B.17/9, S.116 K. B.27/23, S.146 Mu.
B.5/8, S.181 Mu. B.1/3, S.193 Mu. B.5/2
Gâziyân
S.123. K. B.30/3
Gülbâng
S.145 Mu. B.4/8, S.156 Mu. B.5/7
Gürz
S.41 K. B.7/2, S.54 K. B.10/27, S.58 K. B.12/2, S.96 K. B.22/39
Hadeng
S.61 K. B.12/30, S.157 Mu. B.7/5
Hançer
S.46 K. B.8/16, S.99 K. B.23/13
Harp
S.58 K. B.12/2, S.77 K. B.17/31, S.97 K. B.22/46, S.27 K. B.27/23, S.122 K.
B.29/22, S.140. Mu. B.3/1, S.142 Mu. B.1/2
Haydar
S.53 K. B.10/17, S.57 K. B.11/16, S.174 Mu. B.1/1, S.246 Ş. B.29, S.38 K.
B.5/50, S.42 K. B.7/17
Hayl
S.115 K. B.27/9
Kâfir
S.70 K. B.15/11, S.75 K. B.17/4, S.142 Mu. B.1/2, S.142 Mu. B.1/8, S.143 Mu.
B.2/5
Kâfiristan
S.40 K. B.6/22, S.74 K. B.16/40
Kale
S.97 K. B.22/46
Kalkan
S.72 K. B.16/3, S.97 K. B.22/46, S.99 K. B.23/17
Kâtil
S.389 G. B.170/4
Kavs
S.52 K. B.10/5, S.92 K. B.21/16, S.94 K. B.22/3, S.175 Mu. B.2/2
Kemân
S.26 K. B.2/39, S.52 K. B.10/5, S.93 K. B.21/24, S.96 K. B.22/29, S.106 K.
B.25/10, S.142 Muk. B.1/2, S.157 Muk. B.7/5, S.260 Ş. B.176
Kemânkeş
S.259 Ş. B.175
Kemend
S.314 G. B.53/3
Kılıç
S.371 G. B.1,S.73 K. B.19,S.97 K. B.48,S.99 K. B.13, S.67 K. B.19,S.80 K.
B.23,S.69 K. B.38,S112 K. B.21,S.193 Mu. B.3/2,S.256 Ş. B.145/3,S.279 G.
B.1/7,S.44 K. B.40,S.482 Muk. B.323/3,S.95 K. B.20,S.400 G. B.189/2,S.384 G.
B.163/5,S.371. G. B.143/1,S.317 G.B.57/8,S.256 Mu. B.145/1,S.247 Ş.
B.30/4,S.204 Mu. B.1/1,S.191 Mu. Muhammes 1,S.126 K. B.31/22,S.73 K.
B.16/19,S.97 K. B.22/48,S.99 K. B.23/13
285
Kurşun
S.32 K. B.4/16
Kûs
S.8 D. B.6,S.76 K. B.17/8
S.8 D. B.5,S.58 K. B.12/1,S.69 K. B.15/1,S.69 K. B.15/3,S.69 K. B.15/4,S.70 K.
B.15/6,S.70 K. B.15/7,S.70 K. B.15/9,S.70 K. B.15/11,
Livâ
S.70 K. B.15/14,S.70 K. B.15/15,S.70 K. B.15/16,S.71 K. B.15/18,S.71 K.
B.15/20,S.71 K. B.15/24,S.71 K. B.15/25,S.71 K. B.15/28,S.71 K. B.15/29,
S.75 K. B.17/1,S.75 K. B.17/4,S.75 K. B.17/7,S.76 K. B.17/9,S.76 K.
B.17/17,S.77 K. B.17/23,S.77 K. B.17/25,S.77 K. B.17/28,S.77 K. B.17/31,
S.77 K. B.17/36,S.77 K. B.17/37
Mevt
S.160 Mu. B.2/2
S.19 K. B.1/31,S.36 K. B.5/22,S.48 K. B.9/4,S.53 K. B.1021,S.67 K.
B.14/21,S.72 K. B.16/2,S.73 K. B.16/21,S.73 K. B.16/26,S.75 K. B.17/7
Meydân
S.87 K. B.20/4,S.99 K. B.23/19,S.140 Mu. B.3/1,S.157 Mu. B.7/1,S.165 Mu.
B.1/3,S.192 Mu. B.1/2,S.193 Mu. B.2/2,S.193 Mu. B.2/3,S.193 Mu. B.4/2,S.193
Mu. B.5/2
Miğfer
S.46 K. B.8/20,S.60 K. B.12/27,S.69 K. B.15/1,S.77 K. B.17/31
Na'l
S.19 K. B.1/31,S.142 Mu. B.1/5,S.579 Muk. B.490/3
Nâvek
S.93 K. B.21/24
Nefîr
S.76 K. B.17/8
Nîze
S.76 K. B.17/8,S.69 K. B.15/3,S.72 K. B.16/9,S.75 K. B.17/7,S.77 K.
B.17/35,S.157 Mu. B.7/2,S.157 Mu. B.7/4
Ok
S.68 K. B.14/27,S.142 Mu. B.1/2,S.260 Ş. B.177
Otağ
S.165 Mu. B.2/3
Peykân
S.175 Mu. B.2/2
Piyâde
S.51 K. B.9/42,S.510 G. B.370/5
Rahş
S.157 Mu. B.1,S.299 G. B.6,S.18 K. B.14,S.52 K. B.6
Rezm
S.55 K. B.37,S.68 K. B.27,S.70 K. B.15,S.71 K. B.18,S.157 Mu. B.6,S.249 Ş.
B.63
Rikâb
S.265 Ş. B.225
Rumh
S.70 K. B.15/7
Savaş
S.44 K. B.7/40,S.220 Mu. B.2/1,S.400 G. B.189/2
286
Sefer
S.375 G. B.149/1,S.401 G. B.190/5,S.444 G. B.260/1,S.556 Muk. B.450/1,S.556
Muk. B.450/2,S.556 Muk. B.450/5
S.19 K. B.1/31,S.40 K. B.6/27,S.52 K. B.10/3,S.52 K. B.10/6
Semend
S.52 K. B.10/10,S.53 K. B.10/20,S.121 K. B.29/19,S.262 Ş. B. 204,S.265 Ş.
B.225,S.273 Ş. B.322,S.300 G. B.31/3,S.314 G. B.53/5,S.373 G. B.146/3,S.503
G. B.359/3,S.521 G. B.390/2,S.579 Muk. B.490/3
Serdar
S.56 K. B.11/11,S.75 K. B.17/1
Seyf
S.6 D. B.2,S.42 K. B.7/15,S.56 K. B.11/11,S.57 K. B.11/19,S.58 K. B.12/3,S.66
K. B.14/1,S.73 K. B.16/27,S.127 K. B.32/10,S.142 Mu. B.1/1,S.189 Mu.
B.6,S.192 Mu. B.1/2,S.193 Mu. B.2/2,S.193 Mu. B.3/2,S.193 Mu. B.4/2,S.389 G.
B.171/5,S.193 Mu. B.5/2
Silâh
S.157 Mu. B.1
Silâhdâr
S.236 Ş. B.129,S.264 Ş. B.223
Sipâh
S.37 K. B.5/41,S.60 K. B.12/26,S.62 K. B.12/40,S.72 K. B.16/11,S.175 Mu.
B.3/3,S.176 Mu. B.4/4,S.8 D. B.10
Siper
S.44 K. B.37,S.58 K. B.2,S.75 K. B.7,S.91 K. B.8,S.25 K. B.10
Süvâr
Şâh
Şehid
S.6 D. B.8,S.18 K. B.1/14,S.51 K. B.9/42,S.74 K. B.16/30,S.74 K. B.16/31
S.262 Ş. B.204,S.503 G. B.359/4
S.6 D. B.3,S.39 K. B.6/18,S.58 K. B.12/1,S.73 K. B.16/26,S.181 Mu. B.1/3,S.7
D. B.5,S.33 K. B.4/35,S.40 K. B.6/27,S.54 K. B.10/27,S.54 K. B.10/29,S.74 K.
B.16/30,S.75 K. B.16/45,S.118 K. B.28/13,S.121 K. B.29/13,S.127 K.
B.32/14,S.143 Mu. B.1/10,S.143 Mu. B.1/11,S.143 Mu. B.2/5,S.146 Mu.
B.5/5,S.165 Mu. B.1/3,S.165 Mu. B.2/3,S.171 Mu. B.5/5,S.181 Mu. B.1/3,S.296
G. B.25/1,S.371 G. B.143/1,S.503 G. B.359/3,S.543 G. B.429/1
S.122 K. B.29/22,S.142 Mu. B.5/6,S.143 Mu. B.2/11,S.166 Mu. B.3/5
S.430 G. B.237/4,S.70 K. B.15/11
Şehsuvâr
S.299 G. B.30/6,S.373 G. B.146/3,S.448 G. B.266/1,S.526 G. B.399/2,S.554
Muk. B.447/3,S.579 Muk. B.490/3,S.582 Muk. B.495/4
Şemşîr
S.40 K. B.6/29,S.54 K. B.10/29,S.54 K. B.10/31,S.57 K. B.11/18,S.22 K.
B.12/22,S.77 K. B.17/31,S.80 K. B.18/23,S.97 K. B.22/44,S.122 K.
B.29/23,S.123 K. B.30/2,S.142 Mu. B.1/7,S.167 Mu. B.5/1,S.247 Ş. B.37,S.282
G. B.4/3,S.282 G. B.4/5,S.292 G. B.19/3
Şeşper
S.47 K. B.8/31
Teber
S.8 D. B.7,S.41 K. B.7/3,S.66 K. B.14/7,S.142 Muk. B.1/6
Tîg
S.25 K. B.2/27,S.25 K. B.2/29,S.50 K. B.9/39,S.73 K. B.16/16,S.8 D. B.7,
287
S.26 K. B.2/31,S.33 K. B.4/34,S.36 K. B.5/18,S.40 K. B.6/26,S.41 K. B.7/2,S.41
K. B.7/3,S.41 K. B.7/36,S.41 K. B.8/17,S.47 K. B.8/31,S.58 K. B.12/7, S.59 K.
B.12/10,S.68 K. B.14/26,S.68 K. B.14/33,S.72 K. B.16/3,S.77 K. B.17/36,S.80
K. B.18/26,S.89 K. B.20/35,S.92 K. B.21/23,S.97 K. B.22/50,S.100 K.
B.23/31,S.127 K. B.32/9
S.127 K. B.32/10,S.135 Mu. B.1/5,S.140 Mu. B.2/6,S.142 Mu. B.1/3,
S.142 Mu. B.1/6,S.175 Mu. B.2/2, S.178 Mu. B.4/2,S.204 Mu. B.4/1,
S.220 Mu. B.2/1,S.221 Mu. B.6/2,S.236 Ş. B.129,S.273 Ş. B.312,
S.279 G. B.1/7,S.282 G. B.4/3,S.302 G. B.35/4,S.306 G. B.40/3,S.316 G.
B.56/7,S.317 G. B.57/8,S.334 G. B.83/3,S.350 G. B.109/4,S.351 G.
B.111/1,S.362 G. B.127/,3S.370 G. B.140/3,S.373 G. B.146/1,S.389 G.
B.171/5,S.391 G. B.173/6,S.407 G. B.200/1,S.408 G. B.200/3
S.414 G. B.210/5,S.425 G. B.227/2,S.439 G. B.250/5,S.441 G. B.253/5,S.475 G.
B.311/5,S.510 G. B.370/3,S.533 G. B.412/1
Tîr
S.19 K. B.1/23,S.37 K. B.5/39,S.49 K. B.9/17,S.52 K. B.10/9,S.21 K. B21/6,S.91
K. B.21/7,S.91 K. B.21/8,S.92 K. B.21/16,S.94 K. B.22/3
S.106 K. B.25/10,S.167 Mu. B.5/1,S.520 G. B.387/2
Top
S.43 K. B.7/31,S.50 K. B.9/39,S.73 K. B.16/20,S.158 Ş. B.8/6,S.306 G.
B.40/3,S.398 G. B.186/3
Tuğ
S.43 K. B.7/19,S.123 K. B.31/9
Tüfeng
S.26 K. B.2/37,S.61 K. B.12/31,S.73 K. B.16/20
Yay
S.7 D. B.11,S.380 G. B.157/3
Yeniçeri
S.255 Ş.B.134
Zafer
S.42 K. B.7/16,S.43 K. B.7/19,S.68 K. B.1427,S.75 K. B.17/1,S.126 K.
B.32/1,S.221 Mu. B.4/2,S.201 Mu. B.4/1,S.375 G. B.150/1
Zencîr
S.37 K. B.5/42
Zırh
S.11 D. B.7,S.19 K. B.23,S.59 K. B.12/10,S.72 K. B.16/12,S.99 K. B.23/17,S.247
Ş. B.37
288
Presentation ID/Sunum No= 60
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Ortaoğretı̇m Öğrencı̇lerı̇nı̇n Ekolojı̇k Sorunlara Yönelı̇k
Çevre Bı̇lı̇ncı̇ Farkındalıklarının Belı̇rlenmesı̇
Araştırmacı İ̇zel Aslan1 , Prof.Dr. Mehmet Yılmaz2 ,
Öğr. Gör. Dr. Ferhat Karakaya,3
1
Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Biyoloji Eğitimi
2
Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, Biyoloji Eğitimi
3
Yozgat Üniversitesi
Özet
İnsanlar hem doğal yaşamla hem de yakın çevrelerinin canlı ve cansız bileşenleriyle sürekli etkileşim halindedir.
Mikro ve makro düzeydeki ekosistemlerde madde döngüsü ve enerji akışlarının sağlıklı biçimde işleyebilmesi için
insanların belirli bir çevresel bilince sahip olmaları ve bunları tutum ve davranışlara dönüştürmeleri gerekmektedir.
İnsanoğlunun, doğayı ve ekolojik dengeyi koruyabilmesi için yakın ve uzak çevresindeki sorunlara mutlaka çözümler
üretebilmesi gereklidir. Bu koşul çevre okuryazar bilinçli öğrenciler yetiştirmekle mümkün olabilir. Milli Eğitim
Bakanlığı biyoloji ders kitabında “Güncel Çevre Sorunları ve İnsan” ünitesinde yer alan kazanımlardan da yola
çıkarak öğrencilerin ekolojik sorunlara karşı farkındalıklarının belirlenmesi amaçlanmıştır. Araştırmada nitel
araştırma yöntemi kullanılmıştır. Bu araştırmanın örneklemi amaçsal örnekleme yöntemi olarak belirlenmiştir.
Örneklem, Ankara’da bir özel lisede 10.sınıfta öğrenim gören 30 öğrenciden (Kadın:19; Erkek:11) oluşmaktadır.
Araştırmanın problemini “Lise öğrencilerinin ekolojik sorunlardan haberdar olma düzeyleri nedir?” sorusu
oluşturmaktadır. Veriler araştırmacılar tarafından hazırlanan “yapılandırılmış görüşme formu” kullanılarak
toplanmıştır. Çalışmada görüşme sorularında esneklik kullanılmamış ve 3 soru yönelterek görüşme bitirilmiştir.
Veriler içerik analizi yapılarak analiz edilmiştir. Araştırmanın sonucunda öğrencilerin çevre sorunlarını dar bir
çerçevede ve kendi yaşadıkları ortamla sınırlı tuttukları görülmüştür. Bu çalışma sonucunda, öğrencilerin çevre
sorunları hakkında bilgi sahibi oldukları ancak olumlu davranış geliştiremedikleri gözlemlenmiştir. Daha sonraki
çalışmalar için öğrencilerin çevreye yönelik davranışlarını geliştirilecek çalışmaların yapılması önerilmektedir.
Anahtar Kelime: Çevre sorunları, Doğal denge, Çevre bilinci, Çevre farkındalığı
Abstract:
People are in constant interaction with both the natural life and the living and non-living components of their
immediate surroundings. In order for the material cycle and energy flows to function properly in micro and macrolevel ecosystems, people must have a certain environmental consciousness and transform them into attitudes and
behaviors. In order for human beings to protect nature and ecological balance, they must be able to produce solutions
to the problems in their near and far surroundings. This condition may be possible by raising environmentally literate
conscious students. Based on the acquisitions in the “Current Environmental Problems and Human” unit in the
biology textbook of the Ministry of National Education, it was aimed to determine the awareness of students against
ecological problems. Qualitative research method was used in the research. The sample of this study was determined
as purposeful sampling method. The sample consists of 30 students (Female: 19; Male: 11) studying in the 10th grade
in a private high school in Ankara. The problem of the research is "What are the levels of high school students'
awareness of ecological problems? constitutes the question. The data were collected using the "structured interview
form" prepared by the researchers. In the study, flexibility was not used in the interview questions and the interview
was completed by asking 3 questions. The data were analyzed by content analysis. As a result of the research, it was
seen that the students kept environmental problems in a narrow framework and limited to the environment they lived
in. As a result of this study, it was observed that the students had information about environmental problems but could
not develop positive behavior. For further studies, it is recommended to carry out studies that will improve students'
environmental behavior.
Keywords: Environmental problems, Natural balance, Environmental awareness, Environmental awareness
289
1. Giriş
Çevre sorunlarına yönelik yeni çözümler bulabilmek; çevreyi, doğayı ve ekolojik dengeyi korumak
için elzem bir koşuldur. Bu koşulun gerçekleştirilebilmesi, okuryazar bilinçli öğrenciler yetiştirmekle
mümkün olabilir. Çevrenin korunması ve geliştirilmesi için çevreye karşı bilinçli, duyarlı ve bilgi sahibi
insanlar yetiştirmek gereklidir. Bu noktada en büyük görev ve sorumluluk öğretmenlere düşmektedir
(Atasoy, 2005). Öğretmenlerin çevre konularında öğrencilerine rol model olmaları, çevre bilincine sahip
olmaları ve çevre sorunlarına karşılık sorumluluk sahibi bireyler yetiştirmeleri gerekmektedir (Gökçe,
2009). Öğretmenler; öğrencilerini çevre konusunda eğitebilmeli, çevresel farkındalık düzeyine yani çevre
bilincine sahip olmalıdır (Shobeiri, Omidvar ve Prahallada, 2007). Yılmaz, Morgil, Aktuğ ve Göbekli
(2002), çevrede gerçekleşen olayların çevre sorunu yaratma derecesini ve bunları önlemede korumaya
yönelik işlemlerin orta ve yükseköğretim öğrencilerince bilinme derecelerine yönelik çalışma yapmıştır.
Araştırmada öğrencilerin çevre konusunda, özellikle de çalışmalarında yer alan çevre kavramlarında
yeterince bilgi sahibi olmadıkları, buna bağlı olarak da öğrencilerin çevre ile ilgili sorunları tam olarak
tanımadıkları sonucuna ulaşmıştır. Ülkemizde ortaöğretim öğrencilerinin çevre ve çevre eğitimi konusunda,
özellikle öğrencilerin çevreye yönelik sorumlulukları, duyarlılıkları ve bilgileri konusunda sınırlı sayıda
araştırma bulunmaktadır. Bu bağlamdan yola çıkılarak araştırmanın problemini “10.sınıf öğrencilerinin
çevreye ilişkin sorunlardan haberdar olma düzeyleri nedir?” sorusu oluşturmaktadır.
1.1. Araştırmanın Amacı
Milli Eğitim Bakanlığı biyoloji ders kitabında “Güncel Çevre Sorunları ve İnsan” ünitesinde yer alan
kazanımlardan da yola çıkarak öğrencilerin ekolojik sorunlara karşı farkındalıklarının belirlenmesi
amaçlanmıştır.
Bu amaç kapsamında araştırmada aşağıda belirtilen sorulara cevap aranmıştır:
• Öğrenciler “Ekolojik sorun” kavramını nasıl anlamlandırmışlardır?
• Öğrencilerin yaşadıkları ortamda ekolojik sorun olarak nelere dikkat etmişler/fark etmişlerdir?
• Ekolojik sorun olarak gördükleri durumlar için kendilerinin aldıkları bir önlem var mıdır?
2-Yöntem
2.1. Araştırma Deseni
Bu çalışmada, nitel araştırma desenlerinden durum çalışması kullanılmıştır. Durum çalışması, bir
sistem içerisinde gerçekleşen durum ya da olayların detaylandırılarak açıklanmasını ifade etmektedir
(Creswell, 2007). Durum çalışmalarının en büyük faydası, araştırılmak istenen konunun çok yönlü ve
derinlemesine incelenmesine odaklanmasıdır (Yılmaz, Çimen, Karakaya ve Üçüncü, 2018). Araştırılmak
istenilen konunun derinlemesine ve çok yönlü araştırmak için bu araştırmada durum çalışması
kullanılmıştır.
2.2. Araştırmanın Örneklemi
Araştırmanın örneklemi amaçlı örnekleme yöntemlerinden kolay ulaşılabilir durum örneklemesi
yöntemi ile belirlenmiştir. Araştırmanın örneklemi, onuncu sınıfta öğrenim gören 30 öğrenciden
oluşmaktadır. Öğrenciler Ankara da bir özel okulda öğrenim görmektedir. Araştırma 2020-2021 eğitim
öğretim yılında gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın yaklaşımlarına uygun olarak planlanan veri toplama
araçları ve eğitimler, tüm öğrencilere aynı sürede uygulanmıştır.
2.3. Veri Toplama Aracı
Araştırmada, lise 10.sınıf öğrencilerinin ekolojik sorunlara karşı farkındalıklarının belirlenmesi
amacıyla araştırmacılar tarafından hazırlanan yapılandırılmış görüşme formu kullanılmıştır. Form üç adet
açık uçlu sorudan oluşmaktadır.
2.4. Verilerin Analizi
Yapılandırılmış görüş formunun analizi içerik analiz tekniği kullanılarak gerçekleştirilmiştir. İçerik
analizinde birbirine benzeyen verileri belirli kavramlar ve kategoriler çerçevesinde bir araya getirilip ve
okuyucunun anlayabileceği bir biçimde düzenlenerek yorumlanır. İçerik analizi yapılırken uygulanan
adımlar verilerin analizi kısmında detaylı olarak ele alınmıştır. İçerik analizi, dokümanlardan elde edilen
290
nitel araştırma verilerinin işlenmesinde dört aşamada kullanılır: (1)Verilerin kodlanması, (2) Temaların
bulunması, (3) Kodların ve temaların düzenlenmesi ve (4) Bulguların tanımlanması ve yorumlanması olarak
belirtilmiştir (Yıldırım ve Şimşek, 2006). Veriler, iki farklı kodlayıcı tarafından analiz edilmiştir. Her
katılımcı grubu için kendi içinde sırasıyla “ Ö” şeklinde gösterilmek üzere bir kod numarası verilmiştir.
Veriler arasından anlamlı olan cevaplar kodlanırken, o bölümdeki anlamı en iyi şekilde yansıtabilecek bir
kavram teması bulmaya çalışılmıştır. Kodlamada kullanılan kavramlar, verinin özelliğinden hareketle elde
edilmiştir. Kodlayıcılar arasında tutarlık olup olmadığını tespit etmek için Miles ve Huberman (2015) ortaya
koyduğu Güvenirlik = Görüş birliği/Tüm görüşler formülü kullanılmıştır. Bu hesaplamaya göre elde edilen
veriler arasında .93 tutarlılık tespit edilmiştir.
3-Bulgular
Bu bölümde araştırmada elde edilen bulgular araştırma soruları dikkate alınarak sunulmuştur.
Araştırmada ilk olarak, “10.sınıf öğrencilerinin çevreye ilişkin sorunlardan haberdar olma düzeyleri nedir?”
sorusuna cevap aranmıştır. Elde edilen bulgular Tablo 1’de verilmiştir.
Tablo 1. Öğrencilerin Çevreye İlişkin Sorunları Kavramlaştırması
Temalar
Alt Temalar
f
Örnek öğrenci görüşleri
Ö1.Yerlere atılan her maske aslında bizim için
geleceğimizin elimizden nasıl kayıp gittiğini anlatıyor.
Maske
Ö12.Pandemi nedeniyle maske hayatımıza girdi gireli en
büyük sorun maske kirliliği oldu.
Ö23.İnsanlar sokaklardaki çöp kutularının yanına
konulan geri dönüşüm kutularına dahi çöp atıyor. Boşuna
Çöp ve Evsel Atık
20 mı kondu o geri dönüşüm kutuları.
Ö28.Okulumuzda geri dönüşüm kutusu yok ve
Geri
kâğıtlarımızın hepsi çöpe gidiyor. Milyonlarca ağaç bu
Dönüşüm
sebeple kesiliyor.
Ö30.Evdeki kâğıtlar, camlar hatta piller çöpe atılıyor.
Geri dönüştürülebilecekken hem de. Ham maddemiz
kalmayınca ne yapacağız.
Ö6. İnsan eliyle yapılan her şey en büyük çevre sorunu
dünyanın dengesi bozuldu. İklimler birbirinin içine girdi.
Küresel
Ö11. Ekolojik sorunlardan buzulların eriyip yok olması ve
ısınma
Mevsimsel
16 sonucunda sellerin yaşanması
Dengesizlik
Ö19.Ormanların yok edilmesi ile mevsimlerde
Orman
yaşadığımız dengesizlik söz konusu ekolojik olarak
Tahribatı
doğanın dengesi bozuldu.
Habitatların
Ö13.Canlıların yaşayabileceği tüm alanları biz ele
tahrip
geçirmiş durumdayız.
edilmesi
Ö7.En büyük ekolojik sorun bir çok canlı neslinin
Biyolojik çeşitlilik
10
tükeniyor olması çünkü biyoçeşitliliğin yok olması tüm
Canlı neslinin
ekosistemin çökmesine neden olur.
tükenmesi
Ö24. Canlılara hayvan ve bitki olarak yaşayacak yer
bırakmadık. Evlerini yok ediyoruz.
Ö8. İçecek suya muhtaç kalacağız. Hocamızın dediği gibi
su savaşları yakındır.
Çevre Kirliliği
Su kirliliği
18
Ö15. Denizler, göller yeni atık depolama yerleri herkes
oraya atıyor.
291
Hava kirliliği
Ö25. O kadar ağaç kesiliyor ki hava temizlenmiyor bu da
hava kirliliğine sebep oluyor nefes alamayacağımız bir
dünyamız olacak.
Tablo 1 incelendiğinde, öğrencilerin çevreye ilişkin çöp ve evsel atık (f=20), mevsimsel dengesizlik (f=16),
biyolojik çeşitlilik (f=10) ve çevre kirliliği (f=18) sorunları kavramsallaştırabildikleri belirlenmiştir.
Tablo 2. Öğrencilerin Yaşadıkları Çevreye İlişkin Sorunları Kavramlaştırması
Temalar
Alt Temalar
f
Örnek öğrenci görüşleri
Ö3.Her yerde maske ve eldiven görüyorum. Pandemiyle
beraber en önemli ekolojik sorun çevremde bu oldu.
Maske
Ö5. Çok yazık, bir de maske kirliliği çıkardık doğanın
Atıklar
başına, doğrusu sokaklarda, yerlerde sık sık görür olduk
Ö18.Maske kirliliği artık her yerde Mogan gölü ve Eymir
gölü kenarlarında hayvanlarda yemek sanıyor geliyor.
Sonra onlara zarar veriyor. İnsanoğlu her zamanki gibi
28
sadece kendini düşünüyor.
Ö20.Sigara içiyorlar izmaritler yerlerde. Yediklerinin
Diğer çöpler
kabukları yerlerde sanki dünya kocaman çöp konteynırı
herkes bırakıyor çöpünü özellikle şu çekirdek kabukları
Ö22. Pikniğe ne zaman gitsek her yer insan atığı diğer
canlılar en azından yaşadıkları çevreyi temizler bizde o
da yok.
Ö6. Tüm dünyanın nefesini ağaçlar sayesinde sağlanır.
Ağaçları öldürmek dünyayı öldürmektir.
Ö11. Ağaçlar havanın da temizlenmesini bizlerin nefes
Hava Kirliliği
alabilmemizi sağlar. Ancak şimdi o kadar az ağaç var ki
Ağaçların Tahribatı
17 havamız temizlenemiyor bile. Sanayi dumanları da
cabası tabii ki.
Ö19.Ormanları bir anda yok eden yaşayan canlıları evsiz
Kentleşme
bırakan bir sorun ağaçların tahribat edilmesi, her yer
beton yığını olmuş durumda.
Ö2. Her yerde inşaat var bir de yıkma sesleri gürültü
kirliliğinden geçilmiyor.
Gürültü
Ö16. Her yerde başka sesler, insanlar sadece kendini
kirliliği
düşünüyor ve hiçbir şeye tahammülleri yok. Sürekli
kornaya basıyorlar.
Çevre Kirliliği
14
Ö24. İnsanlar özellikle göl kenarında yerleşim kuran
kafeler, restoranlar çöplerini oraya döküyor.
Su kirliliği
Ö26.En sevdiğim Mogan gölünde önceden balık tutardık
ama şimdi suların kirlenmesi ile artık balık bile
tutamıyoruz
Tablo 2 incelendiğinde, öğrencilerin yaşadıkları çevreye ilişkin atık (f=28), ağaçların tahribatı (f=17) ve
çevre kirliliği (f=14) sorunları kavramsallaştırabildikleri belirlenmiştir.
Tablo 3. Öğrencilerin Çevreye İlişkin Sorunlara Yönelik Alınabilecek Önlemlerin Kavramlaştırılması
Temalar
Alt Temalar
f
Örnek öğrenci görüşleri
Çevreyi
Ö3.Çevreyi severek onu koruyabiliriz. Çünkü insanoğlu
Duyarlı Olma
13
Sevmek
sevmediği her şeye zarar verir.
292
Sorumluluk
Kazanmak
Eğitimler
Bilinçlendirme
Sosyal Medya
Milli Parklar
Koruma Altına Alma
Cezalandırma
Ö11.Çevre sorunlarına karışı eğer sorumluluk hissetmeyi
başarabilirsek biraz da olsa önüne geçebileceğimizi
düşünüyorum.
Ö14. Çevreye saygı duymalıyız. Sadece kendi başımıza
değil tüm herkesi buna davet etmeliyiz
Ö19. Sınıfça eğitimlere katılabiliriz orda birçok şey
öğrenip ve farkındalık kazanılabilir. Herkesin eğitimlere
katılması sağlanabilir.
Ö8. Doğayı ve çevreyi korumak için sosyal medyadan
21 sürekli paylaşım yapılabilir.
Ö23. Herkes evinin bahçesine bir sürü ağaç dikip bunu
sosyal medyadan paylaşabilir. Böylece dikkat çekilebilir.
Ö30.Tema,WWF
gibi
kuruluşların
instagram
hesaplarından bilgilendirme yapılabilir.
Ö8. Özel milli parkların oluşturulması gerektiğini
düşünüyorum böylelikle oraları tahrip edemezler.
Ö26. Nesli tükenen canlıların biyoçeşitliliği korumak için
korum altına alınması sağlanabilir.
Ö24.Doğa ve çevreye zarar veren kişilere ceza yaptırımı
8
uygulanıp bir ağaç dikmesi istenebilir.
Ö29.Piknik yerlerinin temiz bırakılmaması durumunda
ceza uygulaması yapılabilir. Belki o zaman insanlar
çevreyi koruyabiliriz
Tablo 3 incelendiğinde, öğrencilerin çevreye ilişkin sorunlara yönelik alınabilecek önlemleri duyarlı olmak
(f=13), bilinçlendirme (f=21) ve koruma altına alma (f=8) olarak kavramsallaştırabildikleri belirlenmiştir.
4-Tartışma ve Sonuç
Öğrencilerin çevre ile ilgili önemli buldukları sorunlar incelendiğinde, büyük çoğunluğunun ne
düşündükleri konusunda en çok pandemi sürecinden kaynaklı olarak maske kirliliğinden bahsettikleri
belirlenmiştir. Öğrencilerin aynı zamanda maskelerin atılmasından kaynaklı olarak doğada yaşayan diğer
canlıların yaşamlarını tehlikeye soktuklarını ifade etmişlerdir. Öğrencilerin çevrelerinde karşılaştıkları ve
dikkatlerini çeken çevre sorunlarında ilk sırada maske kirliliği almıştır. Daha sonra çevrelerinde ağaçların
azalmasından kaynaklı olarak hava kirliliğinin görülmesi ve kentleşme olması öğrenciler için ekolojik sorun
olarak belirlenmiştir. Özdemir ve ark. (2004) tarafından yapılmış araştırma sonuçlarına göre, öğrenciler
dünyada çevre ile ilgili en önemli üç sorunu %37,5 ile hava kirliliği, %36,2 ile atıklar ve %30,6 ile
ormanların azalması olarak göstermişlerdir. Burada ki sonuçlar, yapılan çalışmanın sonuçları ile
benzerlikler göstermiştir (Demirbaş, Demirbaş ve Pektaş,2009). Araştırma sonucunda öğrencilerin çevre
sorunları hakkında bilgi sahibi oldukları ancak olumlu davranış geliştiremedikleri gözlemlenmiştir. Kim ve
Fortner (2006)’ya göre, öğretmenlerin derslerinde çevre konularına değinmelerini etkileyen en önemli
faktörlerden biri, sahip oldukları tutumlardır. Öğrencilerin sadece çevre bilinci tutumunu değil bunu
davranışa dönüştürmeleri gerekmektedir(Keleş, Uzun ve Uzun,2010). Seçgin, Yalvaç, Çetin (2010)
yaptıkları çalışmada, çevre eğitiminde en önemli yapılanma ilköğretim yıllarında gerçekleştirilmesi
gerektiğini belirlemişlerdir. Bu yıllarda sınıf ortamında öğrencilere çevre bilincinin kazandırılması ve
kazandırılan bilincin kalıcı olabilmesi için öğretmenlerin derslerinde özellikle öğrencilerin ilgisini çekici
yöntem ve tekniklere başvurması gerektiğini söylemişlerdir. Yalçınkaya ve Çelikbaş’ın (2013) yaptıkları
çalışmaya benzer bulgulara rastlanmış; kirliliğin en önemli sorun olarak belirtildiği görülmüştür. Ayrıca bu
farkındalık için yaptıkları çalışmaların aileleri tarafından da desteklendiğini söylemek mümkündür. Yapılan
293
çalışmada alın yazın için özellikle lise seviyesindeki öğrencilerin farkındalıklarının belirlenmiş olması ve
sorunlara yönelik çözümleri konusundaki eylemlerinin belirlenmiş olmuştur. Diğer çalışmalar için öneri
olarak;
• Öğrencilerin kendilerince önemli gördükleri ekolojik sorunların çözümüne katkı sağlamalarını
sağlayacak etkinlikler düzenlenebilir.
• Benzer çalışmalar orta okul, ilkokul ve okul öncesi eğitimde öğrenim gören öğrenciler ile de yapılabilir.
• Öğrencilerin çevreye yönelik davranışlarını geliştirilecek çalışmaların yapılması önerilebilir. Çevre
eğitiminde davranış değişikliğinin sağlanması için öncelikle duyuşsal beceriler kazandırılmalıdır.
Bunun en önemli yöntemlerinden birisi öğrencilerin doğada eğitim alması ile sağlanabilir.
Kaynakça
1. Atasoy, E. (2005), Çevre için eğitim: İlköğretim öğrencilerinin çevresel tutum ve çevre bilgisi üzerine
bir çalışma, Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa.
2. Creswell, J. W. (2009). Mapping the field of mixed methods research.
3. Demirbaş, M., Demirbaş, M.,& Pektaş, H . (2009). İlköğretim öğrencilerinin çevre sorunu ile ilişkili
temel kavramları gerçekleştirme düzeyleri. Necatibey Eğitim Fakültesi Elektronik Fen ve Matematik
Eğitimi Dergisi, 3(2), 195-211.
4. Gökçe, N. (2009). Çevre eğitiminde gazetelerden yararlanma. Journal of International Social
Research, 2(6), 251-265.
5. Huberman, A. M., & Miles, M. B. (1994). Qualitative data analysis: An expanded sourcebook.
6. Keleş, Ö., Uzun, N., & Uzun, F. (2010). Öğretmen adaylarının çevre bilinci, çevresel tutum, düşünce
ve davranışlarının doğa eğitimi projesine bağlı değişimi ve kalıcılığının değerlendirilmesi. Elektronik
Sosyal Bilimler Dergisi, 9(32), 384-401.
7. Seçgin, F., Yalvaç, G., & Çetin, T. (2010, November). İlköğretim 8. sınıf öğrencilerinin karikatürler
aracılığıyla çevre sorunlarına ilişkin algıları. In International Conference on New Trends in Education
and Their Implications (Vol. 11, No. 13, pp. 391-398).
8. Shobeiri, S. M.; Omidvar, B.; Prahallada, N. N., (2007). A comperative study of environmental
awareness among secondary school students in Iran and India. Int. J. Environ. Res., 1 (1), 28-34.
9. Yalçınkaya T., Çelikbaş A.(2013). Çocukların çevre sorunlarını çözme yaklaşımları, 3. International
Geography Symposium – GEOMED, s. 619-625. Antalya.
10. Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2006). Sosyal bilimlerde nitel araştırma yöntemleri. Ankara: Seçkin
Yayınları.
11. Yılmaz, A., Morgil, F. İ., Aktuğ, P., & Göbekli, İ. (2002). Ortaöğretim ve üniversite öğrencilerinin
çevre, çevra kavramları, ve sorunları konusundaki bilgileri ve öneriler. Hacettepe Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Dergisi, 22(22), 156-162.
12. Yılmaz, M., Gündüz, E., Üçüncü, G., Karakaya, F., & Çimen, O. (2018). Sekizinci sınıf fen bilimleri
ders kitabındaki biyoloji konularının bilimsel içerik bakımından incelenmesi. Anadolu Öğretmen
Dergisi, 2(2), 1-16.
294
Presentation ID/Sunum No= 14
Oral Presentation / Sözlü Sunum
İlköğretim Matematik Öğretmenliği Öğrencilerinin Bazı Lineer Cebir Kavramlarını
Tanımlama ve İ̇şlem Becerilerinin İ̇ncelenmesi
Arş.Gör. Kamer Arslan1 , Prof.Dr. Ahmet Işık2
1
Siirt Üniversitesi
2
Kırıkkale Üniversitesi
*Corresponding author: Kamer Arslan
Özet
Lineer cebir dersine ait kavramlar, tanımlar ve işlemsel beceriler bu dersin eğitimini alan öğrenciler için oldukça
önemlidir. Bu bağlamda yapılan bu çalışmanın amacı öğrencilerin lineer bağımlılık-bağımsızlık, baz ve boyut
kavramları ile ilgili tanımları ve bu kavramlarla ilgili işlemleri yapabilme becerilerini ortaya koymaya çalışmaktır.
Bu amaç doğrultusunda araştırma deseni olarak durum çalışması tercih edilmiştir. Çalışmanın örneklemini matematik
eğitimi anabilim dalında öğrenim görmekte olan 36 öğrenci oluşturmaktadır. Veri toplama aracı olarak Lineer Cebir
Bilgi Testi(LCBT) ve görüşme formları kullanılmıştır. Lineer cebir bilgi testinden elde edilen verilerin betimsel analizi
yapılmış ve görüşmelerden elde edilen veriler ise içerik analizi tekniği ile analiz edilmiştir. Elde edilen sonuçlara göre,
genel anlamda öğrencilerin basit işlemler içeren işlemsel problemleri çözmekte zorlanmadıkları görülmüştür. Ancak
öğrencilerin lineer bağımsızlık kavramı ile ilgili ispat becerisi gerektiren işlemsel problemi çözmekte zorluk
yaşadıkları tespit edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Vektör uzayları, İşlemsel bilgi, Tanım, Lineer bağımlılık ve Lineer Bağımsızlık, Baz(taban) ve
boyut
Defining Concepts Related to Vector Spaces and Investigation of Operation Skills of Mathematics Education
Department Students
Abstract
The concepts, definitions and operational skills of the linear algebra course are very important for the students who
take this course. In this context, the aim of this study is to reveal the definitions of the students about the concepts of
linear dependence-independence, base and dimension, and their ability to perform operations on these concepts For
this purpose, a case study was preferred as a research design. The sample of the study consists of 36 students studying
in the department of mathematics education. Linear algebra knowledge test (LAKT) and interview forms were used as
data collection tools. The descriptive analysis of the data obtained from the linear algebra knowledge test was made
and the data obtained from the interviews were analyzed using the content analysis technique. According to the results
obtained, it was observed that students generally did not have difficulty in solving operational problems involving
simple operations. However, it was found that students had difficulty in solving the operational problem that requires
proof skills related to the concept of linear independence.
Keywords: Vector spaces, Operational information, Definition, Linear dependence and Linear independence, Basis
and dimension
1. Giriş
Lineer cebir, hem matematiğin önemli dalları olan analitik geometri, analiz ve diferansiyel denklemler
gibi alanlarda hem de bilime ve teknolojiye yön veren mühendislik, kimya fizik ve ekonomi gibi önemli
disiplinlerde uygulama alanı olan bir derstir. (Kardeş Birinci, 2016). Dolayısıyla bu derse ait kavramların
ve tanımların gerçek anlamda öğrenilmesi gerekir.
295
Kavram bilgisi, kavrama ait özellikleri ve o kavramın tanımını bilmek ve ayrıca kavramlar arasında
var olan ilişkileri görebilmektir. Bir kavramla ilgili anlamanın gerçekleşmesi için kavramın içinde var
olduğu grupla ilişkilendirilmesi aynı zamanda yeni bilgi ve eski bilgi arasında ilişkiler kurulması gerekir
(Soylu ve Aydın, 2006). İşlem bilgisi ise matematiğin kendine özgü dilini ve sembollerini aynı zamanda
kuralları, bağıntıları, işlemleri içeren mantık kuralları kullanılarak sistematik bir şekilde sonuca ulaşmaya
olanak sağlayan bilgidir (Baki ve Kartal, 2014). Aynı zamanda bir öğrencinin bir soruyu başarılı bir şekilde
çözmüş olması işlemsel soruya ait matematiksel kavramın gerçek anlamda öğrenildiği anlamına gelmez.
Çünkü öğrencilerin matematiksel bir kavramı bilmedikleri ya da kavrayamadıkları halde çözebildikleri
birçok işlemsel soru vardır. Bu nedenle matematik öğretmenleri bu noktada çok dikkatli olmalıdır (İşleyen
ve Işık, 2005). Bu bağlamda tıpkı matematiğin tüm dallarında olduğu gibi lineer cebir dersine ait kavram
ve işlem bilgisi de oldukça önemlidir. Bu nedenle lineer cebir dersine ait kavramların öğretiminde de
öğreticilerin gerekli hassasiyet ve önemi göstermeleri beklenmektedir.
Literatürde lineer cebir dersini konu alan birçok çalışma vardır ( Haddad, 1999; Sierpinska, Nnadozie
ve Oktaç, 2002; Konyalıoğlu, İpek ve Işık, 2003; Bogomolny, 2006). Haddad (1999), çalışmasında lise
öğrencilerinin lineer cebir dersine yönelik öğrenme güçlüklerini belirlemeye çalışmıştır. Daha sonra bir
matematik yazılım programı aracılığıyla ele alınan vektör uzayına ait kavramlara yönelik öğrenme
güçlüklerini saptamaya çalışmıştır. Araştırmanın sonuçları öğrencilerin bu derse ait kavramları algılamakta
güçlükler yaşadıklarını ortaya çıkarmıştır. Sierpinska ve diğerleri (2002), yaptıkları araştırmada teorik
düşünme yapısı ve öğrencilerin sergiledikleri yüksek başarı arasında olumlu bir ilişki olduğunu
varsaymışlardır. Bu düşüncelerini doğrulamak amacıyla çalışmaya katılan öğrenciler arasından yüksek
başarıya sahip 6 öğrenciyle sözlü mülakatlar yapmışlardır. Elde edilen sonuçlar incelendiğinde teorik
düşünme yapısının yüksek başarı için ön koşul olmadığı ortaya çıkmıştır. Konyalıoğlu ve diğerleri (2003),
yapmış oldukları çalışmada lineer cebirde geometrik bakış açısının başarıya olan etkisinin ne olduğunu
araştırmışlardır. Sonuçlar dikkate alındığında, lineer cebir dersine ait kavramların geometrik bakış açısıyla
öğretilmesi durumunda öğrencilerin kavramlar arası ilişkilerde daha başarılı oldukları ortaya çıkmıştır.
Bogomolny (2006), öğrencilerin vektör uzaylarına ait kavramları anlamakta güçlük yaşamalarının
nedenlerini ve ilgili kavramların öğrenilmesi noktasında ne gibi engeller olduğunu araştırmıştır.
Araştırmanın sonuçları dikkate alındığında öğrencilerin kavramlara ait tanımları anlama noktasında zorluk
yaşadıkları görülmüştür. Ayrıca alanyazında var olan çalışmalara göre Lineer Cebir dersini alan öğrencilerin
genel anlamda bu dersi soyut ve anlaşılması zor bulduğu ayrıca lineer cebir dersine ait kavramları anlamakta
çeşitli zorluklar yaşadıkları görülmektedir (Hillel ve Sierpinska, 1993; Gueudet-Chartier, 2004; İşleyen ve
Işık, 2005; Stewart ve Thomas, 2007).
Erçeman (2008) yürütmüş olduğu tez çalışmasında lise öğrencilerinin matrisler konusuna ait kavram
bilgilerini ve kavramlarla ilgili işlem bilgilerini değerlendirmiştir. Yapılan literatür tarama çalışmasında ise
bu çalışma ile uyumluluk gösteren vektör uzaylarına ait lineer bağımlılık, lineer bağımsızlık, baz ve boyut
kavramlarını tanımlama ve bu kavramlara ait bilgileri işlemsel süreçte kullanma becerileriyle ilgili kapsamlı
bir çalışmaya rastlanmamıştır. Dolayısıyla bu çalışmanın literatüre katkı sağlayacağı ve bundan sonraki
araştırmalara bir yön vereceği düşünülmektedir. Bu düşünce ile bu araştırmada; İlköğretim Matematik
Eğitimi Ana Bilim Dalı 2. Sınıf öğrencilerinin lineer bağımlılık, lineer bağımsızlık, baz ve boyut
kavramlarına ait tanımları, işlemsel süreçte kullanma becerilerini ortaya çıkarmak amaçlanmıştır.
Çalışmanın araştırma problemi ise “Matematik eğitimi anabilim dalı 2. Sınıf öğrencilerinin lineer
bağımlılık-bağımsızlık, baz ve boyut kavramalarına ait tanımları işlemsel süreçte kullanma becerileri
nasıldır?” şeklindedir.
2. Yöntem
2. 1. Araştırma Modeli
Yapılan bu çalışmada İlköğretim Matematik Eğitimi Ana Bilim Dalı öğrencilerinin vektör uzaylarına
ait kavramların tanımını yapma ve bu kavramlarla ilgili işlemsel problemleri çözme becerilerini ortaya
koymak amaçlandığından bu kapsamda araştırma deseni olarak, derin bilgiye ulaşmaya olanak
sağladığından dolayı, durum çalışması deseni tercih edilmiştir. Bu araştırma deseni olayların ve durumların
derinlemesine ve sistemli bir şekilde incelendiği, elde edilen sonuçlarda genelleme yapma amacı olmayan
296
ancak benzer durumların anlaşılmasına olanak sağlanması beklenen bir araştırma yöntemidir (Davey, 1991;
Yıldırım ve Şimşek, 2018).
2. 2. Çalışma Grubu
Çalışma 2019-2020 yılı bahar döneminde Kırıkkale Üniversitesinde öğrenim görmekte ve lineer cebir
dersini almakta olan 36 İlköğretim Matematik Eğitimi Anabilim Dalı 2. Sınıf öğrencileri ile
gerçekleştirilmiştir. Araştırmanın analiz sürecinde, etik kurallar gereğince öğrencilere Ö1, Ö2, Ö3, . . . ,
Ö36 olacak şekilde kod isimleri verilmiştir.
2.3. Veri Toplama Aracı
Çalışmada veri toplama aracı olarak lineer cebir bilgi testi(LCBT) ve yarı yapılandırılmış görüşme
formları kullanılmıştır. Pandemi sebebiyle LCBT öğrencilere araştırma ödevi olarak uygulanmış ve
öğrencilerin teste vermiş oldukları cevaplar Doğru 3 puan, Kısmen doğru 2 puan, Yanlış 1 puan ve Boş 0
puan şeklinde kodlanarak değerlendirilmiştir. Daha sonra öğrencilerden elde edilen verilerin betimsel
analizi yapılarak yorumlanmıştır. Sorulara hatalı yanıt veren öğrenciler belirlenmiş ve bu öğrencilerle yarı
yapılandırılmış görüşmeler yapılmıştır. Yine Pandemi sebebiyle görüşmelerin yüz yüze
gerçekleştirilememesinden dolayı, görüşme soruları hem e-posta ile hem de daha etkili iletişime ve ayrıntılı
veriye ulaşabilmek adına telefon görüşmesi ile gerçekleştirilmiştir. Çünkü nitel araştırmalarda e-posta veri
toplama aracı olarak kullanılabilir ve öğrencilere bu yol ile mülakat soruları ulaştırılabilir (Yıldırım ve
Şimşek, 2018).
2. 4. Veri Analizi
Bu çalışmada öğrencilerin lineer cebir bilgi testine vermiş olduğu yanıtlar ilk basamakta betimsel
analize tabi tutulmuştur. Bu analiz sonucu elde edilen veriler ise tablolaştırılarak sunulmuştur. Öğrencilerin
teste vermiş oldukları yanıtlar doğrultusunda beş öğrenci ile yarı yapılandırılmış görüşmeler yapılmış ve bu
görüşmelerden elde edilen veriler içerik analizine tabi tutularak analizleri tamamlamıştır. İçerik analizi
büyük ve uzun metinlerin kısa sözcük veya kelimelerle kodlanarak özetlendiği, metinlerden elde edilen
verilerin anlam bütünlüğü içerisinde sunulmasına olanak sağlayan sistematik bir tekniktir (Büyüköztürk,
Çakmak, Demirel ve Akgün, 2018). Bu sebeple bu çalışmada verilerin analizinde içerik analizi tekniği tercih
edilmiştir. Ancak öğrencilerin bazı sorulara verdiği cevaplar kategorilere ayrılamadığı için bu sorulara ait
verilerin analizi soru soru yapılarak sunulmuştur.
3. Bulgular
Veri toplama aracı olarak kullanılan lineer cebir bilgi testi(LCBT), derse ait kavramların
öğretiminden önce ön test olarak, derse ait kavramların öğretiminden sonra ise son test olarak uygulanmıştır.
Bu çalışmada yer alan bulgular öğrencilerin son teste vermiş oldukları cevaplardan elde edilmiştir.
Öğrencilerin son testte yer alan açık uçlu sorulara vermiş olduğu cevaplar incelenmiş ve daha ayrıntılı
bilgilere ulaşmak amacıyla 5 öğrenci ile yarı yapılandırılmış görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Görüşmelerden
elde edilen veriler soru soru analiz edilerek, ulaşılan bulgular ayrıntılı bir şekilde sunulmuştur.
3.1. Lineer Cebir Bilgi Testinden Elde Edilen Bulgular
Bu bölümde öğrencilerin Lineer Cebir bilgi testinde yer alan sorulara vermiş oldukları yanıtların
analizleri tablo haline getirilmiş ve tablolarda yer alan veriler istatistiki ve değer açısından yorumlanmıştır.
297
Tablo 1. Kavramların Tanımlarını İçeren Sorulara Öğrencilerin Vermiş Olduğu Yanıtların Analizi
T1
T2
T3
T4
Lineer
bağımsızlık
Lineer
bağımlılık
Baz
Boyut
f
%
f
%
f
Doğru tanım
25
69,4
31
86,1
35
Kısmen doğru
tanım
9
25
4
11,1
Yanlış tanım
2
5,6
1
Boş
0
0
0
Toplam
36
Öğrencilerin
yanıtları
(Taban)
%
f
%
97,2
34
94,4
0
0
0
0
2,8
1
3,8
1
2,8
0
0
0
1
2,8
36
36
36
Tablo 2. Kavramlarla ilgili işlemsel sorulara öğrencilerin verdiği yanıtların analizi
Öğrencilerin yanıtları
S1
S2
S3
Lineer bağımsızlık
Lineer bağımlılık
f
%
f
%
Doğru
0
0
30
83,3
Kısmen doğru
23
63,9
0
Yanlış
13
36,1
1
Boş
0
0
5
Toplam
36
36
S4
Baz
Boyut
(Taban)
f
%
f
%
26
72
36
100
0
0
0
0
2,8
10
27,8
0
0
13,9
0
0
0
0
0
36
Tablo 1 ve Tablo 2 de sunulan veriler incelendiğinde öğrencilerin büyük çoğunluğunun (25 katılımcı)
vektör uzaylarına ait temel kavramlardan biri olan lineer bağımsızlık kavramına ait tanımı doğru yaptığı, 9
öğrencinin soruyu kısmen doğru ve 2 öğrencinin ise lineer bağımsızlık kavramına ait tanımı yanlış yaptığı
görülmektedir. Ancak öğrencilerin hiç birinin, lineer bağımsızlıkla ilgili ispat yapma becerisi gerektiren
işlemsel soruya doğru yanıt veremediği ve öğrencilerin büyük çoğunluğunun (23 öğrencinin) soruyu kısmen
298
doğru yanıtladığı, 13 öğrencinin ise soruyu yanlış yanıtladığı görülmektedir. Lineer bağımsızlık kavramının
aksine öğrencilerin büyük çoğunluğunun lineer bağımlılık ile ilgili tanımlama ve işlem yapma becerisi
gerektiren sorulara doğru cevap verdiği tespit edilmiştir. Benzer olarak baz (taban) ve boyut kavramını
doğru tanımlayan öğrenci sayısının kısmen doğru, yanlış ve boş yanıt veren öğrencilerden fazla olduğu
saptanmıştır. Aynı şekilde baz ve boyut kavramları ile ilgili işlemsel beceri gerektiren soruları doğru
yanıtlayan öğrenci sayısının da kısmen doğru, yanlış ve boş yanıt veren öğrencilerden daha fazla olduğu
tespit edilmiştir. Daha genelde ise öğrencilerin çoğunluğunun kavramları tanımlamada başarılı bir
performans ortaya koyduğu görülmüştür. Tablo 1 ve Tablo 2 incelendiğinde öğrencilerin lineer bağımlılık,
baz ve boyut kavramları ile ilgili işlemsel sorularda, çoğunlukla başarılı bir performans sergilerken, lineer
bağımsızlıkla ilgili işlemsel soruda daha düşük bir başarı performansı sergiledikleri dikkat çekmektedir.
3. 2. Yarı Yapılandırılmış Görüşmelerden Elde Edilen Bulgular
Öğrencilerin lineer cebir bilgi testine(LCBT) vermiş oldukları yanıtlar incelenmiş ve hatalı cevap veren
bazı öğrencilerle görüşmeler gerçekleştirilmiştir. Araştırma kapsamında ele alınan lineer bağımsızlık
kavramına yönelik öğrenci cevapları iki kategoriye ayrılarak elde edilen bulgular ayrıntılı bir şekilde
sunulmuştur. Lineer bağımlılık, Baz (Taban) ve Boyut kavramlarına yönelik öğrenci yanıtları ise herhangi
bir kategoriye dahil edilememesi sebebiyle yalnızca öğrencilerin vermiş oldukları yanlış yanıtlar ayrıntılı
bir şekilde incelenmiştir.
Lineer Bağımsızlık ve Lineer Bağımlılık kavramlarına ait Bulgular
Lineer bağımsızlık ile ilgili işlem becerisi gerektiren soruya öğrencilerin vermiş oldukları cevaplar
incelenmiş ve öğrencilerin bu soruyu özel vektörleri kullanarak ya da belirli işlemler yapmadan sezgisel
olarak yanıtlamaya çalıştıkları görülmüştür. Bu nedenle öğrencilerin cevapları Özel vektörler kullanılarak
verilen cevaplar ve sezgisel cevaplar olarak iki başlık altında değerlendirilmiştir.
Ö29’un S1’e yönelik vermiş olduğu yanıt incelenmiş ve Ö29’un yanıtı özel vektörler kullanılarak
verilen cevaplar kategorisine dahil edilmiştir. Öğrencinin soruyu, seçtiği üç vektörle çözmeye çalıştığı
görülmüştür. Yapılan görüşmeler sırasında öğrenciye bu yanıtın kapsayıcı bir yanıt olup olmadığı
sorulduğunda cevabın yeterli olduğunu düşündüğünü belirtmiştir.
Şekil 1. Ö29’un S1’e vermiş olduğu yanıt
Ayrıca Şekil 1 incelendiğinde öğrencinin soruyu matematik dilini kullanarak sistemli bir şekilde
sonuca ulaşmaya çalışmak yerine tek bir durumu ele aldığı açıkça görülmektedir. Yapılan görüşmeler
sonucunda öğrencinin ispat yapma becerisi gerektiren işlemsel soruları çözmekte zorlandığı ve lineer
299
bağımsız vektörlerin tamamını temsil edecek genel bir gösterime ulaşma noktasında sorun yaşadığı tespit
edilmiştir.
Ö24’ün S1’e vermiş olduğu yanıt incelenmiş ve yanıtı sezgisel cevap kategorisine dahil edilmiştir.
Şekil 2. Ö24’ün S1’e vermiş olduğu yanıt
Şekil 2 İncelendiğinde öğrencinin soruyu hiçbir işlemsel prosedür uygulamadan sezgisel bir cevap
verdiği görülmektedir. Aynı şekilde öğrenci gerçekleştirilen görüşmeler sırasında da soruyu tekrar çözecek
olsa tekrar bu şekilde bir çözüm yapacağını belirtmiştir. Bu noktada Ö24’ün lineer bağımsızlık kavramını
tanımlamakta herhangi bir sorun yaşamadığı ancak bu kavramla ilgili genelleme becerisi gerektiren işlemsel
soruyu yanıtlamakta problem yaşadığı saptanmıştır. Ayrıca çizdiği şeklin bir prizma gösterdiğini
sandığından (doğru çizilmiş olsaydı evet bir dikdörtgen prizması olacaktı) ilgili katılımcı yanlış yorumlar
yapmıştır.
Araştırma soruları arasında lineer bağımlılık kavramıyla ilgili olan işlemsel soruya öğrencilerin büyük
çoğunluğu doğru cevap vermiş, yalnızca bir öğrenci yanlış çözüme ulaşmıştır. Bu öğrencinin soruya vermiş
olduğu yanıtlar ve yapılan görüşmenin sonucunda öğrencinin işlemsel bir hata sonucu yanlış bir cevap
verdiği saptanmıştır. Ö28’in vermiş olduğu yanıt aşağıda sunulmuştur.
Ö28’in S2’ye vermiş olduğu yanıt incelenmiş öğrencinin sorunun çözümünde işlem hatası yaptığı c1,
c2 ve c3 katsayılarının alabileceği değerlerin ne olduğuna dair bir açıklama yapmadan verilen vektörlerin
lineer bağımlı olduğunu belirttiği görülmüştür.
Şekil 3. Ö28’in S2’ye vermiş olduğu yanıt
300
Yapılan görüşmeler sonucunda öğrencinin Ö28’in, verilen lineer denklem sisteminin sonsuz
çözümünün olduğunun farkında olmadığı dolayısıyla homojen lineer denklem sistemlerinin çözüm
kümelerinin nasıl olması gerektiği noktasında sıkıntı yaşadığı tespit edilmiştir. Ayrıca öğrenci her ne kadar
lineer bağımlılığa ait tanımı doğru bir şekilde ifade etse de öğrencinin, bu kavramı içselleştirme noktasında
güçlüğe sahip olduğu görülmüştür.
Baz(Taban)-Boyut Kavramlarına Ait Bulgular
Öğrencilerin lineer cebir bilgi testinde yer alan baz ve boyut kavramları ile ilgili sorulara ve yapılan
görüşmelere vermiş oldukları yanıtlar incelenmiş, elde edilen bulgular aşağıda verilmiştir.
Baz kavramı ile ilgili soruda öğrencilerden, homojen lineer denklem sisteminin oluşturduğu uzaya ait
baz ve boyutun bulunması istenmiştir. Öğrencilerin çoğunluğunun taban kavramı ile ilgili soruyu doğru
çözdüğü, hata yapan öğrencilerin ise genellikle homojen lineer denklem sisteminin oluşturduğu uzaya ait
bazı bulamadığı veya yanlış bulduğu saptanmıştır. Soruya hatalı yanıt veren bazı öğrencilere ait bulgular
aşağıda verilmiştir.
Ö4 ile yapılan görüşmelere ait veriler incelendiğinde, öğrencinin verilen homojen lineer denklem
sistemine ait bir bazın üç boyutlu olması gerektiği düşüncesinden hareketle çözüme ulaşmaya çalıştığı
dolayısıyla homojen lineer denklem sisteminin oluşturduğu iki boyutlu uzaya ait bazı bulamadığı tespit
edilmiştir.
Şekil 4. Ö4’ün S3’e verdiği yanıt
Şekil 4 incelendiğinde de Ö4’ün verilen lineer denklem sisteminin çözüm kümesinin oluşturduğu uzaya
ait baz ve boyutu bulamadığı aynı zamanda homojen lineer denklem sistemine ait çözüm kümesini de yanlış
belirttiği görülmektedir. Bu noktada öğrencinin, baz ve boyut kavramlarını doğru tanımlamasına karşın bu
kavramları içselleştirme noktasında güçlükler yaşadığı anlaşılmıştır.
Ö6’nın S3’e vermiş olduğu yanıt incelendiğinde Ö6’nın lineer denklem sistemi ile ilgili çözüme ulaşma
noktasına güçlük yaşadığı ve bir vektör kümesine ait bazın nasıl bulunacağı ile ilgili güçlüklere sahip olduğu
görülmüştür.
301
Şekil 5. Ö6’nın S3’e verdiği yanıt1
Şekil 5’de de görüldüğü üzere, Ö6’nın lineer denklem sisteminde yer alan değişkenlerin alabileceği
değerlerle ilgili bilgi sunamadığı ayrıca lineer denklem sisteminin çözüm kümesinin oluşturduğu
bazı(tabanı) yanlış bulduğu görülmektedir. Bu noktada öğrencinin baz tanımını eksiksiz yapabilmesine
karşın baz kavramını kavramsal olarak algılayamamasından dolayı bu kavramla ilgili işlem bilgisi
gerektiren sorunun çözümüne ulaşmakta başarısız olduğu tespit edilmiştir.
Boyut kavramına ait tanımlama ve işlem becerilerinin ölçüldüğü sorulara verilen cevaplar
incelendiğinde öğrencilerin genel anlamda başarılı olduğu saptamıştır. Yalnız 1 öğrencinin boyut kavramına
ait tanımlamayı yanlış yaptığı ve boyut kavramını “Bir vektör kümesindeki lineer bağımsız vektör sayısı”
olarak tanımladığı görülmüştür.
4. Tartışma ve Sonuç
Bu çalışmada; araştırmanın örneklemi olan öğrencilerin lineer bağımsızlık, lineer bağımlılık, baz
(taban) ve boyut kavramlarını tanımlamaları ve bu tanımları işlemsel süreçte nasıl kullandıkları
incelenmiştir. Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre öğrencilerin büyük bir kısmının araştırma
kapsamında ele alınan kavramları tanımlama noktasında zorlanmadıkları görülmüştür. Bu duruma benzer
olarak yine öğrencilerin çoğunluğunun lineer bağımlılık, baz (taban) ve boyut kavramları ile ilgili işlem
becerisi gerektiren soruları doğru cevapladığı tespit edilmiştir. Ancak öğrencilerin büyük çoğunluğunun
lineer bağımsızlık kavramı ile ilgili ispat becerisi gerektiren soruya kısmen doğru yanıt verdikleri tespit
edilmiştir. Bu doğrultuda öğrencilerin lineer bağımlılık kavramı ile ilgili işlem becerisi gerektiren sorularda
başarılı bir performans ortaya koydukları yani lineer bağımlılık kavramı ile ilgili soruların çözümüne
işlemsel düzeyde yaklaştıkları ortaya çıkmıştır (Çelik, 2015). Ancak sorulan bazı soruların işlemsel
yorumlama içermediği fakat lineer bağımsızlık kavramının anlamlandırılması ve bu kavramla ilgili ispat
yapma becerisi gerektiren sorunun cevaplanmasında öğrencilerin zorluklar yaşadığı görülmüştür. Dorier
(1998) ve Harel’in (1989) çalışmalarında da belirtildiği gibi, bu araştırmadaki LCBT ve görüşmelerden de
elde edilen sonuçlara göre öğrencilerin lineer bağımlılık – bağımsızlık kavramları ile ilgili işlem becerisi
gerektiren soruları çözmekte sorun yaşamadıkları ancak kavramlara ait ilişkileri ve ispat becerilerinin
ölçüldüğü soruları çözmekte problem yaşadıkları görülmüştür. Bu sonucun Britton ve Henderson (2009)
bunun yanı sıra Kardeş Birinci (2016)’nin çalışmalarının sonucuyla da uyumlu olduğu görülmüştür.
Ayrıca araştırmanın verilerinden elde edilen bir diğer sonuca göre de öğrencilerin bir kısmının, baz
kavramı ve bu kavrama ait işlem becerisi gerektiren soru arasında ilişki kuramadığı görülmüştür. Boyut
kavramı ile ilgili tanımlamalar ve işlem becerisi gerektiren sorularda ise öğrencilerin genel anlamda problem
yaşamadığı sonucuna ulaşılmıştır.
302
5. Kaynaklar
1. Baki, A. ve Kartal, T., (2004). Kavramsal ve İşlemsel Bilgi Bağlamında Lise Öğrencilerinin
Cebir Bilgilerinin Karakterizasyonu, Türk Eğitim Bilimleri Dergisi, 2(1), 27-46.
2. Bogomolny, M., (2006). The role of example-generation task in students’ understanding of linear
algebra. Doctoral Thesis, Simon Fraser Universty, Canada.
3. Britton, S. and Henderson, J. (2009). Linear algebra revisited: An attempt to understand
students’conceptual difficulties. International Journal of Mathematical Education in
Science
and Technology, 40(7), 963–974.
4. Büyüköztürk, Ş., Kılıç Çakmak, E., Akgün, Ö. E., Karadeniz, Ş. ve Demirel, F. (2018). Bilimsel
Araştırma Yöntemleri. (24. Baskı). Ankara: Pegem Akademi Yayınları.
5. Çelik, D. (2015). Investigating students’ modes of thinking in linear algebra: The case of linear
independence. International Journal for Mathematics Teaching and Learning, 16(1).
6. Davey, L. (2009). The Application of Case Study Evaluations. Elementary Education Online,
8(2), ç:1-3 (Çeviri; Tuba Gökçek).
7. Dorier, J. L., 1998. The role of formalism in the teaching of the theory of vector space. Linear
Algebra and Its Applications, 275-276, 141-160.
8. Erçeman, Y., (2008). Kavramsal ve İşlemsel Bilgi Bağlamında Lise Öğrencilerinin Lineer Cebir
Bilgilerinin Değerlendirilmesi. Yüksek Lisans Tezi, Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Bilimleri
Enstitüsü, Van.
9. Gueudet-Chartier, G. (2004). Should we teach linear algebra through geometry? Linear
Algebra
and
Its Applications, 379, 491-501. https://doi.org/10.1016/S0024-3795(03)00481-6
10. Haddad, M., 1999. Difficulties in the learning and teaching of linear algebra – a personal
experience. Unpublished Master Dissertation, Concordia University, Montreal, Quebec,
Canada
11. Harel, G. (1989). Learning and Teaching Linear Algebra: Diffuculties and An Alternative Approach
to Visualizing Concepts and Processes. Focus on Learning Problems in
Mathematics, 11(2), 139148.
12. Hillel, J. & Sierpinska, A. (1993). On One Persistent Mistake in Linear Algebra. Proceedings of the
18th International Conference for the Psychology of Mathematics Education, Lisbon, Portugal, 3, 6572.
13. İşleyen, T. ve Işık, A. (2005). Alt Vektör Uzayı Kavramının Kavramsal Öğrenilmesi Üzerine.
Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi, (11).
14. Kardeş Birinci, D. (2016). Matematik Öğretmen Adaylarının Lineer Cebir Kavramlarını
Anlayışlarının Düşünme Yapıları Ve Uzamsal Yetenekleri Bağlamında İncelenmesi.
Doktora
Tezi, Marmara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
15. Konyalıoğlu, A. C., İpek, A. S., ve Işık, A., 2003. On the teaching linear algebra at the
university
level: the role of visualization in the teaching vector spaces. Journal of the Korea Society
of
Mathematical Education Series, 7(1), 59-67.
16. Sierpinska, A., Nnadozie, A. & Oktaç, A. (2002). A study of relationships between theoretical
thinking and high achievement in linear algebra. Concordia University: Manuscript.
17. Soylu, Y. ve Aydın, S. (2006). Matematik Derslerinde Kavramsal ve İşlemsel Öğrenmenin
Dengelenmesinin Önemi Üzerine Bir Çalışma. Erzincan Eğitim Fakültesi Dergisi,
8(2).
18. Stewart, S. and Thomas, M. O. J. (2007). Embodied, symbolic and formal thinking in linear algebra.
International Journal of Mathematical Education in Science and Technology,
38(7),927–937.
https://doi.org/10.1080/00207390701573335
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2018). Sosyal Bilimlerde Nitel araştırma
Yöntemleri. (11. Baskı).Ankara: Seçkin Yayıncılık.
303
Presentation ID/Sunum No= 31
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Yks Sonuçlarına Göre Kı̇mya Test Sonuçlarının Değerlendı̇rı̇lmesı̇
1
Doç.Dr. Mehmet Yüksel 1
Gazi Üniversitesi TUSAŞ - Kazan Meslek Yüksekokulu
Özet
Yükseköğretime giriş sınavları farklı bağlamlarda araştırma konusu yapılmıştır. Kimya testi bağlamında yapılan
araştırmalarda sınavlar çeşitli değişkenler açısından analiz edilmiştir. Ancak 2018 yılından itibaren uygulanan
Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) yalnızca ÖSYM değerlendirme raporlarında bazı özellikler açısından
incelenmiştir. Literatürde YKS sonuçlarının dağılımına, değişimine ve homojenliğine ilişkin çalışmalara
rastlanılmamıştır. Bu eksiklik öğrencilerin başarısının değerlendirilmesi ve aynı zamanda sınavların ölçme ve
değerlendirme özelliği açısından önemlidir. Bu düşünceden hareketle bu çalışmanın başlıca amacı YKS sonuçlarına
göre kimya test sonuçlarının karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesidir. Çalışmanın kapsamını 2018, 2019 ve 2020
YKS Temel Yeterlik Testi (TYT) ve Alan Yeterlik Testi (AYT) oluşturmuştur. Çalışmanın verileri ÖSYM’nin
raporlarından alınmıştır. Çalışmada merkezsel eğilim ve dağılım ölçüleri kullanılmıştır. Çalışmanın sonuçlarına göre
TYT ve AYT testlerinin doğru cevap sayısı ve ortalama güçlük düzeyinin değişim katsayısı yüksek bulunmuştur. TYT
kimya testinin ortalama güçlük düzeyi YKS dönemleri itibariyle benzer görülmüştür. Ancak AYT fizik ve kimya
testlerinin ortalama güçlük düzeyi diğer testlere göre düşük bulunmuştur. Bununla birlikte TYT ve AYT testlerinin ham
puan ortalamalarının dağılımının homojen olmadığı saptanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS), Kimya, Değişim Katsayısı
Abstract
The university entrance exams were made the subject of research in the various concepts. In studies that were
made in the context of chemistry test the entrance exams were analyzed in terms of different variables. Since 2018
applied the Higher Education Institutions Examination (YKS) was investigated only in the way of some characteristic
in the evaluation reports of the Student Selection and Placement System. In the literature that investigated the results
of YKS based on the distribution, variance, and homogeneity studies were not found. This deficiency in terms of
evaluation success of the students and beside function of the measurement and evaluation of exams is important. Main
purpose of the study according to the YKS results of the chemistry test is evaluated comparatively. Scope of the study
was consisted of the 2018, 2019, and 2020 Basic Proficiency Test (TYT) and Field Qualification Tests (AYT). Data of
the study were taken from the reports of the Student Selection and Placement System. In this study measures of central
tendency and distribution were used. According to the result of the study coefficient of variation of the number of the
correct answer and average difficulty level of the TYT and AYT is high. TYT average difficulty level of the chemistry
test by YKS dates is similar. But average difficulty level of AYT physics and chemistry tests is lower from the other
tests. However, the distribution of the mean of raw score of the TYT and AYT tests is not homogeny.
Keywords: The Higher Education Institutions Examination (YKS), Chemistry, Coefficient of Variation
1. Giriş
Dünyada yükseköğretimin geniş kesimlerin talebi haline gelmesi diğer bir deyişle yükseköğretimin
seçkinci hedef kitlesinden bütün sosyal kesimlere yönelik bir eğitim ihtiyacına dönüşmesi beraberinde bir
dizi sorun ve güçlükler yaratmıştır. Türkiye’de de ortaöğretimden yüksek öğretime geçiş dönüşümünün
başladığı 1960’lı yıllarda bir dizi sorunla karşılaşılmıştır (Eşme, 2014). Bu sorunlardan en önemlisi
yükseköğretim kurumlarının sınırlı olan kapasitesinin yükseköğretime olan talebe cevap verememesi ve bu
durum karşısında aday öğrencilerin seçiminin nasıl yapılması gerektiği konusudur. Türkiye’de sorunun
çözümüne yönelik olarak geliştirilen merkezi sınav sistemi düşüncesi ilk kez 1964 yılında uygulanmıştır.
Yükseköğretime girişte merkezi sınav uygulaması Türkiye’de Üniversitelerarası Seçme ve Yerleştirme
Merkezi olarak isimlendirilmiş yapının kurulmasını sağlamıştır. 1974 yılında ise Türkiye’deki tüm
304
üniversitelerin öğrenci seçme ve yerleştirme sorumluluğu Üniversitelerarası Seçme ve Yerleştirme Merkezi
olarak tanımlanan kuruma verilmiştir. Bu yapı, 1982 yılında Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi
(ÖSYM) olarak isimlendirilmiş ve yükseköğretim kurumlarına öğrenci seçme ve yerleştirme işlemlerini
halen ÖSYM yürütmektedir (Eşme, 2014).
Ortaöğretim sonrasında öğrencilerin üniversiteye girişlerine ilişkin yöntemler ülkelerin sosyoekonomik ve kültürel koşullarına göre değişmektedir. Dünyada farklı yöntemler olmakla birlikte genelde
ortaöğretim mezuniyet sınavları, yükseköğretime giriş sınavları, standartlaştırılmış yetenek testleri, çoklu
sınavlar ve sınavsız sistemler şeklinde uygulamaların benimsendiği görülmektedir (Yorulmaz, 2013).
Türkiye’de ortaöğretimden yükseköğretime geçişte süreç içerisinde sınav uygulamalarında yapılan
değişiklikler ile (Eşme, 2014; Gürbüztürk ve Kıncal, 2018) sistem geliştirilmeye çalışılmıştır. 2017 yılında
yapılan düzenleme ile 2018 yılından itibaren merkezi sınavın adı “Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS)”
olarak tanımlanmıştır. Tek aşamadan oluşan YKS sınavı Temel Yeterlilik Testi (TYT), Alan Yeterlilik Testi
(AYT) ve Yabancı Dil Testi (YDT) şeklinde yapılandırılmıştır. Temel Yeterlilik Testi aday öğrenciler için
zorunlu tutulmuştur. YKS sınavının ikinci oturumu Alan Yeterlilik Testleri ve üçüncü oturum Yabancı Dil
Testi ise isteğe bağlı olarak düzenlenmiştir (Gürbüztürk ve Kıncal, 2018).
Ortaöğretimden yükseköğretime geçiş sürecinde sınav sistemi, sınavın uygulama biçimi, sorulan
soruların ağırlığı, soru sayısı, adayların eğitim aldıkları ortaöğretim kurumları, aile yapısı, adayın
bulunduğu ilin sosyo-ekonomik durumu adayların başarısını etkileyen başlıca faktörler olarak
gösterilmektedir (Taşpınar Cengiz ve İhtiyaroğlu, 2012). Öğrencilerin yükseköğretim kurumları sınavında
başarılı olmalarını etkileyen faktörler olarak baba mesleği, anne ve baba eğitim düzeyi, aile geliri gibi sosyo
ekonomik faktörler, ortaöğretim kurumunun niteliği, adayların okul başarı ortalamaları ve bununla birlikte
özel kurs ya da dershanelerden yararlanma gibi unsurların önemli düzeyde belirleyici olduğuna ilişkin
bulgular yapılan çok sayıda araştırma sonuçlarında bulunmaktadır (Tamer Çetingül ve Dülger, 2006). Bu
çalışmaların sonuçlarına göre yükseköğretim kurumlarına aday olan öğrencilerin sınav başarısı yukarıda
izah edilen faktörlere göre farklılık ya da değişim gösterebilmektedir. Üniversiteye geçiş sınavında
öğrencilerin başarısı sınav kapsamındaki test ve alt test alanlarına göre de farklılık gösterebilmektedir.
Çünkü öğrenci başarısındaki farklılık öğrencinin ilgili test alanına olan ilgisi ve test alanına yönelik yapmış
olduğu çalışma ya da hazırlık da belirleyici olabilmektedir. Bununla birlikte başarıdaki farklılık testlerin ve
alt testlerin ilgili bilim dalının doğasından da kaynaklanabilir. Ayrıca testlerin ilgili bilim alanında ölçülmek
isteneni ölçmesine olanak verebilen bir şekilde hazırlanması da öğrencilerin başarısını doğru bir şekilde
ölçmesinde belirleyici olmaktadır. Bütün sınavlarda ölçme ve değerlendirme önemli bir faktör olmakla
birlikte yükseköğretime geçiş sınavında bu önem daha üst düzeydedir. Çünkü adayların gelecekteki meslek
tercihleri başta olmak üzere muhtemelen sahip olacakları sosyo-ekonomik yaşam kalitesi gibi yaşam
koşullarını farklılaştıran belirleyicilere sahip olmanın ortaöğretimden yükseköğretime geçişteki sınav
başarısına bağlıdır (Boduroğlu ve Alıcı, 2018; Aktaş ve Aktaş, 2019).
Literatür incelemesinde çeşitli adlarla uygulanan yükseköğretime geçiş sınavını konu edinen
araştırmaların (Morgil, Yılmaz, Seçken, Yılmaz ve Yücel, 1995; Özmen, 2005; Tamer Çetingül ve Dülger,
2006; Özden, 2007; Taşpınar Cengiz ve İhtiyaroğlu, 2012; Dursun ve Aydın Parim, 2014; Keleş ve
Karadeniz, 2015, Aladağ ve Duran, 2016; Aktaş ve Aktaş, 2019; Şimşek, Solmaz ve Güleç, 2020) yapıldığı
görülmektedir. Literatür incelemesinde ÖSYM (2018; 2019; 2020) değerlendirme raporları dışında kimya
test başarısı bağlamında 2018 yılından itibaren uygulanan YKS sonuçlarını araştırma konusu edinen
çalışmalara rastlanılmamıştır. ÖSYM (2018; 2019; 2020) değerlendirme raporlarında YKS sonuçlarına göre
kimya test sonuçları çeşitli özellikleri bakımından değerlendirilmiştir. ÖSYM (2018; 2019; 2020)
değerlendirme raporlarında standart sapma ve ortalama esas alınarak adayların testlerdeki başarılarına
ilişkin değerlendirmeler yapılmıştır. Ancak test sonuçlarının dağılımını somut bir şekilde belirlemeye imkân
veren değişim katsayısı açısından bir değerlendirme yapılmamıştır. Bununla birlikte literatürde 2018, 2019,
2020 YKS sınavlarında adayların test sonuçlarının dağılımının niteliğine ilişkin çalışmalara
rastlanılmamıştır. Buna karşılık yükseköğretime geçiş sınavlarına ilişkin olarak literatürde kimya bilim alanı
305
ile ilgili soruları değerlendirmeye yönelik az sayıda da olsa bazı çalışmalar ve sınav sorularının bazı
özellikleri araştırma konusu yapılmıştır.
Morgil ve arkadaşları (1995) yaptıkları çalışmada 1974-1994 yılları arasında ÖSYM’de sorulan kimya
soruları değerlendirilmiştir. Çalışmada kimya soruları konu alanlarına göre incelenmiştir. Bununla birlikte
soruların zorluk derecesi ve lise kimya müfredatı kapsamında bulunma düzeyi belirlenmiştir. Özmen (2005)
yaptığı çalışmada 1990-2005 yılları arasında yapılmış olan ÖSS sınavlarındaki kimya bilim alanı sorularının
konu alanlarına ve Bloom taksonomisine göre sınıflandırılmasını ve bununla birlikte karşılaştırılmasını
yapmıştır. Çalışmada toplam 223 ÖSS sorusu analiz edilmiştir. Çalışmanın sonuçlarına göre ÖSS’de sorulan
kimya sorularının lise müfredatına uygun bulunmuştur. Soruların düzey olarak %72 oranında Bloom
taksonomisinin ilk üç seviyesinde, %28 oranında ise son üç seviyesinde olduğu ifade edilmiştir. Özden
(2007) çalışmasında ÖSS 2006 kimya sorularını kapsam ve düzey açısından incelemiştir. Soruların
çözümünde gerekli olan kavram, ilke ve beceriler belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmada eğitim fakültesi
ilköğretim matematik öğretmenliği ve sınıf öğretmenliği programlarının birinci sınıfında öğrenim gören 193
öğrenci araştırma kapsamına alınmıştır. ÖSS 2006 sınavında sorulan kimya sorularının madde güçlüğü
belirlenmiştir. Soruların ortaöğretim kimya programına kapsam ve düzey açısından uygun bulunmuştur.
Ancak bazı konulardan soru sorulmamış olmakla birlikte programdaki konulara göre genelde eşit bir
dağılım göstermiş olduğu ifade edilmiştir (Özden, 2007). Yukarıda verilen çalışmalar 2017 öncesi sınav
dönemlerindeki bazı yıllara ilişkin kimya sorularının konu, müfredat ve Bloom sınıflandırması gibi bazı
özellikleri kapsamaktadır. Ancak, 2018, 2019, 2020 YKS sınavları ortak özellik itibariyle 2017 yılında
yapılan düzenlemenin ürünü olan sınavlardır. Dolayısıyla bu sınavların kapsamındaki testlerin sonuçlarının
nasıl bir değişim gösterdiği ve bununla birlikte ne düzeyde homojen olduğuna ilişkin değerlendirmelerin
yapılması aday öğrencilerinin sınav başarılarını değerlendirmeye yönelik bulgular vermesine imkân
sağlayacağı gibi aynı zamanda sınavların ölçme ve değerlendirme özelliği açısından da önemlidir. Yukarıda
verilen bilgiler çerçevesinde bu çalışmanın başlıca amacı YKS sonuçlarına göre kimya test sonuçlarının
değerlendirilmesidir. Bu ana amaç iki alt amaç temelinde analiz konusu edilmiştir: Alt amaçlardan birincisi
YKS sınavında aday öğrencilere sorulan test ve alt testlerin bazı özelliklerini ve buna bağlı olarak aday
öğrencilerin testlerdeki başarılarını analiz etmeye çalışmaktır. İkinci alt amaç ise kimya test sonuçlarının
YKS kapsamında sorulan diğer test sonuçları ile karşılaştırmalı olarak analiz etmek ve değerlendirmektir.
2. Yöntem
Çalışmanın kapsamını 2018, 2019 ve 2020 YKS TYT Türkçe, Sosyal Bilimler, Temel Matematik, Fen
Bilimleri ve AYT Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji test sonuçları oluşturmaktadır. Çalışmanın verileri
ÖSYM’nin; 2018, 2019 ve 2020 YKS Değerlendirme Raporlarından (ÖSYM, 2018; 2019; 2020) alınmıştır.
YKS sonuçlarına göre Türkiye’de Yükseköğretim Kurulu tarafından belirlenmiş yükseköğretim
programlarına alınacak öğrencilerin seçimi ve yerleştirme işlemi Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi
(ÖSYM) tarafından gerçekleştirilmektedir. YKS sınavı temel yeterlilik testi (TYT), alan yeterlilik testi
(AYT) ve yabancı dil testinden (YDT) oluşmaktadır (ÖSYM, 2020). Bu çalışmada verilerin analizi
ÖSYM’nin belirlemiş olduğu sınav tasnifi çerçevesinde yapılacaktır.
Çalışmada öncelikle YKS TYT testlerine ilişkin veriler analiz edilmiştir. YKS sınavında TYT 120
sorudan ve dört testten oluşmaktadır. TYT testi Türkçe 40 soru, sosyal bilimler 20 soru, temel matematik
40 soru ve fen bilimleri 20 soru içermektedir (ÖSYM, 2020). ÖSYM (2020) tarafından AYT olarak
tanımlanan YKS'nin ikinci oturumunda 160 soru sorulmaktadır. Bu grupta Türk Dili ve Edebiyatı-Sosyal
Bilimler-1 testi 40 soru, Sosyal Bilimler-2 testi 40 soru, Matematik testi 40 soru ve Fen Bilimleri testi 40
sorudan oluşmaktadır. YKS sınavında yabancı dil testi (YDT) olarak tanımlan bir üçüncü oturum
bulunmaktadır. YDT’de Almanca, Arapça, Fransızca, İngilizce ve Rusça dillerinde yapılmakta ve 80 soru
içermektedir.
Çalışmada merkezsel eğilim ölçüsü olarak aritmetik ortalama ve merkezsel dağılım ölçüsü olarak ise
standart sapma ve değişim katsayısı kullanılmıştır. Değişim katsayısı iki ya da çok sayıda veri setinin göreli
306
dağılımını ve yayılımını belirlemektedir. Değişim katsayısı (V), standart sapmanın (σ) aritmetik ortalamaya
(μ) bölünmesi ile hesaplanır ve yüzde şeklinde ifade edilmektedir (Özsoy, 2004). Değişim katsayısı
literatürde bağıl değişkenlik katsayısı (Güzeller ve Kelecioğlu, 2006; Demirtaş ve Kılıç, 2016; Tuncer,
2016) olarak da ifade edilmektedir. Değişim katsayısının 20’den küçük olması veri seti ya da grubun
homojen olduğunu göstermektedir (Demirtaş ve Kılıç, 2016; Tuncer, 2016).
3. Bulgular
Çalışmada veriler TYT ve AYT (ÖSYM, 2018;2019;2020) testleri bağlamında analiz edilmiştir. 2018
YKS dönemine ilişkin doğru cevap sayısı ortalaması ve standart sapma verileri ÖSYM Değerlendirme
Raporunda yer almadığı için yalnızca 2019 ve 2020 YKS dönemlerinin doğru cevap sayısı değişim
katsayıları hesaplanmıştır (Tablo 1). 2019 YKS ve 2020 YKS döneminde TYT’nin bütün testlerinde doğru
cevap sayısı ortalaması bakımından yüksek bir heterojenlik görülmüştür. Ancak Temel Matematik ve Fen
Bilimleri Testlerinin değişim katsayısı oldukça yüksek bulunmuştur. Bütün dönemlerde TYT ham puan
ortalamalarının düşük olduğu görülmekle birlikte, Temel Matematik ve Fen Bilimleri testlerinde daha
düşüktür. Nitekim ortalama güçlük düzeyleri öğrencilerin Temel Matematik ve Fen Bilimleri testlerindeki
başarısının diğer testlere göre daha düşük olduğunu göstermektedir. TYT testlerindeki ayırt edicilik
düzeylerinin kabul edilebilir düzeydedir.
Tablo 1. TYT Testine İlişkin Bazı Özellikler ve Doğru Cevap Sayısı Değişim Katsayısı
40
20
39
20
40
20
40
20
19,6
7,6
7,2
3,6
18,35
8,33
6,88
3,17
18,23
9,13
7
3,76
Standart Sapma
7,55
4,31
7,13
4,05
7,74
3,93
8,26
4,25
Değişim katsayısı
41,14
51,74
103,63
127,76 42,46
43,04
118
113,03
Doğru Cevap Sayısı
Ortalaması
Temel
Matematik
20
Sosyal
Bilimler
Temel
Matematik
40
Soru Sayısı
Türkçe
Sosyal
Bilimler
20
YKS Testine İlişkin Özellikler
Türkçe
Temel
Matematik
40
Türkçe
Sosyal
Bilimler
Fen Bilimleri
YKS 2020
Fen Bilimleri
YKS 2019
Fen Bilimleri
YKS 2018
Ham Puan Ortalaması
16,18
6
5,64
2,83
14,67
6,69
5,67
2,24
14,29
7,79
5,56
2,67
Ortalama Güçlük Düzeyi
0,49
0,38
0,18
0,18
0,46
0,42
0,18
0,16
0,46
0,46
0,17
0,19
Ortalama Ayırt Edicilik
Düzeyi
0,41
0,6
0,54
0,65
0,4
0,46
0,53
0,57
0,41
0,43
0,57
0,57
TYT testleri (ÖSYM, 2018; 2019; 2020) ve alt testlerin ortalama güçlük düzeylerine ilişkin değişim
katsayıları incelendiğinde (Tablo 2) dönemler itibariyle hesaplanan değişim katsayıları yüksek sayılabilecek
düzeydedir. Dönemler itibariyle bakıldığında kimya sorularının ortalama güçlük düzeylerinin biri birine
yakın değerlerde olduğu görülmektedir.
Tablo 2.TYT Testleri ve Alt Testlerinin Ortalama Güçlük Düzeylerine İlişkin Değişim Katsayısı
Testler
Türkçe (40 Soru)
Sosyal Bilimler (20 Soru)
Alt Testler
Tarih (5 Soru)
Coğrafya (5 Soru)
Felsefe (5 Soru)
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (5 Soru)
Temel Matematik (40 Soru)
Fen Bilimleri (20 Soru)
Fizik (7 Soru)
Kimya (7 Soru)
Biyoloji (6 Soru)
Ortalama
Standart Sapma
Değişim Katsayısı
YKS 2018
0.49
0.49
0.38
0.49
0.40
0.22
0.39
0.18
0.18
0.18
0.24
0.17
0.14
0.31
0.30
0.15
0.14
50.06 46.38
YKS 2019
0.46
0.46
0.42
0.45
0.34
0.39
0.49
0.18
0.18
0.16
0.14
0.19
0.14
0.31
0.31
0.16
0.15
51.46 47.32
YKS 2020
0.46
0.46
0.46
0.36
0.40
0.36
0.70
0.17
0.17
0.19
0.13
0.20
0.24
0.32
0.34
0.16
0.18
50.58 52.77
307
2018 YKS dönemine ilişkin veri eksikliğinden dolayı doğru cevap sayısı ortalamasının değişim
katsayısı hesaplanamamıştır (Tablo 3). 2019 YKS ve 2020 YKS dönemi AYT Matematik ve Fen Bilimleri
testlerinin doğru cevap sayısı ortalamasına ilişkin değişim katsayıları yüksek bulunmuştur. Bu değerler aday
öğrencilerin Matematik ve Fen Bilimleri testlerindeki doğru cevap sayısı ortalamasının heterojen bir yapıda
olduğunu göstermektedir. Testlerin ortalama ayırt edicilik düzeylerinin yüksek sayılabilecek bir ayırt
ediciliğe sahip olduğu görülmektedir.
Tablo 3. AYT Testine İlişkin Bazı Özellikler ve Doğru Cevap Sayısı Değişim Katsayısı
YKS 2018
AYT
Testine İlişkin Özellikler
Soru Sayısı
Doğru Cevap Sayısı Ortalaması
Standart Sapma
Değişim Katsayısı
Ham Puan Ortalaması
Ortalama Güçlük Düzeyi
Ortalama Ayırt Edicilik Düzeyi
YKS 2019
YKS 2020
Matematik
Fen Bilimleri
Matematik
Fen Bilimleri
Matematik
Fen Bilimleri
40
5.6
40
5.2
0.14
0.56
0.13
0.59
40
7.13
8.13
114.02
5.29
0.18
0.57
40
7.28
7.74
106.31
4.68
0.18
0.52
40
9.96
10.32
103.61
8.46
0.25
0.64
40
8.39
9.17
109.29
5.65
0.21
0.58
AYT testleri ve alt testleri (ÖSYM, 2018; 2019; 2020) arasında kimya testinin fizik testinden sonra en
düşük ortalama güçlük düzeyinin olduğu görülmektedir (Tablo 4). Test ve alt testlerin ortalama güçlük
düzeylerine bir bütün olarak bakıldığında YKS dönemleri itibariyle önemli sayılabilecek bir farklılık
bulunmamaktadır. YKS dönemleri itibariyle ortalama güçlük düzeylerinin YKS 2018 dönemi alt testleri
değişim katsayısı dışında diğer YKS dönemlerindeki test ve alt testlerin ortalama güçlük düzeylerinin
homojen sayılabilecek değerlerdir.
Tablo 4. AYT Testleri ve Alt Testlerin Ortalama Güçlük Düzeylerine İlişkin Değişim Katsayısı
Test
Ortalama Güçlük Düzeyleri
YKS 2018
YKS 2019
YKS 2020
0.14
0.14
0.18
0.18
0.25
0.25
0.13
0.18
0.21
0.09
0.18
0.19
0.12
0.15
0.21
0.18
0.22
0.23
0.14
0.13
0.18
0.18
0.23
0.22
0.01
0.04
0.00
0.03
0.03
0.03
5.24
28.49 0.00 15.74 12.30 11.74
Alt Test
Matematik ( 40 Soru)
Fen Bilimleri (40 Soru)
Fizik (14 Soru)
Kimya (13 Soru)
Biyoloji (13 Soru)
Ortalama
Standart Sapma
Değişim Katsayısı
Ortaöğretim kurumlarının son sınıfında öğrenim gören adayların TYT ve AYT testlerine ilişkin ham
puan ortalamaları (ÖSYM, 2018; 2019; 2020) incelendiğinde (Tablo 5) matematik, fizik, kimya ve biyoloji
testlerinin ham puan ortalaması YKS dönemleri itibariyle benzerlik göstermekle birlikte düşük sayılabilecek
bir düzeydedir. Kimya ham puan ortalaması YKS 2018’de ikinci en düşük, YKS 2019’de birinci en düşük
ve YKS 2020’de ise üçüncü en düşük düzeydedir. Bununla birlikte bütün testlerin değişim katsayıları
oldukça yüksek bulunmuştur. Kimya ham puan ortalamasının YKS 2018 ve YKS 2020’de ikinci sırada ve
YKS 2019 döneminde ise en yüksek değişim katsayısına sahip olduğu saptanmıştır.
Tablo 5. Ortaöğretim Kurumlarının Son Sınıfında Öğrenim Gören Adayların YKS Testlerinin Ham Puan
Ortalamalarına İlişkin Değişim Katsayıları
Standart
Sapma
Değişim
Katsayısı
Ortalama
Standart
Sapma
Değişim
Katsayısı
Soru
Sayısı
Ortalama
AYT
40
20
40
20
40
14
13
13
YKS 2020
Değişim
Katsayısı
TYT
Türkçe
Sosyal Bilimler
Temel Matematik
Fen Bilimleri
Matematik
Fizik
Kimya
Biyoloji
YKS 2019
Standart
Sapma
YKS 2018
Test
Ortalama
Oturum
16.32
5.95
6.00
3.30
4.36
0.62
1.34
1.85
9.11
4.12
8.30
4.44
7.69
2.25
2.83
2.83
55.82
69.20
138.52
134.65
176.45
364.24
211.60
153.14
15.10
6.68
6.08
2.70
5.27
1.24
1.19
1.50
9.06
4.79
7.74
4.15
8.50
2.71
2.70
2.74
60.01
71.69
127.32
153.55
161.34
218.97
227.23
182.10
14.52
7.94
6.08
3.25
8.02
1.34
1.75
1.54
9.22
4.21
8.92
4.51
10.70
3.07
3.49
2.92
63.48
52.93
146.70
138.99
133.51
228.56
199.66
190.16
308
Tüm adaylar açısından matematik, fizik, kimya ve biyoloji sorularının ham puan ortalamalarının
(ÖSYM, 2018; 2019; 2020) düşük olduğu söylenebilir (Tablo 6). Bütün testlerde değişim katsayısı yüksek
sayılabilecek bir seviyede bulunmuştur. Kimya testi değişim katsayısı YKS 2018 ve YKS 2020 döneminde
ikinci sırada, YKS 2019’da ise kimya test sorularına ilişkin ham puan ortalaması değişim katsayısı birinci
sıradadır.
Tablo 6. YKS Sınavına Giren Tüm Adayların YKS Testlerinin Ham Puan Ortalamalarına İlişkin Değişim
Katsayıları
Oturum
YKS 2018
Değişim
Katsayısı
Ortalama
Standart
Sapma
Değişim
Katsayısı
Ortalama
Standart
Sapma
Değişim
Katsayısı
AYT
Standart
Sapma
TYT
YKS 2020
Ortalama
Türkçe
Sosyal Bilimler
Temel Matematik
Fen Bilimleri
Matematik
Fizik
Kimya
Biyoloji
YKS 2019
Soru
Sayısı
Test
40
20
40
20
40
14
13
13
16.18
6.00
5.64
2.83
3.92
0.47
1.11
1.67
8.74
4.05
7.94
4.10
7.08
1.99
2.54
2.59
54.02
67.48
140.66
144.80
180.50
426.34
229.22
155.12
14.67
6.69
5.67
2.24
4.78
1.03
0.96
1.30
8.59
4.64
7.36
3.77
7.94
2.45
2.43
2.50
58.54
69.40
129.76
168.08
166.30
236.75
252.23
192.22
14.29
7.79
5.56
2.67
7.58
1.08
1.42
1.31
8.85
4.19
8.39
4.09
10.26
2.77
3.19
2.69
61.91
53.75
151.01
153.15
135.25
256.19
225.14
205.58
Son sınıfta öğrenim gören öğrencilerin YKS dönemleri açısından ham puan ortalamaları (ÖSYM,
2018; 2019; 2020) değişim katsayılarının yüksek olduğu saptanmıştır (Tablo 7). YKS dönemleri itibariyle
değişim katsayısı değerlerinin benzerlik gösterdiği görülmüştür.
Tablo 7. Ortaöğretim Kurumlarının Son Sınıfında Öğrenim Gören Öğrencilerin YKS Dönemlerine Göre TYT ve
AYT Testlerinin Ham Puan Ortalamalarına İlişkin Değişim Katsayıları
Oturum
Test
Türkçe
Sosyal Bilimler
Temel Matematik
Fen Bilimleri
Matematik
Fizik
Kimya
Biyoloji
TYT
AYT
YKS 2018
Ortalama
Standart
Sapma
16.32
9.11
5.95
4.12
6.00
8.30
3.30
4.44
4.36
7.69
0.62
2.25
1.34
2.83
1.85
2.83
5.05
5.41
107.02
57.00
Soru
Sayısı
40
20
40
20
40
14
13
13
Ortalama
Standart Sapma
Değişim Katsayısı
YKS 2019
Ortalama
Standart
Sapma
15.10
9.06
6.68
4.79
6.08
7.74
2.70
4.15
5.27
8.50
1.24
2.71
1.19
2.70
1.50
2.74
4.93
5.04
102.20
53.51
YKS 2020
Ortalama
Standart
Sapma
14.52
9.22
7.94
4.21
6.08
8.92
3.25
4.51
8.02
10.70
1.34
3.07
1.75
3.49
1.54
2.92
5.20
4.82
92.59
52.26
YKS sınavına giren tüm adaylar açısından TYT ve AYT testlerinin ham puan ortalamalarına (ÖSYM,
2018; 2019; 2020) ilişkin değişim katsayıları da (Tablo 8) dönemler itibariyle yüksek bulunmuştur.
Tablo 8.YKS Sınavına Giren Tüm Adayların YKS Dönemlerine Göre TYT ve AYT Testlerinin Ham Puan
Ortalamalarına İlişkin Değişim Katsayıları
Test
Soru Sayısı
Türkçe
Sosyal Bilimler
Temel Matematik
Fen Bilimleri
Matematik
Fizik
Kimya
Biyoloji
40
20
40
20
40
14
13
13
Oturum
TYT
AYT
Ortalama
Standart Sapma
Değişim Katsayısı
YKS 2018
Ortalama Standart
Sapma
16.18
8.74
6.00
4.05
5.64
7.94
2.83
4.10
3.92
7.08
0.47
1.99
1.11
2.54
1.67
2.59
4.84
5.44
112.39
YKS 2019
Ortalama Standart
Sapma
14.67
8.59
6.69
4.64
5.67
7.36
2.24
3.77
4.78
7.94
1.03
2.45
0.96
2.43
1.30
2.50
4.65
4.99
107.23
YKS 2020
Ortalama Standart
Sapma
14.29
8.85
7.79
4.19
5.56
8.39
2.67
4.09
7.58
10.26
1.08
2.77
1.42
3.19
1.31
2.69
4.87
4.86
99.67
309
4. Tartışma ve Sonuç
Yükseköğretimin bireyin hayatında olumlu yönde önemli şekillendirmelere imkân sağlamasından
dolayı ortaöğretimden yükseköğretime geçiş sınavları yüksek düzeyde önemli bulunmaktadır. Türkiye’de
öğrencilerin hayatlarında önemli bir dönüm noktası olan yükseköğretime geçiş sınavı merkezi bir şekilde
uygulanmaktadır. ÖSYM tarafından yapılan yükseköğretime geçiş sınavı öğrenciler ve sınavın diğer
kesimler üzerindeki etkisinin önemi nedeniyle her zaman dikkat çeken, çeşitli değişken ve parametreler
açısından inceleme konusu yapılmıştır. Özellikle akademik açıdan diğer bir deyişle sınav kapsamındaki test
alanları konusunda ve aday öğrencilerin test ve alt testlere ilişkin başarılarına ilişkin çalışmalar daha da
önemli bulunmuş ve bu konuda bilimsel araştırmalar yapılmıştır. Bu çalışmada da 2018, 2019 ve 2020 YKS
sınav sonuçları (ÖSYM, 2018; 2019; 2020) irdelenmeye ve sınav sonuçlarının değişim özelliği belirlenmeye
çalışılmıştır. Bununla birlikte kimya test sonuçları değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Çalışmada TYT’nin bütün testlerinde doğru cevap sayısı ortalaması bakımından yüksek bir
heterojenlik görülmüştür. Bu sonuç YKS sınavına giren öğrencilerin TYT testlerinde doğru cevap sayısı
ortalamasının homojen olmadığını ve dolayısıyla aday öğrencilerin doğru cevap sayılarının biri birinden
oldukça farklı olduğunu ifade etmektedir. Temel Matematik ve Fen Bilimleri Testlerindeki öğrenci
başarısının heterojenliği ise daha yüksek bulunmuştur. TYT testlerinin ham puan ortalamaları ve testlerin
ortalama güçlük düzeyleri Temel Matematik ve Fen Bilimleri testlerindeki başarı düşüklüğünü
açıklamaktadır. ÖSYM (2018; 2019; 2020) raporlarında yer alan TYT testlerinin ayırt edicilik düzeyleri
YKS sınavının ölçme niteliğinin yüksekliğini dolayısıyla YKS sınavlarının ölçme başarısını göstermektedir.
Nitekim ÖSYM (2020) değerlendirme raporunda ifade edildiği gibi ayırt edicilik düzeyinin 0.30 üzerinde
olması yeterli bir düzey olarak değerlendirilmiştir. Diğer bir ifadeyle bu ÖSYM’nin testlerdeki soruların
ölçülmek istenen özelliği ölçme ve değerlendirme açsından başarısının yüksekliğini ve dolayısıyla ÖSYM
soru hazırlama başarısı açısından önemli bir gösterge olarak ifade edilebilir.
Çalışmada YKS dönemleri itibariyle TYT test ve alt testlerinin ortalama güçlük düzeylerine ilişkin
değişim katsayısının yüksek olması sınav sonuçlarının ortalama güçlük özelliği açısından homojen bir
yapısının olmadığını ifade etmektedir. TYT test ve alt testlerinde öğrencilerin başarılarının test türlerine
göre oldukça farklılaştığı değişim katsayılarından görülmüştür. YKS Dönemleri açısından ortalama güçlük
düzeyleri benzerlik göstermiştir. Bu sonuç YKS sınavına giren öğrencilerin başarılarında dönemler
itibariyle farklılık göstermediğine işaret etmektedir. Kimya testine ilişkin sonuçlar irdelendiğinde ortalama
güçlük düzeylerinin düşük ve dolayısıyla aday öğrencilerin kimya test başarılarının düşük fakat YKS
dönemleri açısından biri birine yakın değerlerde olduğu görülmektedir. Kimya test başarılarında da aday
öğrencilerin farklı YKS dönemlerinde benzer başarıyı gösterdiği anlaşılmaktadır.
Çalışmada YKS Alan Yeterlik Testlerinin de bazı özellikleri (ÖSYM, 2018; 2019; 2020) irdelenmiş
ve AYT testlerinin doğru cevap sayısı ortalamasının değişimi incelenmiştir. YKS sınavının ilk uygulama
yılında doğru cevap sayısı (ÖSYM, 2018; 2019; 2020) ortalamasının izleyen iki yıla göre düşük olduğu
saptanmıştır. Bu sınavın ilk kez uygulanmasından kaynaklanmış bir durum olarak düşünülmüştür. İzleyen
YKS 2019 ve YKS 2020 dönemlerinde (ÖSYM, 2018; 2019; 2020) doğru cevap sayısı ortalamasının önemli
sayılabilecek bir artış gösterdiği görülmektedir.
Buna karşılık 2019 YKS ve 2020 YKS dönemi AYT Matematik ve Fen Bilimleri testlerinin doğru
cevap sayısı ortalamasına ilişkin değişim katsayılarının yüksek olduğu ve bu sonucun aday öğrencilerin
Matematik ve Fen Bilimleri testlerindeki doğru cevap sayısı ortalamasının biri birinden oldukça farklı
değerlerde olduğunu göstermektedir. Aday öğrencilerin AYT Matematik ve Fen Bilimleri testlerindeki
başarılarının homojen bir nitelikte olmadığı diğer bir ifadeyle sınav sonuçları itibariyle öğrencilerin biri
birinden ayrışan bir nitelikte olduğu anlaşılmaktadır. AYT testlerinin ortalama ayırt edicilik düzeylerinin
YKS dönemleri itibariyle yüksek sayılabilecek bir ayırt ediciliğe sahip olması ÖSYM’nin soruları
hazırlamadaki başarısını göstermektedir.
310
AYT test ve alt testlerin ortalama güçlük düzeyleri (ÖSYM, 2018; 2019; 2020) irdelendiğinde fizik ve
kimya testlerinin ortalama güçlük düzeyinin diğer testlere göre daha düşük bulunmuştur. Kimya test soruları
YKS 2018 ve YKS 2020 döneminde fizik test sorularına göre ortalama güçlük düzeyinin daha yüksek ve
dolayısıyla aday öğrencilerin kimya test sorularındaki başarısının fizik test sorularındaki başarılarında göre
daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Ancak 2019 YKS döneminde ortalama güçlük düzey en düşük olan
test kimya testi olmuştur. Bu sınav döneminde aday öğrencilerin başarısının en düşük testin kimya test
soruları olduğu görülmektedir. Dönemler itibariyle ortalama güçlük düzeylerin 2018 YKS dönemi alt testler
dışındaki diğer dönemlerde test ve alt testlerin ortalama güçlük düzeyleri homojen bir yapıda bulunmuştur.
Bu sonuç adayların dönemler itibariyle AYT test ve alt testlerindeki başarısının benzer bir yapıda olduğunu
diğer bir deyişle dönemler itibariyle öğrencilerin başarılarından bir farklılaşmanın olmadığına işaret
etmektedir.
YKS dönemleri itibariyle kimya soruları açısından bakıldığında ortalama güçlük düzeyinin YKS 2020
döneminde YKS 2018 ve YKS 2019 dönemine göre yüksektir. Test ve alt testlerin ortalama güçlük
düzeylerine bir bütün olarak bakıldığında YKS dönemleri itibariyle önemli sayılabilecek bir farklılık
bulunmamaktadır. YKS dönemleri itibariyle ortalama güçlük düzeyleri YKS 2018 dönemi alt testleri
değişim katsayısı dışında diğer YKS dönemlerindeki test ve alt testlerin ortalama güçlük düzeylerinin
homojen sayılabilecek düzeydedir.
Ortaöğretim kurumlarının son sınıfında öğrenim gören öğrencilerin TYT ve AYT testlerin ham puan
ortalamalarındaki değişim yüksek bulunmuştur. Ancak matematik, fizik, kimya ve biyoloji testlerinin ham
puan ortalamalarındaki değişim katsayısının belirgin yüksekliği bu testlerdeki başarının adaylar açısından
çok farklılık gösterdiğini ifade etmektedir. Kimya test sorularının ham puan ortalamaları
değerlendirildiğinde YKS 2018 ve YKS 2020 döneminde ikinci en düşük değer ve 2019 YKS döneminde
ise bütün testler açısından en düşük ham puan ortalamasının kimya test sorularında olduğu saptanmıştır.
Çalışmada hesaplanan değişim katsayılarının sonuçları ham puan ortalamasının sonuçları ile paralellik
göstermektedir. TYT ve AYT testlerinin bütününde yüksek sayılabilecek bir heterojenlik olmakla birlikte
kimya test soruları bakımından YKS 2019 döneminde ham puan ortalaması bakımından en yüksek değişim
katsayısının kimya testinde bulunmuştur. Bununla birlikte YKS 2018 ve YKS 2020 döneminde de ikinci en
yüksek değişim katsayısına kimya testi olduğu saptanmıştır. Bu değerler adayların diğer test türlerine göre
başarılarının kimya testinde daha heterojen olduğunu ve dolayısıyla başarı düzeyleri açısından ayrışmanın
olduğunu göstermektedir.
Tüm adaylar açısından ham puan ortalamalarının testlerdeki değişim katsayılarının ortaöğretim
kurumlarının son sınıfında öğrenim görenlerle benzerlik göstermiştir. Tüm adayların sonuçları açısından da
kimya test soruları ham puan ortalamalarının değişim katsayısının YKS 2018 dönemi ve YKS 2020
döneminde değişim katsayısı bakımından tüm testler içeresinde ikinci sırada yüksek bulunmuştur. Tüm
adayların YKS 2019 döneminde ise kimya test sorularına ilişkin ham puan ortalaması değişim katsayısı ise
tüm testler içerisinde birinci sırada yer almıştır. Ortaöğretim kurumlarının son sınıfında öğrenim gören
öğrencilerin YKS dönemleri açısından testlerdeki ham puan değişim katsayıları yüksek bulunmuştur. YKS
sınavına giren tüm adayların da YKS dönemleri itibariyle ham puan ortalamalarının değişimleri benzerlik
göstermiştir. Her iki grubun YKS dönemleri temelinde testlerdeki başarılarının test türlerine göre yüksek
düzeyde farklılık tespit edilmiştir. Bu sonuç test türlerindeki başarının oldukça heterojen olduğunu ifade
etmektedir.
Bu çalışmanın amacı ve kapsamı itibariyle incelenmemiş olan bazı değişkenler bağlamında gelecekte
bazı çalışmalar yapılabilir. Bu çalışmalarda aday öğrencilerin demografik özellikleri, YKS’ye katılım sayısı,
mezuniyet yılları ve okul türleri araştırma konusu yapılabilir.
Kaynaklar
1. Aktaş, Ö., & Aktaş, D. (2018). YÖK Atlas (2018) Verilerine Göre Tarih Bölümlerinin ve Tarih
Öğretmenliği Programlarının Değerlendirilmesi. Turkish History Education Journal, 8(2), 476-498.
311
2. Aladağ, C., & Duran, Y. (2016). 2011-LYS Coğrafya Sorularının Madde Güçlüğü ve Kavram Yanılgısı
Yönünden Analizi, İlköğretim Online, 15(4), 1425-1435.
3. Boduroğlu, E., & Alıcı, D. (2018). Yükseköğretime Geçiş Sınavının Sınıflama Tutarlılığının Farklı
Yöntemlerle Elde Edilen Kesme Puanlarına Göre İncelenmesi. Yükseköğretim Dergisi, 8(2), 188-199.
4. Demirtaş, Z., & Kılıç, Y (2016). Lise öğretmenlerinin örgütsel adalet ve iş doyumu algıları arasındaki
ilişki düzeyleri. Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, (28), 259-267.
5. Dursun, A., & Aydın Parim, G. (2014). YGS 2013 matematik soruları ile ortaöğretim 9. sınıf matematik
sınav sorularının Bloom Taksonomisine ve Öğretim Programına göre karşılaştırılması. Eğitim Bilimleri
Araştırmaları Dergisi, 4(1), 17-37.
6. Gürbüztürk, O., & Kıncal, R. Y. (2018). Türkiye'de yükseköğretime geçiş sürecinin analizi: gelişmeler,
modeller ve uygulamalar. Akdeniz Eğitim Araştırmaları Dergisi, 12(24), 33-54.
7. Güzeller, C., & Kelecioğlu, H. (2006). Ortaöğretim Kurumları Öğrenci Seçme Sınavının Sınıflama
Geçerliği Üzerine Bir Çalışma. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 30(30), 140-148.
8. Eşme, İ. (2014). Türkiye'de Yükseköğretime geçiş sistemi. Yükseköğretim Dergisi, 4(3), 148-157.
9. Keleş, T., & Karadeniz, M. H. (2015). 2006-2012 Yılları Arasında Yapılan ÖSS, YGS ve LYS
Matematik ve Geometri Sorularının Bloom Taksonomisinin Bilişsel Süreç Boyutuna Göre
İncelenmesi. Türk Bilgisayar ve Matematik Eğitimi Dergisi, 6(3), 532-552.
10. Morgil, F. İ., Yılmaz, F., Seçken, N., Yılmaz, A., & Yücel, S. (1995). ÖSYM ve 1974-1994 yıllarında
sorulan kimya sorularının değerlendirilmesi. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 11(11),
15-19.
11. ÖSYM. (2018). 2018YKS Değerlendirme Raporu, Değerlendirme Raporları Serisi No:9, Ankara.
12. ÖSYM. (2019). 2019YKS Değerlendirme Raporu, Değerlendirme Raporları Serisi No:15, Ankara.
13. ÖSYM. (2020). 2020YKS Değerlendirme Raporu, Değerlendirme Raporları Serisi No:17, Ankara.
14. Özden, M. (2007). 2006 Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) Kimya Sorularının Kapsam ve Düzey Yönünden
Değerlendirilmesi. Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi, (9), 84-92.
15. Özmen, H. (2005). 1990-2005 ÖSS Sınavlarındaki Kimya Sorularının Konu Alanlarına ve Bloom
Taksonomisine Göre İncelenmesi. Eurasian Journal of Educational Research (EJER), (21), 187 - 199.
16. Özsoy, O.(2004). İstatistik. Turhan Kitabevi, Ankara.
17. Şimşek, A., Solmaz, R., & Güleç, E. (2020). YÖK Atlas Verilerine Göre Gastronomi ve Mutfak
Sanatları Bölümlerinin Değerlendirilmesi: Ege Bölgesi Örneği. Uluslararası Global Turizm
Araştırmaları Dergisi, 4(2), 127-137.
18. Tamer Çetingül, P. İ., & Dülger, İ. (2006). ÖSS başarı durumunun il, bölge ve okul türlerine göre
analizi. Eğitim ve Bilim, 31(142), 45-55.
19. Taşpınar Cengiz, D. T., & İhtiyaroğlu, F. (2012). 2006-2011 Yılları Arasında Üniversite Giriş
Sınavındaki Sistem Değişikliklerinin Üniversiteye Öğrenci Yerleştirmedeki Etkisinin İllere Göre Çok
Boyutlu Ölçekleme Analizi ile İncelenmesi. Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 14(1), 319336.
20. Tuncer, M. (2016). Pedagojik formasyon eğitimi sertifika programı öğrencilerinin öğretmenlik
mesleğine yönelik tutumlarının araştırılması. Elektronik Eğitim Bilimleri Dergisi, 5 (10), 101-115.
21. Yorulmaz, B. (2013). Üniversiteye giriş sıralaması ile lisans mezuniyet sıralamasında meydana gelen
değişim. Journal of International Social Research, 6 (28), 469-490.
312
Presentation ID/Sunum No= 85
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Erken Çocukluk Dönemı̇ Bı̇lı̇msel Süreç Becerı̇lerı̇ne
Yönelı̇k Lı̇sansüstü Çalışmaların İ̇ncelenmesı̇
Araştırmacı Özge Savaş 1 , Dr. Öğretim Üyesi Perihan Tuğba Şeker1
1
Uşak Üniversitesi
*Corresponding author: Özge SAVAŞ
Özet
Erken çocukluk dönemi yaşamın yapı taşı olarak görülmektedir. Bu dönemde çocuğa yönelik yapılan her türlü
çalışma önem arz etmektedir. Söz konusu olgulardan birisi de bilimsel süreç becerilerine yönelik yapılan
çalışmalardır. Erken çocukluk döneminde bilimsel süreç becerilerine yönelik yapılan her türlü çalışma bireyin
ilerleyen yaşantısında olumlu dönütler olarak süreci etkilemektedir. Bu anlamda erken çocukluk döneminde yapılan
her çalışma ciddi önem taşımaktadır. Bu araştırma; erken çocukluk dönemine yönelik son yıllarda yapılan lisansüstü
çalışmaları kapsamaktadır. Araştırma, nitel desene sahip olmakla birlikte doküman analizi yöntemi ile analiz
edilmiştir. Son yıllarda erken çocukluk döneminde bulunan çocuklara yönelik hazırlanan bilimsel süreç becerileri
konulu çalışmalar incelenerek kod ve kategorilere yer verilmiştir. Veri toplama aracı olarak YÖKTEZ’ den
faydalanılmıştır. Taranan çalışmalar konu alanları, öğrenci- öğretmen açısından boyutları ve çalışmaların eğitim
sürecine olan katkıları şeklinde kategoriler ve grafikler halinde sunulmuştur. Elde edilen bulgulardan hareketle son
yıllarda erken çocukluk döneminde bulunan çocuklara yönelik bilimsel süreç becerileri konulu lisansüstü çalışmaların
sınırlı sayıda olduğu görülmektedir. Güncel çalışmaların yeni öğretim metodları ile birlikte bütünleştirilerek eğitim
sistemine yansıtılması sağlanmaktadır. Bu noktadan hareketle yapılan güncel çalışmalar daha çok drama, proje
yaklaşımı, problem çözme becerisi, STEM ve robotik kodlama gibi konular ile bilimsel süreç becerilerinin
bütünleştirilmesi şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
Anahtar kelimeler: bilimsel süreç becerisi, erken çocukluk, okul öncesi
A Revıew of Graduate Studıes on Early Chıldhood Scıentıfıc Process Skılls
Abstract
Early childhood is seen as the building block of life. In this period, all kinds of work for the child are important.
One of the aforementioned phenomena is the work done on scientific process skills. All kinds of studies on scientific
process skills in early childhood affect the process as positive feedback in the future life of the individual. In this sense,
every study carried out in early childhood is of great importance. This research; It covers postgraduate studies
conducted in recent years for the early childhood period. Although the research has a qualitative pattern, it has been
analyzed with the method of document analysis. In recent years, studies on scientific process skills prepared for
children in early childhood have been examined, and codes and categories have been included. YÖKTEZ was used as
a data collection tool. The scanned studies were categorized as subject areas, dimensions in terms of student-teacher
and contributions to the education process and presented in graphics. Based on the findings obtained, it is seen that
there are a limited number of postgraduate studies on scientific process skills for children in early childhood in recent
years. The integration of current studies into the education system is ensured by integrating new teaching methods.
From this point of view, current studies are mostly in the form of integration of science process skills with subjects
such as drama, project approach, problem solving skills, STEM and robotic coding.
Keywords: scientific process skills, early childhood, preschool
1.Giriş
Yaşamın ilk yıllarında çocuklar bilinçli ya da tesadüfi yollarla birçok bilimsel deneyim
kazanırlar. Erken çocukluk döneminde edinilen bu bilimsel deneyimler bazen mevcut eğitim
programının içeriğinde sunulurken bazen de günlük yaşamın akışı içerisinde çocukların farkında
olmadan; yaparak- yaşayarak öğrenmeleri yoluyla edinilmiştir (Kuru ve Akman, 2017).
Bilimsel deneyim edinmenin alternatif yolu olarak erken çocukluk döneminde çocuklarla
yapılan fen etkinliklerinin de önemi oldukça yüksektir. Çocuklara farklı materyal, yöntem ve
313
tekniklerle sunulan kaliteli fen etkinlikleri, çocukları keşfederek öğrenmeye yönlendirmekte,
araştırma yapmaya cesaretlendirmekte ve aynı zamanda çocukların etrafında olup biteni anlayarak
sorgulayıcı bir kimlik kazanmalarına yardımcı olacaktır (Landry ve Foreman, 2001; Cho, Kim ve
Choi, 2003; Ünal ve Akman, 2006; Trundle, Saçkes, Akerson, Weiland ve Fouad, 2015).
Hızla gelişmekte olan çağın ve teknolojinin gerekliliklerine bakıldığında bireylerin 21. yy da
üretken, yaratıcı, bilgiyi sorgulayan, bilimsel okur-yazarlık becerilerine sahip; aynı zamanda
değişime açık ve yenilikçi bireyler olmaları gerektiği görülmektedir. Bu sebeple yaşamın ilk
yıllarından itibaren bilimsel düşünme becerisi çocuklara kazandırılmalıdır (Watters ve Diezmann,
1998; Kandemir ve Yılmaz, 2012). Çocuklara erken yaşlarda bilimsel düşünmeyi öğretebilmenin
yolu bilimsel süreç becerilerini geliştirmekten geçmekte (NRC, 1996), bilimsel süreç becerilerini
aktif kullanabilen çocukların da ilerleyen yaşantılarında bilimsel bilgiyi içselleştirmeleri aynı
oranda kolaylaşmaktadır.
Bilimsel süreç becerileri adına araştırmacılar tarafından farklı açıklamalar kullanılmıştır
(Mutlu, 2012). Bu açıklamalardan bazıları deneyimleyerek öğrenmenin temeline dayalı olarak
bilgiyi yaşam boyu kalıcı hale getirme süreci (Hazır, 2006), bilime katkı sunmuş kişilerin bir eylem
sürecinde barındıran, aktarımı yapılabilen ve kalıcı bilgi tecrübesi edinebilen davranış ve bilişsel
beceriler (Dönmez ve Azizoğlu, 2010), kişinin bilgiyi deneyimleyerek gerçek hayatına entegre
edebilmesi olarak ifade edilmiştir (Özkan, 2015).
Meador (2003) ve Büyüktaşkapu (2010)’a göre bilimsel süreç becerileri hiyerarşik bir özelliğe
sahiptir. Hiyerarşik sıralamalar bakıldığında temel bilimsel süreç becerilerinin alt boyutları olduğu
görülmektedir. Bilimsel süreç becerilerinin alt boyutlarına bakıldığında çocuğun edinmesi gereken
temel beceriler şu şekilde sıralanmaktadır; gözlem, sınıflama, tahmin etme, ölçme, verileri
kaydetme ve iletişim kurma, sonuç çıkarma şeklindedir.
Eğitim alanında bilimsel süreç becerilerine yönelik yapılan çalışmalara bakıldığında çoğu
çalışmanın erken çocukluk eğitimi dışında farklı alanlarda yapıldığı görülmektedir (Kelepçe, 2021;
Can, 2020; Yağlı, 2019; Akçay, 2018; Uysal, 2018).
Erken çocukluk eğitiminin bu denli önem kazandığı 21. yy’da ilgili alanda bilimsel süreç
becerilerine yönelik çalışma sayısının oldukça sınırlı sayıda olduğu görülmektedir (Abanoz, 2020;
Özoğlu, 2020; Üstündağ, 2019; Kale, 2019; Ünal, 2019; Öcal, 2018; Uludağ, 2017). Bu
araştırmada son 5 yılda erken çocukluk dönemi bilimsel süreç becerilerine yönelik lisansüstü
çalışmaların incelenmesi hedeflenmiştir. Söz konusu çalışmaların eğitim sürecine nasıl entegre
edildiği saptanmaya çalışmıştır. Aynı zamanda erken çocukluk dönemine yönelik bilimsel süreç
becerileri konulu lisansüstü çalışmaların farklı çalışmalar ve tekniklerle ne kadar bütünleştirildiğini
analiz etmek hedeflenmiştir. Bu doğrultuda bakıldığında bu çalışmanın güncel çalışmaların erken
çocukluk döneminde bilimsel süreç becerilerine ayırdıkları payı görmek açısından ve gelecek
çalışmalara ışık tutması yönünden önem taşıdığı düşünülmektedir. Bu amaçlar doğrultusunda
aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır;
Bilimsel süreç becerileri erken çocukluk döneminde ne kadar sıklıkla kullanılmaktadır?
Erken çocukluk dönemi bilimsel süreç becerileri konulu çalışmalarda hangi beceriler
üzerine yoğunlaşılmaktadır?
Bilimsel süreç becerileri alanında yapılan çalışmaların eğitim sürecine katkıları nasıldır?
314
2.Yöntem
2.1. Araştırmanın Modeli
Araştırma nitel desene sahiptir. Nitel desen görüşme, gözlem ve doküman analizi gibi veri
toplama araçlarından faydalanılarak nitel sürecin gerçekçi bir şekilde izlendiği bir araştırma
desenidir (Yıldırım ve Şimşek, 2006). Bu araştırmada doküman analizi yöntemi kullanılarak erken
çocukluk dönemi bilimsel süreç becerilerine yönelik son 5 yıla ait güncel lisansüstü çalışmalar
incelenmiştir. Araştırma sorularından hareketle incelenen çalışmalar farklı açılardan analiz
edilmiştir. Araştırmanın evreni eğitim alanında yapılan bilimsel süreç becerileri konulu çalışmalar
iken; araştırmanın örneklemini erken çocukluk döneminde bilimsel süreç becerilerine yönelik
yapılan lisansüstü çalışmalar oluşturmaktadır.
2.2. Veri Toplama Aracı
Araştırmanın yöntemi ve örnekleminden hareketle veri toplama aracı olarak Ulusal Tez
Merkezi’ nden (YÖKTEZ) faydalanılmıştır. Son 5 yıla ait güncel çalışmaların doküman analizi
yapılmıştır. Yayınlanan güncel çalışmaların erken çocuklukta hangi teknikler ve beceriler üzerine
yoğunlaştığı saptanmaya çalışılmıştır.
2.3. Verilerin Analizi
Araştırmaya dahil edilen güncel çalışmalar doküman analizi yöntemi ile taranmıştır. Taranan
çalışmalardan elde edilen veriler farklı değişkenler açısından (öğretmen, çocuk, aile ve eğitim
ortamı) analizleri yapılarak grafikler halinde sunulmuştur. Analiz sürecinde uzman görüşü alınarak
çalışmaya son şekli verilmiştir.
3.Bulgular
Bu araştırmada erken çocukluk dönemi bilimsel süreç becerilerine yönelik son beş yıla ait
yayınlanan güncel lisansüstü çalışmalardan elde edilen verilerin incelenmesi amaçlanmıştır. Amaç
doğrultusunda alan yazın taranarak elde edilen bulgular doküman analizi yöntemine uygun olarak
analiz edilmiştir. Ulaşılan veriler farklı açılardan ele alınarak araştırma soruları kapsamında
grafikler halinde aşağıda sunulmuştur.
İlk araştırma sorusu olan ‘’ Bilimsel süreç becerileri erken çocukluk döneminde ne kadar
sıklıkla kullanılmaktadır? ‘’sorusuna ait bulgulara aşağıda yer verilmiştir.
315
Tablo 1:Araştırmaya Dahil Edilen Son 5 Yıla Ait Lisansüstü Çalışmalar
Bilimsel Süreç Becerileri
Alanında Yapılan Tüm Yayınlar
Eğitim/Öğretim Alanında
Bilimsel Süreç Becerilerine
Yönelik Yapılan Yayınlar
Eğitim/Öğretim Alanında
Bilimsel Süreç Becerilerine
Yönelik Yapılan Yayınlar
Bilimsel Süreç Becerileri
Alanında Yapılan Tüm Yayınlar
0
100 200 300 400 500 600
Tablo 1’den hareketle son 5 yıla ait güncel çalışmalara bakıldığında bilimsel süreç becerileri alanında
yapılan tüm lisansüstü yayınların sayısı 496 iken; eğitim- öğretim alanında bilimsel süreç becerilerine
yönelik yapılan lisansüstü toplam 124 çalışma olduğu görülmektedir. Son 5 yılda genel yayın sayısına
bakıldığında eğitim- öğretim alanında yapılan bilimsel süreç becerilerine yönelik lisansüstü yayın sayısının
düşük olduğu görülmektedir.
Tablo 2: Araştırmaya Dahil Edilen Lisansüstü Çalışmaların Öğretim Kademelerine Göre Dağılımı
Eğitim/Öğretim Alanında
Bilimsel Süreç Becerilerine
Yönelik Yapılan Çalışmalar
Erken Çocukluk Döneminde
Bilimsel Süreç Becerilerine
Yöenlik Yapılan Çalışmalar
Tablo 2’den hareketle son 5 yıla ait güncel çalışmalara bakıldığında eğitim- öğretim alanında bilimsel
süreç becerilerine yönelik yapılan lisansüstü çalışma sayısı 124 iken; söz konusu çalışmalardan erken
çocukluk dönemine ait sadece 26 çalışma olduğu görülmektedir. Bu bulgudan hareketle erken çocukluk
dönemi bilimsel süreç becerilerine son 5 yılda oldukça sınırlı sayıda yer verildiği görülmektedir. İlgili
literatürün büyük çoğunluğunu farklı eğitim kademeleri (ilkokul, ortaokul, lise, üniversite) oluşturmaktadır.
316
Tablo 3: Araştırmaya Dahil Edilen Erken Çocukluk Dönemi Lisansüstü Çalışmaların Türlere Göre
Dağılımı
25
20
15
Doktora
Yüksek Lisans
10
5
0
Yüksek Lisans
Doktora
Tablo 3’den hareketle son 5 yıla ait güncel çalışmalara bakıldığında erken çocukluk alanında bilimsel
süreç becerilerine yönelik yapılan lisansüstü çalışmalara bakıldığında yayınlanan 21 çalışmanın yüksek
lisans çalışması olduğu, 5 çalışmanın ise doktora çalışması olduğu görülmektedir. Yapılan doküman
analizinde erken çocukluk dönemi bilimsel süreç becerilerine yönelik son 5 yılda yayınlanan sanatta yeterlik
ve tıpta uzmanlık çalışması bulunmadığı görülmektedir.
İkinci araştırma sorusu olan ‘’ Erken çocukluk dönemi bilimsel süreç becerileri konulu
çalışmalarda hangi beceriler üzerine yoğunlaşılmaktadır? ‘’sorusuna ait bulgulara aşağıda
yer verilmiştir.
Tablo 4:Araştırmaya Dahil Edilen Erken Çocukluk Dönemi Lisansüstü Çalışmaların Konu Dağılımı
10
9
8
7
6
5
4
3
2
1
0
Fen Eğitimi
STEM
Oyun Tabanlı Öğrenme
Doğa ve Çevre Uygulamaları
Etkileşimli Hologram
Teknolojisi
Fen ve Matematik Öğretimi
Tablo 4’den hareketle son 5 yıla ait güncel çalışmalara bakıldığında erken çocukluk alanında bilimsel
süreç becerilerine yönelik yapılan lisansüstü çalışmalara bakıldığında STEM eğitimi üzerine yoğunlaşıldığı
görülmektedir. Bilimsel süreç becerileri ve STEM eğitiminin bütünleştirilmesine yönelik yayınlanan
lisansüstü çalışma sayısı 9 iken, fen eğitimi ve bilimsel süreç becerilerinin bütünleştirilmesine yönelik
toplamda 4 çalışma olduğu görülmektedir. Doğa ve çevre uygulamalarının bütünleştirilmesine yönelik 3
çalışma bulunurken; farklı okul öncesi yaklaşımlarına (montesorri ve pyp) ilişkin 2 çalışma olduğu
görülmektedir. Bununla beraber tabloya bakıldığında oyun tabanlı öğrenme, etkileşimli hologram
teknolojisi, fen ve matematik öğretimi, dijital ve sınıf içi eğitsel oyunlar ve farklı değişkenlere ilişkin 1’er
tane lisansüstü çalışma olduğu görülmektedir.
317
Üçüncü ve son araştırma sorusu olan ‘’ Bilimsel süreç becerileri alanında yapılan
çalışmaların eğitim sürecine katkıları nasıldır? ‘’sorusuna ait bulgulara aşağıda yer
verilmiştir.
Tablo 5:Araştırmaya Dahil Edilen Çalışmaların Aile Katılımı, Öğretmenler ve Eğitim Ortamı Olarak Dağılımı
20
18
16
14
12
Öğretmenler
10
Çocuklar
8
6
4
2
0
Öğretmenler
Çocuklar
Tablo 5’den hareketle son 5 yıla ait güncel çalışmalara bakıldığında erken çocukluk alanında bilimsel
süreç becerilerine yönelik yapılan lisansüstü çalışmalara bakıldığında araştırmacıların çocuklarla yapılan
uygulama temelli çalışmalar üzerine yoğunlaştıkları görülmektedir. Erken çocukluk dönemi bilimsel süreç
becerileri konulu çocuklar ile yapılan uygulamalara bakıldığında 19 lisansüstü çalışma olduğu
görülmektedir. Öğretmen ve öğretmen adaylarına yönelik ise toplamda 6 lisansüstü çalışma olduğu
görülmektedir. İlgili alanda tarama çalışmalarının bulgularına göre aile katılımını ve eğitim ortamlarını konu
alan güncel bir çalışma olmadığı görülmektedir.
4. Tartışma, Sonuç ve Öneriler
Araştırmanın verilerinden hareketle son 5 yıla ait bilimsel süreç becerileri konulu erken çocukluk
dönemine yönelik yayınlanan çalışmaların oldukça sınırlı sayıda olduğu görülmektedir (n=26). Aynı
zamanda yayınlanan güncel çalışmaların sadece yüksek lisans (n=21) ve doktora (n=6) çalışmalarından
ibaret olduğu görülmektedir. Bilimsel süreç becerileri konusunun son yıllarda erken çocukluk döneminde
farklı teknikler ile bütünleştirildiği göze çarpmakta; bu tekniklerin çoğunluğunu STEM uygulamaları (n=9)
oluşturmaktadır (Alan, 2020; Atik; 2019; Kale, 2019; Ünal, 2019; Öcal, 2018). Bununla beraber bilimsel
süreç becerileri çalışmalarının son 5 yılda yapılan lisansüstü çalışmalarda sadece 10 konu alanı ile sınırlı
kaldığı göze çarpmaktadır. Bu sonuç doğrultusunda son 5 yılda yapılan bilimsel süreç becerileri konulu
çalışmaların büyük bir çoğunluğunun STEM uygulamaları ile paralellik gösterdiği görülmektedir. Taranan
güncel çalışmalardan erken çocukluk dönemine yönelik 26 çalışmadan çocuklara yönelik yapılan uygulama
temelli yayınların yoğunluğu oluşturduğu görülmekte (n=19); öğretmen ve öğretmen adaylarına yönelik
yapılan lisansüstü çalışmaların ise kalan kısmı oluşturduğu görülmektedir (n=6). Bu anlamda güncel
çalışmaların erken çocukluk döneminde bulunan çocuklara yönelik uygulama temelli çalışmalar olarak
yoğunlaştığı görülmektedir.
Araştırmadan elde edilen sonuçlardan hareketle erken çocukluk dönemi bilimsel süreç becerilerine
yönelik güncel çalışmalara bakıldığında konu alanı dağılımının oldukça sınırlı olduğu görülmektedir.
Araştırmacıların yapılacak olan yeni çalışmalarda farklı konu alanlarını da sürece entegre etmeleri
önerilebilir. Son 5 yıla ait lisansüstü çalışmalara bakıldığında aile katılımı ve eğitim ortamlarına yönelik bir
çalışma bulunmadığı görülmekte; söz konusu alanlara da yer verilerek bilimsel süreç becerileri ile
bütünleştirilmeleri önerilebilir. İlgili çalışmaların erken çocukluk döneminde (özellikle okul öncesi
dönemde) eğitim veren öğretmen veya araştırmacıların günlük eğitim akışında yer alan farklı etkinlikler ile
318
bilimsel süreç becerilerine yönelik yapılan çalışmaların bütünleştirilmesi önerilebilir. Araştırmacıların yeni
yapılacak çalışmaların anlamlı çıktılarını görmeleri adına araştırma modellerinden nitel ve nicel modelin
birlikte kullanımına yönelik çalışmalar yapmaları önerilebilir. Tüm bunlardan hareketle eğitim- öğretim
sürecinde verilen bilimsel süreç becerilerine yönelik eğitimin kalitesini ve verimini artırmak adına
öğretmenlere hizmet içi eğitimler veya seminerler verilmesi önerilebilir.
Kaynakça
1. Abanoz, T. (2020). STEM Yaklaşımına Uygun Fen Etkinliklerinin Okul Öncesi Dönem Çocuklarının
Bilimsel Süreç Becerilerine Etkisinin İncelenmesi, Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri
Enstitüsü, Ankara.
2. Akçay, S. (2018). Robotik Fetemm Uygulamalarının Fen Bilgisi Öğretmen Adaylarının Akademik
Başarı, Bilimsel Süreç Becerileri ve Motivasyon Üzerine Etkileri, Yüksek Lisans Tezi, Muğla Sıtkı
Koçman Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Muğla.
3. Alan, Ü. (2020). Okul Öncesi Dönem Çocuklarına Yönelik Geliştirilen Stem Eğitimi Programının
Etkililiğinin İncelenmesi, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
4. Atik, A. (2019). STEM Etkinliklerinin Bilimsel Süreç Becerileri Üzerine Etkisi: 5 Yaş Örneği, Yüksek
Lisans Tezi, Trabzon Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Trabzon.
5. Azizoğlu, N., & Dönmez, F. (2010). Meslek Liselerindeki Öğrencilerin Bilimsel Süreç Beceri
Düzeylerinin İncelenmesi: Balıkesir Örneği. Necatibey Eğitim Fakültesi Elektronik Fen Ve Matematik
Eğitimi Dergisi, 4(2), 79-109.
6. Büyüktaşkapu, S. (2010). 6 Yaş Çocuklarının Bilimsel Süreç Becerilerini Geliştirmeye Yönelik
Yapılandırmacı Yaklaşıma Dayalı Bir Bilim Öğretim Programı Önerisi, Doktora Tezi, Selçuk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya.
7. Can, K. (2020). İlkokul Fen Bilimleri Öğretim Programı, Ders Kitabı ve Öğrenci Kazanımlarının
Bilimsel Süreç Becerileri Bakımından Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Amasya Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Amasya.
8. Cho, H. S., Kim, J., & Choi, D. H. (2003). Early Childhood Teachers' Attitudes Toward Science
Teaching: A Scale Validation Study. Educational Research Quarterly, 27(2), 33.
9. Hazır, A. (2006). İlköğretim 5. Sınıf Öğrencilerinin Bilimsel Süreç Becerilerini Edinebilme Düzeyleri,
Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Afyon.
10. Kale, S. (2019). STEM Uygulamalarının Okul Öncesi Öğretmenlerin Bilimsel Süreç Becerilerine
Etkisinin İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Manisa Celal Bayar Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü,
Manisa.
11. Kandemir, E. M., & Yılmaz, H. (2012). Öğretmenlerin Üst Düzey Bilimsel Süreç Becerilerini Anlama
Düzeylerinin Belirlenmesi. Batı Anadolu Eğitim Bilimleri Dergisi, 3(5), 1-28.
12. Kelepçe, O. (2021). Fen Bilimleri Dersinde Zihin Haritası Kullanımının 4. Sınıf Öğrencilerinin
Başarılarına, Bilimsel Süreç Becerilerine, Tutumlarına ve Bilişsel Yüklerine Etkisi, Yüksek Lisans
Tezi, Fırat Üniversitesi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Elazığ.
13. Kuru, N., Ve Akman, B. (2017). Okul Öncesi Dönem Çocuklarının Bilimsel Süreç Becerilerinin
Öğretmen ve Çocuk Değişkenleri Açısından İncelenmesi. Eğitim Ve Bilim, 42(190).
14. Landry, C. Ve Foreman, G. (2001). Research On Early Science Education. C. Seefeldt (Ed.), The Early
Childhood Curriculum: Current Findings İn Theory And Practice İçinde (S. 133-158). New York:
Teachers College Pres.
15. Meador, K. S. (2003). Thinking Creatively About Science Suggestions For Primary Teacher. Gifted
Child Today, 26(1), 25-29.
16. Mutlu, S. (2012). Bilimsel Süreç Becerileri Odaklı Fen ve Teknoloji Eğitiminin İlköğretim
Öğrencilerinin Bilimsel Süreç Becerileri, Motivasyon, Tutum ve Başarı Üzerine Etkileri, Yüksek Lisans
Tezi, Trakya Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü. Edirne.
17. National Research Council. (1996). National Science Education Standards. National Academies Press.
18. Öcal, S. (2018). Okul Öncesi Eğitime Devam Eden 60-66 Ay Çocuklarına Yönelik Geliştirilen STEM
Programının Çocukların Bilimsel Süreç Becerilerine Etkisinin İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Yıldız
Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
319
19. Özkan, B. (2015). 60-72 Aylık Çocuklar İçin Bilimsel Süreç Becerileri Ölçeğinin Geliştirilmesi Ve
Beyin Temelli Öğrenmeye Dayanan Fen Programının Bilimsel Süreç Becerilerine Etkisi, Yüksek Lisans
Tezi, Marmara Üniversitesi, İstanbul.
20. Özoğlu, M. Z. (2020). Okul Öncesi Öğretmenlerinin Fen Etkinliklerine İlişkin Yeterlilikleri İle 60- 72
Ay Çocukların Temel Bilimsel Süreç Becerileri Arasındaki İlişkinin İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi,
İstanbul Okan Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, İstanbul.
21. Trundle, K. C., Saçkes, M., Akerson, V. L., & Weiland, I. Fouad., KE (2015). Research İn Early
Childhood Science Education.
22. Uludağ, G. (2017). Okul Dışı Öğrenme Ortamlarının Fen Eğitiminde Kullanılmasının Okul Öncesi
Dönemdeki Çocukların Bilimsel Süreç Becerilerine Etkisi, Doktora Tezi, Hacettepe Üniversitesi,
Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
23. Uysal, E. (2018). Tasarım Temelli Fetemm (Fen, Teknoloji, Matematik ve Mühendislik) Etkinliklerinin
Fen Bilgisi Öğretmen Adaylarının Bilgi Düzeylerine, Bilimsel Süreç Becerilerine ve Tutumlarına
Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Uşak Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uşak.
24. Ünal, M., Akman, B., & Akman, B. (2006). Okul Öncesi Öğretmenlerinin Fen Eğitimine Karşı
Gösterdikleri Tutumlar. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 30(30), 251-257.
25. Ünal, M. (2019). 4-6 Yaş Okul Öncesi Çocuklarına Etkinlik Temelli STEM Eğitiminin Bilimsel Süreç
Becerilerine Etkisinin İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Bolu Abant İzzet
Baysal Üniversitesi, Bolu.
26. Üstündağ, K. (2019). Montessori Yönteminin Okul Öncesi Dönemdeki Çocukların Bilimsel Süreç
Becerilerine Etkisinin İncelenmesi, Yüksek Lisans Tezi, Necmettin Erbakan Üniversitesi Eğitim
Bilimleri Enstitüsü, Konya.
27. Watters, J. J., & Diezmann, C. M. (1998). “This İs Nothing Like School”: Discourse And The Social
Environment As Key Components İn Learning Science. Early Child Development And Care, 140(1),
73-84.
28. Yağlı, M. B. (2019), Yedinci Sınıf Öğrencilerinin Bilimsel Epistemolojik İnançlarının, Bilimsel Süreç
Becerilerinin ve Göl Ekosistemi Anlama Düzeylerinin Eymir Gölü Eğitim Programı Aracılığıyla
Geliştirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
29. Yıldırım, A., & Şimşek, H. (2006). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma. Ankara: Seçkin Yayıncılık.
320
Presentation ID/Sunum No= 100
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Mı̇marlık Eğı̇tı̇mı̇nde Tersyüz Sınıf İ̇le Geleneksel Ders
Modellerı̇nı̇n Öğrenme Çıktılarına Etkı̇lerı̇nı̇n Karşılaştırılması
Dr. Öğretim Üyesi Gürkan Özenen
Doğuş Üniversitesi, Sanat ve Tasarım Fakültesi
*Corresponding author: Gürkan Özenen
Özet
Tersyüz sınıf modeli, öğrencinin dersten önce evde çalışması ve bilgi hedeflerinin evde kazanılması ile sonrasında
sınıfta bu bilginin pekiştirilmesini hedef alan bir eğitim modelidir. Geleneksel mimarlık eğitimi derslerinde öğrenciler
çoğunlukla derslikte toplanırlar ve öğretim üyelerinin anlattıkları teorik dersleri dinlerler, not alırlar ve bazı ev
ödevlerini yaptıktan sonra evde çalışırlar. Mimarlık fakültelerinin öğrenme çıktıları incelendiğinde ise öğrencilerin
kendi kendilerine mimari çizimleri yapabilmeleri bunların arasında yer almaktadır. Fakat bu teorik dersleri geleneksel
sınıf ortamında alan öğrenciler ders süresi boyunca çizim ile ilgili ne gibi inceliklere dikkat etmelerini öğrenmeleri
yerine çizimin nasıl yapılacağını öğrenirler fakat bilgi hedeflerini beceriye dönüştürebilme sürelerini harcamış
olurlar. Dolayısıyla bu çalışmanın amacı, geleneksel öğrenme ve tersyüz sınıf ile öğrenme modellerinin
karşılaştırılması amacıyla, 4. sınıf mimarlık öğrencilerine verilen iki dönemlik olan ‘Mimari Proje’ dersinin eğitiminde
aynı dersin A sınıfı için geleneksel olarak ve B sınıfı için tersyüz sınıf modeli kullanarak öğrenmeye katkısını
incelemektir. İkinci dönemde ise her iki sınıfa verilen eğitim modeli değiştirilecektir. Bu çalışmada şekilde tersyüz
eğitim modeliyle ve geleneksel modelle yapılan eğitimin öğrenmeye katkısı incelenmiştir. Çalışmanın bulgularında,
ders çıktılarının sayısal bir değerlendirmesi olan öğrencilerin genel not ortalamaları (GANO) ve sayısal olmayan bir
değerlendirme olan öğrenci ders değerlendirme anketleri sonuçları karşılaştırılmıştır. Bulgular değerlendirildiğinde
tüm öğrenciler genelinde ters yüz eğitim modelinin geleneksel öğrenmeyle karşılaştırıldığında daha başarılı olduğu
saptanmıştır. Bu çalışmanın sonuçları değerlendirildiğinde farklı öğrenme yöntemlerinin kullanılmasının
öğrencilerdeki ders çıktı sonuçlarını ve öğrenme kazanımlarını etkilediği gözlenmiştir. Sonuç olarak, farklı öğrenme
yöntemlerinin kullanılmasının ve yeni yöntemlerle yapılacak olan çalışmaların arttırılmasının, eğitime katkısı olacağı
ileri sürülebilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Ters yüz edilmiş sınıf, Mimarlık eğitimi, Eğitim modeli
Genel Bilgiler
1.1. Tersyüz Eğitim Modeli
Tersyüz sınıf modeli, öğrencinin dersten önce evde çalışması ve bilgi hedeflerinin evde kazanılması
ile sonrasında sınıfta bu bilginin pekiştirilmesini hedef alan bir eğitim modelidir. Bu eğitim modelinde
öğretim üyesi ilk derste soruların niteliğine göre öğrencileri gruplandırmaktadır. Öğrenciler grup çalışması
yaparak bu soruların cevaplarını araştırırlar (Tomory ve Watson, 2015).
Öğretim üyesi grupları dolaşarak öğrencilere yardımcı olmaya çalışmaktadır. Öğretim üyesi, sonraki
derste öğrencilerin cevaplandıramadıkları soruları, yine soru-cevap yaparak öğrencilerin öğrenmelerini
sağlamaktadır (Ghufron ve Nurdianingsih 2019).
Öğretim üyesi, öğrencilerin konuyu öğrenip öğrenmediklerini saptamak için sorular sorarak ve
gereksinim olduğunda pratik uygulamalar yaptırarak yeni grup çalışmaları yaptırabilmektedir.
1.2. Geleneksel Mimarlık Eğitimi
Tersyüz sınıf öğrenme modelinde öğrenciler, evde internet üzerinden online olacak şekilde veya
basılmış olarak ders içeriğini dersten önce edinirler. Geleneksel mimarlık eğitimi derslerinde öğrenciler
çoğunlukla derslikte toplanırlar ve öğretim üyelerinin anlattıkları teorik dersleri dinlerler, not alırlar ve bazı
ev ödevlerini yaptıktan sonra evde çalışırlar (Gilboy ve ark, 2015; O’Flaherty ve Phillips, 2015).
Mimarlık fakültelerinin öğrenme çıktıları incelendiğinde ise öğrencilerin kendi kendilerine mimari
çizimleri yapabilmeleri bunların arasında yer almaktadır. Fakat bu teorik dersleri geleneksel sınıf ortamında
321
alan öğrenciler ders süresi boyunca çizim ile ilgili ne gibi inceliklere dikkat etmelerini öğrenmeleri yerine
çizimin nasıl yapılacağını öğrenirler fakat bilgi hedeflerini beceriye dönüştürebilme sürelerini harcamış
olurlar (Ping ve ark, 2019; Shih ve ark, 2019). Evde öncesinde bu bilgi hedeflerini kavrayarak sınıfa gelen
öğrenciler ise ana fikre sahip ders saatinde bilgi hedefine vakit ayırmak yerine beceri ve tutuma ayrılacak
vakit artmakta olup mimari fakültenin öğrenme çıktılarına daha çok yaklaşılmış olmaktadır (Låg ve Sæle
2019).
Bu iki yöntemin eğitim alanında karşılaştırıldığı birçok çalışma bulunmakla birlikte mimarlık ve iç
mimarlık eğitimlerinde kullanıldıkları az sayıda çalışma olduğu gözlenmiştir.
2. Amaç
Dolayısıyla bu çalışmanın amacı, mimarlık ve iç mimarlık eğitiminde geleneksel öğrenme ve tersyüz
sınıf ile öğrenme modellerinin karşılaştırılmasıdır. Bu amaçla, 4. sınıf mimarlık ve iç mimarlık öğrencilerine
verilen iki dönemlik olan ‘Mimari Proje’ dersinin eğitiminde aynı dersin A sınıfı için geleneksel olarak ve
B sınıfı için tersyüz sınıf modeli kullanarak öğrenmeye katkısı değerlendirildi ve karşılaştırıldı.
İkinci dönemde ise her iki sınıfa verilen eğitim modeli yer değiştirildi. Bu çalışmada şekilde tersyüz
eğitim modeliyle ve geleneksel modelle yapılan eğitimin öğrenmeye katkısı incelendi.
3. Gereç ve Yöntem
3.1.
Örneklem
Bu çalışmada hali hazırda verilen zorunlu mimarlık dersleri ve bu dersi alan öğrenciler çalışma
kapsamına alındı. Öğrencilere ders öncesinde geleneksel mimarlık eğitimi ve tersyüz sınıf eğitimi
yöntemleri detaylı olarak anlatıldı. Çalışmaya katılmak isteyen öğrencilere gönüllü onam formu belgesi
imzalatıldı. Çalışmaya katılmak istemeyen öğrenciler kapsam dışı bırakıldı ve diğer öğretim üyesinin aynı
isim ve kodlu dersi almaları istenildi.
3.2. Çalışma Tasarımı
4. sınıf mimarlık ve iç mimarlık öğrencilerine verilen iki dönemlik olan proje dersinin eğitiminde aynı
dersin A grubu için geleneksel olarak ve B grubu için tersyüz sınıf modeli kullanarak öğrenmeye katkısı
incelendi. A grubunda 21 öğrenci ve B grubunda 21 öğrenci olacak şekilde sınıf iki ayrı gruba bölündü. Bu
şekilde tersyüz eğitim modeliyle ve geleneksel modelle yapılan eğitimin öğrenmeye katkısı incelendi.
3.3. İstatistiksel Değerlendirme
Çalışmada tüm öğrencilerin yıl sonu genel not ortalamaları (GANO) incelendi ve karşılaştırıldı.
Çalışmadan elde edilen veriler SPSS 20.0 istatistik programı ile analiz edildi. Gruplar arası farklılıkların
saptanmasında t-testi kullanıldı. Bulguların anlamlılık düzeyleri değerlendirilmesinde p değerinin 0,05’den
düşük olup olmadığı kriter olarak alındı.
Ayrıca öğrencilere yıl sonu ders memnuniyet anketleri yapıldı. Bu anketlere verilen cevaplardaki
memnuniyet oranları kaydedildi. Memnuniyet anketine verilen cevapların verileri yüzdelik değerleri olarak
hesaplandı.
4. Bulgular
4.1.
Genel Not Ortalamaları Bulguları
Çalışmanın bulgularında, ders çıktılarının sayısal bir değerlendirmesi olan öğrencilerin genel not
ortalamaları ve sayısal olmayan bir değerlendirme olan öğrenci ders değerlendirme anketleri sonuçları
karşılaştırıldı.
Bulgular değerlendirildiğinde tüm öğrenciler genelinde ters yüz eğitim modelinin geleneksel
öğrenmeyle karşılaştırıldığında GANO sonuçlarına göre istatistiksel olarak anlamlı olacak şekilde daha
başarılı olduğu saptandı.
Geleneksel eğitim modeli ile ders yapan öğrencilerin GANO değeri ortalamasının 4’lük sistemde 4
üzerinden 3,38 olduğu, tersyüz sınıf modeli ile ders yapan öğrencilerin ise GANO değerinin yine 4
üzerinden 3,48 olduğu kaydedildi. Aradaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı (p=0,04)
322
GANO sonuçlarına göre geleneksel eğitim modeli olan A grubu öğrenciler ile tersyüz sınıf modeli olan
B grubu öğrencilerin almış olduğu GANO Değerleri Grafik 1’de gösterilmektedir.
Bu GANO değerlerine ait ortalama ve istatistiksel incelemeler ise Tablo 1’de verilmektedir.
Grafik 1: A ve B grubu öğrencilerin aldıkları GANO değerleri
GANO Değerleri
4
3,5
3
2,5
2
1,5
1
0,5
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
A Grubu (Geleneksel)
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
B Grubu (Tersyüz)
Tablo 1: A ve B grubu öğrencilerin aldıkları GANO değerlerinin ortalaması ve istatistiksel olarak
karşılaştırılması
GANO; 4’lü sistem
(100’lü
4=100)
sistemde
Geleneksel Model
Tersyüz Sınıf Modeli
GANO ortalamaları
GANO ortalamaları
(n=21)
(n=21)
3,38*
3,48
p değeri
0,04
*p<0,05
4.2.
Memnuniyet Anketi Bulguları
Geleneksel eğitim modeli ile ders yapan öğrencilerin ders memnuniyet anketine verdikleri yanıtlar
değerlendirildiğinde bu ders modeliyle eğitim alan 21 öğrencideki memnuniyetin %92,19 olduğu saptandı.
Tersyüz eğitim modeli ile ders yapan öğrencilerin ders memnuniyet anketine verdikleri yanıtlar
değerlendirildiğinde ise bu ders modeliyle eğitim alan 21 öğrencideki memnuniyetin %95,47 olduğu
saptandı.
Tüm öğrencilerin yıl sonu ders memnuniyet anketlerine verdikleri cevaplar karşılaştırıldığında ise tüm
öğrencilerin ters yüz eğitim modeli ile yapılan eğitimden geleneksel öğrenmeye göre yapılan eğitime göre
daha memnun oldukları görüldü.
Öğrenci ders memnuniyeti anket sonuçlarına göre geleneksel eğitim modeli olan A grubu öğrenciler
ile tersyüz sınıf modeli olan B grubu öğrencilerin ders memnuniyetlerinin yüzde ortalama değerleri Grafik
2’de gösterilmektedir.
Bu memnuniyet anketi değerlerine ait ortalamalar ise Tablo 2’de verilmektedir.
323
Grafik 2: A ve B grubu öğrencilerin ders memnuniyeti anket sonuçları
Anket Sonuçları
100
98
96
94
92
90
88
86
84
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
Geleneksel (A Grubu)
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
Tersyüz (B Grubu)
Tablo 2: A ve B grubu öğrencilerin ders memnuniyeti anket sonuçlarının yüzdelerinin ortalamaları
Geleneksel Model
Tersyüz Sınıf Modeli
Memnuniyet Yüzdelerinin Ortalaması
Memnuniyet Yüzdelerinin Ortalaması
(n=21)
(n=21)
92,19
95,47
5. Tartışma
Tersyüz eğitim modelinin, geleneksel modele göre avantajlarının olduğu bilinmektedir. Eğitimcinin
ders saati içerisinde uygulama yapmak istediği kısımlara ayırabileceği vakit, öğrencilerin ise ders öncesinde
hazırlanmalarıyla dersteki hazır bulunuşluklarının sağlanması ve böylelikle ders saatleri sınırlarında
uygulama yapıldığı süreçlerin artması bu avantajların başında sayılabilmektedir (Torun ve Dargut, 2015).
Öğrencilerin ders saatleri içerisinde yapılan uygulamalardaki öğrenme materyallerini takip etme hızları
da bu bağlamda artmaktadır (Hayırsever ve Orhan, 2018).
Bu çalışmanın anket sonuçları değerlendirildiğinde de yapılan araştırmalar ile uyumlu olacak şekilde
öğrencilerin ders içi faaliyetlere ayırdıkları sürenin tersyüz öğrenme modeli ile arttığı saptanmıştır.
Tersyüz öğrenme modelinde, eğitimcinin öğrencileri daha fazla süre gözlemleme ve öğrenci
aktivitelerine katılımın daha fazla olduğu ileri sürülmüştür (Bergman ve Sams, 2012). Bu eğitim yönteminde
öğrencilerin ders saatleri dahilinde ve ev çalışma saatlerinde etkileşimli öğrenme sağladıkları ve böylelikle
sınıf içi ders saatlerinde derse aktif katılım sağlayabildikleri saptanmıştır (Çelik ve Yumuşak, 2021).
Mevcut çalışmada da bu sonuçlarla uyumlu olacak şekilde tersyüz eğitim modeline katılım gösteren
öğrenciler sınıf içi aktivitelere katılımlarının arttığını ve derse aktif katılım sağladıklarını bildirmişlerdir.
6. Sonuç
Bu çalışmanın sonuçları değerlendirildiğinde, geleneksel yöntem ile tersyüz öğrenme yöntemleri
karşılaştırıldığında, tersyüz öğrenmenin öğrencilerin öğrenmesini olumlu yönde etkilediği gözlenmiştir.
Farklı öğrenme yöntemlerinin kullanılmasının öğrencilerdeki ders çıktı sonuçlarını ve öğrenme
kazanımlarını etkilediği gözlenmiştir.
324
Sonuç olarak, farklı öğrenme yöntemlerinin kullanılmasının ve bu yöntemlerle yapılacak olan
çalışmaların artırılmasının eğitime katkısı olacağı ileri sürülebilmektedir.
7.Kaynaklar
1. GILBOY, M. B., HEINERICHS, S. ve PAZZAGLIA, G. (2015). Enhancing student engagement using
the flipped classroom. Journal of Nutrition Education and Behavior, 47 (1), 109-114.
2. HAYIRSEVER, F. ve ORHAN, A. (2018). Ters yüz edilmiş öğrenme modelinin kuramsal analizi.
Mersin Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 14(2), 572-596.
3. O’FLAHERTY, J., ve PHILLIPS, C. (2015). The use of flipped classrooms in higher education: A
scoping review. Internet and Higher Education, 25, 85-95.
4. TOMORY, A. ve WATSON, S. L. (2015). Flipped classrooms for advanced science courses. Journal
of Science Education and Technology, 24(6), 875-887.
5. TORUN, F. ve DARGUT, T. (2015). Mobil öğrenme ortamlarında ters yüz sınıf modelinin
gerçekleştirilebilirliği üzerine bir öneri. Adnan Menderes Üniversitesi Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri
Dergisi, 6(2), 20-29.
6. GHUFRON, M. A. ve NURDIANINGSIH, F. (2019). Flipped teaching with CALL in EFL writing
class: How does it work and affect learner autonomy?. European Journal of Educational Research, 8(4),
983-997. doi:10.12973/eu-jer.8.4.983
7. LÅG, T. VE SÆLE, R. G. (2019). Does the flipped classroom improve student learning and
satisfaction? A systematic review and meta-analysis. AERA Open, 5(3), 1-17.
doi:10.1177/2332858419870489, 233285841987048
8. PING, R. L. S., VEREZUB, E., BADIOZAMAN, I. F. ve CHEN, W. S. (2019). Tracing EFL students’
flipped classroom journey in a writing class: Lessons from Malaysia. Innovations in Education and
Teaching International, 57(3), 305-316. doi:10.1080/14703297.2019.1574597
9. SHIH, H. J. ve HUANG, S. C. (2019). College students’ metacognitive strategy use in an EFL flipped
classroom. Computer Assisted Language Learning, 1-30. doi:10.1080/09588221.2019.1590420
10. BERGMANN, J., SAMS, A. (2012). Flip your classroom: reach every student in every class every day.
Washington, DC: Internal Society for Technology in Education.
11. ÇELİK, T. I., & YUMUŞAK, G. (2021). Tersyüz edilmiş sınıf modelinin erişi düzeyine etkisi ve
öğrenci görüşleri. Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri Dergisi, 53(53),
379-398.
325
Presentation ID/Sunum No= 62
Oral Presentation / Sözlü Sunum
Ortaokul Öğrencı̇lerı̇nı̇n Mendel Genetı̇ğı̇ Kavramlarının
Öğrenı̇lmesı̇ne Yönelı̇k Görüşlerı̇nı̇n Belı̇rlenmesı̇
Araştırmacı Sefa Merve Kılıçaslan1, Prof.Dr. Mehmet Yılmaz2,
Öğr. Gör. Dr. Ferhat Karakaya3
1
Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Biyoloji Eğitimi
2
Gazi Üniversitesi, Gazi Eğitim Fakültesi, Biyoloji Eğitimi
3
Yozgat Üniversitesi
Özet
Günümüzde teknolojideki gelişmeler ülkelerin fen bilimlerindeki yeterlilikleriyle doğru orantılıdır. Fen
bilimlerinde başarısı yüksek olan ülkeler gelişen teknolojide de yükselen ivme göstermektedir. Bu yüzden ülkelerin
eğitim politikasında fen eğitimi önemli bir yer almaktadır. Kapsamı itibarıyla fen eğitiminde oldukça önemli
konulardan birisi de genetik konusudur. Ortaokul 8. Sınıf fen bilimleri dersinde yer alan Mendel genetiği konusu,
yapılan çalışmalara bakıldığında öğrenen için soyut ve yeni kavramlar içerdiğinden dolayı biyolojinin öğrenilmesi
zor konularından birisidir. Alınyazına bakıldığında genetik konusunda öğrenmede ve öğretmede zorluklar yaşandığı
görülmektedir. Bu nedenle ortaokul 8. sınıf fen bilimleri dersi “DNA ve Genetik Kod” ünitesinde yer alan
kazanımlardan yola çıkılarak Mendel genetiği kavramlarının öğrenilme durumuna yönelik öğrenci görüşlerinin
belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu araştırmada nitel araştırma yöntemi kullanılacaktır. Araştırmanın katılımcıları
ortaöğretim 8. Sınıfta öğrenim gören 70 öğrenciden oluşmaktadır. Veriler araştırmacı tarafından hazırlanan yarı
yapılandırılmış görüşme formu kullanılarak toplanacaktır. Araştırmanın yaklaşımlarına uygun olarak oluşturulan veri
toplama araçları öğrencilere aynı sürede araştırmacı tarafından uygulanacaktır. Araştırmanın sonunda kalıtım
kavramlarını öğrenmede zorluklar yaşadıkları ve kavramların soyut, kendine özgü terminolojisi gibi sebeplerden
dolayı zorlandıkları tespit edilmiştir. Öğrenenin daha iyi öğrenebilmesi için çalışmalarda neler yapılması
önerilmektedir.
Anahtar Kelimeler : Mendel genetiği, Kalıtım kavramları, Fen eğitimi
Abstract
Today, developments in technology are directly proportional to the competence of countries in science. Countries
with high success in science show a rising momentum in developing technology. Therefore, science education has an
important place in the education policies of countries. One of the most important issues in science education in terms
of its scope is genetics. The subject of Mendelian genetics, which is included in the 8th grade science course of
secondary school, is one of the difficult subjects of biology to learn, as it contains abstract and new concepts for the
learner when looking at the studies. Looking at the fate, it is seen that there are difficulties in learning and teaching
genetics. For this reason, it was aimed to determine the students' views on the learning situation of Mendelian genetics
concepts based on the acquisitions in the “DNA and Genetic Code” unit of the 8th grade science lesson. Qualitative
research method will be used in this research. Participants of the study consist of 70 students studying in the 8th grade
of secondary education. Data will be collected using a semi-structured interview form prepared by the researcher. The
data collection tools created in accordance with the research approaches will be applied to the students by the
researcher at the same time. At the end of the study, it was determined that they had difficulties in learning the concepts
of inheritance and because of the abstract and specific terminology of the concepts. In future studies, it is recommended
to carry out studies to make meler in order to learn better.
Keywords: Mendelian genetics, Concepts of inheritance, Science education
1. Giriş
Genetik, 1990 yılında başlatılan İnsan Genomu Projesi'yle günümüzde dünyanın izlediği, elde edilen
sonuçların günlük gazete ve dergilerde yer aldığı, toplumun değişik kesimleri tarafından tartışılan, en
popüler bilim dallarından biri haline gelmiştir (Çırakoğlu, 2002). Fen konuları içerisinde yer alan biyoloji
326
konuları, soyut kavramlar içermesi nedeniyle zaman zaman öğrencilerin algılamasını güçleştirmekte ve
alternatif kavramlar oluşturmalarına neden olmaktadır (Gül, Özay-Köse ve Konu, 2014). Genetik
konusunun fen konuları içerisinde kavranması hem öğrenciler hem de öğretmenler için güç olan alanlardan
birisidir (Lewis ve Wood Robinson, 2000; Tsui ve Treagust, 2007). Öğrencilerin genetik konusunu
özümseyememesi, öğrenmede zorluk çekmelerinin nedenleri araştırılmalıdır. Williams ve diğerleri (2012)
ortaokul yedinci sınıf öğrencilerinin genetik ve hücre bölünmesi arasındaki bağlantıları öğrencilerin
kavramaları ile ilgili yaptıkları çalışma sonucunda, ilköğretim öğrencilerinin bu kavramları anlamada zorluk
yaşadıklarını göstermiştir. Lewis ve Wood-Robinson (2000) 14-16 yaş aralığında bulunan öğrencilerle
yaptıkları gen, DNA, kromozom, hücre bölünmesi, genetikte sorun çözümlerini araştıran çalışmada;
öğrencilerin bu konuları önceden derslerinde görmelerine rağmen kavramları öğrenemedikleri, kavramlar
arasında bağlantı kuramadıkları görülmüştür. Özcan (2000) yaptığı çalışma sonucunda, ortaokul sekizinci
sınıf öğrencilerinin “Canlılarda Çoğalma ve Kalıtım” ünitesinde bulunan kavramları öğrenme düzeylerinin
oldukça düşük olduğunu tespit etmiştir. Yapılan alanyazın incelenmesi, öğrencilerin genetik konusunu
öğrenmede zorluk yaşadıklarını göstermiştir. Bu sebeple genetik konusunun öğrenciler tarafından yeterince
özümsenebilmesi, kavramlar arasında bağlantı kurulabilmesi, öğrenmenin anlamlı olabilmesi için sorunu
yaşayanın yani genetik konusunu öğrenenin görüşlerinin belirlenmesi ve elde edilen görüşlerin alanyazına
kazandırılması oldukça önemlidir.
1.2. Araştırmanın Amacı
Bu araştırmada, ortaokul sekizinci sınıf öğrencilerinin Mendel genetiği kavramlarının öğrenilme
durumuna yönelik görüşlerinin belirlenmesi amaçlanmıştır. Bu amaç kapsamında araştırmada aşağıda
belirtilen sorulara cevap aranmıştır:
Mendel genetiğinde yer alan aşağıdaki her bir kavram hakkında size uygun bir durumu işaretleyerek
belirtiniz? (Gen, Alel, Genotip, Fenotip, Saf Döl, Melez Döl, Homozigot, Heterozigot, Baskın Alel,
Çekinik Alel, Çaprazlama)
Bugün İşaretlediğiniz kavramlarda neden zorlandığınızı düşünüyorsunuz? Açıklayınız.
Mendel genetiği konusunu daha iyi öğrenebilmek için hangi önerileri sunabilirsiniz?
2-Yöntem
2.1. Araştırma Deseni
Bu çalışmada, nitel araştırma desenlerinden durum çalışması kullanılmıştır. Durum çalışması, bir
sistem içerisinde gerçekleşen durum ya da olayların detaylandırılarak açıklanmasını ifade etmektedir
(Creswell, 2007). Çalışmada istenilen konunun derinlemesine ve çok yönlü araştırılması için durum
çalışması kullanılmıştır.
2.2. Araştırmanın Çalışma Grubu
Araştırmanın çalışma grubu, sekizinci sınıfta öğrenim gören 70 öğrenciden oluşmaktadır. Öğrencilerin
%50’si (N=35) devlet okullarında ve %50’si (N=35) özel okullarda öğrenim görmektedir. Araştırma 20202021 eğitim öğretim yılında gerçekleştirilmiştir.
2.3. Veri Toplama Aracı
Araştırmada, ortaokul sekizinci sınıf öğrencilerin Mendel genetiği kavramlarının öğrenilmesine
yönelik görüşlerinin belirlenmesi amacıyla araştırmacılar tarafından hazırlanan yapılandırılmış görüşme
formu kullanılmıştır. Form üç adet açık uçlu sorudan oluşmaktadır. Ayrıca araştırmaya katılan öğrencilerin
demografik bilgilerinin belirlenmesi için demografik bilgi formu kullanılmıştır. Demografik bilgi olarak
öğrencilerin öğrenim gördükleri okul türleri, genel okul not ortalamaları, cinsiyetleri sorulmuştur.
2.4. Verilerin Analizi
Yapılandırılmış görüş formunun analizi iki farklı araştırmacı tarafından yapılmıştır. Araştırmacılar
arasında tutarlık olup olmadığını tespit etmek için Miles ve Huberman (2015) ortaya koyduğu Güvenirlik =
Görüş birliği/Tüm görüşler formülü kullanılmıştır. Bu hesaplamaya göre elde edilen veriler arasında .91
tutarlılık tespit edilmiştir.
327
3. Bulgular
Araştırmada, ortaokul 8.sınıf öğrencilerine “Mendel genetiğinde yer alan aşağıdaki her bir kavram
hakkında size uygun bir durumu işaretleyerek belirtiniz?” sorusu sorulmuş ve elde edilen bulgular Tablo
1’de verilmiştir.
Tablo1. Mendel genetiğinde yer alan kavramlara yönelik bulgular
Kavramlar
Gen
Alel
Genotip
Fenotip
Saf döl
Homozigot
Heterozigot
Baskın alel
Çekinik alel
Çaprazlama
Melez döl
Okul türü
Devlet Okulu
Özel Okul
Devlet Okulu
Özel Okul
Devlet Okulu
Özel Okul
Devlet Okulu
Özel Okul
Devlet Okulu
Özel Okul
Devlet Okulu
Özel Okul
Devlet Okulu
Özel Okul
Devlet Okulu
Özel Okul
Devlet Okulu
Özel Okul
Devlet Okulu
Özel Okul
Devlet Okulu
Özel Okul
f
5
2
8
4
4
2
3
2
3
4
9
4
9
7
3
4
2
9
2
5
3
Zorlanıyorum
Σf
%
7
10
12
17.14
6
8.57
5
7.14
7
10
13
16
18.58
22.86
3
4.28
6
8.6
11
15.72
8
11.42
Kısmen zorlanıyorum
f
Σf
%
9
23
32.86
14
19
30
42.86
11
10
14
20
4
9
13
18.6
4
11
14
20
3
13
18
25.71
5
16
19
27.14
3
10
16
22.86
6
10
15
21.4
5
9
12
17.14
3
13
17
24.29
4
f
21
19
8
20
21
29
23
29
21
28
13
26
10
25
22
29
10
6
17
30
17
28
Zorlanmıyorum
Σf
%
40
57.12
28
40
50
71.43
52
74.26
49
70
39
55.71
35
51
16
50
72.86
70.0
47
67,14
45
64.29
Araştırma kapsamında ortaokul 8.sınıf öğrencilerine “İşaretlediğiniz kavramlarda neden zorlandığınızı
düşünüyorsunuz? Açıklayınız.” sorusu sorulmuş ve elde edilen bulgular Tablo 2’de verilmiştir.
Tablo 2.Kavramlarda zorlanma nedenlerinin kavramlaştırılması
Temalar
Yeni Terim
Soyut Kavramı
Terimlerin
karşılaştırılması/
Benzer Terimler
Konu
içeriği/Karmaşıklığı
Ezber gerektiren
Online Eğitim
Zorlanmıyorum
Öğretmen Etkisi
Okul türü
Devlet Okulu
Özel Okul
Devlet Okulu
Özel Okul
f
12
3
2
Devlet Okulu
12
Özel Okul
9
Devlet Okulu
Özel Okul
11
8
Devlet Okulu
Özel Okul
1
8
Devlet Okulu
Özel Okul
Devlet Okulu
Özel Okul
Devlet Okulu
1
1
7
3
Özel Okul
-
Örnek öğrenci görüşleri
Ö6. Daha önce bu kavramları hiç duymadığım için zorlandım.
Ö15. İlk kez gördüğümüz için zorlandığımızı düşünüyorum.
Ö3. Kavramlar birbiri ile karışıyor ve soyut olması.
Ö23. Kavramların göz ile görerek delillendirememek. Kavramların somut bir
karşılığının olmaması.
Ö4. Homozigot ve heterozigot’u birbiriyle karıştırdığım için zorlanıyordum.
Ö27. Bazı kelimeler ve anlamları birbirine çok benziyor ve bu nedenle
sorularda kelimeleri karıştırdığım için sorularda yanlışlarım çıkıyor.
Ö10. Bence işaretlediğim kavramlarda zorlanmamın sebebi o kavramların
karşılıklarını yani neyi ifade ettiğini anlamakta, kavramakta zorlanmam.
Ö69. Zor oldukları için ve biraz karışık olduğu için
Ö7. Çok karışık ve ezber isteyen bir konu
Ö63. Konunun ezber ağırlıklı olması genel olarak bu ünitenin zor olarak
nitelendiriyor.
Ö30. Online derslerden bir şey anlamadım
Ö36. Online eğitim sebebi ile
Zorlanmıyorum
Ö33. Hocamız üstünde çok durmadığı için
Ö34. Öğretmenim motive edici anlatmıyor
Tablo 2 incelendiğinde öğrencilerin verdikleri cevaplarda terimlerin karıştırılması/benzer
terimlerin(f=21) kullanılması en çok zorlanma nedeni olarak belirtilmiştir.
Araştırma kapsamında ortaokul 8.sınıf öğrencilerine “Mendel genetiği konusunu daha iyi öğrenebilmek için
hangi önerileri sunabilirsiniz?” sorusu sorulmuş ve elde edilen bulgular Tablo 3’de verilmiştir.
328
Tablo 3.En iyi öğrenme önerilerinin kavramlaştırılması
Temalar
Modelleme/ Görselle
Destekleme
Etkinlik/Oyun
Kodlama/Ezber Bozma
Tekrar etme
Ders içi motivasyon
Günlük Hayatla
İlişkilendirme
Okul türü
Devlet Okulu
Özel Okul
f
10
10
Devlet Okulu
18
Özel Okul
2
Devlet Okulu
3
Özel Okul
3
Devlet Okulu
3
Özel Okul
16
Devlet Okulu
5
Özel Okul
-
Devlet Okulu
4
Özel Okul
4
Örnek öğrenci görüşleri
Ö17. Üç boyutlu eşyalar kullanılarak daha iyi anlatılabilir.
Ö58. Bezelye yetiştirebiliriz
Ö18. Çoğu insanın görsel hafızası daha iyi olduğu için fiziksel
etkinliklerle daha iyi öğrenebiliriz.
Ö25. Mendel genetiği konusunu daha iyi öğrenebilmek için
eğlenceli ve akılda kalıcı bilgi sağlayan etkinlikler yapabiliriz.
Ö4. Kavramları kodlayarak öğrenebiliriz. Mesela fenotip fiziksel
görünüş ile ilgili olduğu için F ile başlıyor diye kodlamıştım ben.
Diğerlerine de öyle bir kodlama yapılabilir.
Ö31. Daha basit formüller ile anlatılabilir.
Ö30. Daha sık tekrar ve daha fazla soru çözerek
Ö37. Test, konu tekrarı, konu tekrar videoları ve özet aklımda ne
kaldıysa
Ö27. Öğretmenim eğlenceli daha komik bir anlatımla daha akılda
kalıcı ve daha iyi öğrenim sağlayabilir.
Ö35. Öğretmenim dersi daha eğlenceli anlatabilir
Ö9. Sadece yazı yazarak ve ders kitabından okuyarak değil de
hayattan örnekler sunarak kalıcı öğrenme sunulabilir.
Ö53. Zorlanan kişilere hayattan, somut örnekler vererek
Tablo 3 incelendiğinde öğrencilerin verdikleri cevaplarda çoğunluk olarak modelleme/görsel
destekleme (f=20) ve etkinlik/oyun(f=20) kullanılması öğrencilerin en iyi öğrenmenin sağlanmasını olarak
belirtilmiştir.
4. Tartışma ve Sonuçlar
Araştırma bulgularına göre, kalıtım kavramlarında öğrencilerin en çok heterozigot, homozigot, alel,
çaprazlamada zorlandıkları söylenebilir. Öğrenciler homozigot, heterozigot gibi kavramlarda zorlanma
sebebi olarak kavramların anlamı ve yapıları benzer olduğu için karıştırdıklarını belirtmişlerdir. Alel
kavramında da öğrencilerin belirttiği gibi zorlanma yüzdesi diğer kavramlara göre yüksek çıkmıştır. Bu
kavram sekizinci sınıf fen bilimleri ders kitabında yer almasına rağmen bazı öğrenciler alel kavramını hiç
görmediklerini, görenler ise kavramın tam olarak neyi ifade ettiğini anlamadıklarını belirtmişlerdir.
Öğrencilerin zorlanma yüzdeliğinin diğer kavramlara göre yüksek çıktığı terimlerden birisi de
çaprazlamadır. Genel olarak öğrenciler kalıtım kavramlarında zorlanma sebeplerini terimlerin benzer
terminolojisi (homozigot-heterozigot) olduğunu bu yüzden karıştırdıklarını, soyut olduğu için
somutlaştıramadıklarını, ezber gerektirdiğini, konunun içeriğinin karmaşık olduğunu, terimlerle ilk defa
karşılaştıklarını, online eğitim ve öğretmen etkisi şeklinde nedenlerini belirtmişlerdir. Bu konunun daha iyi
öğrenilebilmesi için ders içi etkinlik/oyunların kullanılması, konunun modelleme/görselle desteklenmesi,
günlük hayatla ilişkilendirilmesi, kodlama yapılması, tekrar edilmesi ve ders içi motivasyonunun daha
yüksek olabileceğini belirtmişlerdir. Uzun ve Sağlam (2003)
yaptıkları
istatistiksel
analizler
sonucunda, genetik konusuna ilgisi yüksek olan öğrencilerin test ortalamasının, ilgi düzeyi orta ve düşük
olan öğrencilerin test ortalamasına göre yüksek olduğu bulmuşlardır. Bu yüzden öğrencilerin genetik
konusuna olan ilgileri arttıkça başarılarının da artacağını dolayısıyla ders içinde aktif rol oynamalarını
sağlayacak araç ve gereçler kullanılması gerektiğini belirtmişlerdir. Collins ve Stewart (1989) öğrencilerin
gen, alel, gibi temel kavramları hatalı ya da eksik anladıklarını görmüşler ve geleneksel öğrenme
yöntemlerinin, genetik konusundaki kavramları anlamada yeterli olmadığını belirtmişlerdir. Topçu (2004)
fen öğretmenleriyle yaptığı görüşmeler sonucunda öğretmenler, öğrencilerin çoğunun genetikle ilgili
kavramları ilk defa derste duyduklarını ifade etmişlerdir. Özdemir (2012) daha etkili bir fen eğitimi için
öğrencileri ezber yapmaya yönlendirmektense onlara bilimsel kavramları anlamlandırabilecekleri öğrenme
ortamlarının hazırlanması gerektiğini belirtmiştir. Yılmaz, Üçüncü, Karakaya ve Çimen (2019) yaptıkları
çalışmada öğretmenin tecrübe, öğrenim durumu fark etmeksizin fen öğretmenlerinin sosyal medyadaki
hatalı sekizinci sınıf biyoloji sorularını fark edebilme düzeylerinin düşük olduğunu belirtmişlerdir. Yılmaz,
329
Gündüz, Diken ve Çimen (2017) sekizinci fen bilimleri ders kitabını incelemiş ve biyoloji konularında
bilimsel hatalar, alternatif kavramlar tespit etmişlerdir.
Hem alanyazın incelediğinde hem de araştırma bulgularına bakıldığında genetik konusu kavramlarının
öğrenilmesinde geleneksel öğrenme yöntemlerinden ziyade etkinlik, modelleme gibi ders içi faaliyetlerinin
kavramların somutlaştırılmasında ve öğrenmenin daha anlamlı olacağı yönünde etki yaratacağı
düşünülmektedir. Genetik kavramlarının öğrenilebilmesi için bol tekrar fırsatı oluşturacak oyun, etkinlikler
geliştirilebilir. Genetik kavramlarının yanlış öğrenilmemesi için öğretmenlerin kavram yanılgılarının
düzeltilmesine yönelik çalışmalar yapılabilir.
Kaynakça
1. Collins, A., & Stewart, JH (1989). Mendel genetiğinin bilgi yapısı. Amerikan Biyoloji
Öğretmeni, 51(3), 143-149.
2. Çırakoğlu, B. (2002). Genetik. Bilim ve Teknik
3. Gül, Ş., Özay-Köse, E., & Konu, M. (2014). Genetik ünitesinin öğretiminde kavram karikatürü
kullanımının biyoloji öğretmeni adayları üzerine etkisi. Fen Bilimleri Öğretimi Dergisi, 2(1), 1-22.
4. Lewis, J., & Wood-Robinson, C. (2000). Genes, chromosomes, cell division and inheritance-do students
see any relationship?. International journal of science education, 22(2), 177-195.
5. Miles, M.B., & Huberman, A.M. (2015). Nitel veri analizi. (1.baskı) (Ed. S. Altun Akbaba ve A. Ersoy).
Ankara: Pegem Akademi.
6. Özcan, Ö. (2000). İlköğretim 8. Sınıf Öğrencilerinin Canlılarda Çoğalma ve Kalıtım Ünitesindeki
Temel Kavramları Anlama Seviyeleri. KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü. KTÜ Fen Bilimleri Enstitüsü
Yüksek Lisans Tezi, Trabzon.
7. Özdemir, A. M. (2012). İlköğretim 5. sınıf fen ve teknoloji dersi ünitelerinde kavramsal değişim
yaklaşımının öğrenci başarısına etkisinin incelenmesi. Yayımlanmamış Doktora Tezi). Gazi Üniversitesi
Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
8. Topçu, M. S. (2004). Sekizinci sınıf genetik-canlılarda üreme ve gelişme ünitelerinin öğreniminde ve
öğretiminde karşılaşılan zorlukların tespiti. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, İzmir.
9. Tsui, C. Y., & Treagust, D. F. (2007). Understanding genetics: Analysis of secondary students'
conceptual status. Journal of Research in Science Teaching: The Official Journal of the National
Association for Research in Science Teaching, 44(2), 205-235.
10. Uzun, N. ve Sağlam, N. (2003). Ortaöğretim biyoloji programında genetik konularının
değerlendirilmesi ve öğrencilerin genetiğe karşı ilgisinin saptanması. Hacettepe Üniversitesi Eğitim
Fakültesi Dergisi, 24(24).
11. Yılmaz, M., Üçüncü, G., Karakaya, F., & Çimen, O. (2019). Fen Bilimleri Öğretmenlerinin Sosyal
Medyada Yer Alan Hatalı Sekizinci Sınıf Biyoloji Soruları Hakkında Farkındalıkları. Ondokuz Mayıs
Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 38(1), 131-145.
12. Yılmaz, M., Gündüz, E., Diken, E. H., & Çimen, O. (2017). 8. sınıf fen bilimleri ders kitabındaki
biyoloji konularının bilimsel içerik açısından incelenmesi. Erzincan Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Dergisi, 19(3), 17-35.
13. Williams, M., DeBarger, A. H., Montgomery, B. L., Zhou, X., & Tate, E. (2012). Exploring middle
school students' conceptions of the relationship between genetic inheritance and cell division. Science
Education, 96(1), 78-103.